Hayatın İçinden Bir Film

28.01.2011 14:05

Erkekler, kadınlardan daha duygusal. Biz evlendiğimizde tek bir kadına bağımlı oluyoruz. Bir kadınla tanışıyoruz ve \"Bu kadınla evlenmezsem aptalım.\" diyoruz. Kadınlar ise en iyi ihtimali seçiyorlar, evlenirken iyi bir işi var mı diye bakıyorlar. Hayatları boyunca beyaz atlı prensi arıyorlar, sonra en iyi ihtimali belirleyip evleniyorlar. Filmin giriş bölümünde bu sözler dökülüyor Dean\'ın ağzından ve hemen akabinde onun hikayesini izlemeye başlıyoruz. Söyledikleri ne kadar doğru ne kadar yanlış bunun tam bir cevabı yoktur. Zira kadın erkek ilişkilerinde tek bir cevap yoktur. Aşk bir sonuçtur ve değişken insan doğasında o sonuç da her zaman değişebilir veya kendisini yanlış gösterebilir.

 

Blue Valentine 2010 yılının son festivali Randevi İstanbul Film Festivali\'nde gösterilmişti. İzleyen herkesin ağzından tek bir şey çıkıyordu: \"Müthiş!\". Klasik bir aşk hikayesinin bu kadar derin ve etkileyici bir şekilde anlatılabileceği çok fazla film yoktur çünkü. Peki derin ve etkileyici kısmı ne mi? Klasik bir çiftimiz var öncelikle, bu çift küçük kızları ile birlikte şehir dışında yaşıyorlar. Kaybolan köpeklerini buldukları zamana kadar normal gibi görünen çift, bu olaydan sonra aralarındaki çekişmenin ne derece olduğunu bizlere belli ediyor ve konumuzun bir aşk hikayesinden çok bir aşk dramına evrildiğini anlıyoruz. \"Flashback\" denilen geriye dönüşler ile çiftin ilk zamanları gösteriliyor önce, ardından son zamanları, ardından ilk zamanları tekrardan ve aradaki farklar ortaya çıkıyor yavaş yavaş. Aşık olan çiftin farklılıkları, anlaşmazlıkları, çözümsüzlükleri... İlk zamanlar aşkın gücüyle her şeye göğüs gerebilirlerken zorluk seviye santim santim çifti aşağıya çekiyor, birbirinden itiyor. Biz ise hep bir çıkar yol bulacaklarını düşünüyoruz. Peki bulabiliyorlar mı? Cevabı Blue Valentine filminin içerisinde gizli.

 

Söylenecek çok şey var kadın erkek ilişkileri ile ilgili. Bu film de bu düzene güzel bir bakış atıyor. Bazı erkekleri Dean\'laştırırken bazı erkekleri onun düşmanı haline getiriyor. Kadınlar ise Cindy\'ye hak veriyorlar her defasında. Haklı olan o, erkekler çok yüzeysel bakıyorlar diyorlar. Kısaca herkesin bir cevabı bir özdeşleşmesi oluyor filmin sonunda. Zira film zaten bizi, ilişkilerimizi, çıkmazlarımızı, dünya görüşümüzü, nelere katlanabildiğimizi, neleri sevdiğimizi anlatıyor. Filmde birçok sevişme sahnesi de var ve bu sahneler de iki farklı erkeğin Cindy\'ye bakış açısını kolayca gözler önüne seriyor. Sevişme tarzları ile Cindy\'nin mutluluğunun onlar için önem derecelerini belli ediyorlar ki bu filmde çok belirleyici bir unsur olarak kullanılmış. Bu yönüyle de bambaşka ve bağımsız bir film etiketini hakediyor Blue Valentine. Belki de erkeğin sevdiği zamanki mutluluk verici halini betimliyor bu sahneler.

 

Film ile ilgili yazılabilecek o kadar çok şey var ki. Cindy\'nin ailesinin birbirleri ile olan ilişkileri de filmin gidişatını belirleyen etmenlerden örneğin. Veya eski sevgilisini gördüğü anda gözlerinde oluşan o pırıldama. Peki Dean\'ın suçu neydi bu durumda sevmekten başka? Aşık olmaktan ve mutlu etmeye çalışmaktan başka suçu var mıydı? Bunu filmde pek göremiyoruz. Zira çiftin neden bu kadar büyük sorunlarla yaşadıkları hiç aktarılmıyor bizlere. Belki de filmin en kötü noktası budur. Zamanla birbirinden uzaklaşan çiftin geçirdiği değişimi görebiliyoruz ancak bunlara sebep olacak bir şey yok. Aslında olması da gerekmiyor zaten. Çünkü bu tür uzaklaşmalar sebepsiz de olabiliyor, en nihayetinde hayatlarımızda bunların binlerce örneği vardır. Ama yine de film içerisinde böyle bir kırılma noktası olsaydı sanırım her şey daha belirgin olurdu. Veya köpeğin kayboluşu bir kırılma noktası mıydı? Filmin ilk başında olduğu için çok da dikkat çekmiyordu bu detay bu da bir diğer eksi puan.

 

Kendi senaryosunu yöneten Derek Cianfrance, 13 yaşından beri filmler ile uğraşan bir sinema aşığı. İlk uzun metraj filmini 1998 yılında çektikten sonra TV belgesellerine ve kısa filmlere yönelen yönetmen en sonunda ikinci uzun metraj filmini 2010 yılında çekiyor. 12 yıl öncesinden de kafasında olan bir filmmiş Blue Valentine ve çekimleri de oldukça uzun sürmüş buna paralel olarak. İlk filmi Brother Tied ile 3 bağımsız film festivalinde ödül alan yönetmen ikinci filmi Blue Valentine ile de Chicago\'lu Film Eleştirmenleri Derneği\'nden umut vaadeden yönetmen ödülünü almayı başardı. Ayrıca bunun yanında Altın Küre\'de En İyi Erkek ve Kadın oyuncular dallarında filme adaylık getirtmeyi başardı. Son olarak da geçtiğimiz günlerde açıklanan Oscar adaylarında En İyi Kadın Oyuncu Dalı\'nda Cindy\'yi canlandıran Michelle Williams\'a adaylık onuru verildi Blue Valentine sayesinde. Dean rolündeki Ryan Gosling ise bu kategoride aday olamasa bile müthiş oyunculuğunu bir kez daha kanıtlamayı başardı. Zaten bu filmden bir önceki filmi olan Lars and the Real Girl ile de dikkatleri iyice üzerine çeken oyuncu kendi döneminin en iyi oyuncuları ile birlikte anılmayı hakediyor Joseph Gordon-Levitt, James McAvoy ve Jake Gylenhaal ile birlikte.

 

Blue Valentine birçok filme benziyor konusu itibariyle ancak son dönem filmlerden örnekler vermek gerekirse bu film 500 Days of Summer\'ın uzun vadeye yayılmışı ve çok daha acısı diyebiliriz. İzleyicinin belirlediği bir son da yok bu filmde. Bu yönüyle ve çiftin ilk çıktıklarında sokakta söyledikleri şarkı ile de Glen Hansard\'lı \"Once\" filmine benzetebiliriz. O filmden de ayrılan en büyük farkı yine çok daha acı bir çikolata tadında olmasıdır Blue Valentine\'ın. Güzel bir aile, aşk dramı izlemek istiyorsanız bu bağımsız amerikan yapımı filmi izlemelisiniz.