Richard Linklater'ın son filmi izleyiciye beklenmedik bir kahramanla empati kurduruyor.
Richard Linklater'ın yönettiği ve Robert Kaplow'un senaristliğini yaptığı “Mavi Ay” (Blue Moon), “My Funny Valentine,” “The Lady Is a Tramp”, “Blue Moon" gibi kültleşmiş Amerikan şarkılarının söz yazarı Lorenz Hart'ın hayatından bir kesite odaklanıyor.
“Mavi Ay”, efsanevi müziklere söz yazarlığı yapmış, başarısı ve -filmde gördüğümüz üzere- belli konulardaki kötü itibarıyla tanınmış Hart'ı anlatıyor. Fakat film, özünde yalnız kalmaktan korkan bir insan ile ilgili. Aralıksız konuşma içeren ve neredeyse tek bir barın içinde geçen bu film, sahip olduğu bu temayla beni oldukça etkiledi.
Filmin konusuna bakalım:
Film, "Oklahoma" müzikalinin çıkış sürecinde söz yazarı Lorenz Hart'ın (Ethan Hawke) alkolizm ve mental sağlık sorunlarıyla mücadelesini anlatmakta. Mavi Ay 1943’te, artık Hart ile çalışmamaya karar veren Richard Rodgers'ın (Andrew Scott) büyük başarı kazanan müzikali Oklahoma'nın açılış partisinde, tek bir gecede geçmekte. Film savaş zamanı Amerika'sı ve Broadway perde arkasına derinlemesine bir bakış sunuyor.
Filmin başlarında orta yaşlı bir adamın sürekli anektod anlatıp kafa ütülemesi bana izlenesi gelmese de Hart’ın Elizabeth’in (Margaret Qualley) ilgilisini üzerinde hissedebilmek için çırpınışı, ilgiyle onun maceralarını dinleyişi, Rodgers ile yeniden bir şeyler üretmek için kalbi kırılarak olsa da katıldığı açılış partisinden en son ayrılan kişi olmasını izlemek gerçekten ilgi çekiciydi.
Filmde Hart’ın boyunun kısalığına hep değinilmesinin yanında insanlarla duyduğu seviyelerin farkı da bir anlatım dili olarak kullanılıyor. Kendisini hep dimdik ve kararlı bir şekilde yansıtmaya çalışan Hart, insanlarla olan konuşmalarında her zaman boy seviyesi olarak -ve itibar olarak- aşağıda kalıyor. Öyle ki Hart ile konuşmak isteyen neredeyse herkes onu Rodgers ile tanışmak için bir araç olarak görüyor. Kafasının en uyuştuğu kişi olan yeni yazar arkadaşı bile bir noktada Hart’ı yalnız bırakıyor. Filmde Hart’a acımayla karışık bir tahammül edilme durumu olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Biz de filmin başından beri Hart'ın öleceğini bilerek seyretsek de bu sırrı ona belli etmemeye çalışarak izlemeye devam ediyoruz.
Yalnızca Elizabeth’le baş başa kaldıkları sahnede iki karakter birden yerde oturarak -eşit- bir konuşma gerçekleştiriyorlar. Burada Elizabeth’in Hart’a gerçekten sempati duyduğunu görüyoruz fakat bir yandan da fark ediyoruz ki Elizabeth, Hart’a bir soru bile sormuyor. Filmin sonunda en hayranlık duyduğu iki kişi olan Elizabeth ve Richard Rodgers’ın Lorenz Hart’ı geride bırakarak kol kola çıkmaları Hart’ın yalnızlığını vurgulayan son damla oluyor.
Hart; film boyunca basit duyguların ifade edilişini yargılasa da ve Oklahoma’nın fazla yüzeysel olduğunu düşünse de ağzından çıkan sözlerin aksine sevilmek ve değer görmek için çok büyük bir arzu duyuyor. Bu çatışma da "Mavi Ay"ı oldukça güçlü bir film yapıyor.
Fakat Linklater, "Mavi Ay"ın bir tarihi belge niteliği taşımadığını belirtiyor. Hart'ın "Oklahoma"nın açılış partisine katılmış olduğu belgelenmiş olsa da Kaplow, açılış partisine gitmesinin düşük bir ihtimal olduğunu düşünüyor. Kaplow partinin Broadway sanatçılarının karikatürleri ile bezeli Sardi's isimli restoranda kutlandığına bile emin olmadığını ekliyor.
Kaplow, filmi yazma fikrinin 1970'lerde Richard Rodgers'ın verdiği uzun bir röportajda Hart hakkında çok soğuk ve mantık ağırlıklı konuşurken içten içe üzüldüğünü sezebilmesi üzerine bu fikrinin ilk tohumlarının atıldığının altına çiziyor. Daha fazla detay için bu "Time" haberini inceleyebilirsiniz.
Filmi izlemek isteyenlere şimdiden iyi seyirler!
Beren Demirci
Yorumlar (0)