Will Smith, ‘Ben Efsaneyim’i Anlatıyor!
24.01.2008

Will Smith, ‘Ben Efsaneyim’i Anlatıyor!

“Benim adım Robert Neville. New York şehrinde hayatta kalan biriyim. Sesimi duyan biri varsa…herhangi biri. Lütfen. Yalnız değilsin”. Robert Neville (Will Smith) çok başarılı bir bilim adamıdır, ama o bile, durdurulamayan, tedavi edilemeyen, insan yapımı o korkunç virüsü kontrol altına alamamıştır. Her nasılsa virüse bağışıklık gösteren Neville, New York şehrinden, hatta belki dünyadan arda kalan yerde, hayatta kalmış tek insandır. Neville üç yıl boyunca inancını yitirmeden her gün telsiz mesajı göndererek, umutsuz bir şekilde, hayatta kalmış başka insanlar bulmaya çalışır. Ama yalnız değildir. Salgının mutanta dönüştürdüğü kurbanlar, yani “Virüslüler” karanlıkta pusuya yatmış…Neville’in her hareketini izlemekte…ölümcül bir hata yapmasını beklemektedirler.  Belki de insanoğlunun son ve en iyi umudu olan Neville’i ayakta tutan tek şey kendine düşen görevi yerine getirme arzusudur: Kendi kanını kullanarak virüsün etkilerini tersine çevirecek bir tedavi bulmak. Ama karşısındakilere karşı sayıca az olduğunu bilmektedir… ve zamanı da hızla tükenmektedir.      “I, Robot”, “Independence Day” ve “Men in Black” gibi filmlerin bilimkurguya aşina yıldızı Will Smith, uzun süreden beri Richard Matheson’ın zamandan bağımsız romanı I Am Legend’a ilgi besliyordu. Aktör, “Bu romanda pek çok şey bir arada yer alıyor: Korku, bilimkurgu ve müthiş bir karakter unsuru” diyor ve ekliyor: “Dünyada hayatta kalan son kişi olmanın psikolojik boyutu her zaman çok ilgimi çekmiştir. Sadece hayatta kalabilmek için, Robert Neville’in göstermesi gereken fiziksel, duygusal ve manevi direnç insanın mizacı hakkında evrensel bir öykü anlatmak için güzel bir fırsat sunuyor”. “I Am Legend/Ben Efsaneyim”in merkezinde bir adamın görünüşe göre hiçbir şansı olmadığı halde hayatta kalma mücadelesi yer alıyor: Yalnızdır ve çevresini Virüslüler sarmıştır. Bunlar düşünce ya da mantık olmaksızın öldüren, canavar ruhlu yaratıklardır. Neville’in durumunu daha da kötüleştiren şey, söz konusu virüsün insan yapımı olmasıdır. Medeniyeti yeryüzünden silen, Neville’i yapayalnız bırakıp sürekli tehlike altında olmasına neden olan salgının kökeninde, ilk başta, çağdaş tıbbın açtığı bir çığır olarak yere göğe konamayan, insanlık tarihinin en ölümcül hastalığı kanserle mücadele etmek için insanoğlu tarafından yapısı değiştirilen bir virüs yatmaktadır. Fakat modifiye virüs başlangıçta büyük başarı gösterse de, çok geçmeden hayal bile edilemeyecek bir yan etkiye yol açar. Manhattan’da görevli askeri bir virolog (virüs umanı) olan Neville, hükümetin salgına karşı aşı bulunması çabalarına öncülük eder. Ama tüm gayretlere rağmen, virüs havaya karışır. Bunun üzerine, şehir karantinaya alınır ve sadece virüs kapmamış olanların şehirden ayrılmasına izin verilir. Ortaya çıkan panikte, Neville karısı Zoë’nin (Salli Richardson) ve kızı Marley’nin trajik ölümlerine tanık olur. (Marley’yi Will Smith’in gerçek hayattaki 7 yaşındaki kızı Willow Smith canlandırdı). Virüse yenik düşüp ölmeyen Virüslüleri belki de daha kötü bir yazgı beklemektedir: Harap olan metabolizmaları onları şehrin geniş yer altı dünyasının karanlığında yaşayan, gölgelerde gezinen, tek ve ilkel bir açlık dürtüsüyle hareket eden yaratıklara dönüştürür.  Felaketin ardından, Neville’in de bir dürtüsü vardır: Bu feci acıyı yaratan salgına karşı bir tedavi bulmak. Virüse her nasılsa bağışık olan Neville, bilimsel eğitimi ve kendi kanı olmak üzere elinde iki koz olduğunun farkındadır.
‘Meleğin Sırları’ İddialı Geliyor
24.01.2008

‘Meleğin Sırları’ İddialı Geliyor

İngilizce öğrenmek amacıyla ABD'ye gelen 'Ebru' adlı Türk kızının başından geçenleri konu alan “Meleğin Sırları” (Broken Angel) adlı filmde Nehir Erdoğan'a, Nilüfer Açıkalın ve Ayşe Nil Şamlıoğlu eşlik ediyor. Çekimleri Hollywood’da gerçekleştirilen ilk Türk-Amerikan filmi olma özelliği taşıyan “Meleğin Sırları”nda (Broken Angel) sadece Türk oyuncular değil, Amerikan ve Türk seyircisinin yakından tanıdığı Amerikalı oyuncular da yer alıyor. Digitürk’te yayınlanan 'The Shield' dizisiyle tanınan Jay Karnes, 'Starship Troopers' ve ‘Stigmata’ filmiyle zirveye çıkan ve ‘Days of Our Lives’, ‘Melrose Place’ gibi dizilerle ülkemizde de tanınan ve People dergisi tarafından “Dünyanın En Güzel 50 Kişisi” listesine seçilen Patrick Muldoon ve ‘Asteroid’ filminin ana karakterlerinden Zachary Charles filmde önemli rollerde yer alan Amerikalı oyuncular arasında. “Meleğin Sırları”nda, annesi tarafından ABD’ye gönderilen ancak oradaki hayat şartlarının filmlerde sunulduğu gibi toz pembe olmadığını anlayan masum bir genç kız olan Ebru'nun aşk hayatında yaşadığı hayal kırıklıkları ve başına gelen kötü olaylar sonrasında düştüğü durumu ve onu bu kötülüklerden korumaya çalışan Rusty isimli işitme engelli bir sanatçı konu ediliyor. “Meleğin Sırları” (Broken Angel) filminin yapımcıları Leslie Büyüktürkoğlu ve Kevin Corchiani, bunun Türkiye'nin gerçek yüzünü anlatmayı amaçlayan bir film serisinin ilki olduğunu belirttiler. “Meleğin Sırları”nın (Broken Angel) Mart ayında Türkiye’de gösterime girmesi bekleniyor. Filmin yapımcıları, filmden ve filmin başrol oyuncusu Nehir Erdoğan’ın performansından çok etkilendiklerini ve yurt dışındaki festivallerde ‘en iyi film’ ve ‘en iyi kadın oyuncu’ dallarında ödül kazanacaklarından çok ümitli olduklarını belirttiler.
Heath Ledger Ölü Bulundu!
23.01.2008

Heath Ledger Ölü Bulundu!

“Brokeback Mountain” (Brokeback Dağı) filmindeki başarılı performansı ile Oscar’a aday gösterilen Avustralya doğumlu ünlü oyuncu Heath Ledger, 22 Ocak 2008 Salı günü Manhattan'daki dairesinde ölü bulundu. Yapılan ilk açıklamada, henüz 28 yaşındaki başarılı aktörün ölümünde uyuşturucu faktörünün etkili olabileceği belirtildi. Son olarak Bob Dylan’ın hayatından kesitler sunan “I’m Not There”de rol alan genç aktörün şüpheli ölümü üzerine araştırma yapmak isteyen gazetecilerin, Ledger’ın ölü bulunduğu daireye girmeleri polis tarafından engellendi. Birçok bağımsız filmde rol aldıktan sonra “10 Things I Hate About You” (Senden Nefret Etmemin 10 Sebebei) filmindeki performansı ile dikkat çekerek, Los Angeles’a taşınan Heath Ledger’ın Matilda adında bir kız çocuğu da var.
Türk Sineması’nda 2007: Nicelikte Var, Nitelikte Yok!
22.01.2008

Türk Sineması’nda 2007: Nicelikte Var, Nitelikte Yok!

2007’de farklı türlerde toplam 43 yerli film sinemalarımızda gösterime girdi. 2006’da bu rakamın 34 olduğu düşünülürse, oldukça iyi bir rakam; üstelik 1990’dan bu yana ilk defa 40 sınırının geçilmiş olması daha da iyi. Ama her şey bu kadarla sınırlı kalmadı...2006 yılında 17.8 milyon kişi yerli film tercihini kullanmışken, 2007’de bu sayı maalesef 11 milyon civarında kaldı. 6 milyon izleyici kayıp! İzleyici kaybına rağmen başarılı bir yıl olduğunu söylemek mümkün aslında. Yurtdışından ödüllerle dönen film sayısı bakımından oldukça bereketli bir sene yaşandı. “Beş Vakit”, “Kader”, “Takva”, “İklimler”, “Küçük Kıyamet” 2006’nın ödüllü filmleri iken; “Yumurta”, “Rıza”, “Beynelmilel”, “Yaşamın Kıyısında”, “Polis”, “Adem’in Trenleri”, “Mutluluk” ve “Sis ve Gece” 2007’yi ödülle kapatan filmlerdi. 4 film 1 milyon seyirci barajını aştı. “Beyaz Melek”, “Maskeli Beşler: Irak”, “Son Osmanlı: Yandım Ali” ve “Kabadayı”. Yılın en az izlenen filmi ise sadece 384 kişinin izlediği “Fikret Bey” oldu. Genelde dizilerle meşhur olan, seyircinin izlemeyi sevdiği isimlerle oluşturulan kadrolar tercih edildi. Korku denemeleri devam etti. Genç sinemacıların ilk filmlerinin yılıydı bir bakıma. Genele bakıldığında her türde örnekler veren 43 film yine de beklenenin altında bir geri dönüş yaşadı. Yılın en çok izlenen filmi “Beyaz Melek”, hız kesmeden izlenen, ilk gününden yakaladığı istikrarı devamlı kılan, mesaj içerikli film olarak yılın son ayında geldi. Bir şarkıcı filmi olarak gündeme gelse de bu kimliğin dezavantajlarını çabuk attı. Bol bol ağlatan, sürekli duygu sömürüsü yapan mesaj kaygılı film adeta Türk televizyon izleyicisinin tercihlerinin bir karışımı gibiydi. Şener Şen başta olmak üzere en iyi kadroya sahip Türk filmi olarak gündeme oturan “Kabadayı” her yaştan izleyiciye hitap eden film oldu. En azından seyircinin bazı isimlere, bazı kadrolara gözü kapalı gideceğinin sağlaması yapılmış oldu. Yılın en basit senaryoya sahip, zeka seviyesi düşük esprileriyle “Maskeli Beşler: Irak” oldu ama ne hikmetse seyirci öyle düşünmedi. Bazen hiçbirşey düşünmeden hafif bir film izleme ihtiyaçlarının mesajı verildi yapımcılara. “Son Osmanlı:Yandım Ali” ise hem milliyetçilik hem de Osmanlı özlemine dokunuyordu. Dünyadaki onca çizgi-roman uyarlamasının ardından bizden de iyi bir çizgi roman uyarlaması çıktı sonunda. Yılın en çok tartışılan filmi kuşkusuz “Çılgın Dersane” oldu. Kötü demenin bile az kalacağı bir film, cinsel açlığı olan herkesi doyurma vaadi ile çekti. İzleyen ne kadar tatmin oldu bilinmez ama iyi bir rakamla hem devam filminin yolunu açtı, hemde benzerlerinin. “Neşeli Gençlik” ve “18’ler Takımı” da aynı formülü denemesine rağmen başarısız oldu. Siyasi filmlerle, özellikle 12 Eylül olaylarını anlatmaya devam etti sinemamız. Bunlardan en başarılısı kuşkusuz “Beynelmilel”di. “Zincirbozan” ve “Cumhurbaşkanı Öteki Türkiye’de” sadece iyi birer deneme olarak kalabildi. Anadolu öyküsü altında doğu-batı sentezi yapan “Mutluluk” da seyircide ve gösterildiği festivallerde iz bırakan filmlerden oldu. Sinema açısından önemli yeniliklerden biri de “Pars:Kiraz Operasyonu” ile geldi. Aksiyon sahnelerini çekebiliriz yargısını izleyenlere hissettirmekle kalmadı, devamını dizi olarak getirmeye soyundu. “Duvarı Karşı” sonrası Fatih Akın’ın “Yaşamın Kıyısında” olması aynı etkiyi yaratmadı. Kendine has sinema duygusundan çok, sinema aritmetiğine dalan Akın, heyecanını seyirciye aktaramadı. “Musallat” ve “Gomeda” ile korku filmi denemeleri devam etti. İyi bir fragmana rağmen yanlış oyuncu seçimleri “Musallat”ın en önemli sorunu oldu. En iyi oyuncusu 10 dakika görünen çocuk olan bir filmin daha fazlasını yapmasını da beklemek zor olurdu zaten. “Gomeda” ise kısa filmleriyle beğenilen bir yönetmenin unutulması gereken filmi oldu sadece. Senenin enteresan denemeleri de oldukça fazla idi. Tamamen Sezen Aksu şarkılarına dayanan garip video klip-film arası denemesi “O Kadın” sadece deneme olarak kalabildi. Yıllardır beklenen, bitmeyen film “Romantik” devamlılık sorunları ile kayboldu gitti. Sinan Çetin’in filmi bekletmesinin doğru olduğu anlaşıldı. Bir diğer film “Bana Şans Dile” de Çağan Irmak etiketi ile girdi gösterime ve kayboldu gitti. Polisiye denemesi “Sis ve Gece” nedense izleyiciden aradığını bulamadı. Artık kemikleşen polisiye dizi meraklılarına rağmen 59 bin izleyiciyi çekebildi salonlara. En özgün olmaya çalışan deneme “Polis” filmi geldi. Takeshi Kitano filmlerine meraklı ekibin tür denemesi, izlenmesi görsel olarak keyifli, mantık olarak bol soru işaretli olarak kalakaldı. Haluk Bilginer faktörü olmasa sonuç daha da kötü olabilirdi. Seneye damgasını vuran bir diğer film ise “Barda” oldu. Şiddetli içeriği, yaşanmış olaya dayanması ile çok konuşuldu ve izlendi. Tabii bunda montaj masasından çalınan dvd’nin korsan olarak piyasaya sürülmesinin büyük payı vardı. Senenin en şanssız filmi olarak kaldı. 43 filmlik bir yılda 9 film 10 bin rakamını göremezken, birçok film de gösterimde aralara sıkışmanın sorunlarıyla boğuştu. Oyuncular açısından Kenan İmirzalıoğlu ve Özgü Namal yılıydı. Nejat İşler de yılın konuşulan isimlerinden oldu. Yönetmen olarak sivrilen isim Sırrı Süreyya Önder, “Beynelmilel” ile alkışları topladı. Son olarak pek rastlamadığımız üçleme denemesine soyunan Semih Kaplanoğlu ve Berkun Oya da tebrik edilmesi gereken isimlerdi. Adet olduğu üzere kendi ilk üçümü vererek yazıyı bitirirken, yeni yılın geçen sene eksik olan niceliği getirmesini dileyeyim…3. Polis 2. Barda 1.Yumurta
‘Wanted’ Haziran’da Vizyonda!
21.01.2008

‘Wanted’ Haziran’da Vizyonda!

Başrollerinde Angelina Jolie, James McAvoy ve Morgan Freeman’in oynadığı “Wanted”ın Türkiye sinemalarındaki gösterim tarihi 27 Haziran 2008 olarak belirlendi. Yönetmenliğini Timur Bekmambetov’un üstlendiği filmin konusu kısaca şöyle: Babası öldürülen Wesley Gibson’a (James McAvoy), babasının intikamını alma fırsatı teklif edilir. Kötü adamları yok eden bir suikastçi olarak ünlenen babası bir suikaste kurban gitmiştir. Babasının bıraktığı yerden yola devam etmeye kararlı olan Gibson, babasının ortağı Sloan’dan (Morgan Freeman) eğitim almaya başlar…
‘Recep İvedik’ Çılgınlığı!
21.01.2008

‘Recep İvedik’ Çılgınlığı!

Televizyon şovlarındaki skeçleriyle izleyicilerinin kalbini fetheden Şahan Gökbakar'ın canlandırdığı, çok sevilen 'Recep İvedik' karakterinin sinema filmi 22 Şubat 2008’de gösterime giriyor. İlk kez bir sinema filminde rol alan Şahan Gökbakar, bu ilk uzun metraj çalışmasının senaryosunu da kendisi yazdı. Televizyonda ilgiyle takip edilen Recep İvedik'in oldukça komik tatil macerasının anlatıldığı film, bir ay sonra vizyona girecek olmasına rağmen en çok konuşulan filmlerden biri olmayı başardı. Sinemalar.com kullanıcılarının yoğun ilgi gösterdiği filmin fragmanı 10 günde 30.000 kez izlenerek önemli bir rekora imza attı.
Sweeney Todd’dan Korkulur!
18.01.2008

Sweeney Todd’dan Korkulur!

Yönetmen Tim Burton ile oyuncu Johnny Depp’i altıncı kez aynı projede buluşturan “Sweeney Todd: Fleet Sokağının Şeytan Berberi” ile Johnny Depp ‘en iyi erkek oyuncu’ dalında Altın Küre kazanırken, “Sweeney Todd”a ‘en iyi film’ ödülü layık görüldü.   Ülkemizde 15 Şubat’ta vizyona girecek olan filmin yönetmeni Tim Burton haberi aldığında çok mutlu olduğunu belirterek, “Bu ödüller sayesinde birçok yetenekli oyuncu ve ekibin emeği fark ediliyor. Ümit ederim ki, bu ödül sayesinde böylesine sıradışı bir film daha büyük bir izleyici kitlesine ulaşır” dedi.   En iyi erkek oyuncu dalında ödül alan Johnny Depp ise Hollywood Yabancı Basın Birliği’ndeki arkadaşlarına, rol arkadaşı Helena Bonham Carter’a ve tüm film ekibine teşekkür ederek, “Tim Burton’ın güveni ve desteği olmasaydı bugün geldiğim yerde olamazdım” dedi. Efsanevi söz yazarı-besteci Stephen Sondheim’ın ödüllü müzikal başyapıtına dayanan film, zorlayıcı ve orijinal bir vizyona sahip. Filmde Depp, haksız yere hapse gönderilen ve sadece bu acımasız ceza için değil, karısı ile kızına olanların üzücü sonuçları için de intikam yemini eden Benjamin Barker/Sweeney Todd’u, Helena Bonham Carter ise onun saplantılı ölçüde kararlı suç ortağı Bayan Nellie Lovett’ı canlandırıyor.   Filmin başrollerinde Johnny Depp ve Helena Bonham Carter’ın yanısıra Alan Rickman, Timothy Spall ve Sacha Baron Cohen yer alıyorlar.
Amerikan Gangsteri: Bir Suç Yıldızının ‘Amerikan Rüyası’
17.01.2008

Amerikan Gangsteri: Bir Suç Yıldızının ‘Amerikan Rüyası’

Oscar ödüllü yıldızlar Denzel Washington ve Russell Crowe, Oscar ödüllü yapımcı Brian Grazer, yönetmen/yapımcı Ridley Scott ve Oscar ödüllü senaryo yazarı Steven Zaillian, uyuşturucu ticaretinin en acımasız gangsteri olarak tanınan Frank Lucas’ın Harlem sokaklarından başlayıp suç dünyasının zirvelerine tırmanışının ve Harlem sokaklarına adalet getirmeye kararlı bir polis tarafından alaşağı edilişinin gerçek öyküsünü anlatmak için güçlerini birleştirdiler. Ortaya muhteşem bir film çıktı: “Amerikan Gangsteri (American Gangster)”.
Birkaç Filmden Kolajla Zaman Durmuyor…
17.01.2008

Birkaç Filmden Kolajla Zaman Durmuyor…

Ülkemizde gösterime girmesini kuşkusuz “Horrorfest” festivaline borçlu olan bir film Ölüm Bekçisi, Amerika’da her yıl Kasım ayında yapılan korku filmleri festivalinde ironik olarak “Uğruna Ölünecek 8 Film” başlığı altında gösterildi. 9-18 Kasım tarihleri arasında gerçekleşen festivalde diğer yedi film arasından sıyrılmayı da başarmış görünüyor. O ana değin dağıtım problemleri yaşayan ekip bu sayede rahat bir nefes alıp, uluslararası arenaya çıkarak, fark edildi. Aslında bu sorunları tam olarak aştıkları da söylenemez. Hong-Kong, Singapur ve Almanya biletini alabildiler sadece. Filmin künyesine bakıldığında ise tüm bakışı değiştirecek dipnotlar fark etmek mümkün.  1999 yapımı Tv filmi “The Darklings” senaryosu ile pek dikkat çekmese de, 2002 yapımı “They (Onlar)” ile fark edilen senarist Brendon Hood korku filmlerine devam ediyor. 1988’de “Sotto il vestito niente 2” adlı İtalyan korku filmini hem yazıp, hem de yöneterek kariyerine başlayan Dario Pina da tıpkı senaristi gibi, kariyeri boyunca korku türüne hizmet etmiş bir isim. İrili ufaklı Tv yapımlarında, kalabalık senaryo ekibinde diğer türlerde de iş üretmesine rağmen, kendine ait üretimlerinde suç öğesini, korkudaki dramayı sıkça kullanıyor ya da kullanmıyor, seviyor! Pina-Hood ikilisinin korku sinemasına gönülden bağlı oluşları bu bakımdan filme bakışı biraz değiştiriyor. Biliyoruz ki, filmin başarısı ne olursa olsun, ikisi de üretmeye devam edecekler. Hali hazırda bilinen gerçeği burada söylemekte fayda var. Eğer korku filmi hayranı iseniz, korkmaya düşkün olduğunuz için, film boyunca kurulan atmosfere hayransınızdır. Türün janrına hayransınızdır. Kim ne derse desin, kötü olduğunu söyleseler bile izlersiniz filmi. Bu yönden bakıldığında, yönetmene de senariste de haki olan duygu aynı… İkilinin filmi yaparken amaçları muhtemelen türe bir şeyler katmak olmuştur. Bu yönde de birçok referans vermekten çekinmemişler. Ama bunların tadında kalması gerektiği kuralından anlaşılan haberleri yokmuş. Yeni yaratık üretme çabası ne kadar hoş olsa da, sanki melez gibi görünüyor. Ordan bir parça, buradan bir parça şeklinde. Hokey maçı sırasında topla belki de çok oynayan Ian, takımını kurtaran golü atar ama zaman dolmuştur, gol geçerli sayılmaz. Zaman ilerlemez Ian için... Arabasıyla giderken yolu kaplayan şeyi görür. Dokunur dokunmaz bambaşka bir yerde, başka bir hayata uyanır. Finale kadar zaman durmaya, Ian başka hayatlarda uyanmaya devam edecektir. Bu noktada da film orjinalliğinden kaybeder bolca… 1993 yapımı Harold Ramis filmi “Groundhog Day-Bugün Aslında Dündü” filmindeki haber sunucusu Phil Morris gibi aynı günü yaşamaktadır Ian Stone… 2004 yapımı “The Butterfly Effect-Kelebek Etkisi”ndeki Evan Treborn gibi farklı hayatlara uyanmaktadır. Tüm bunların arkasında da 1998 tarihli Alex Proyas başyapıtı “Dark City-Karanlık Şehir”deki gibi her şeyi değiştiren kötülerdir. Üstelik gariptir ki, bu ruh emici yaratıklar adeta “Matrix”ten kiralanan kostümler içinde dolanmaktadır. Hatırlattıklarına bir ekleme daha yapmakta fayda var. Paker-Stone ikilisinin kült çizgi serisi “South Park” karakterlerinden Kenny de her bölüm farklı şekillerde ölüyor, herkesin favori karakteri halini alıyordu. Fimin temel sorunlarından biri de bu zaten. Birçok filmi fazlaca hatırlatıyor olması. Daha da dallanıp budaklanacak detaylara ise hiç girmiyorlar. Örneğin Ian Stone hep aynı şekilde ölüyor. Farklı ölümler, gerilime kuşkusuz daha fazla katkı yapardı. Filmin her şeyi hatırlatması dışındaki diğer eksisi de her şeyi bilen adam faktörü. Ian’in sürekli karşılaştığı adam, her defasında bilgi veriyor, yardımcı oluyor ama izleyiciye azap veriyor adeta. Girdiği her sahneden sonra ne olacağını tahmin etmek hiç de zor değil. İlk önce Amerika’da çekilmesi planlanan film daha sonra İngiltere’de çekilmiş ama pek bir şey fark etmiyor. Amerikan havası filmin üzerinde olmaya devam etmiş. Oyuncular da senaryonun garipliğinden muzdarip çok karakterli, çok katmanlı oynamak zorunda kalıyor haliyle. Mike Vogel için ciddi bir çıkış mümkün olabilir, “Star Trek” filmi için Kaptan Kirk rolüne düşünülen isim olarak anılmaya başlanan oyuncu yakın zamanda daha sık görüneceğe benziyor. Dexter’in ikinci sezonunda ruh hastası alternatif kötümüz “Lila” karakteriyle öne çıkan Jamie Murray’ı yine kötülerden biri olarak görmek de gayet hoş. Dizideki karakterine benzer bir rolü oynamakta da zorlanmamış. Filmin yaratıklarını tasarlayan Stan Winston’u da anmakta fayda var. Beyazperdedeki yaratıkların efendisi, bilinen yaratıklara yeni eklemeler yapma denemelerini sürdürüyor. Bu anlamda özellikle karanlıkları seven Hood ile iyi bir ikili oluyorlar. Her ölümle yeni bir gerilme, yeni bir pencere açan filmin en büyük artısı ise sürekli tekrarlarla sıkıcı olmak çizgisini fazla zorlamadan bitmesi oluyor. Süre olarak tam da kıvamında... Birkaç absürd ayrıntıya rastlamak da mümkün. Bunlardan biri filmin finalinde görünen “Sonsuza dek yaşayacakmışsın gibi hayal kur, yarın ölecekmişsin gibi yaşa” sözü. Anlaşılan filmi izah eden amca yetmemiş ekibe, son bir mesaj vermek istemişler. Tüm bu notların sonunda birçok filmden yapılmış kolajlarla daha çok sıradan televizyon dizisi ya da filmi gibi duran “Ian Stone’un Ölümü” tadı tuzu olmayan bir film. Kurtaran tek noktası ise yapım ekibinin de korku gönüllüsü olması…