Inarritu'dan Ezilenleri

10.02.2011 14:00

Güzel bile yazamayan yitmiş insanların hikayesi Biutiful. Adı ile bile ne kadar yitik olduklarının göstergesi adeta. Var olanın olduğu gibi gösterildiği bir dünyadaki pembe hayallerin hiçbirinin olmadığı bir film. Güzel bir film değil Biutiful, aşırı kasvetli, aşırı aç ve aşırı dram. Ama film güzel bir film olma amacı gütmüyor zaten. Aktardığı hikayelerin her biri Dostoyevski’nin ezilenler romanından fırlamışken umuta dair en ufak bir pırıltı dahi yokken ve gerçekleri en acı şekli ile ortaya koyarken nasıl güzel bir film ortaya çıkarılabilir ki?

 

Alejandro Gonzalez Inarritu, bu tür kasvetli hikayeleri anlatmayı çok sever. Ancak bu filmin diğer filmleri olan Amores Perros, 21 Grams, Babel gibi filmlerinden bir farkı var. Bu farkı söylemeden önce diğer filmlerinin benzer olay örgüsünün karmaşıklığının sebebini belirlemek gerekiyor. Neydi bu karmaşıklığın sebebi? İlk başta birden fazla olayın gerçekleşmesiydi ve bu olayların sebep ve sonuçlarının nelere yol açtığı üzerine işlenen çarpıcı konulardı. Sebep ve sonuç hikayenin temelini oluştururdu ve bunlar genellikle süpriz unsurlarını içerisinde barındıran şeyler olurlardı. Biutiful’a geri döndüğümüzde ise bunların birçoğundan vazgeçilmiş olduğunu görüyoruz filmde. Bunun en büyük sebebi ise Inarritu’nun önceki filmlerinde senaryo yazma işini Guillermo Arriaga’ya bırakmasıydı. Bu filmde ise ilk defa yönetmen, senaryoyu da kendisi yazdı. Ortaya çıkan farklılık ise burada devreye girdi. Film Javier Bardem’in canlandırdığı Uxbal karakterinin etrafında dönüyor tam anlamıyla. Yan öyküler de var filmde. Ancak hiçbir şekilde Uxbal’den farklı bir ya öykü değil bunlar önceki filmlerde olduğu gibi. Uxbal’in kollarının uzandığı her yerin öyküsü anlatılıyor Biutiful’da ve bunların anlatılmasının en büyük sebebi de Uxbal’in anlatımı derdi.

 

Filmin bir diğer derdi de Uxbal ekseninde göçmen sorununa değinmek. Buna bir çözüm sunmak derdi yok filmin, aslında filmin hiçbir soruna çözüm bulma derdi yok. Belki de bu yüzden güzel bir film Biutiful. Barselona şehrinin turistik yanını izlediğimiz Woody Allen filmi Vicky, Christina, Barcelona’dan sonra şehrin varoş yanını gösteren bir filmi izlemek de apayrı bir deneyim sunuyor. Sadece Barselona özelinde olmayan göçmen sorunlarını yan hikayeler ile sunan film, Senegalli, Çinli göçmenlerin ne kadar zor şartlar altında kapitalist düzene ayak uydurmak adına çabaladıklarını gözler önüne seriyor. Tavuk fabrikasında milyonlarca tavuk ayıklasa bile kendine yetecek bir ev alamayacak göçmenlerin Uxbal tarafından bir işe kavuştuğunu da aktaran film bu yönüyle de ailesine yetmek için yasadışı yollara giren bir babanın dramını içerisinde barındırıyor. Çocuklar Mateo ve Ana’ya annelerinden ayrı bakmak zorunda olmanın verdiği tüm zorluklarla uğraşan Uxbal hayatın sillesini devamlı yiyen ama bir şekilde tökezleyip yoluna devam etmekten başka çaresi olmayan bir adam aslında. Babasından bir sille yemiş, ağabeyinden yemiş, karısından yemiş, çocuklarından yemiş, işinden yemiş ve hatta kendi vücudundan bile sille yemiş bir adamın öyküsü ne kadar izlenebilir olabilir ki? Biutiful işte bu yüzden izlenmesi pek kolay bir film değil. Aslına bakılırsa film konu itibariyle ve yan konular itibariyle ve onları sunuşu itibariyle çok dikkat çekici. Ancak o kadar zor bir konu ki bu sadece doğru yönetmen, doğru oyuncular ve doğru görüntü yönetmeni ile kotarılabilir. İşte bu bileşenler biraraya gelince de ortaya Biutiful çıkıyor zaten. Başka kim hangi oyuncularla bu filmi çekmeye çalışsa bundan daha iyi bir iş çıkaramazdı kesinlikle. Elbette yan öykülerden gereksiz olanlar vardı ancak onlar da göçmenlerin geldikleri yerdeki tutuculuğa karşı bir tepki olarak çıkan olaylardan ibaretti. En bariz örnek ise iki çinli eşcinselin filmin içerisinde yer bulması. Bunun dışında görüntü yönetimi konusunda da bir başyapıt ortaya çıkmış kesinlikle. Inarritu’nun kendine has çekim teknikleri ve açıları filmin anlatılabilirliğini ve hatta kasvetini arttırmış. Özellikle gece kulübündeki plan sekans Uxbal’in yanındaymış gibi hissettiğimiz sahneler olarak akılda kalıyor. Hayatın kendisini nakavt etmesine ramak kala çocukları olmasa Uxbal’in ağabeyine ne kadar da benzeyeceğine şahitlik ettiğimiz bu sahne filmin “Tokat vurulunca böyle yollara giriyorsun işte” sahnelerindendi.

 

Biutiful, izlenmesi kesinlikle çok zor, alt metninde bir çok sorun barındırıp bunları çözüme kavuşturmak yerine sadece aktarmayı seçen bir baba dramı. Uxbal’in babasını hiç tanımaması ve çocuklarına kendisini sürekli hatırlamalarını nasihat etmesi ile başlayan ve son bulan film, süpriz unsurunu ana hikayede kullanmamasına rağmen sürekli başına bir şeyler gelen Uxbal’i anlatıyor. Sadece üç büyük şehirde gösterime girmesi bir kayıp olsa da daha büyük kayıp bu üç büyük şehirde gösterime girdiği salonların sadece yarısını doldurabilmesidir.

 

En iyi yabancı film Oscar’ını yüksek ihtimalle alacak olan Biutiful, En iyi erkek oyuncu dalında da muhtemelen Colin Firth ile kapışacak. Ancak Oscar heykelciğini muhtemelen daha popüler bir film olduğu için The King’s Speech ile Colin Firth alacaktır. Kıyaslama gerekirse ancak ve ancak her ikisi de muhteşem oynamıştır şeklinde bir kıyaslama yapılabilir. İkisi de ödülü hakediyor ancak alan Colin Firth olacaktır. Jesse Eisenberg’in esamesi bile okunmamalıdır.