Arap Kadınların Masalı: Caramel (Film Değerlendirmesi)

31.08.2014 17:43

Beyrut'u hakkıyla gezmiş olanlar şehrin her yerinin genelde anlatıldığı gibi egzotik, arabesk, güllük gülistanlık bir memleket olmadığını bilirler. Şehrin farklı etnik ve dini grupları, her mahallede sanıldığı kadar içiçe geçmiyor, özellikle Filistinli göçmenlerin oluşturduğu güneydeki yoksul mahallelelerin insana Ortadoğu'nun Paris'inde değil Ortadoğu'nun tam ortasında olduğunuzu hissettirdiği bir gerçek. Ama Karamel (Caramel, 2007) filmi insanı gerçek ortamdan uzaklaştırıp bize kitaplarda öğretilenden farklı bir cennette geçtiğini düşündürecek kadar güzel, aynı zamanda semavi değil tamamen insani duygulara hitap ediyor.

Hepimiz zaten belli zorluklarla mücadele ederek devam ediyoruz yaşamaya. Güzel şeyleri öne çıkarıp kendimizi biraz olsun iyi hissetmeye çalışmak önemli bir ihtiyaç. Böyle olunca Karamel gibi filmler dar (evet dar, çünkü Beyrut'un ayrılmaz parçası olan taksi ve dolmuşlarıyla inanılmaz trafiği çok az görüyoruz veya savaşlarla ve göçlerle delik deşik olmuş ülkeyi mükemmel bir şekilde simgeleyen, üzeri kurşun delikli binaları hiç görmüyoruz) bir bakış açısı sunsa da anlatmak istediğini çok iyi anlatıyor. Zaten savaş yüzlerce kez anlatılmıştır (Ve savaş da erkek işidir, kadınlar sadece evlerinde oturup kaybettiklerinin acısını çeker, hep öyle söylenir ya). Oysa bu film Pedro Almodovar'ın "Annem Hakkında Her Şey"i kadar kadın filmi. Layale'e duyduğu aşkından ölüp biten polis memuru dışında hep kadınların hikayeleri var. Benim sayabildiğim kadarıyla en az 7 kadının hayatına ucundan kıyısından dokunuluyor. Yüzünü hiç görmediğimiz evli bir adamı sevdiği için onunla birlikte olma hayalleri acı bir şekilde sonlanmaya yazgılı esas kadın Layale var, evlilik arifesinde bekaret sorunu yaşayan Müslüman bir genç kadın Nisrine var, bir türlü oyunculukta dikiş tutturamayan ve yaşlandığını hisseden bir kadın Jamale var, ömrünün sonbaharında hiç gelmeyecek bir mektubu bekleyen, akli sorunları olan bir başka kadın Lili var ve daha başkaları var...

 

SPOILER UYARISI: Yazının bundan sonraki bölümü filmi seyretmemiş kişiler için ipucu teşkil edebilir.

-----

Bütün bu kadınlar içinde beni en çok etkileyen ise iki tanesiydi. Biri eşcinsel yönelimini bastırmaya çalışan "Erkek Fatma" Rima'ydı. Toplumdan baskı göreceği kesin olsa da duygularına engel olamayan, bu yüzden kendi kabuğuna çekilen ve içeri kimseyi almayan bir kadın Rima. Çekici görünebilmek için saçına başına dikkat etmeyi saçma bulan, ağda yaptırmayı bile eziyet gibi gören, hatta kadınlara atfedilen tüm hareketleri aşağılamaya çalışarak bir savunma kalkanı oluşturmaya çalışan bir kadın bu. Reddedilme korkusundan sıyrıldığında bile kendini güvende hissetmek için etrafindaki erkeklerle ilişkilerini minimum düzeyde tutmayı tercih ediyor. Ona yaklaşmaya çalışan kargo elemanı gibi tipleri görmezden geliyor, ama dükkana gelen güzel Siham karşısında tüm gardını düşürüyor. Siham'ın güzelliği, yakınlığı ve hoşlandığını belli edişi çok önemli bir etki yapıyor. Öte yandan Siham ondan hoşlansa da, asıl hoşlandığı onun fiziki güzelliği değil, özgür görüntüsü, ona atfettiği özellikleri. Sözlerinden anlaşılacağı üzere ailesiyle yaşıyor ve istediği kadar özgür değil. Rima'nın kısa saçları, kendine bakmayışı, kadınsı zorunlulukları takmayışı, cesareti ve rahatlığı onu çekici kalıyor. Kimseye bağlı değilmiş, hayatında tüm kararları kendi alıyormuş hissini görenlerin üzerinde hemen yaratıyor. Yani Siham'ı Rima'ya bağlayan onun karakteri değil, temsil ettiği değerler... Zaten filmin sonunda cesaretini toplayıp saçını kestiren Siham, aradığı özgürlüğe kavuşmuş, aradığını bulmuş gibi görünüyor. Ve aradığı Rima değil, yani Rima'nın aşkı karşılıksız kalıyor.

Diğeri ise artık bir "kız kurusu" olan ve ilerlemiş yaşında kaderine razı olmuş başka bir kadın, Rose. Zaten bunamış ablası Lili'ye bakabilmek için nerdeyse tüm gençliğini ve heyecanlarını feda etmiş biri olarak hayatında belki de ilk kez bencil davranabilme hakkını bile kendinde göremeyen tam bir fedakârlık abidesinden söz ediyorum. Bütün kadınsı duygularını rafa kaldıralı yıllar olmuş Rose, bir gün dükkanına gelen "monşer" Mösyö Charles ile bir gönül macerasına girebilme cesaretini buluyor, Mösyö zaten buna razı olduğunu belli ediyor. Belki de yine yıllar sonra ilk kez kuaföre gidip saçını yaptırıyor ve boyatıyor, bir anda 15 yaş gençleşiyor. Beklenen randevu günü geliyor, ancak Rose ablasının saçma sapan konuşmaları ve yalvarmaları arasında anlıyor ki kaderi Bakire Meryem'inkinden farklı olmamak zorunda. Benim Beyrut'ta gördüğüm kadarıyla yöre insanları çok rahat ancak aynı zamanda çok da dindar kimseler, o da kaderinin ve vicdanının yüküne boyun eğerek yüzündeki makyajı silmeye başladığı anda sildiği sadece makyaja karışmış gözyaşları değil, biraz olsun mutlu olabilmek için son fırsatını da temizleme beziyle birlikte çöpe atıyor. Bana öyle geliyor ki, o Fransız dayıyla buluşmaktan son anda vazgeçtigi anda yüzündeki makyajı silerken yaşadığı hayal kırıklığını ve limandan kalkan son gemiyi de kaçırmış oldugu hissini ta en derinlerde duyup duygulanmayan biri olamaz. Ve o anda siz de bütün kaybedilmiş mutluluk fırsatlarınızı, terkedenleri ve reddedenleri, saçma sapan bahanelerle ve hayat gailesiyle geçip giden yıllarınızı anlıyor, onunla birlikte gözyaşı döküyorsunuz.

Hepsinin sırları var, hepsinin hayalleri var ve gerçekleştiklerini göremeden film bitiyor. İşte belki de bu sayede her türlü sonu bize hayalimize bırakıyor Labaki. Ama filmin havası bizi olumlu sonları düşünmeye neredeyse zorluyor, iyi ki de böyle yapıyor.

-----

SPOILER SONU


Nadine Labaki filmin sonunda "Benim Beyrut'uma" notunu düşüyor, böyle olunca onun öznel bakış açısına tek kelime etmeye hakkımız kalmıyor demektir. Ama bunu demese de film başarılı çünkü birbirinden farklı kaderlere yazgılı kadınları harika bir şekilde Beyrut'un kozmopolitliğinde birleştiriyor. Hem yönetmenliğine, hem başroldeki başarısına, hem de çarpıcı güzelliğine ve zerafetine söyleyecek söz yok. Ayrıca filmin müzikleri Labaki'nin gerçek hayattaki kocası Khaled Mouzannar tarafından yapılmış ve insanda tarifi güç duygular uyandıran Arap ezgilerini ruhunuzda hissediyorsunuz. Filmin hafif hüzünlü ama iyimser havasını sadece müziklerle bile okumak mümkün.

Benim kısıtlı zamanda sokaklarında gezerken birçok şey düşünüp hayal ettiğim Beyrut'u hiç görmeyeceklere güzel bir masal anlatıyor Labaki. Yerel hikayeleri evrensel ruhlarımızın en içine dokunarak anlatıyor. Bu bağlamda bir Kusturica havası yakalıyor. Filmin sonunda çalan "Mreyte Ya Mreyte"de Racha Rizk'in muhteşem sesinde kaybolurken nerede olursanız olun umudunuzu kaybetmeyin diyor adeta. Ya da böyle olmasını ben istediğim için bu şekilde yorumluyorum. Her halükarda Karamel biraz fazla kaderci olsa da kesinlikle çok keyifli bir seyirlik herkes için. Birçok farklı hayat yaşayan kadınların öyküsünde, kadın olmasanız da çok şey çıkarmak mümkün oluyor. Eminim ki birçok insanda Beyrut'a gitme isteğini had safhaya çıkaracak, çok ama çok sıcak bir öyküler yumağı bulacak izleyener bu filmde.

 

7.5/10