Vampir İmparatorluğu: Kaçabildiğin Yere Kadar

08.03.2010 08:53

Kurtadam yazımda zaten uzun uzadıya vampir filmlerinin günümüzdeki akibetlerine yer verdim. O sebeple burada tekrar Alacakaranlık\'tan, Blade\'e; Karanlıklar Ülkesinden, Kan Arzusu\'na farklı dallardaki örneklerine birer birer değinmeme gerek yok. Geçtiğimiz yılın en başarılı iki örneği olarak gördüğüm Gir Kanıma ve Kan Arzusu dışında Alacakaranlık\'ın genç izleyici kitlesini cezbetmesini takiben, video sektörü de bu anlayışa kayıtsız kalmadı. Bu üç farklı filmin ortak bir noktası var, o da \"ötekileştirilmiş\" vampirlerin imtiyazlarını hiçe sayıp aramıza katılabilmeleriydi. İdeolojik anlamda ve içerik mevzu bahis olduğunda birbirlerine çok uzak olduklarını baştan kabul ediyoruz zaten.

 

\"Ötekileştirme\" durumu, yukarıda da değindiğim gibi sınırları kaldırılmış haldeydi fakat Vampir İmparatorluğu ile bu anlayış tersine evrilmiş bir şekilde geri dönmüş oldu. İşin pazar kısmına daldığımız vakit, yüzeye çıkmamız her ne kadar zor olsa da, şu dakikadan sonra ortaya çıkacak vampir filmleri, izleyicinin kanını son damlasına kadar içebilmek adına yeni yeni fikirlere sırtını yaslayacaklardır. Bu bağlamda Vampir İmparatorluğu, sırtını dayadığı mitin kodları ile özgürce oynayan bir film ve ardından gelecek yapımların bir kısmına belki de örnek teşkil edebilecek düzeyde, grotesk ile estetiği yan yana sunmaya çalışıyor.

 

B Filmi görünümüne sahip dolaylı bir gişe filmi ile karşı karşıyayız. Üstelik, kadrosundaki isimler de son derece ağır isimler ve -örneğim Willem Defoe ya da Sam Neill- projede yer almaktan pek de sıkılmış gibi gözükmüyorlar. Daha fazla daldan dala konmadan filmin içeriğine doğru şerit değişimi yapmak istiyorum. Malumunuz bir çeşit distopya ile karşı karşıyayız. Yine de bu distopya örneği tam anlamıyla post-apokaliptik bir formda çıkmıyor karşımıza. İnsan nüfusunun, dünyanın yüzde beşi gibi trajik bir rakama ulaştığı ve vampir nüfusunun ekolojik istilası ile karşı karşıya kalan gezegenimiz için tek kaçış yolu \"yapay kan\" projesinin hayata geçmesi gibi görünmektedir. Fakat Willem Defoe\'nun suretinde hayat bulan Elvis, vampir olmaktan kurtulmanın yeni bir yöntemini bulmuştur. Bu yöntem denendiği ve başarılı olduğu takdirde, her iki ırkın da yok olma tehlikesi ortadan kalkacaktır.

 

Öyle mi dersiniz? Tabi ki hayır! Zira büyük patron Charles Bromley\'nin ağzından döküldüğü üzere \"Yapay kan asla gerçeğinin yerini tutmayacak ve alım gücü olan herkes insan kanı kullanmaya devam edecek.\" Bunu bir kapitalist sistem eleştiri olarak alabilmek için öyle derin kodları kırmaya gerek yok! Romero\'nun zombilerle dillendirdiğini; Spierig kardeşler, -zombiler kadar müşkül durumda olmayan vampirler ile anlatıyorlar. Üstelik, odak noktasına sadece \"arz-talep\" prensiplerini sıkıştırmıyorlar. Örneğin son derece hava kalan bir mutasyon mevzusu ve trajik bir \"patron kızı\" öyküsü de var filmde...

 

Vampir İmparatorluğu\'nu, klişeler ile korkusuzca oynadığı için tebrik edebilirim fakat B-filmi estetiği sebebi ile bazı taraflarına göz yumabileceğimiz halde; havada kalmış çok fazla kısmı olduğunu da belirtmek gerekiyor. Gişedeki akıbetine göre devam filmi gelebilecek olan bu film, eğer ki açıklamalarını o taraflara saklıyorsa belki mazur görülebilir fakat yine de bir \"ilk film\" için mevcut kusurlarını da görmezden gelmek pek mümkün değil. Bunu belki de Timur Bekmebetov\'un Gece Nöbeti kazasının bir benzeri olarak görebiliriz. Şöyle ki, yarım sezonluk bir diziye eş değer materyalin bir film saatine sığdırılması böyle sonuçlar doğurabiliyor.

 

Aksiyon namına beklentisi olanları tatmin edebilecek bir film. Bununla birlikte \"bizdenleşen\" vampir kalıplarının dışına çıkması da ilgiye şayan bir yapım olduğunu gösteriyor fakat yine de ceplerinize fazla beklenti sokuşturmamanızı tavsiye ederim...Herkese İyi seyirler...