Okuyucu: Suç ve Ceza

10.04.2009 11:19

İngiliz yönetmen Stephen Daldry, birçok filmiyle önemli festivallere damgasını vurduktan sonra giderek büyüyen kariyerinin altında ezilmeden yoluna devam ediyor. “Billy Elliot” ve “Saatler”in (The Hours) kitlelerde uyandırdığı heyecanın ardından, yeni filmi  “Okuyucu” (The Reader) yine çeşitli tartışmalarla festivallerde ödülleri topladı.


 
Nazi Kamplarında işlenen suçlarla hesaplaşma meselesini tuhaf bir aşk hikayesi üzerinden anlatan filmin durduğu nokta çok berrak değil ve tartışmalara açık. Kamplarda SS Subayı olarak görev yapmış ve 300 kişinin yanmasına neden olmus bir kadının vicdani hesaplaşması ve insani yönünü irdeleyen film, insanın kafasında soru işaretleri uyandırıyor.



Kişisel olarak faşist bir yönetimin hizmetinde Yahudilerin katline izin vermiş Hanna'nın vicdan azabı duyması, aşk yaşaması gibi konular özellikle batı medyasında geniş yankı buldu. “Okuyucu”, tam da bu noktada çesitli ithamlarla karşı karşıya kaldı. Katilleri sempatik göstermek ya da İkinci Dünya Savaşı’nda yaşanmış savaş suçlarına karşı duyarsız kalmakla ilgili eleştiriler alan filmde, herkesin hemfikir olduğu şeyse Kate Winslet'in olağanüstü oyunculuğuydu. Nitekim son Oscar Ödülleri’nde de “en iyi kadın oyuncu” ödülünü Kate Winslet kucakladı.


 
Filmin ahlaki olarak ne söylemeye çalıştığını anlamak “Okuyucu” için hayati önemde bir nokta. Hanna Schmidt asla kendini suçsuz olarak görmüyor, geçmişinden kaçıyor. Kilise gibi yerlerde ya da okul önlerinde çocukları gördüğünde müthiş bir panikle dehşete kapılıyor, suçluluk duyuyor. Hatta kendinden yaşça inanılmaz küçük bir çocukla girdiği (neredeyse pedofili) bu pervasız ilişkinin temelinde de bu suçluluk duygusu yatıyor. Küçük çocuğu yıkıyor, onunla cinsel ilişkiye giriyor ve sözümona işlediği suçlardan arındığını düşünüyor. Belki de bu vesileyle gaz odasına gönderdiği çocuklardan özür diliyor. Ama Hanna her şeye rağmen kendini affetmiyor ya da affedemiyor.


 
“Okuyucu”yu diğer soykırım filmlerinden ayıran temel nokta da bu zaten. Bir katil ya da SS Subayı da olsa, onu “insani” olarak tanıma olanağı veren başarılı senaryosu. Sırf bu yüzden filmi duyarsızlıkla suçlamak büyük haksızlık. Çünkü ne Hanna'nın kendisi ne de küçük aşığı son noktada işlenen suçu affedemiyor. Belleklerine kazınan bu büyük insani yük, onları savurup ayırıyor.


 
Bizim tam olarak asla anlayamayacağımız bu büyük yara, Avrupalıların kalplerinde ve zihinlerinde yaşamaya devam ediyor. Milyonlarca insanı acımadan öldüren büyükanne ve büyükbabalara sahip olan bu bugünün gelişmiş Avrupa ülkelerinin insanlarının kendileriyle hesaplaşmaları adına ters yönden bir bakış atan “Okuyucu”, zihin açıcı bir film. İnsan düşünmeden edemiyor; “Hanna bu kadar cahil olmasaydı, yine bu suçları işler miydi?”


 
Sezonun bir başka önemli filmi “Okuyucu”, bu hafta sinemalarda olacak. Ama seyircilere kısa bir uyarıda bulunmakta yarar var. Film ciddi ölçüde cinsellik barındırıyor. Ben perdede çıplaklıktan hoşlanmam diyorsanız uzak durmanızı öneririm. Herkese keyifli seyirler.