Amerikan Milliyetçiliği Sinemalarda !

06.12.2007 14:06
Amerikan Milliyetçiliği Sinemalarda !

Tamer Sağcan\'ın Amerikan sinemasında giderek daha da belirgin bir şekilde etkisini hissettiren \'Amerikan milliyetçiliği\' konulu makalesini sizlerle paylaşıyoruz.

 


                 Amerikan Milliyetçiliği Sinemalarda !

 

    An olur hayattan sunduğu kesitlerle duygulandırır, an olur kendinden nefret ettirir sizi. İşte beyazperdenin erişilemez büyüsünün farklı bir yansıması daha var bizlerin üstüne. Aslında sinemalarda tarihi ve dini filmler işlenebildiği gibi pek tabi, ülkelerin milli görüşlerini veya kendi milli hassasiyetlerini perdeye yansıtmasında bir sakınca yok. Sonuç olarak her ülkenin kendine ait bir sineması olması dahi incelendiğinde milliyetçi bir çabanın varlığından söz edilmelidir. (Örn: Fransız Sineması, Alman Sineması, Türk Sineması) Fakat tabiri caizse bu işi yansıtmaktan çok seyircinin gözüne gözüne sokan ve işin cılkını çıkaran bir sinema endüstrisi de mevcut. Pek çok insan Hollywood’un sürekli eleştirilmesini göz önünde bulunmasına veya iyi ve yüksek bütçeli yapımlar çıkartmasına bağlasa da, ben kendi şahsım adına Hollywood sinemasını eleştirme sebebimin, yapımcı ve yönetmenlerin bütün bir irade olarak oluşturdukları art niyete bağlıyorum.

 

    Son dönem sinema izleyicisinin en kolay dikkatini çekecek olan şey sinema salonlarında gittikçe tatsız bir hal alarak yükselen Amerikan Milliyetçiliği. Sözüm meclisten dışarı fakat kuruluşunda bile özellikle İrlanda ve birçok Avrupa ülkesi göçmeninin emeği olan bir devletin Amerikan Milleti iddiasında bulunmasının, zamanında Osmanlı İmparatorluğunun toprakları altında yaşayan herkes Osmanlıdır (Osmanlıcılık) anlayışından çokta bir farkı yok. Bununla beraber, dönem sinema endüstrileri içerisinde millet olma iradesini neredeyse yoktan var ederek vücuda getiren ve buna inanılmaz bir hırsla sahip çıkarak neredeyse eyyamcılığa varan yapımlara imza atan başka bir sinema ülkesi tanımıyorum. Her zaman olduğu gibi örneklendirmenin faydası var.

 

    Kompleks bir yapıya sahip olan Amerikan sinemasının milliyetçilik konusundaki ilk, belirgin ve tamamıyla dışarıdan algılanabilen yapımı Rambo serileridir. John Rambo, Vietnam’dan dönmüş, Özel Birlik mensubu bir amerikan askeridir. Film ülkedeki savaş karşıtlarına bir cevap olsun diye düşünülmüş, aynı zamanda Vietnam sendromunu savaş alanında atlatamamış olsa dahi, beyaz perdede bir adım öne geçmiş bir filmdir. Tabii bu serinin devamında askerimiz bu sendromu daha da kaşıyacak, Vietnam’daki askerleri kurtarmaya giderken dönemin soğuk savaş düşmanı Sovyetler Birliği’nin el altından düşmana yardım ettiği tezi ve Rambo gibi kendinden geçmiş, özel yetiştirilmiş bir askerin bir Sovyetlere bedel olduğu düşünceleri geliştirilmiştir. Rambo bu filmde tam 57 kişi öldürerek beyazperdenin en çok adam öldüren karakteri unvanını kazanacaktı. Sovyetlere karşı düşünce boykotunu geliştirmek için yapımcılar, Rambo’yu Afganistan’a göndermekten çekinmemiş, Amerika’nın birkaç yıl önce Tomahawk füzeleri ile girişmekten çekinmediği mazlum Afgan halkı; Sovyetlere karşı mazlumun dostu, garibin yumruğu Rambo tarafından korumaya alınacaktı. Rambo bu uğurda helikopter düşürecek bir orduyu eritecekti. İşin eğlenceli olan kısmı bir yana bırakılırsa, dönemin Amerikan ordusunun bütün karargâhlarında bu filmin askerlere izletildiği gerçeği unutulacak ama tüm askerler birer Rambo olduğu gerçeğini kafalarına kazıyacaktı. Amerikan sineması bu uğurda seksi yıldız Demi Moore’u bile G.I. Jane yapacak ve gaz üstüne gaz alan ordu bu bilinçle 2000’li yıllara yetişecekti. Ancak Amerika’nın bu filmler süresince cevap veremediği tek gerçek Amerika’nın o tarihte o topraklarda ne işi olduğuydu. Sinema ise bu güzelim propagandaya sessiz bir şekilde yardım etmekten başka bir şey yapamayacaktı.

 

    Yüksek bütçeli yapımlar, görsel bakımdan büyük üstünlük içermesi ve filmlerde Amerikan askeri gücünün abartılması zamanla Beyaz Saray’ın ve Pentagon’unda dikkatini çekmiş ve askeri filmler Beyaz Saray’dan onay aldıktan sonra yayına girmeye başlamışlardır. Bu konuda ise Ridley Scott’ın sabıkalı filmi Kara Şahin Düştü en bilinen örnektir. Amerikan ordusunun Mogadishu’da verdiği 18 kaybın hikâyesini anlatan filmde yüksek miktarda milliyetçi semboller kullanılmakla kalmamış, film Mogadishu bölgesi hala karışık olduğu için Fas’ta çekilmiştir. Amerika’nın savaş arenasındaki kayıplarını sinemada kazanca çevirme stratejisi Rambo’dan sonra burada da işlenmiş, orada ne aradıkları dahi merak konusu olan !masum! Amerikan askerleri !zalim! halk tarafından haince öldürülmüştür. Amerikan Milliyetçiliği Hollywood’un çektiği bütün savaş filmlerinde orta şiddetten yüksek şiddete kadar vurgulanmıştır. Tabii ki tarafsız bir savaş filmi çekmek, hem büyük cesaret, hem de iyi bilgi sahibi olmayı gerektirir. Yazık ki, savaşı bitirmek için girdikleri İkinci Dünya Savaşıda dâhil her savaştan onlarca film çıkartabilecek bir endüstriden bahsediyoruz. Şu an gözlerimizi kapatıp saymaya başlasak, Amerikan milliyetçiliğinin vurgulandığı onlarca film sayabiliriz: Er Ryan’ı kurtarmak, Rüzgârla Konuşanlar, Bir Zamanlar Askerdik, Vatansever, Atalarımızın Bayrakları, Casus Oyunu, Büyük Baskın, vs. Saymaya başladığınızda eminim çok daha fazlasını bulacaksınız. Biraz evvel belirttiğim gibi, kendi tarihini anlatan savaşları vurgularken milliyetçi öğelerin kullanılmasının önüne geçilmesi zordur. Fakat Hollywood’da yükselen milliyetçilik akımına sebep olan yıllardır süregelen savaş filmleri değildir. Başka türde filmlerle yapılan milliyetçilik, bazen hem sinsice hem de, yoğun alt mesajlarla donatılmış büyük bir propagandayı gözler önüne sermekte.

 

    Macera ve aksiyon filmlerinde, gerek çekim teknikleri, gerek efektlerin kullanımı açısından olsun üstün bir endüstri olan Hollywood, son dönemde milliyetçi anlayışını bu filmlere kaydırmaya başlamıştır. Bunun en bilindik ve popüler örneği Zor Ölüm 4 filminde izleyiciye yaşatıldı. Amerikan jetleri şehir içinde uçmaya başladılar. Beyaz Saray’ın yıkıldığına dair görüntülerde, filmdeki oyuncuların tepkisi ve üzüntüsü inandırıcılığı sırıtan bir şekilde seyircinin gözüne sokuldu. Sinema tarihi boyunca başka millet ve unsurları geri düşünce ve ilkellikle suçlayan Amerika’nın teknolojisiz nasıl olacağı öz eleştirisi yapılmaya çalışıldıysa da, ön plana her zaman olduğu gibi aksiyon sahneleri ve görsellik çıkacak bu sefer Rambo yerini başka bir John olan McClane e bırakacaktı. İsimlerinin John olması tesadüf müydü? Kaderin cilvesi mi? Yoksa bunların Amerikan askerlerine Johnny denmesiyle bir bağlantısı olabilir miydi? Ne olacağını bilemeyiz, kesin olan şu ki bu sefer Dünyayı ve Amerika’yı McClane kurtaracaktı. Dünyayı ve Amerika’yı kurtarma olgusu veya sinemanın kimseye sormadan Amerika’ya verdiği dünya liderliği payesinden kimsenin haberi yok elbet. Çünkü şu an resmi olarak bir dünya birliği yok ve başında bir devlet bulunmuyor. Ya da askeri ve ekonomik güce sahip olan gayrı-resmi de olsa dünya lideri sayılacak diye yaşatılan bir anlayışta yok. Sinemanın ise bu umurunda bile değil. Dikkat ederseniz, göktaşları çarptığında dünyayı yeniden kuran Amerikan başkanıdır. (Derin Darbe filmi örnek olarak gösterilebilir.) Dünyaya saldıran robotlar veya uzaylılar ilk eylemlerine Amerika’dan başlar. Bunun iki sebebi olabilir ya Amerika küçültülmüş bir dünya modelidir. Ya da dünyada en kolay ele geçirilebilecek ve dağıtılabilecek yer orasıdır. Tabii senaristler ve yapımcıların ikinci seçeneği pek akıllarına getirdiklerini sanmıyorum.

 

    Macera filmleri ile başlayan bu serinin en çirkin halkası, küçüklerin kahramanları vasıtasıyla yürütülmeye başlanılan kısmı olmalıdır. Transformers filmi ile fedakâr Amerikan askeri, çizgi serisinde hiç alakası olmayan bir senaryoyla robotlarla kahramanca mücadele etmişlerdir. Bol bol dalgalanan Amerikan Bayrağı, kırmızı çoraplı Amerikan Başkanı ve yine şehir içinde uçuş yapan jetler. Küçük beyinlerin alt mesajları anlayamayacağı fark edilmiş olmalı ki, propaganda açığa çıkmış ve Amerikan Savunma Bakanlığı olaya müdahale etmiştir. Bu sırada dip notlarda, İranlıların bilgisayar kullanamayacak kadar embesil, Çinlilerin ise yetersiz olduğu vurgulanmıştır. Ünlü çizgi roman kahramanı Örümcek Adam ise bu konuda bütün filmleri aşmış ve Amerikan Bayrağı önünde yavaş çekim koşan yegâne kahraman ödülünü kazanmıştır. (Bizim, hem süper kahramanımız olmadığı, hem de Bayrak Kanunumuzun ilgili maddeleri izin vermediği için, bayrağımızın önünden koşarak geçen bir kahraman göremeyeceğiz tabii.)Yıllar yılı, hepsi Amerikan yapımı kahramanlar olmasına rağmen Uluslar arası imaj çizen kahramanlar birden seyirciye dönüp: “Kendinize gelin, bir tek Amerika’da kahramanlar var, onlarda bayrağının önünde koşar.” Diyordu. Aslında iyi bir araştırmacıysanız, bugüne kadar hayatınıza giren süper kahramanların elbiselerinde ki, Kırmızı mavi yoğunluğunun ne anlama geldiğini öğrenebilirsiniz. Süpermen’in üniformasının zaman içinde nasıl değişikliğe uğradığını, Kaptan Amerika, Örümcek Adam, Fantastik Dörtlü gibi örneklerin renk seçimini o zaman anlayabilirsiniz. Yani kahramanlar üzerinden vurgulanan bu bilinçaltı mesajı, onların kıyafetlerine kodlanmış durumda. Küçük çocukların derin hayal güçlerinde nasıl izler bırakacağını siz düşünmeseniz de bunu düşünen bir ekip var.

 

    Sinemasal örnekler her zaman dediğim gibi, çoğaltılabilir. Bir ülkenin sahip olduğu milli kaygıyı veya birliği sinemaya yansıtması taraflı da olsa bir nebze kabul edilebilir. Hakeza, aynı imkân bizim sinemamızın elinde olsa, bizde kendi milliyetçiliğimizi sinemaya taşımaktan çekinmeyiz. Fakat bir ülkenin sahip olmadığı bir milli olguyu, başkalarına anlatmaya değil; fakat dayatmaya çalışması kabul edilebilir bir durum değil. Ne yazık ki bu konuda gelecek pek parlak değil. Çünkü Amerika Birleşik Devletleri yeni filmlere ilham olsun diye Orta Doğu’da savaşmaya devam ediyor. Yapımcılar ise ellerini ovuşturarak ölen insanların kanından ne kadar para kazanacaklarını hesaplıyorlar, bir yandan da milli bir hizmet yürüttükleri hissiyle günah çıkartıp kendilerini rahatlatıyorlar. Son sözüm şu ki, artık Hollywood’un bu tip yapımları gittikçe çoğalıyor. O yüzden yakında New York’ta Hogwarts’ın şubesi açılır ve Harry Potter süpürgeyle beysbol oynamaya başlarsa, Kaptan Amerika’nın filmi çekilip “Oylar Bush’a” sloganı kahramanın ağzından duyulursa, John McClane Mars’ta kalmış olması muhtemel Decepticon artıklarını Dünya ulusu için kurtarmaya karar verirse, Rambo 70 yaşında elinde bıçakla tüm Orta Doğu’ya demokrasi getirmek üzere harekete geçerse ve Süpermen’in pelerininin yerini Amerikan Bayrağı alırsa hiç şaşırmayın.  

 
Tamer SAĞCAN