Loving Vincent Film Eleştirisi: Van Gogh'un dramına muhteşem bir bakış!

31.12.2017 17:33

Varoluş sancıları çekmek, yalnızlık ve akla gelebilecek tüm yaşam ızdırapları büyük sanatçıların kaderidir. Ortaya çıkardıkları şaheserler de genellikle bu acılardan beslenir. Ne dokunaklı bir gerçektir ki bu ölümsüz isimlerin çoğunun değerleri onlar hayattayken anlaşılmaz. Şafaktan önceki karanlıkta, sıkıntılı hayatlarında yarattıkları sanat, onlar tan yeri ağarırken göçüp gittiğinde, yıllar geçip de güneş doğduğunda ışıldar her yerde.

İşte bu acı gerçekleri yüzümüze vuran, kalbimizi ağrıtan sıradışı bir film çekildi. Yönetmenliğini ve senaryosunu Dorota Kobiela ile Hugh Welchman’ın üstlendiği, ABD – Polonya ortak yapımı Loving Vincent (Vincent’ten Sevgilerle), 19. yüzyılın önde gelen sanatçılarından ünlü Hollandalı ressam Vincent Van Gogh'un trajik ve bir o kadar da gizemli son günlerini, daha önce görülmemiş bir tarzla ele alıyor.

Ömrünün son 10 yılı boyunca yaklaşık 900 suluboya / yağlıboya resmi ve 1100 karakalem çalışma üreten Van Gogh’a yönelik bu biyografik film, 115 ressamın tek tek yaptığı 65 bin kare yağlıboya tablonun birleştirilmesiyle oluşturulmuş.İzleyiciyi hareketli bir Van Gogh tablosundaymış gibi hissettiren filmde ressam Vincent Van Gogh’u Robert Gulaczyk, ölümünün gizemini çözmenin peşindeki Armand Roulin’i Douglas Booth ve Van Gogh’un son günlerine damga vuran Doctor Gachet’i ise Jerome Flynn canlandırıyor.

Filmin Van Gogh-vari resim tekniğinin hareketlendirilmesi sayesinde oyuncular beklenenden daha fazla iz bırakıyor seyircinin zihninde. O pastel tonlar ve renklerin olağanüstü ahengi, yapımın etkileyiciliğini artıyor. Örneğin Adeline Ravoux rolüyle karşımıza çıkan Eleanor Tomlinson, al yanaklarının ve dikkat çekici gülümseyişinin çizimiyle belki sıradan bir filmde görünemeyecek kadar canlı ve çarpıcı bir şekilde boy gösteriyor.

Van Gogh’un eşsiz ve öncü stili, ölümünden 127 yıl sonra çekilmiş bu filmin oyuncularını da yüceltiyor, onlara bambaşka bir ruh veriyor ve silinmeyecek bir şekilde zihinlerde yer etmelerini sağlıyor. Yağmurlar, yıldızlar, akan bir nehir, kuş sesleri eşliğindeki doğa, çayırlar ve tarlalar, bazen gecenin sükuneti, bazen de şehirlerin gürültüsü, hepsi Van Gogh filtresinden geçerek yansıyor beyaz perdeye. Filmin müziklerinde imzası bulunan Clint Mansell’e özellikle vurgu yapmak gerekiyor. Melodiler, Loving Vincent’ın dram ve gizem unsurlarına çok başarılı bir şekilde eşlik ediyor ve seyirciyi kalbinden yakalıyor.

Loving Vincent filmi, 1890 yılında Fransa'nın Auvers-sur-Oise kenti yakınlarında, 37 yaşındayken hayata veda eden Van Gogh'un son kez resim yapmak için gittiği buğday tarlasında aslında ne olduğunu sorguluyor. Sıcak bir Temmuz günü tarlaya gelen büyük ressam, intihar etmek için kendisini karnından mı vurdu? Yoksa başka biri tarafından kazara ya da bilerek mi vuruldu? Yaralı halde odasına dönen ve “intihar etmek için kendimi vurdum” diyen Van Gogh, iki gün sonra hayatını kaybediyor. Film, Van Gogh’un ölümünden bir yıl sonrasında geçiyor ve yolculuk 1891’de Arles’te başlıyor.

Armand Roulin karakteri özelinde aydınlatılmaya çalışılan bu gizem, aslında bizlere Van Gogh’un hayat mücadelesini, kendisini kanıtlama çabasını, duygusal dünyasını, yalnızlığını, ruhsal git-gellerini ve belki de ölümüne sebep olan vicdan azabını keşfetme fırsatı veriyor. Filmde de duyduğumuz, “Yaşam, en güçlüleri bile baş aşağı getirebilir” sözleri Van Gogh’u ölüme götüren süreci özetlemek için yeterli mi, bunun kararını izleyicinin vermesini de sağlıyor.

Ressamın o dönem eserlerini satamadığını ve kardeşi Theo'ya mali açıdan daha fazla yük olmayı istemediği için vicdan azabıyla ölümü kabullendiği tezi filmde ağırlık kazanıyor. Empresyonizm akımının öncülerinden kabul edilen ve yoksulluk içinde bir yaşam süren Van Gogh'un resimlerinden bazılarının, bugün dünyanın en tanınmış ve pahalı eserleri arasında yer aldığı gerçeğini de hatırlayınca, usta ressamın yaşadığı dram daha da acıtıyor seyircinin kalbini. Satılamayan tablolar, mutlak yalnızlık, dışlanmışlık, kendisiyle dalga geçen züppe zenginler ve bir de üstüne eklenen aile dramı, Van Gogh’un ölümü istediği düşüncesini güçlendiriyor. Loving Vincent filmi, duygu yüklü bir bakış açısıyla, adeta Van Gogh’un ızdıraplarını yaşatarak sunuyor bu gerçeği bizlere.

Harikulade detaylara sahip filmin deyim yerindeyse işçiliği, akıcılığı ve üslubu çok başarılı. Bir sanat galerisinde olduğunuzu ve muhteşem bir tablonun önünde saatlerce kalakaldığınızı düşünün. Filmi birçok kere durdurup etkileyici bir sahnenin derinliğinde kaybolmayı ve iyice özümsemeyi arzuladığınız anlar oluyor. Her dakikasında biraz daha giriyorsunuz dramatik atmosfere ve her an biraz daha merak ediyorsunuz Van Gogh’un kişisel buhranları ile bozuk ruh sağlığını. 

“Loving Vincent nasıl daha iyi olabilirdi?” diye bir soru gelebilir okuyucuların aklına. Bu hikayeyi Armand Roulin yerine Van Gogh’un kendi ağzından dinlemek çok daha etkileyici olabilir miydi diye sormamak, düşünmemek elde değil. Van Gogh’u esir alan mutlak yalnızlığı, deliliğin sınırındaki psikolojik dünyasını daha derinden hissetme arzunuzu da tam anlamıyla tatmin ettiği söylenemez. Bazen de Hollywood tarzı beklenmedik, basit diyaloglar görebiliyorsunuz. Bu etkenler kesinlikle filmden aldığınız zevki ve keyfi engelllemiyor. 

İzlerken adeta Van Gogh’u yaşayacağınız Loving Vincent filmi, kıymeti geç anlaşılmış usta ressama yönelik 95 dakika süren bir saygı duruşu niteliğinde. Bir başyapıt olup olmayacağı tartışılabilir ama kesinlikle seyredilmesi gereken harika bir eser. 

10/9

Yazan: Gökhan Öztürk