Fotografik Düşüş

13.10.2010 09:43

Bir dünya hayal edin tüm kültürler içiçe geçmiş ve şu anki kültürlerin birleşimi ile oluşmuş mimarilere sahip olsun. Bir dünya hayal edin tek bir valinin yönettiği küçük bir dünya olsun ve valinin zulmüne karşı savaşan bir grup haydutun destansı savaşına sahne olsun. Bu öyle bir dünya olsun ki her karesi ödüllü bir fotoğraf karesi kadar mükemmel ve karakterleri çizgiroman kahramanları kadar destansı mücadele etsin. Hintli yönetmen Tarsem Singh\'in The Fall filmindeki dünyası işte tam da böyle bir dünya. Ama sadece bu kadarla da bitmiyor.

 

1920\'lerde yeni yeni oluşmaya başlayan sinema endüstrisinde dublörler de büyük yer tutuyordu. Güzel yüzlü aktörlerin hayati tehlikeler sebebiyle yapamayacağı numaraları beyaz perdeye aktaran korkusuz savaşçılar da bu filmde var.

 

Filmin ana karakteri Lee Pace, film çekimlerinde dublörlük yaparak hayatını kazanmaya çalışan biridir. Son filminde ondan istenen numara o kadar risklidir ki yaşayıp yaşamaması tamamen şansa kalmıştır. İşte bu sahneyi Tarsem Singh, o kadar destansı bir hale sokmuş ki filmin hemen açılışında kendinizi ve ruhunuzu filme teslim ediyorsunuz. Yaklaşık 3 dakikalık bu sahnede arkaplanda Beethoven\'ın 7. senfonisinden Allegretto çalmakta ve kendinizi müthiş görsellere bırakmaktasınız. Çekimlerin ustalığı bir yana, saniyelik karelerin yavaş çekim ile mükemmelleştirilerek sizlere fotoğraf kareleri gibi sunulmaları gerçekten inanılmaz bir deneyim sunuyor. Özellikle gölgelerin konuştuğu bir çekim var ki gerçekten o anda direkt filme aşık oluyorsunuz. Hemen ardından korkusuz dublörümüzün kaza sebebiyle kaldırıldığı hastanesine konuk olup onu yakından tanımak için çabalıyorsunuz. Ancak bu o kadar da kolay değil. Ona yaklaşabilen tek bir kişi var. O da küçük ve çok şirin bir yerli kız. Alexandria isimli bu küçük kız, çat pat konuşabildiği ingilizcesi ile Roy\'un hikaye arkadaşı oluyor ve Roy\'un anlattığı destansı masalı dinlemek için onun isteklerini yerine getiriyor. 97 doğumlu bu küçük kız, Romanya\'da doğmuş. Ve inanılması güç ama 1 ay gibi bir sürede, film setinde ingilizce öğrenmiş. Ama o kadar güzel bir oyunculuk sergiliyor ki hayran olmamak elde değil. Roy\'un hasta yatağında uydurduğu ve kendi hayatından parçaların da olduğu bir masala giriş yapan Alexandria, Roy ile birlikte masalı geliştirmeye başlıyor. Haydut grubunda hintlisinden italyanına çok farklı karakterler var. Ve bu karakterlerin farklı meziyetleri var. Amaçları ise, bir şekilde kendilerinin canını yakan validen intikam almak. Bunun için çıktıkları yolda, başlarına çok farklı şeyler geliyor. Ancak belirtmek gerekir ki filmde, olaylardan çok sahneler ile ilgileniyorsunuz. Ve bu sahneler ile ilgili bir önemli not da oluşturulan sahnelerin hiçbirisinde bilgisayar efekti kullanılmadığı.

 

Sinema endüstrisinin ilgi çekici unsurlarından olan aksiyonların içerisinde sinema tarihinin başlangıcından beri varolan dublörlere bir saygı duruşu niteliğindeki bu film, bir filmden daha fazlası kesinlikle. İzlediğiniz her anında sizi sahnenin içine çekebilecek ögelere sahip ve bu çekim isteği film ilerledikçe daha da artıyor. Renkler, kostümler, koreografiler, mekanlar, binalar, karakterler o kadar büyüleyici ki, bu masalın içinde bir yerde kendiniz de olmak istiyorsunuz. Filmin olumsuz yönlerinden bir tanesi konunun biraz yavaş ilerlemesi, bir diğeri de sürdüğü 2 saatin yine de yeterli olmaması. Çoğu izleyici filmi sıkıcı ve itici bulsa da, efekt kullanılmadan oluşturulmuş bu dünyanın görsel şölenini izlemekten keyif alan insanlar için The Fall, kesinlikle mükemmel bir film.

 

Filmin sonunda yine dublörlere saygı gönderen Tarsem Singh, bu destansı masalı ile alışılmış filmlerden aykırı bir film sunduğunu belirtiyor sinema severlere.