Odalarda Işıksızım

04.05.2009 14:57

Son yıllarda yükselişe geçen Fransız korku sinemasına yeni ve tartışmalı bir halka daha ekleyen Pascal Laugier, Fransa'da ufak çaplı bir skandala neden olan İşkence Odası (Martyrs) adlı filmi festivallerde boy gösterdikten sonra nihayet Türkiye salonlarında.

 

Vizyona girmeden önce iF Bağımsız Filmler Festivali'nde ilk kez Türk seyircisine merhaba diyen filme gelen ilk yorumlar çeşitli olmuştu. Sinema çevreleri tarafından tekrar hararetli tartışmaların odağına alınan filmle ilgili en sansasyonel olaysa neredeyse yıllardır hiçbir filme sansür uygulamayan Fransa'nın kararından dönerek İşkence Odasına sansür uygulamasıydı. Yönetmen ve oyuncuların Paris'te eylemler yaparak protesto ettikleri sansür uygulamasından sonra insan merak etmeden duramıyordu filmi. Kimbilir belki de Yüksek Tansiyon (High Tension)'da olduğu gibi yeni bir fransız kült korku filmine kavuşuyorduk. Peki filmi izleyince bu patırtılarla ilgili genel kanım ne oldu?

 

Ani ve sarsıcı bir açılışla başlayan filmin konusu ilk bakışta karmaşık görünüyor. Özetlemek gerekirse 1970'li yılların ortasında kaçırılan ve sistematik olarak işkenceye tabi tutulan küçük bir kız bir yolunu bulup zorla tutulduğu yerden kaçmayı başarıyor. Seneler geçse de yaşadığı acıyı unutamayan ve artık genç bir kadın olan kızımız kendisine işkence yapanları bulduğunu düşünerek saldırıya geçiyor. Bu intikam eylemi sırasında yetiştirme yurdundan bir arkadaşı da ona yardım etmeye çalışıyor. Ama olaylar beklediği gibi gitmiyor ve kan gövdeyi götürüyor. Daha sonra bu suça deney yapan bir tarikatın karışmış olduğunu anlıyoruz. Fazlasını anlatmak filmi izlemek isteyen korku-severler için saygısızlık olacağı için burda durmamız gerekiyor sanırım.

 

İşkence Odası, inanılmaz hızlı ve rahatsız edici girişiyle gerçekten hafızalara geçtiğimiz yıllarda izlediğimiz Fransız korku filmlerini getiriyor. Şurası kesinki Fransız Sineması korku türünde kendi ekolünü yavaş yavaş oluşturmaya başlamış görünüyor. Vahşet ve grafik şiddeti hiç çekinmeden hatta şok edici uzunlukta kullanan Fransız yönetmenler senaryo ve hikaye bazında da yenilikçi tutumlarıyla göz dolduruyor. İşkence Odası'da bu akımda yeni bir halka.

 

İşkence Odası'nı diğer tüm filmlerden ayıran garip bir hali de var. İlk kırk dakikasında kan, vahşet ve aksiyon barındıran film finalde ne olacak sorusuyla bizi merakta bırakırken bir süre sonra aşırı derecede yavaşlıyor. Hatta belki de duruyor. Yinelenen ve bitmek tükenmek bilmeyen psikolojik işkence sahneleriyle filmin başındaki aksiyondan bir hayli uzaklaşarak yavaş çekim bir hal alıyor. Nitekim dümdüz bir araziye gelmişsiniz hissi veren tüm o durağanlık belki de filmin ulaşmak istedigi asıl işkence. Ölüme ve onun ardından olacaklara dair tuhaf bir dizi felsefi açıklama ve soru işaretiyle nihayete eren filmin izleyici üzerinde bıraktığı bu etkiyi tarif etmek zor. Filmi insani nedenlerle güzel bulamıyorsunuz belki ama çok değişik ve tuhaf olduğu kesin. İzleyende bir yumruk yeme, sıkıntı, buhran ve çarpıntı etkisi yaratan filmin korkutmaktan ziyade tiksindirme ve bunaltma fikri üstüne kurulu olduğu gerçeği göz önüne alınacak olursa bu konuda bir hayli başarılı olduğu kesin.

 

İşkence pornosu (torture porn), korku, gerilim hatta gizem türlerinin tuhaf bir kırması olan filmin her bünyeye açık olmadığını söylemek lazım. İçerdiği onca kan ve vahşet görüntüsünün yanı sıra bir noktadan sonra aksiyon bekleyen seyirciyi sıkması da muhtemel. Ben ilginç ve kanlı bir film izlemek istiyorum diyenler buyursun geri kalanı bence sanşını başka filmlerde denesin. Herşeye rağmen korku-severler aksiyon kısmını bir kenara atacak olurlarsa bir şans vermemeliler bence. Herkese iyi seyirler.