“Kusursuz” bir çekirdek aileye misafir olmaya ne dersiniz?

29 Ağustos 2025’te vizyona giren “Güller” (The Roses), “Çok başarılı bir kadın, çok başarılı bir adamla evlenirse ne olur?” sorusuna cevap arıyor ve olabilecek en zorlayıcı ihtimalleri gözler önüne seriyor.

Rose ailesi ile tanışın! 

Ivy (Olivia Colman), yükselen bir şef iken hırslı mimar Theo (Benedict Cumberbatch) ile yolları kesişir. Mutfaktaki deneysel ve keşifçi yaklaşımıyla İngiltere’de hak ettiği yeri edinemediğini düşünen Ivy, Amerika’ya taşınmanın hayalini kurmaktadır. Ondan ilk gördüğü andan itibaren çok etkilenen Theo da bu Amerikan Rüyası’nın ve rüya gibi kadının peşinden gitmeye karar verir. 

Şimdiye kadar her şey kulağa güzel geliyor, değil mi? Fakat hikâye doğrusal bir çizgide ilerlemiyor. Film, bahsettiğim romantik karşılaşmanın en az 13 yıl ilerisinde bir terapi seansında açılıyor. Bu sahne bize birbirlerini çok iyi tanıyan, zamanında birbirlerini çok sevmiş fakat yılmış bir çiftin portresini çiziyor. Sonrasında bu ikilinin yıllar içindeki ilişkisi ince ince işleniyor. 

Aslında akış olarak film, sahnede yapılan bir doğaçlama oyunu gibi ilerliyor. Tam iki karakter bir denge inşaa ettiği an oyun kurucu “Değiş tokuş!” diyor ve karakterler birbirlerinin rollerine uyum sağlamaya çalışıyor.

Hadi filme yakından bakalım, ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. Fakat uyaralım, bu noktadan sonra her an film hakkında tat kaçırıcı bilgiye (spoiler) maruz kalma ihtimaliniz olabilir.

Terapi sahnesinden sonra “Gül”lerin ilişkilerinin 7 yıl öncesine dönen film, bize oldukça mutlu bir aile tablosu sunuyor. Fakat Ivy’nin baştaki planından farklı gitmiş bir şey dikkat çekiyor. Theo, stresli bir şekilde mesleğiyle uğraşırken Ivy bütün duygusal zekası ve sezgisel anneliğiyle bir ev hanımı olarak çocukları büyütüyor. Hâlinden mutlu gözükse de her gün 4 kişilik ailesine bir pastanenin yapacağı kadar fazla pasta yapıyor. Yani Amerikan Rüyası’nın zamanında güzellediği “nükleer aile” (banliyödeki bahçeli evlerinde  yaşayan; çalışan baba, evle ilgilenen anne ve çocuklardan oluşan “ideal” aile) dengesi gerçekleşmiş, Ivy’nin yaptığı uzlaşma ile belli bir seviyede mutluluk yakalanmış. Theo da eşine haftanın birkaç gününü ayırabileceği ama başarı yakalayacağı kadar göz önünde olmayan enfes manzaralı bir restoran alarak Ivy’nin bu bitmek bilmeyen yemek yapma hevesini tatmin etmeyi umuyor.

Ama beklenmedik bir fırtına, ilişkilerinde de fırtına estirecek değişimler getiriyor. Theo’nun hayalindeki projeyi yerle bir oluyor. Aralarında itibarı yüksek bir eleştirmenin de bulunduğu fırtınadan kaçan insanlar ise Ivy’nin restoranına sığınıyor ve Ivy hızlı bir şekilde keşfediliyor.

Bu ani denge değişimi sonrası Ivy çok başarılı bir iş kadınına, Theo ise ev babasına dönüşüyor. Theo, Ivy’nin başarılı kariyerini; Ivy ise Theo’nun çocuklarla kurduğu yakın bağı kıskanıyor. Ivy vakit geçirsin diye Theo’ya hayalindeki evi inşa edebileceği bir bütçe ve arazi hediye ediyor. Ama bu ev bir yuva olmaktansa ilişkilerindeki bütün gerginlikleri, tutkuları, hırsları içine sıkıştırır. Yapay zekâyla iç içe geçmesiyle de iyice distopik bir hâl alan bu proje evde yaşananlar bize iki şeyi hatırlatıyor:

Birbirlerinden hıncını almak isteyen bu iki insan, mesleklerinde oldukları gibi birbirlerini çileden çıkartmakta da çok iyi olacaklar.

Asla öngöremeyeceğiniz yöntemlerle birbirlerini alt etmeye çalışan iki karakter artık çekilemez bir noktaya geldiklerinde oyuncularını zapt edemeyen oyun kurucunun tek bir şansı kalmış gibi görünüyor: o da oyunun pimini çekmek.

Filmde not düşmek istediğim bir dinamik de çiftin sosyal hayatı. Uzun bir süre yalnızca Theo’nun evli çift arkadaşlarıyla sosyalleşen çiftin sosyal çevresine sonradan Ivy’nin iki genç çalışanı da ekleniyor. Daha özgür ruhlu olan ve ciddi ilişki yaşamayan bu iki genç karakterin tam tersine çevrelerindeki iki çift de Ivy ve Theo’nunki gibi çok da mükemmel gitmeyen ilişkilere sahip. Rory (Jamie Demetriou) ve Sally (Zoe Chao) çifti birbirlerine olan tahammülsüzlüklerini -yemek sahnesine kadar- halının altına süpürüyorlar gibi görünürken daha sık gördüğümüz Amy ve Barry çifti ayrı bir hikâye.

Eşinin geçirdiği sıra dışı dönemleri olabildiğince hoşgörüyle karşılayan ama arka planda hayatını sorgulayan Barry (Andy Samberg) ve ne olursa olsun zor zamanlarında görmek isteyeceği kişinin eşi olmasını isteyeceğini söyleyen Amy (Kate McKinnon), kriz anlarında Theo’ya şunu öğütlüyor: Bu evrende mutlu bir evlilik yok. Ama tek başına yalnız hissedeceğine eşin ile birlikteyken yalnız hissetmek daha iyidir.

Evlilikler üzerine sıra dışı bir anlatıma sahip olan bu film, aslında 1981’de Warren Adler tarafından yazılan aynı isimli “The War of the Roses” kitabının uyarlaması. Filmin -dolayısıyla kitabın- ismi aslında bir kelime oyununa dayanmakta. Gerçek bir savaş olan “Güller Savaşı” (The Wars of the Roses), 1455–1487 yılları arasında İngiltere tahtı için Plantagenet hanedanının iki kolu olan Lancaster ve York hanedanları arasında yaşanan iç savaşlara verilen isim.

Hatta “Güller”, bu kitap üzerine çekilen ikinci film uyarlaması. İlk uyarlama, 1989 yılında “Güllerin Savaşı” olarak izleyicilerle buluşmuş. Başrollerini ise Michael Douglas ve Kathleen Turner paylaşmıştı.

2025 yapımı “Güller”i 1989 yapımı film ve 1981’de yazılan kitap ile karşılaştırırsak en büyük fark olarak boşanmak isteyen ve boşandıklarında evi almakta ısrarcı olan kişinin kadın olduğu gözüme çarptı. Evi kuran kişi olduğu için evin kendisine kalması gerektiğini savunan bu versiyonlardaki “Barbara” karakteri, bu arzularını 2025 yapımı uyarlamadaki modernleşmiş rol değişimi ile Theo’ya devretmiş.

Güller”, modern evliliklere beklenmedik bir şekilde mizahi ve abartılmış gerçeklikte bir ayna tutuyor. Başarılı oyunculuk performansları ve aksiyon filmlerini aratmayan evli çift kavgalarıyla keyifli olduğu kadar gerici bir 1 saat 45 dakika sizleri bekliyor!

Beren Demirci

Yorumlar (0)

avatar