Sinemada Tarihi Filmler

21.09.2007 14:43
Sinemada Tarihi Filmler

Tarih insanlar için, istismar edilmeye en müsait alanlardan biridir. Ne şekilde olursa olsun, günümüze kadar intikal etmiş tarihi vesikaların çoğu zihinlerimizde ve gözlerimizde bir tarih canlandırmaya yetmediği veya çok akademik düzeyde kaldığı için; yada tarihi bilgiler edinmek için makale okumak, bilgi aramak bizim toplumumuzda olduğu gibi çoğu toplumda insanlara zor geldiği için, tarihi filmler kısa yoldan tarihi öğrenmek ve aynı zamanda keyifli vakit geçirmek isteyen izleyiciyi sinema salonlarına doldurmaya yetmektedir.

Tarihi filmlerin sinema için olmazsa olmazlardan biri olduğu bugün artık herkes tarafından kabul edilmelidir. Bu konuyu anlamak için bu filmlerin başarılarını ele alalım: Örneğin Ben-Hur’un 11 akademi ödülü alarak, Titanik ve Kralın Dönüşü filmleri ile birlikte en fazla Oscar heykelciği kazanan film olduğu gerçeği, Spartacus’a verilen 4 oscar ve bu yapımların 1959-60 yılı yapımları olduğu göz önüne alınırsa, tarihi filmlerin nasıl bir başarıyı yönetmenine, yapımcısına, oyuncusuna ve izleyicisine yansıttığı görülür. Fakat, tarihi filmlerin seçilmesinin belirli sebepleri olduğunu da göz önünde bulundurmalıyız. Öncelikle, tarihi film çekmenin en büyük avantajı tarihle istediğiniz gibi oynayabilmenizdir. Filmi savunduğunuz görüşün tarihi kaynaklarına dayandırarak çekebilir, hatta tarih konusunda araştırmacı olmaktan kaçınan sinema izleyicisi kitlesinin fark etse bile çok alakadar olmayacağı uydurma tarihi anektodları da filme katabilirsiniz. Bu durumun en büyük avantajı tarihi kullanarak elde ettiğiniz olumlu eleştirilerden dolayı alkışlanmak ve tarihin bu ayrıntı konuları hakkında bilgilenememiş izleyicinin kafasında ki şüpheyi veya içerisindeki endişeyi görsel olarak gidermiş olmanızdır. Olumsuz taraf ise, tarafgir bir tarih yaratarak insanların bilinçlerinde medeniyetler ayrışmasını hızla körükleyecek olmanızdır.

İşte böyle bir durumda, elinde tarihi film çekme gücü ve imkanı bulunan tarafların, tarihi filmleri birer propaganda malzemesi olarak kullanması kaçınılmaz hal almaya başlayacaktır. Hakeza, sinemanın kendi tarihi bu tip filmlerle doludur. Hollywood gibi büyük bir sinema endüstrisi için bu filmlerde en büyük handikap, Amerika Birleşik Devletlerinin, mitolojik veya antik çağlara dayanan bir tarihi olmamasıdır. İşte onlarda bu açığı, Avrupa’nın özellikle de Küçük Asya’nın tarihine yönelerek kapatmaya çalışmaktadırlar. Zira eğer Hollywood arşivlerini ararsanız, antik yunan çağı ve Helenistik unsurlara dayalı yüzlerce film bulabilirsiniz. Tabii bu filmlerin oluşmasının yegane sebeplerinden birisi de bölgenin inanılmaz bir tarihi zenginliğe sahip oluşundan kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte Mısır uygarlığı da sinema için büyük kaynak oluşturan tarihi donelere sahiptir. Fakat, işte burada sinema yapımcı ve yönetmenlerinin tarafgirliğine bir kez daha şahit olabilirsiniz. Görece olarak çok daha eski kökenlere ve çok daha mistik öğelere; dolayısıyla tarihi film çekebilecek binlerce sayısız materyale sahip, Orta Asya, Çin, Türk ve yakın doğu tarihi sinemalarda yerini almamakta, yer aldığı yapımlarda ise medeniyetler ayrışması daha da keskinleşsin diye öcü, umacı veya karanlık olan taraf olarak gösterilmektedir.

Tarihi filmleri, özellikle ve çoğunlukla Hollywood yapımı olan filmleri mercek altına alarak daha açıklayıcı bir yorum getirebiliriz. Mel Gibson’ın hem yönettiği hemde oynadığı Cesur Yürek filmi, günümüz sinema seyircisinin tarihi filmlere olan ilgisini en yüksek seviyelere çıkartan filmlerden biri olarak kabul edilmekte. Filmin girişinde “Tarih kahramanları asanlar tarafından yazılır” cümlesi ile hollywood’un tarihi değiştirme bahanesinin temelini öğrenmiş oluyoruz. Aslında diğer tarih filmlerine göre nispeten daha objektif olan tarihi bilgiler içeren bir filmdir Cesur Yürek. İngilizleri aşağıya çekerken, İskoçları yücelten şairane bir anlatımla süslenmiş olduğu gerçeği de reddedilemez şekilde karşımızda durmaktadır. Dönem tarihçileri yaşanan olayları ufak ayrıntılar dışında tamamen doğrulamaktadır. Fakat bu filmin asıl önemi bundan sonra çekilecek filmleri, sinemaseverin reaksiyonuna göre belirlemiş olmasıdır. Seyirci, bol kanlı ve bol insanlı savaş sahnelerini çok beğenmiş ve bu kadar destansı anlatımın içerisine ölçülü bir şekilde yerleştirilen aşk temasına hayran kalmıştır. Günümüz tarihi filmlerini çok sayıda figüranla gerçekleştirilen kanlı ve gerçekçi savaşlar sunan ve her tarihi filmde bir nebze olması gereken aşkın içinde barınması mecburi hale getiren yegane yapımdır.

Tarihi filmler konusunda sabıkalı ve çok tartışılan filmlere geldiğimizde bu konuda incelenebilecek ilk örnek İskender filmi olmalı. Tarihi veriler ışığında Makedonların helenistik kökene büründürülüp yunan olarak bize yutturulmaya çalışıldığı ilk film olarak görüyorum bunu. Tabii bu filmle ve devamında gelecek olan 300 filmi ile ortaya çıkan yunan eşcinselliği tartışmaları ortaya çıkacaktır. Bugün, Helen tarihine inanılmaz bir tutkuyla sahip çıkan Yunanistan’ın, Helen ve Roma tarihi metinlerinde kayıtlı olan, endogomi(aile içi ilişki) ve eşcinsellik ile ilgili dönem toplumuna dair bilgi veren kaynakları yok sayması ile büyük tartışmalar başlatan bir film olacaktı İskender. Tarihi bir bilgi olarak verecek olursak, İskender Makedon bir kral olup yunan site devletlerini kendi bayrağı altında toplayan bir hükümdardır. Makedonların ise bölgeye yapılan büyük göçlerle bu bölgeye yerleştiğini söylersek sanırım tarihi köken konusunda daha tutarlı bir araştırma yapılması gerektiği hususu sinemacılardan istenmeli diyebiliriz. Bu filmde anlatılan, Perslere karşı yapılan savaşların bir uzantısı da, çekildiği dönemden bugüne kadar tartışmaları hala süren 300 e götürmekte bizi. Tarihi bilgilere bakıldığında ise 300 hollywood sinema tarihinin en şüphe uyandıran filmi olarak karşımıza çıkıyor.

300 filmi içerik olarak dışarıdan pekte tarihi film gibi gösterilmeye çalışılmadı. Daha çok grafik bir çizgi roman uyarlaması olarak seyirciye sunulmaya çalışıldıysa da, içerdiği tarihi saptamalar ve çekildiği dönemdeki Amerika-İran sürtüşmesi filmin bir çok noktasına değinmeyi gerektiriyor. Amerikan Sinemasının kah kendi yakın tarihi olsun, kah başkalarının eski antik tarihi ile olsun, sunmaya çalıştığı bir anlayış var. Yoğun alt mesajlar içeren ve propaganda kokan filmler konusunda da, çok sabıkalı bir sinema olduğunda çoğu kişi benimle hemfikirdir sanırım. Filmdeki tarihi yanlışlıklar ve saptırmalar bir yana, yapılan en büyük hata, günümüz demokrasi ve özgürlük anlayışının, bu filme dayandırılarak geçmişe yürütülmeye çalışılmasıdır. Bu tarihi filmler açısından düşülebilecek en kötü hatalardan birisidir, zira dönem toplumlarında kölelik, günümüz demokrasisinin temelini oluşturmakla beraber sınırlı bir demokrasi ve insan haklarından bihaber roma yasaları varken, bunun günümüz demokrasisine uyarlanmaya çalışması insanları yanlış tespitler yapmaya yöneltir. Persler siyahi bir ırk olmadığı halde, tuhaf bir şekilde siyahi gösterilmiştir. Ayrıca filmin Konusu olan Thermopylai Savaşında ki tarihi veriler ve orduların rakamları saptırılmış, ortaya tam bir fiyasko çıkarılmıştır. Tarihi veriler konusunda tarihçilerimizden Prof. Dr. İlber Ortaylı: “Tarihsel olarak film çok kötü, tarihle hiçbir alakası olmayan berbat bir film. Çoluk çocuğun bu filmi seyretmesi son derece sakıncalı, bizim gençlerimiz zaten tarih bilmez, bu tür filmleri izlerlerse tarihi iyice yanlış öğrenirler, çünkü bu filmin tarihsel gerçeklerle uzaktan yakından bir alakası yok.” Derken bir diğer tarihçimiz Prof. Dr. Mete Tunçay, filmin yunan şovenliği yaptığını iddia ederken tarihi olarak çok ilginç bir ayrıntıyı aktarıyordu: “Kral Leonidas, “felsefeci ve oğlancı (boy-lover)” Atinalıların bile reddettiği, Perslere boyun eğme önerisini kendilerinin haydi-haydi geri çevireceklerini söylüyor. Oysa, Sparta askerlerinin yiğitliklerinin, eşcinsel çiftler halinde savaşırlarken birbirlerine gösteriş yapma isteklerine dayandığı rivayet edilir.” Bunların yanında belirtilmesi gereken diğer önemli hususlardan biriside, Perslerin kölelik sisteminden dem vurulurken, küçük çocukların savaşçı olmak uğruna yetiştirilişindeki özgürlük ve insan hakkı ihlallerinin görmezden gelinerek, Sparta halkının özgürlük aşığı bir millet olarak vurgulanması hususudur. Filmden çıkan ortalama zihniyetteki insanın kafasında ise, Doğunun hep batıya karşı savaştığı batının ise hep hukuk ve özgürlük için direndiği mesajının filmden alınmasından daha doğal bir sonuç yoktur.

Truva’ya geldiğimizde ise homeros’un ilyada destanının gözlerde fazla yeterli olmayan bir biçimde çekildiğini görebiliriz. Tarihi film aşamasında Cesur Yürek filminin kurallarını uygulayarak görkemli savaş sahneleri ile çekilmiş, hatta bu konuda figüranlarla tatmin olunmayıp bilgisayar hileleri ile, asker sayısı herhangi bir filmde gözükmemiş çoğunluğa ulaştırılmıştır. Filmde gösterildiği gibi Odysseus savaşa katılmayı istememiş, fakat destana göre bir hile ile katılmıştır. Ayrıca kuzeni değil ama Akhilleus’un 15 yaşında olduğunu ve komuta ettiği Myrmidon’ların kendisine değil, babasına ait olduğunu bilmekte ve Hector ile Akhilleus arasında ki kapışmanın filmdekinden tamamen farklı olduğunu bilmekte de yarar var. Çünkü filmde bu tip ayrıntılar tamamıyla pas geçilmiş. Hatta Yunan mitolojisinin ve ilyada destanının vazgeçilmez unsurları olan Tanrıların savaştaki rolünden ve yaptıklarından neredeyse hiç bahsedilmemiştir. Bu anlamda tarihi bir senaryoyu hayata geçirmekte de, sinema kendi tarihini yaratıp araya serpiştirmekte bir sakınca görmemiş fakat yine tarihi bir bilgiyi ve destanı ekranlara yanlış yansıtmaktan geri durmamıştır.

Antik Yunan tarihini bir yana bırakırsak, Hollywood, etliye sütlüye karışmayan Mısır Tarihini yansıtmakta başarısız olmamış ve dönemin gişe başarısı Mumya filmini ortaya çıkartmıştır. Antik tarihle ilgili tarihi veriler, çoğunlukla yetersiz ve mitolojilere dayanmakta olduğundan seyirciyi sadece fantastik bir hikaye ile baş başa bırakmakta fakat, yaklaşan tarih hem izleme hem de bilgilenme isteği içerisinde olan seyirciyi kendisine daha çok çekmektedir. İşte bu durumda Cennetin Krallığı filmi karşımıza çıkıyor. Bu film Amerikan sinemasının Kara Şahin Düşüyor filmi ile yakın tarihi inanılmaz saptırmakta başarılı olan Ridley Scott tarafından çekilecek dendiğinde, acaba o dönem Kudüsü nasıl anlatılacak endişesi bilinçli izleyicinin kafasını kurcalıyordu. Evet, beklendiği gibi olmadı, nispeten karşı tarafı fazla rencide etmeyen, Her zaman yapıldığı gibi İslam toplumunu direkt olarak aşağılamayan bir filmdi. Fakat, bu filmde insanın kafasını kurcalayan tarihi hatalar daha çok göze batmayan, ama çok önemli hatalardır. Örneğin film boyunca Kudüs’te yaşanan her şey izleyiciye sunulurken, Selahaddin Eyyubi tarafı izleyiciye gösterilmemiştir. Filmin olaylara Hıristiyan kaynaklarından bakmasından daha doğal bir durum söz konusu olmadığı için belki bu pekte geçerli bir serzeniş değil. Bununla beraber Hıttin Savaşında uygulandığı tarihi kaynaklarda da geçen; Türklerin meşhur savaş taktiği olan Turan Taktiğinin bir yabancı filmde görülmesi aslında görece olarak sinemanın biraz daha objektif tarih verileri elde etmesi adına umut verici demek istesek bile, ne yazık ki diyemiyoruz. Çünkü, Kral Guy’ın çöle orduyu çıkartması için üzerinde inanılmaz baskı yaratan Kudüs teki Yahudi topluluktan hiç bahsedilmemiş. Dönemin Hıristiyan kaynaklarında yer alan Tapınak Şövalyelerinin bölgeye sefer için gelen haçlı ordularına uyguladıkları tuhaf vergi, yükümlülük ve hatta aralarından bazılarının katledilmesi, perdeye yansıtılmamış. İslam hakkında ki tuhaf yanlışlıklar, örneğin herkesin farklı bir tarafa dönerek namaz kılması, ezan okunduğu sırada toplu ibadetin gerçekleştirilmesi gibi, islamiyeti yüzeysel olarak bilen bir danışmanın dahi bilebileceği hatalar ne yazık ki düzeltilmemiş, belki de düzeltilmek istenmemiş. Bu filmde de, ayrıntı bazlı bir sürü tarihi hata bulabiliriz. Hatta sayfalarca örnek verip tarihi filmleri irdeleyebiliriz. Fakat, maksat hataları filmlerde bulmak değil, anlayışın ne yönde olduğunu kavramak.

Bu tarihi yanlışlarla örülü filmler, tarihi ya az, ya da hiç bilmeyen neslin kafasında yeni ve yanlış bilgilere dayanan bir tarih oluşturmakta birebir. Tabii her zaman olduğu gibi yapımcıların amacı para kazanmak. Çünkü, tarihi filmler gerek dövüş sahneleri, gerek anlattığı dönemin kafada canlandırılabilecek başka metanın olmayışı, gerekse sahip olduğu zengin senaryo yapısı itibariyle izleyiciyi mutlak surette gişeye çeken filmler. İzlediği bir tarih filmini beğenmeyen izleyici bile, bir yenisi sinemaya geldiğinde kafasında ki şüphelere rağmen filme gitmeyi tercih edebiliyor. Birde görünenin altında sunulan amaç var. Bu da Huntington’ın Medeniyetler Çatışması tezine beyazperde yönüyle hizmet eden bir anlayışın var olduğu. Bir çoğumuz, bu sadece film veya sanat diyebiliriz. Fakat, elde edilen veriler, yapılan bariz tarihi yanlışlıklar ve bu konuda hala uzmanlara danışmadan hazırlanan tarihi filmlerin mevcudiyetini koruması, en azından benim bu yapımların sadece film olduğunu düşünmeme engel oluyor. Zaten kendi tarihini sinemaya yansıtmakta başarısız bir toplum olarak, birde tarihimizi yalan yanlış bir şekilde, başkalarının hazırladığı beyazperde yapımlarından öğrenmek bizim olan ve sinemamızda yansıtılmayı beklenen o tarihi ve kültürel zenginliği yok edecek. Bu sebeple, kendi tarihimizin, kendi sinemamızda diğer yapımlarla boy ölçüşebilmesini istiyorsak, öncelikli olarak kendi tarihimizi çok iyi bilmek ve öğrenmek durumundayız. Yoksa, başkaları gelip bizim tarihimizi örneğin Gelibolu gibi yapımlarla Anzak tarihi haline getirebilir, bizlerde fark etmeden kendimizi bu yapımları alkışlıyor bir şekilde buluruz.