Vahşi Zarafet: Annesinin Birtanesi!

25.04.2008 13:55

Sanatın tüm dallarında ortaya konan eserler içerisinde en çok ses getirenler, bize en “farklı” gelenlerdir. Anlayamadığımız, kabullenemediğimiz ve çoğu zaman ayıpladığımız ‘öteki’ kavramını, gözümüzün içine sokan tüm çalışmalar, topladıkları tepki sayesinde uzun süre adlarından söz ettirmişlerdir.

Sinema için de aynı yaklaşımdan söz edebiliriz. “Paris’te Son Tango”daki tereyağı hikayesi hala konuşulur, “Brokeback Dağı”nda tanık olduğumuz, iki erkek arasında yaşanan tutkulu aşk unutulmamıştır ya da “Dönüş Yok”ta izlemek zorunda kaldığımız tecavüz sahnesi hala midemizi bulandırmaktadır.

Vahşi Zarafet” ise, ‘eşcinsellik’ ve ‘ensest ilişki’ gibi standard dışı temalardan yola çıkarak, akıl hastalığına varan hikayesi ile dikkat çeken bir yapım. Ancak filmin trajik hikayesi, oyuncuların oldukça başarılı performanslarına rağmen, izleyici üzerinde kuvvetli bir etki bırakamıyor.  Aşırı tepki vermemiz gereken sahnelerde bile, kayıtsız kalıyoruz beyazperdeye yansıyanlar karşısında. Sanki hergün karşılaştığımız sıradan konular kadar normal geliyor bize tanık olduğumuz bu hastalıklı anne-oğul ilişkisi.

Yönetmen Tom Kalin, filmin geneline hakim olan ‘zarafet’ algısı ile bağlantılı olarak, çoğumuzun kaldıramayacağı kadar rahatsız edici sahnelere bile ‘görsel çekicilik’ katarak, huzursuz olmamız gereken kareleri estetik bir dille anlatıyor. Bu nedenle hikaye izleyiciyi şaşırtmıyor, sarsmıyor. Böylesine ‘iddialı’ bir konu, hakettiği tepkiyi göremiyor.   

“Vahşi Zarafet”, daha önce birçok sanat eserine konu olmuş kavramlar üzerine kuruyor hikayesini; hastalıklı ilişkiler ve doğurduğu trajik sonuçlar.

Ruh sağlığı bozuk ve ‘anne olma’ yeterliliğine sahip olmayan bir annenin, çocuğunu, kendi gösterişli varlığını devam ettirecek ve kendine ‘hayat arkadaşı’ olacak bir benzerine dönüştürme çabaları neticesinde, annesinin sorumluluğunu hayatı boyunca taşıyarak, kendine ait bir dünya kuramayan zavallı Tony’nin, günden güne yıpranan ruhu, onu içinden çıkamayacağı travmalara sürüklüyor.

Yaşadığı kaosun tek sebebinin, kocasıyla ve oğluyla ilişkisinde “sınırı aşan” annesi olduğunu hissetmeye başlayan Tony, bu bunalımdan kurtulmanın tek yolunun annesinden kurtulmak olduğunu farkettiğinde ise, artık sağlıklı düşünerek, doğru kararlar verebilme yeteneğini, yani ‘aklı’nı kaybetmiş oluyor.

Hikayenin en başından, ruhsal açıdan sorunlu bir görünüm veren ve başta eşi ile oğlu olmak üzere, çevresindeki insanları yersiz ve aşırı tepkileri ile huzursuz eden Barbara Daly’nin, bu hale gelmesini sağlayan nedenleri bilmediğimiz için, çocuğunun hayatını bilinçsizce mahveden bu anne figürüne anlayış göstermemiz imkansızlaşıyor.  

Bizden “farklı” olanı anlamak, “uygunsuz” bulduğumuz bir davranış biçimini kabullenmek ya da yabancı olduğumuz yaşantıları hoşgörüyle karşılamak birçoğumuz için zor olsa da, toplum hayatının temel şartlarından biridir ‘empati’. Ancak hiçbir anlayış, sebepleri ne olursa olsun, tamamen bencilce ve faydacı bir yaklaşımla, çocuğunun ruhunu ve bedenini sömürerek, kendi varlığını anlamlandırmaya çalışan bir anneyi ‘anlaşılır’ kılamaz.

İnsanların, başka insanları fiziksel, ruhsal ve düşünsel açıdan rahatsız etmemek şartıyla, diledikleri şekilde yaşamaları ve bunun hiçbir otorite tarafından engellenmemesi gerektiği kanaatindeyim. Ancak, annesinin gözü önünde erkek arkadaşı ile sevişebilecek rahatlığa sahip  bir erkek, ne yazık ki özgürlüğün değil, ‘kaybolmuşluğun’ keyfini çıkarıyordur o dakikada.. Sevgilisi ve annesi ile aynı anda yaşadığı üçlü cinsel ilişki deneyimi sırasında attığı kahkahalar; mutluluğun değil, hayatını esir almaya başlayan “deliliğin” göstergeleridir aslında... Nitekim bu deneyimler, onu yok olmaya sürükler farkettirmeden.

Film boyunca tanık olduğumuz “garip” ilişkiler zinciri karşısında, yönetmen Tom Kalin’in anlatımından kaynaklanan bir rahatlıkla, koltuklarımızda sakin sakin otururken; filmin sonunda birden bozuluveriyor, seyircinin de dahil edildiği ilüzyon. Tony’nin kalbi daha fazla dayanamıyor bu tahribata ve ömründe ilk kez ne istediğinden emin olarak, ‘gerçek’ bir tepki veriyor. Bu beklenmedik reaksiyon, seyirciyi şaşırtıyor elbette. “Hastalıklı sevgilerin içinde, sinsi bir nefret yeşerebileceği” mesajı, hedefi tam onikiden vuruyor.