Yalnız Kalpler: Yönetmenin Yanlış Tercihleri…

21.07.2008 10:40

1940’lı yılların sonunda Martha Beck ile Raymond Fernandez, Amerika’da adı çıkmış “Yalnız Kalpler katilleriydi.” Onların öldürücü silahı aslında çok basitti. Gazeteye kişisel ilan veriyor. İlana cevap veren terkedilmiş dul kadınlara ilk olarak Ray, kendisini seksi Latin aşığı olarak tanıtıyordu. Böylelikle tuzağa düşen bu kadınları hem dolandırıyor hem de öldürüyorlardı. Ray ile Martha’nın tanışması ise ikisinin de hayatlarında önemli bir dönüm noktasıydı. Ray ve Martha birbirlerini görür görmez, aşık olmuş. Bu ilişki ikisi için tutkulu bir aşka ve kolay kazanılan para dönüşmüştü. Martha ise, dul kadınlara Ray’ın kız kardeşi olarak tanıtılıyor. Ray kadınları baştan çıkarırken, daha sonra ikili birlikte kadınları öldürülüyor ve birikimlerine el koyuyordu. Martha ve Ray,  polis tarafından yakalandığında, 12 cinayet işlediklerini itiraf etti. Aslında gerçek rakam 20’ye yakındı. İki aşık, cinayetlerden dolayı 22 Agustos 1949’ta ölüm cezasına çaptırıldı. Temyize birkaç defa başvurmalarına rağmen, 8 Mart 1951’de Sing - Sing hapishanesinde yanyana elektrikli sandalyede ölüm cezaları infaz edildi.

Yalnız Kalpler Katilleri’nin öyküsü sinema dünyasının ilgisini çekmekte gecikmedi elbette. Besteci Leonard Kastle tarafından 1970’de “The Honeymoon Killers” adı ile uyarlandı. Kastle’in başka film çekmemesi ilginç bir dipnot olsa gerek. Yalın bir dil kullanan Kastle’in filmi beğenilen bir film oldu.
Türk sinemaseverlerin yakından bildiği 1996 yapımı Arturo Ripstein filmi “Profundo Carmesi – Koyu Kırmızı” da aynı konuyu işliyordu. Ripstein öyküsünü ustaca kurgulamış, kendince değişikliklere gitmiş yalın film olmaktan çok, duygu yanı ağır basan renk tonlarına önem veren bir başyapıt çıkmıştı ortaya.

Ripstein’in toplamda 19 ödül toplayan “Koyu Kırmızı”sı ikinci kez beyazperdeye taşınan öyküde gerçeğe bağlı kalmak yerine neden-sonuç önermelerine bağlı kalıyordu. Paz Alicia Garciadiego’nun usta işi senaryosu öyküdeki bütün boşlukları dolduruyor, birde mükemmel final hediye ediyordu beyazperdeye.

2006 yapımı olduğu halde, 2 yıl gecikmeli olarak gösterime giren “Yalnız Kalpler” senarist / Yönetmen Todd Robinson’un bakış açısından yansıyor bu kez. Üçüncü kez sinemaya uyarlanan “Yalnız Kalpler Cinayetleri”nin bu ilgiyi bir tür Bonnie & Clyde öyküsü olmasına borçlu elbette.
Öykünün en özgün yanı, can damarında aşkın olması, Martha’nın Ray’e duyduğu aşkın saplantılı bir aidiyete dönüşmesi kuşkusuz. Bunu ince ince işleyen Ripstein’ın aksine Robinson daha baştan bu kozu kullanamıyor neredeyse.  

Robinson daha en baştan öyküsünü iki dedektifle açıyor ve bunlardan birine anlatıcı görevini veriyor. Dönem atmosferini başarı ile yaratsa da dedektifler Elmer, Charles ve diğer yan karakterler arasında gereğinden fazla dolaştırdığı kamerası ile daha en baştan kaybediyor.

Karısının intiharı yüzünden zor zamanlar geçiren, işinin en iyisi iken masabaşına geçen Elmer Robinson, oğlundan ilişkisini saklayan hırsını kaybetmiş biri iken ortağı Charles Hilderbrandt ile gittikleri bir intihar vakasından hemen sonra Yalnız Kalpler’in peşine düşüyor. İntihar vakasının Elmer’i işin içine çekmesi ile başlayan öykü, Elmer’i daha sonra bolca görmemize sebep oluyor.

Jared Leto tarafından canlandırılan dolandırıcı aşık Ray Fernandez, kadınların gönlünü fethedip paralarını sızdıran bir kalp avcısı rolünde pek doyurucu değil, sanki bir şeyler eksik gibi. Ona deli gibi aşık olan Martha Beck rolündeki Salma Hayek’in oldukça zayıf ve neredeyse duygusuz performansı da üzerine aralarındaki kimya bozukluğu da tuz biber oluyor. Martha’nın Koyu Kırmızı’da gördüğümüz gerçekte olduğu gibi şişman ve görece çirkin kadın hali gitmiş yerine güzel bir koymuş yönetmen Robinson. Koyu Kırmızı’nın aşığı Coral, iki çocuğunu yetimhaneye bırakacak kadar tutkulu iken, Martha’nın tutkusu sadece gözleriyle verilmeye çalışılıyor. Ve elbette büyük bir boşluk doğuyor.

Çok yakışıklı olmayan, ünlü bir aktöre benzerliği sayesinde kadınların gönlünü fetheden bir adamla; Şişman, kalbi kırık, kendi deyimiyle daha önce bir beyefendiyle birlikte olmamış kadının öyküsünü anlatan Ripstein “Koyu Kırmızı”da yan öykülere fazla girmeden değiştirdiği finaliyle hiçbir boşluğa izin vermiyordu.

3 belgesel çekmiş, Tv’ye de benzer filmler yapmış ama pek ses getirmemiş yönetmen Todd Robinson öykünü Ray ve Martha üzerine odaklamak yerine, dönem filmi yapma tercihinde bulunarak kaybediyor maalesef.

Bu sebeple filmi bir türlü tempo kazanamıyor. Bir türlü işlenen cinayetlerin sebebi olan tutku seyirciye geçmiyor. Bir türlü oyuncular performansını yükseltemiyor. Yönetmenin yanlış tercihleri sebebiyle “Koyu Kırmızı” da olduğu gibi seyirci de iz bırakamayan Ray ve Martha sadece beyazperdeden bir kez daha geçmiş oluyor o kadar…

Premier Grup

www.sinemalife.com