
Uyarı: Bu inceleme “The Last of Us Part II” video oyunundan ve "The Last of Us" dizisi 2. sezonundan spoiler içeriyor.
HBO'nun “The Last of Us” uyarlamasının ilk sezonu, hem oyunun sıkı takipçilerini hem de yeni izleyicileri etkilemeyi başarmıştı. Video oyun dünyasında bir ikon haline gelmiş bu hikayenin televizyon adaptasyonu beklentileri arşa çıkarmıştı diyebilirim. İkinci sezona girerken ise kafalarda pek çok soru işareti vardı. Kaynak oyun olan “The Last of Us Part II”nin ne kadar tartışmalı ve duygusal olarak zorlayıcı olduğunu biliyordum, bu yüzden dizinin bu malzemeyi nasıl ele alacağını merak ediyordum.
Dizi, kıyamet sonrası dünyanın sadece enfektelerle değil, insanların birbirlerine karşı gösterebildiği acımasızlıkla da şekillendiğini ilk sezonda başarılı bir şekilde ortaya koymuştu. Joel ve Ellie arasındaki ilişki, bu sert dünyada sadakat ve şefkatin ne kadar değerli ve aynı zamanda kırılgan olduğunu gösteriyordu. İkinci sezonda ise odak biraz daha daralıyor ve kıtlığın, zorlu ahlaki seçimlerin ve intikam döngüsünün insanlar üzerindeki etkilerine yöneliyor. Enfekteler hala var, ancak hikaye daha çok karakterlerin iç dünyalarına ve ilişkilerine odaklanıyor.
İkinci sezon, beş yıllık bir zaman atlamasıyla başlıyor ve Joel ile Ellie'yi Jackson'da daha güvenli bir ortamda gösteriyor. Ancak bu güvenliğe rağmen, ikilinin arasındaki ilişkinin gergin olduğunu ve özellikle Joel'un mutsuz olduğunu görüyoruz. Bu sezona dahil olan en önemli yeni karakter ise Abby (Kaitlyn Dever). Oyunun hayranları için Abby'nin kim olduğu ve neyin peşinde olduğu biliniyordu: babasının intikamını almak.
Dizinin oyunun hikayesini yorumlama ve televizyon formatına taşıma konusunda genel olarak başarılı olduğunu düşünüyorum. Ancak “The Last of Us Part II”nin karmaşık yapısı, farklı bakış açıları ve zaman atlamaları televizyona aktarılırken bazı zorlukları da beraberinde getirmiş gibi görünüyor. Benim izlediğim ve farklı kaynakların da belirttiği gibi, dizinin en çok eleştirilen yönlerinden biri fazlasıyla açıklayıcı olması. Sanki izleyicinin hikayeyi veya karakterlerin duygularını anlamayacağından korkuluyormuş gibi. Oyunun ima yoluyla veya oynanışla aktardığı inceliğin, dizide karakterlerin sürekli ne hissettiklerini dile getirmesiyle kaybolduğu hissi uyandırdı bende de. Abby'nin motivasyonlarının ve geçmişinin nispeten erken açığa çıkması ve özellikle Joel'un ölüm sahnesindeki diyaloglar, oyunun başlarda Abby ile empati kurma zorluğunu ve yarattığı belirsizliği yumuşatma çabası olarak yorumlanıyor. Bence de bu durum, oyunun o anki travmatik etkisini ve Abby'nin eyleminin sertliğini bir parça törpülemiş.
Ancak dizinin bence çok başarılı olduğu noktalar da var. Örneğin, oyunda olmayan Jackson'a saldırı sahnesi. Dizi, bu sekansla bulundukları dünyanın acımasızlığını gözler önüne seren gerilim dolu ve çarpıcı bir an sunuyor. Gerçekten de bu sahne, güvenli bir topluluğun bile ne kadar kırılgan olabileceğini güçlü bir şekilde hissettirdi. Yılbaşı kutlamasında Joel'un Seth'i ittiği an da benim hoşuma giden bir detay oldu; oyun Joel'una göre daha vahşi, bu dünyaya daha uygun bir tepki vermesi karakter gelişimini desteklemiş.
Pedro Pascal, Joel karakterine o kadar çok şey katmıştı ki, gerçekten de bu role biçilmiş kaftan olduğunu düşünüyorum. Oyunu oynayanların beklediği gibi, ikinci sezonda karakterine veda etmek, benim için de gerçekten de çok etkileyici bir an oldu. Dizi yaratıcısı Craig Mazin'in de önceden belirttiği gibi, hikayenin ilerlemesi için bu adımın gerekli olduğu açıktı. Pedro Pascal'ın performansı karakterin mirasını omuzlamayı başardı ve bu ayrılık, sezon için belirleyici, aynı zamanda da yürek burkan bir dönüm noktası oldu.
Jesse'nin oyundakine nazaran daha belirgin bir öfke ve hayal kırıklığı taşıdığını gördüm. Bölümün ilk yarısı büyük ölçüde bu üçlünün arasındaki gerilime ayrılmıştı. Jesse'nin bu gerilimdeki rolü, Ellie'nin bencil davranışlarını ve kişisel intikam arzusunu Jackson'daki topluluğun ihtiyaçlarının ve güvenliğinin önüne koymasına duyduğu tepkiden kaynaklanıyordu.
İkinci sezonun hikayesini sertçe eleştiren birçok izleyici, Ellie’nin hâlâ neredeyse bir çocuk olduğunu göz ardı ediyor. Kararları, öfkesi ve hataları, onun travmalarla büyümeye çalışan bir genç olduğunu unutmadan değerlendirilmeli.
Oyunda, Ellie'nin intikam yolculuğunda yaşadığı aksiyon ve vahşet dolu anlar, sadece tansiyonu yükseltmekle kalmıyor; onun içsel çatışmalarını derinleştirerek karakter gelişimini pekiştiriyor ve oyuncuyla kurduğu bağı güçlendiriyordu. Ancak dizide bu süreç, daha yüzeysel işlendiği için Ellie'nin dönüşümü izleyiciye aynı yoğunlukta geçemiyor. Bu da hikayenin duygusal etkisini bir ölçüde zayıflatıyor.
Seattle Akvaryumu'ndaki yüzleşme sahnesi, Ellie'nin Abby'nin çevresindeki insanlarla ilk doğrudan çatışmasını içeriyordu ve bu anın oyundaki gerilimini yansıtıp yansıtmadığı konusunda farklı yorumlar olsa da, Mel'in vurulduktan sonra hamileliğinin ortaya çıkması ve ardından yaşananlar, bence sahnenin etkisini artıran güçlü bir unsurdu. Ellie'nin, yaralı Mel'in bebeği kurtarması için çaresizce yalvarışına şahit olması ve bu dehşet verici durumla yüzleşmesi, sadece Mel ve Owen'ın ölümüyle sonuçlanan trajediyi değil, aynı zamanda Ellie'nin intikam yolculuğunun ne kadar ileri gittiğini ve masum sayılabilecek kişilere bile zarar verdiğini çarpıcı bir şekilde gösterdi. Mel rolüyle Ariela Barer bu sahnede çok başarılı bir performans sergiliyor.
Oyunculuklara gelirsek, bence yine çok üst düzey performanslar izledik. Bella Ramsey, Ellie'nin intikam yolculuğundaki çalkantılarını ve ahlaki çıkmazlarını aktarmada gerçekten olağanüstü. Kaitlyn Dever'ın Abby performansı da, senaryodaki bazı tercihlere rağmen, karakterin özünü yakalamayı başarmış. Ayrıca Isabela Merced'in canlandırdığı Dina, benim için sezonun parlayan yıldızlarından biri oldu. Ellie ile olan ilişkileri sezonun en dokunaklı ve gerçekçi elementlerinden biriydi bence. Gabriel Luna'nın Tommy'si ve Young Mazino'nun Jesse'si de, özellikle final bölümünde hikayeye ağırlıklarını koyarak "sezonun gerçek kahramanları" unvanını hak etmişler. Jeffrey Wright'ın Isaac rolünde kısa ama etkileyici görünümleri de takdire şayan.
Sezon finali ise tam bir "cliffhanger" (heyecanı dorukta bırakan son) ile bitti. Abby ve Ellie arasındaki yüzleşme anında hikayenin Seattle Birinci Gün'e, Abby'nin bakış açısına dönmesi, oyunun yapısını bilenler için beklenen bir hamleydi. Bu, üçüncü sezonun büyük ihtimalle Abby'nin hikayesine odaklanacağının açık bir işareti. Oyunun o cesur yapısal değişimini televizyonda sezonluk olarak uygulamak, bence oyunu bilmeyen izleyiciler için büyük bir sürpriz ve beklenti yaratıyor. Final, Jesse'nin ölümü gibi şoke edici anlar içerirken, görsel olarak da başarılıydı. Ellie'nin intikam arzusunun çevresindekilere verdiği zarar net bir şekilde vurgulandı.
Dizinin görsel ve işitsel kalitesi de yine çok yüksek. Seattle'daki harabe binalar, fırtınalı deniz, Seraphite adası gibi mekanlar oyunun atmosferini başarıyla yansıtmış. Final bölümündeki çekimler ve özellikle o son anlara doğru tempo tekrar yükselirkenki gerilim, bence oldukça başarılıydı.
Genel olarak bakıldığında, “The Last of Us” 2. Sezonu, kaynak oyunun zorlu ve tartışmalı doğasını başarıyla yansıtmaya çalışırken bazı ödünler vermiş gibi. Bence başarılı oyuncu performansları, etkileyici yeni karakterler ve görsel olarak üst düzey anlar sunuyor. Ancak, oyunun sağladığı derinliği ve inceliği, karakterlerin motivasyonlarını ve hikayenin temalarını daha doğrudan ve açıklayıcı bir şekilde sunma eğilimiyle feda ettiği yönündeki eleştiriler de oldukça geçerli görünüyor. Bu sezon, üçüncü sezonda odaklanılacak Abby'nin hikayesi ve devam edecek çatışmalar için sağlam bir temel oluşturdu. İzlemesi keyifli, yer yer sarsıcı ve düşündürücü anlar içeren bir sezondu benim için, ancak oyunun yarattığı o benzersiz etkiyi yakalamakta bazı noktalarda zorlandığını söyleyebilirim.
Üçüncü sezonunun yayın tarihi henüz belli değil ve Abby’nin bakış açısından görmeyi, yeni karakterlerle tanışmayı, WLF ve Seraphite’ların savaşının gideceği noktayı, hatta belki de bu savaşın neden ve nasıl başladığını görmeyi merakla bekliyorum.
Ezgi Eyici
Yorumlar (0)