Aşk Dersi: Hayat Bize Soru Sormaz

22.02.2010 10:51

Kasvetli bir Londra\'da 60\'lı yılları hayal etmenizi istesem hiç kuşkusuz aşağı yukarı tabirlerden ileri gidecek bir betimleme oluşturabilmeniz zordur. Bu sadece İngiltere topraklarına olan matematik konum olarak uzaklığız ile alakalı bir durum değil, zira 68 öncesi dönem, günümüz gençliğinin pek çoğunun elinin tersi ile bir köşeye ittiği bir dönemdir. Bu da sadece bizim ülke sınırlarımız ile kısıtlanmış bir tüme varım değil. Zira 68 kuşağı bile zaman zaman dillere sakız olmasına rağmen, bu kuşağın gerçek çıkış noktası ve çok kısa zamanda bir kasırgaya dönüşmesinin sebepleri de X kuşağı hakkında fazla sorgulanmamıştır.

 

Aşk dersi işte bu 68 öncesini konu alırken, o kuşağa sonradan dahil olacak bireyler hakkında da aşağı yukarı fikir sahibi olmamızı sağlıyor. Hatta açık bir şekilde dile getirmese de altındaki tünele bile hafiften ışık tutuyor. Bütün bunları yaparken de ana karakteri Jenny\'nin hayatından ve seçeneklerinden güç alıyor. Zira Jenny okulunda oldukça başarılı bir öğrenci,  Latince dersi dışında neredeyse hiç bir sıkıntısı yok ve ailesinin belirlemiş olduğu rota dahilinde Oxford Üniversitesi\'nin kapısını aşındırıyor. Fakat bütün bu istikrarının ardında, dünyaya dair tüm duyguları babası tarafından köreltilmeye çalışılıyor. Babasına göre Oxford\'u kazanacak olması genç kızın kurtuluşu...Bu sebeple Jenny\'nin Fransız kültürüne olan aşkına da kulak tıkıyor tabi.

 

Londra\'nın kasvetini destekleyen rutin hayatına renk katabilmek için gündeliğine eklediği en önemli aktivite ise müzik fakat bunu da tam anlamıyla isteyerek yaptığını söyleyebilmek pek mümkün değil. Geleceğini ve geleceği ile ilgili kararlarını sorguladığı böyle bir dönemde, kendisinden yaşça büyük olan David ile tanışması ile, hayatı ile ilgili kritik kararlarda bir başka dönüm noktasını oluşturuyor. Zira orta yaşının sınırındaki bu sevimli ve ikna kabiliyeti güçlü adam, hem Jenny\'e hayalini kurduklarının bir kısmını vaad ediyor hem de babasının sınırlarını aşmasını sağlıyor. Çok kısa bir sürede hem Jenny\'nin hem de ailesinin güvenini kazanmakla kalmıyor, genç kıza, sürekli olarak hayalini kurduğu bir yaşam tarzı sunuyor adeta. Jenny\'nin yeni ve hızlı hayatında ise, bol bol Fransız filmiz izlemek, Fransız yemeklerini tadabilmek ve istediği kadar o kültürün müziği ile haşır neşir olmak var. Üstelik orta sınıf ailelerin parasal durumunun kritikliği de düşünülecek olursa, David\'in istediği şeyi istediği zaman yapabilecek ekonomik güce sahip olması da cabası. Fakat genç kız bütün bu hareketlilik içerisinde, böyle kritik bir dönemde değirmenin suyunun nereden geldiğini sorgulama ihtiyacı da hissetmiyor.

 

David\'in yediği naneleri öğrenmesi bile ondan hemen uzaklaşmasını sağlayamıyor. Zira David, açık itirafında, istediği kalitede bir yaşamın peşini kovalamanın ara sıra başkalarının ceplerine elini daldırmaktan geçtiğini de yarım ağızla itiraf ediyor. Fakat bu açıklama bile, genç adamın tekinsizliğini neredeyse deşifre ediyor. Bu noktadan itibaren, Jenny\'nin \"hayat dersi\" nin ne kadar sert olacağını kestirebilmek pekala mümkün. Sonuçta Aşk Dersi, karaların ciddiyeti ya da ileride açacağı yaraların büyüklüğü konusunda vahiy maiyetinde bir film değil. En az kişisel seçenekler kadar önemli olan bir diğer faktör aile-çevre faktörü olarak çıkıyor karşımıza. Her bireyin yaşadığı farklı ergenlik deneyimleri ve seçimlerin ardındaki itici güçlerden en önemlisi ise hiç kuşkusuz bu çevresel faktörler.

 

Carey Mulligan\'ın çizmiş olduğu Jenny portresinin başarısı zaten pek fazla tartışmaya açık değil. Yani filmde yer alan usta isimler olmasaymış bile filmi sırtlayıp götürebilirmiş. Bununla birlikte Peter Sarsgaard son derece rahat bir oyunculukla hayat verdiği David için de fazla söze gerek yok diye düşünüyorum. Çok kısa bir rolde de olsa etkileyiciliğini yitirmeyen Emma Thompson ile birlikte Alfred Molina\'nın performansı da ayrı ayrı alkışlanacak cinsten.

 

Sözün özü Aşk Dersi yılın en önemli filmlerinden biri. anlatmak istediği hikayenin, beklenenden çok daha makul olması ya da tadından yenmeyecek oyunculukları dışında, bir de böyle bir hikayeyi bir İngiliz filmi ile Hollywood yapımı arasında ne gibi farklılıklar ile anlatabileceği de önemli bir nokta. Lone Scherfig hem hiç bir sululuğa baş vurmadan hem de yok yere göz sulandırmadan son derece temiz bir dram örneği sunmuş karşımıza. Bu filmi izlemek için sakın ola oscar daki akibetini beklemeye kalkmayın ve bir an önce gidip görün derim...Şimdiden İyi Seyirler...