Los Angeles Savaşı

18.03.2011 18:32

En büyük korkumuz, belki de en büyük merakımız: Uzaylılar var mı? Kimi var der, kimi yok der, kimisi zeki varlıklar olarak değil de mikroorganizmalar olarak evrende yaşamın olabileceğini söylüyor. Hangisi gerçek belki hiçbir zaman bilemeyeceğiz belki de bir anda tepemize çöküp onların gerçekliğini idrak edemeden savaşa başlayacağız. Dünya İstilası: Los Angeles Savaşı da tam olarak bu konu üzerinde durmaya çalışıyor. Ani bir baskın, meraklı insanların ezilip geçilmesi ve ordunun kahramanlıkları... Ama bu kadar basit değil.

 

30 Ekim 1938\'de Orson Welles, H. G. Wells\'in Dünyalar Savaşı isimli kitabının radyo performansını gerçekleştirirken farkında olmadan histeriye kapılan bir Amerika\'ya sebebiyet verdi. Bu oyun o kadar gerçekçiydi ki daha önce hiçkimse radyonun bu kadar etkili bir iletişim aracı olacağını tahmin bile edememişti. New Jersey\'nin ufak bir mahallesinde başlayan Mars İstilası haberi radyo aracılığı ile tüm ülkeye duyurulmuş, ülkenin korkuya kapılmasını sağlamış ve kitle iletişimin gücünü kanıtlamıştı. Dziga Vertov\'un savına göre kitlelerin afyonu olan \"drama\" bu sefer kitlelerin histerisine dönüşmüş, insanların uzaylıları düşünerek korkuya kapılmalarına sebebiyet vermişti. Bu tarihten önce de birçok bilimkurgu filmi vardı, oyunu veya kitabı vardı ancak hiçbirisi bu kadar dikkat çekici olmayı başaramamıştı belki de. Belki de sadece insanoğlunun yarattığı bir şeyden, sanrıdan korkmasıydı olay. Ama Hollywood ve tüm dünya sineması bununla beslenmeye de başlamıştı bir kere. Kimi zaman dünyayı kurtarmaya çalışan uzaylılar çoğu zaman istilacıydı. Hatta biz bile onların gezegenlerini istila etmeye gitmiştik. Ancak net olan bir şey vardı hep bu filmlerde: Uzaylılar daha dürüsttü! Gelip, yokedip, kaynaklarımızı veya beyinlerimizi sömürüp gitmek istiyorlar. Ve bunu en vahşi yoldan yapsalar bile yaptıklarını inkar etmiyor, gerçeği çarpıtmıyor, olabildiğine sabit ve neredeyse robotlaşmış bir şekilde dünyayı ele geçiriyorlar veya bunu denerken ölüyorlar. Her zaman ön saflarda yer edinmiş ve uzaylıları yenmenin yolunu bulan Amerikan deniz piyadelerinin tek amacı ise karılarını, kızlarını son bir kez daha görmekten başka bir şey değildi. İşin duygusal yönünü de hesaba katarak romantik terminatörlere dönüşen askerler, savaş tam kaybedilirken robotlaşmış uzaylıların arasına kahramanca atılarak bir çözüm yolu bulup ülkelerini kurtarmanın gururunu taşırlardı. Ufak bir nüans: Dünyayı değil, ülkelerini. Her zaman bu amaçla hareket ederler, önce biz sonra diğerleri düşüncesi ile dışlarlar ama bir yandan da hepiniz bizdensiniz mesajı vermek adına; aralarına afrikalı, meksikalı, çinli, rus gibi farklı milletten insanları alırlar \"Bakın hepimiz buradayız ve Amerika\'yı kurtarıyoruz\" mesajını verirler. Elbette insan öncelikle kendi evini, mahallesini, şehrini, ülkesini düşünecektir ancak global bir savaş halinde ülke kurtarmak geri kalan yüzlerce ülkeyi yok saymak bu filmlerin klişesidir her zaman. Battle: Los Angeles da bu klişeleri içerisinde fazlasıyla barındırıyor. Aslında ne kadar gerçek hayata benziyor değil mi? Önce kendilerini özgür kıldılar, şimdi de diğer devletleri \"özgür\" kılıyorlar.

 

Görsel efektler açısından District 9\'a yakın olan Battle: LA, izleyenlere görsel tatmin sunmak adına elinden geleni yapmaya çalışıyor. Böyle bir istila filminde bunu yapmalarının en büyük kolaylığı ise büyük çatışma sahneleri ve yanmış şehir arka planları. Bu filmde aşırı boyuttu çatışma sahnesi yok veya bu çatışma sahneleri yeterli düzeyde değil. Kimi zaman çarpışmalar fazla yakın plan çekimler sebebiyle hiçbir şey anlaşılmadan bitiyor ve bu kargaşada silah gücü yüksek olan uzaylıların nasıl öldüğü dahi anlaşılamıyor. Evet belki bu kadar yakın planlar, biz izleyicileri de çatışmaların içine sokuyor ancak orada bulunuyorsak nasıl oluyor da ne olduğunu anlamadığımız bir savaştan galip çıkabiliyoruz hiç belli değil. Bir diğer şaşırtıcı durum da yine askerlerin hiçbir şekilde şaşkınlık göstermemeleri. Tek düşündükleri onlara önderlik eden başçavuşun Irak\'ta yaptıkları ile ilgili dedikodular. Filmin ciddiyetinin kaybolduğu anlar olarak büyük yer kaplıyorlar ve o Irak detayının tek sebebi filmin ortasında güven tazelemek. Filmin başında güvenseler ne değişirdi sorusu akıllara gelirken cevap da aslında oldukça basit: Hiçbir şey. Bu tarzda artık sahnelerin ve detayların bol bulunduğu bir film Battle: LA. Ve bu artıklar, filmin devamlılığını neredeyse her an baltalıyor. Dünya elden gitmeye yakın, tek düşünülen tek bir adamın ölüşü ise bunun sebebi duygusallık mesajı verilmek istenmesinden başka bir şey olmuyor. Bu yüzden de önceki paragrafta da dediğim gibi uzaylılar en azından daha dürüst.

 

Tüm bunlara rağmen Battle: LA, izlenebilecek ortalama bir uzaylı istilası sunuyor. Özellikle Stanley Kubrick\'in Full Metal Jacket filmindeki \"Is that you John Wayne? Is this me?\" repliğine de gönderme yaparak ustalara saygı duyduğunu belli eden senaristler diğer sekanslar için de aynı şekilde düşünebilselermiş ortaya en azından \"Kurtuluş Günü\" tarzında bir \"bilim kurgu komedisi\" çıkarabilirlermiş. Ve film, bu şekilde çok daha güzel olabilirdi. Zira şu haliyle içerisinde, yanlış yönlere doğru duygusallığı barındırmış askerlerin olduğu bir Amerikan kahramanlık mücadelesinden başka bir şey sunmuyor. Konu yerine bol görsel efekt ve korkutucu (!) uzaylı görmek istiyorsanız Battle: LA sizin için doğru seçim. 2 saatinizi bu filme ayırırken göz önünde bulundurmanız gereken en önemli şey de bu. Ortalama bir uzaylı istilası ancak ortalamanın altında kalan bir senaryo.

 

Filmin en ilgi çekici yanıysa sadece adı. Battle: LA ismi gerçekten yaşanmış bir olaya dayanıyor. Zira kimi komplo teorisyenlerine göre (Bilgiler onaylanmadığı için böyle denmeleri normaldir) UFO\'lara ilk kurşunu sıkılan yer Los Angeles. İkinci Dünya Savaşı sırasında Pearl Harbor baskını ile savaşa dahil olan Japonya\'nın, saldırıya geçmesinden endişe edilen Los Angeles şehrinde 24 Şubat 1942 gecesi gökyüzünde beliren ışıklar karartma altındaki şehri aydınlatırken şehri korumak için konumlanan askerlerin, Japon saldırısı sanarak ateş açmaları sonucu ilk teması yaşadığımız söyleniyor. Ertesi gün, güneş yükseldiğinde ortada ne bir japon gemisinin ve uçağının olmaması ancak aynı ışık olaylarının yaklaşık 1 milyon kişi tarafından görülmesi ve saatler süren savunma ateşi ile ışık saçan objelerin uzaklaştırılması olayın gizemini daha da arttırıyor. ABD ordusunun yaptığı açıklama ise klasik bir şekilde uçan ve ışık saçan objelerin meteoroloji balonundan başka bir şey olmadığı. Filmin konusundan çok daha dikkat çekici olduğu kesin bu olayın adını kullanarak yapılan film ise gerçek hikayenin (en azından Battle: LA adının geldiği hikayenin) yakınından uzağından geçemiyor.