Gran Torino: Çek Silahını Kovboy

06.03.2009 12:00

Amerika'da yaşayan en büyük yönetmenlerden biri kabul edilen Clint Eastwood, yeni filmi “Gran Torino”da hem yönetmen hem de oyuncu olarak seyirciye selam veriyor. Belki de yaşlandıkça verimi daha da artan bu ihtiyar adamın yıllar içinde ABD üzerine söylediği sözlerin tonu da giderek sertleşiyor. “Milyonluk Bebek”te yıkılan Amerikan rüyasından dem vururken, “Sahtekar”da çürümüş Amerikan sistemini yerden yere vuruyordu Eastwood. “Gran Torino” ise bütün bu filmler arasında sistemi en çok yerden yere vuran ve artık bu işin içinden çıkılmaz bir hale geldiğinin altını çizen önemli bir film.
 
Bir cenaze sahnesiyle sakin bir sekilde açılan film, bizi Walt Kwalski'nin (Clint Eastwood) ailesi ve özel dünyasıyla tanıştırıyor. Huysuz ve gerikafalı bir ihtiyar olarak resmedilen Walt, eski mahallesinde eski anılarıyla yaşayan Amerikan milliyetçisi bir adamdan daha fazlası değil aslında.Tek farkı ise mahalleye yeni taşınan Latin, Asyalı ve zenci göçmen grupların ardından yaşadığı evi terketmemesi.

Açıkça koyu bir ırkçı olan Walt, gözü gibi baktığı eski model Gran Torino'su Asyalı yan komşularının oğlu Thao tarafından çalınmaya çalışılınca silahına davranıyor ve çetenin karşısına çıkıyor. Eski bir Kore gazisi olan Walt, arabayı çalmaya zorlanan çocuğu yakalayıp çetenin yoluna taş koyunca bir anda mahalledeki Asyalı gruplar arasında bir kahraman statüsüne erişiyor. Ani bir şekilde meydana gelen bu olaylar bir süre sonra Walt ile küçük çocuk arasında bir dostluğun temelini atıyor. Walt çetelerin elinde hayatı kararmak üzere olan bu çocuğun elinden tutuyor ve belki de kendi oğluyla kuramadığı baba-oğul ilişkisini Thao üzerinden kurmaya çalışıyor.
 
Eastwood yıllar sonra ilk kez kendi filminde Walt gibi bir karakteri oynayarak ilginç bir saptama yapmaya çalısmış. Filmde de gösterildiği gibi bugünün Amerika'sında kovboylara yer yok. Walt, Thao'ya erkek olmayı ve hayatını kurmayı öğretmeye çalısırken öyle bir noktaya geliyor ki, suç ve çete batağına savrulup gitmiş olan şehirlerinde bunu yapmanın pek de mümkün olmadığını kendi gözleriyle görüyor ve dehşete kapılıyor.

Amerikan ideallerinin son temsilcisi olarak filmde resmedilen Walt, hiç düşünmeden kendisine çevrilmiş namluların üzerine yürüyor. Artık çok yaşlı, hasta ve hatta zamanın şartlarını kavrayamayan bu adam için belki de tek seçenek ölümden daha fazlası değil. Kendi ailesiyle hastalığını dahi paylaşmaya çekinen yaşlı adamın son dostları ise nefret ettiği Asyalı komşuları oluyor.

Filmdeki kimi sahnelerde eski Western filmlerinde oynadığı karakterlere gönderme yaparak aslında finalde onları da öldüren Eastwood, bize bir devrin kapanmış olduğunu ve artık çözümün çok zor olduğunu bizzat kendisini öldürerek söylemeye çalışıyor.

Bir ölümle açılan ve yine bir ölümle final yapan filmi herşeye rağmen “mutlu son” diye anlayan Amerikalı elestirmenlere katılmaksa mümkün değil. Belki Thao kurtuluyor ama “ya diğerleri” diye  düşünmekten alamıyor insan kendini. Onların böyle bir kovboy babaları olmadığına göre, sadece “umutsuzluk” var aslında finalde.
 
Neredeyse son günlerini yaşayan dünyaca ünlü bir yönetmenin Amerika için yaktığı bir ağıt gibi de algılanabilecek “Gran Torino”, hiç kuşkusuz tüm sinemaseverlerin ilgisini hakediyor. Herkese keyifli seyirler.