‘Senden Başka’ Röportajı

25.06.2008 12:09
‘Senden Başka’ Röportajı

Komedi türünde gelecek vaat edeceğinin sinyallerini veren yönetmen Marc Gibaja’nın , romantik komedi türündeki ilk uzun metrajlı filmi "Senden Başka”, 27 Haziran Cuma günü gösterime giriyor.

Hayatın, romantik komedi filmlerinde gördüğümüz gibi olmadığını göstermeye çalışan “Senden Başka”yı izlemeden önce, filmin senaryosuna da imza atan yönetmen Marc Gibaja ile yapılan röportajı okumanızı tavsiye ediyoruz.

 

Marc Gibaja ile Röportaj


- Sizi ilk filminizi yapmaya iten şey ne oldu?

- Daha küçük yaşlardayken de sinemayı severdim; tam olarak 1977’de “Yıldız Savaşları”nı seyrettiğimden beri.  Sanıyorum yazmaya o tarihte başladım. Bilim-kurgu ve savaş hikayeleri yazdım. Bir süre sonra kariyerimi yazarlığın dışında bir alanda yapabileceğimi farkettim. Ancak hemen film yapmaya başlamadım. İlk önce tiyatro ve çizgi roman oyunlarının yönetmenliğini yaptım, daha sonra sokak festivalleri organizasyonu yapmaya başladım. Banliyölerdeki sinemalarda programcı olarak bile çalıştım. Aynı zamanda pek de fena bulunmayan kısa filmler çekmeye başladım, özellikle “Confessions Dans Un Bain”.  Daha sonra Canal+ için “La Minute Blonde” u yaptım ve hayatımın iki yılını hepsi de birbirinden komik komedi hikayeleri yazarak harcadım.  Gerçekte öncelikli olarak yapmak istediğim şeyin, medyayı biraz göz ardı ederek; öyküler türetmek, yeni dünyalar yaratmak ve bunları başkalarıyla paylaşmak olduğunu düşünüyorum.

- Yazılarınızda geleneklerden sıyrılıyor ve gerçekliğin dışına çıkıyormuşsunuz gibi görünüyor...

Ben bunu kısa filmlerimde bile yapmaya çalışıyorum. İlk kısa filmim “Herbert C. Berliner” adında ve 1970’lerde geçen uydurma bir belgesel.  Herbert, her fırsatta kadınlarla aşk yaşıyor ve onları daimi bir orgazm (!) içinde bırakıyor.  Öykü tamamen çılgınca olduğunda, görüntülerde ve hikayenin ciddiyetinde mümkün olduğunca inandırıcı olmaya çalışıyoruz. Çok ciddi bir durumun içinden çıkan bir mizah patlaması; bu çelişkiyi seviyorum.

Bu filmde de umuyorum insanlar aynı duyguyu bulacak. Gerçek bir duygu ya da kurnaz bir problem yarattığımız her seferde, bu duyguyu çarpıtırken ya da ayrıştırırken içten içe bir keyif alıyorum. Bu hiçbir zaman çok ciddi durumlar için geçerli olmadı. Asla bir şeyleri olduğundan daha basit göstermeye çalışmadım. Filmlerin sonunda bile. Bilhassa sonunda! Her halükarda, sinema her zaman göze çarpandan daha fazlasını verir; bu her zaman birisinin görüşü ya da yönetmenin kişisel fikridir, benimki de birazcık gerçekliğin dışına çıkmak.

- Bu proje nasıl gelişti?

- Romantik komedileri çok severim. Hep ağlarım ve eminim ki bu konuda yalnız değilim! Favorim “When Harry Met Sally”, çünkü o zamanlar ben de aynı durumu yaşıyordum sanırım. Filmin senaristi Nora Ephron, “iki çeşit romantik komedi vardır” dediğinde ona tamamen katıldım. “Romeo ve Juliet” tarzı romatik komedilerde, kadın ve erkek birbirine aşıktır fakat aşkları çevrelerindeki insanların onlara karşı olması yüzünden imkansızdır. Diğer romantik komedilerde ise, kadın ve erkek birbirine aşıktır fakat varoluşsal kederleri yüzünden aşkları imkansızdır... İkisini birleştirmeye çalıştım. Bir tarafta kendi içsel problemleriyle romantik komedi yaşayan Gilles Lellouche ve Marie Gillain, diğer tarafta birbirini seven ve dışarıdan kaynaklanan problemler dışında herşey yolunda giden Stephanie Sokolinski ve Laurent Ournac ile bu iki türü birleştirmeye çalıştım.

- Öyküyü nasıl oluşturdunuz?

- Öykü, romantik komedilere bayılan ve kendi hayatı öyle olmadığı için sürekli söylenen biri fikriyle başladı. Konunun temeli birbirleriyle yıllar sonra yeniden karşılaşan iki çocukluk aşkı üzerine kurulu. Florence evli ve çocuklu, Thomas ise yeni terkedilmiş ve 35 yaşında ailesinin yanına taşınmıştır. İlk göze çarpan ikisi arasındaki farklılık; romantik komedi türünde bir klasik. Daha sonra bu tarz filmlere özgü evreleri – biraz da kendi yorumumla gelenekselden arada bir uzaklaşarak filme yerleştirdim. İki konunun birbirine geçtiği, birbiriyle bağlantılı olduğu ve bir ilişkinin diğerinin problemi haline geldiği bu “ikili romantik komedi” fikrini ben de sevdim aslında. Bu durum, yazma sürecini ve duyguları birazcık daha karmaşık hale getirdi.

- Filmin özelliklerinden biri, ritmle sürekli oynuyor olması...

- Senaryoyu yazarken zaten buna dikkat ettim. Heyecanlı, gergin, sarsıcı filmleri severim. Üzerinde birazcık düzeltme ile karakterlerin içindeki çatışmayı ve duygularındaki kaotikliği canlandırmam kolay oluyor.

- Diğer romantik komedi filmlerine nerelerde atıf yapacağınızı en baştan hesaplamış mıydınız?

Bu filmi yapmaya başladığımda 1950’lerden itibaren yapılan birçok romantik komedi filmini tekrar izledim. Bu tür filmler hayata karşı iyimser bir bakış açısı kazandırıyor ve insanlara karşı sıcakkanlı davranmanızı sağlıyor.  Kötülük gibi kavramlar yok, sadece mutsuz insanlar var ve o anda yanlış yerdeler. Woody Allen’in romantik komedi filmlerini izlemek benim için her zaman büyük bir keyif olmuştur. Tekrar tekrar izleyebilirim. Bu sevdiğiniz bir arkadaşınızı eve sıkça davet etmek gibi birşey – kendinizi iyi ve güvende hissedersiniz. Bana iyi gelen filmlerdir bunlar.

Bu filmde, diğer romantik komedilere atıfta bulunduk: “Aşk Heryerde” deki kartlar, “Harry Sally ile Tanışınca”da yer alan sonbahar yaprakları arasındaki yürüyüş ve Brooklyn Köprüsü’ndeki son sahne “Manhattan”a saygı olarak bir atıftır –aynı köprüyü kullanmadık ama aynı işlevi görüyor-. Ancak şunu söylemem gerekir ki, bu film romantik komedi türüne bir saygı duruşudur!!! Daha önce yüzlerce kez size aynı duyguyu hissettirmiş sahneler var: Biri diğerine doğru koşuyor ve arkada hoş bir müzik... Fakat, bu sahne başka filmlerde de yer almasına rağmen, bu his yüzlerce romantik komedi filmi ile beslenmiş kollektif bilinçaltımızın bir parçasıdır aslında. Her durumda, bu filmi çekerken, diğer romantik komedi filmlerindeki sahnelere ve klişelere atıf yaptık ve çok keyif aldık.