Ölümcül Oyunlar: Ölmek Var Dönmek Yok!

03.06.2008 11:14

İzleyici üzerinde bıraktığı etki açısından, beş “Testere”ye bedel bir filmle karşı karşıyayız sevgili sinemaseverler. Koltuklarınızda kasılıp kalacağınız ve her dakika içinizi kemiren bir kaygı eşliğinde izleyeceğiniz “Ölümcül Oyunlar”, bu hafta gösterimde; sıkıysa izleyin!

1997 Avusturya yapımı “Funny Games”in, Naomi Watts ve Tim Roth gibi Hollywood etiketli oyuncularla yeniden çevrilmesi sonucu ortaya çıkan “Funny Games U.S / Ölümcül Oyunlar”, yönetmen Michael Haneke’nin tabiriyle bir “şiddet eleştirisi”. Kendinizi en az filmdeki karakterler kadar zavallı ve çaresiz hissederek izleyeceğiniz bu film, şiddetin insan üzerindeki fiziksel ve psikolojik etkilerini tüm gerçekliği ile gözler önüne sererek, sancılı bir seyir süreci yaşatıyor izleyicisine.

Ölümcül Oyunlar”da çığlık attıran öcüler, doğrama makinelerinde parçalanan kafalar, önüne geleni biçen baltalı katiller ya da virüslü yaratıklar yerine normal özelliklere sahip, eli yüzü düzgün iki genç çıkıyor karşımıza korku figürleri olarak. Hasta ruhlu bu çocuklar; yumurta isteme bahanesiyle girdikleri evde; ev halkına tahammül edilemez işkenceler uyguluyorlar. Göl kenarındaki bu huzur dolu ev, tatil yapmak amacıyla eve yerleşen aile için cehenneme dönüşüveriyor bir anda.

Şiddet dolu eylemlerinden, bir ‘oyun oynarcasına’ keyif alan psikopat katiller (Paul ve Peter), bu eziyetli oyuna kurbanlarını ve hatta izleyicileri de dahil etmeye çalışıyorlar. Zaman zaman kameraya dönüp izleyicinin “nasıl bir son beklediğini” soran Paul, bu hareketi ile izlediğimiz vahşetin kurgu olduğunu hissettirerek, acımızı hafifletir gibi olsa da; zavallı ailenin bu durumdan nasıl kurtulacağını düşünüp, onlar için kaygılanmaktan da kendimizi alamıyoruz.

“Yeter!” diye bağırıp, salonu terk etmemek için zorlandığınız bir stres hakim filmin geneline. Aslına bakarsanız, Haneke, gerilim ya da işkence dozu yüksek sahneleri perdeye direkt yansıtmaktan kaçınmış; dehşetin resmini seyirciye çizdirmek istemiş gibi adeta. Film karelerinde göremeseniz de, aklınızda canlanan bu sahnelerde, çaresizlik içinde kıvranan baba, anne ve oğullarının çektikleri acıyı o kadar yoğun hissediyorsunuz ki, filmin içine dalıp, hasta ruhlu katillerin yakasına yapışmak geliyor içinizden.

Ölümcül Oyunlar”da tüm kadro, oyunculuk yönünden büyük bir alkışı hakediyor. Daha küçücük bir çocukken, anne ve babasının maruz kaldığı işkencelere bizzat tanık olan Georgie sinir krizleri geçirirken, çocuk oyuncu Devon Gearhart rolünü öyle iyi yapıyor ki, babalık- annelik güdüleriniz harekete geçiyor bir anda. Naomi Watts, ailesini kurtarmak için herşeyi yapmaya hazır olan koruyucu anne rolünü başarıyla canlandırırken, karısı ve çocuğunun gözünün önünde yok oluşunu izleyen George rolündeki Tim Roth da, aklını kaçırmak üzere olan bir babanın şaşkınlığını çok güzel ifade ediyor.

Bembeyaz kıyafetleri ile kararmış ruhlarını gizlemeye çalışan ruh hastalarına , “bunu neden yaptıkları” film boyunca birkaç kez soruluyor olsa da, ne filmdeki karakterler ne de izleyiciler için tatminkar bir cevap verilemiyor bu soruya. Aslında yönetmen Michael Haneke’nin dikkat çekmek istediği konu da bu! Bu psikopatların derdi ne? Kendilerini böyle mi ifade etmeye çalışıyorlar? Varoluşlarına anlam katabilmek için mi bunu yapıyorlar? Yoksa bundan gerçekten keyif mi alıyorlar?

Bu soruların cevabını bulamamış bir şekilde, filmin jenerik müziğini bile dinlemeden, salondan dışarı kendimi zor attım. 111 dakika boyunca hissettiklerim; huzursuzluk, kaygı bozukluğu ve stresten ibaretti. Gerilim ve korku türleri ile tanımlanan “Ölümcül Oyunlar”, bu türlerin hakkını veremiyor ne yazık ki. "Her an birşey olabilir" kaygısıyla beklemek elbette ki \'geriyor\' insanı ancak film boyunca biriktirdiğiniz  gerilim içinizde kalıyor. Beklediğiniz korku reaksiyonlarını yaşatamayan filmin sonu da, adam akıllı bir “oh” dedirtmiyor insana. Huzurunuz kaçmış, kalbiniz sıkışmış bir şekilde ayrılıyorsunuz salondan.