'Nymphomaniac'tan ilk kare
07.02.2013

'Nymphomaniac'tan ilk kare

Filmleriyle ve açıklamalarıyla daima tartışılan Lars Von Trier'in merakla beklenen yeni filmi 'Nymphomaniac'tan ilk kare yayınlandı. Film nemfomanyak bir kadının doğumundan 50 yaşına kadar olan hayatını, özellikle de cinsel hayatını anlatıyor. Çekimleri Almanya'da gerçekleşen filmin başrolünde daha önce ‘Antichrist’ ve ‘Melancholia’de Lars von Trier ile çalışan Charlotte Gainsbourg yer alıyor. Gainsbourg'a Stellan Skarsgård, Shia LaBeouf, Jamie Bell, Christian Slater, Uma Thurman, Willem Dafoe, Connie Nielsen ve Udo Kier eşlik ediyor.
'Bize sövüyor' diyerek ödülü geri aldılar'
05.02.2013

'Bize sövüyor' diyerek ödülü geri aldılar'

Son dönemde yaptığı açıklamalarıyla ve Twitter'da yazdıklarıyla tartışma konusu olan Zeki Demirkubuz, Türkiye'deki festival jürilerini eleştirdi. Masumiyet, Kader, İtiraf gibi başyapıtlara imza atan Demirkubuz, katıldığı bir televizyon programında şöyle konuştu: ''Benim filmlerimde oyuncular büyük fedakarlıklar yaptı. Taner Birsel, Derya Alabora, Engin Günaydın... Ben “Bu insanlar neden benim filmlerimde oynuyorlar? Zaten filmler iş yapmıyor, filmi festivallere de göndermezsem ne olacak” diye düşünüyordum. Ancak artık bazı şeyler birikti ve ben de filmlerimi festivallere göndermeme kararı aldım. Bugüne kadar bana, filmlerime; Kader'e  Masumiyet'e çok fazla şey yapıldı.
Ben X: Hiçlik, Ölmeden Yok Olmak Mıdır, Yoksa Yok Olmadan Ölmek Mi?
05.02.2013

Ben X: Hiçlik, Ölmeden Yok Olmak Mıdır, Yoksa Yok Olmadan Ölmek Mi?

İstanbul’daki festival severlerin vizyon tarihini beklemeden görme şansı bulduğu "Ben X" geçtiğimiz aylarda vizyona girdi. Bu yıl İstanbul Film Festivali’nde Altın Lale için yarıştı ve FIBRESCI ödülüne layık görüldü. Montreal Film Festivali’nden de Grand Prix ödülüyle döndü. Ülkesi Belçika’yı Akademi Ödülleri’nde de temsil eden film son beşe kalamasa da gösterildiği yerlerde ses getirmeyi başardı. Nic Balthazar’ın kendi kitabından uyarladığı "Ben X", topluma uyum sağlayamayan gençlerin kaçış olarak gördüğü FRP’yi, otistik bir gencin bakış açısından irdeliyor. Ben’in  "ArchLord" adındaki oyuna göre yaşadığı hayatı, oyun arkadaşı ve oyundaki şifacısı Scarlite isimli kızla tanışmasıyla değişiyor. "Ben X", Nic Balthazar’ın ilk yönetmenlik denemesi. Filme kaynaklık eden kitabını yazarken, yaşadığı tartaklanmalara dayanamayarak intihar eden otistik bir gencin haberinden yola çıkmış. Çocuğun ailesiyle görüşüp önce kitabı yazmış, sonra da filmi çekmiş. "Ben X", otistik olsun olmasın, ergenlik dönemindeki her gencin kendinden bir şeyler bulabileceği bir film. Ben’in saplantı haline getirdiği FRP ve sanal ortam, günümüzde uyum sorunu yaşayan birçok gencin çözüm olarak gördüğü ve sığındığı bir liman. Gerçek hayatta kabul görmeyen varlıklarını, sanalda da olsa yaşatmak isteyen bu gençlerin tek istediği Ben’in yaptığı gibi "seni sen olarak seviyorum" diyen insanlar bulabilmek belki de. Kendisi gibi ismi de bir kelime oyunu olan "Ben X", Flamanca’da "ben bir hiçim" anlamına gelen "ik ben niks" deyiminin internet argosundaki karşılığı.Görsel yapısı oluşturulurken bilgisayardan epeyce yararlanılan filmi, diğer bilgisayar oyunu uyarlamaları veya onların görselliğine özenen filmlerden ayıran ise "insancıllığı". Filmin ilk dakikalarında Ben’in annesinin ağzından dökülen "Harekete geçilebilmesi için önce birilerinin ölmesi gerekir" sözleri ve film boyunca Ben’in yakınlarından dinlediklerimiz de bu insancıllığın göstergeleri. Farklı olmanın kabul görmediği bir toplumda Ben’i anormal olduğu gerekçesiyle tartaklayanların ne kadar normal olduğu ise tartışmaya açık. Otizm, ilk olarak 1998 yapımı başarılı film “Rain Man” ile hayatımıza girmişti. Aynı yıl çekilen “Şifre Merkür”, farkında olmadan çok gizli bir askeri kodun şifresini çözen 9 yaşındaki otistik bir çocuğu hikayenin merkezine alıyordu. Birbirlerine aşık olan ve otizmin baskılarını yenerek ortak bir hayat kurmayı başaran bir çiftin şaşırtıcı anılarından yola çıkılarak, “Rain Man”in senaristi tarafından senaryolaştırılan 2005 yapımı “Mozart Ve Balina” ise otizme başka bir bakış açısı getiriyordu. Yine 2005 yapımı “Marathon” filmi de BAE Hyung-jin isimli otistik bir gencin verilen destekle neler başarabildiğini dokunaklı bir şekilde anlatarak, otizmi başarılı bir şekilde ele almıştı. Ben rolünde izlediğimiz Greg Timmermans’ın başarılı bir performans sergilediği "Ben X", otizmi ve toplumda dışlanmayı işleyen ilk film olmadığı gibi, konuyu işleyiş bakımdan da yenilikçi değil ancak “sanal gerçeklik” üzerine kurulu bir filmde başarıyla işlediği insancıllıkla izlenmeyi hak ediyor. Hikayenin ve görselliğin tadının kaçmasına fırsat vermeyen süresiyle de sıkılmadan izleyebileceğiniz bir film. Herkese iyi seyirler.
Tatil Kitabı: Türk Sinemasının Değişen Yüzüne Başarılı Bir Örnek
05.02.2013

Tatil Kitabı: Türk Sinemasının Değişen Yüzüne Başarılı Bir Örnek

Türkiye galasını Nisan ayında ‘27. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde yapan ve bu festivalde Ulusal Yarışma bölümünde En İyi Türk Filmi ve Uluslararası Film Eleştirmenleri Birliği tarafından verilen FIPRESCI ödüllerini alan “Tatil Kitabı” 12 Eylül’de sinemalarda yerini aldı. Dünya prömiyerini, 7-17 Şubat tarihleri arasında düzenlenen ‘58. Berlin Film Festivali\'nde gerçekleştiren film, bu yıl festivalin resmi bölümlerine Türkiye\'den kabul edilen tek yapım olmuş ve katıldığı festivallerden ödüllerle dönmüştü. “Tatil Kitabı” son olarak Montreal Film Festivali İlk Filmler Yarışması’nda Bronz Zenith Ödülü’ne layık görüldü. Türkiye’de ilk kez, bir sinema kulübü (Boğaziçi Mithat Alam Film Merkezi) ile bir sinema dergisinin (Altyazı) ortak çabalarıyla gerçekleştirilmiş olan filmin yönetmeni Seyfi Teoman da bir Boğaziçi mezunu ve eski Altyazı çalışanı. 2004 yılında çektiği “Apartman” adlı kısa filmiyle pek çok ödül alan yönetmenin ilk uzun metraj filmi, 2005 yılında Rotterdam Uluslararası Film Festivali Hubert Bals Fonu’ndan \'Senaryo ve Proje Geliştirme Desteği’ kazandığı “Tatil Kitabı”. Çekimleri Silifke’de 15 Eylül-6 Ekim tarihleri arasında gerçekleştirilen filmin başrolünde, ünlü tiyatrocu ve sinema oyuncusu Taner Birsel yer alıyor. Adana Seyhan Şehir Tiyatrosu eski oyuncularından Ayten Tökün, Çukurova Üniversitesi Devlet Konservatuarı’ndan yeni mezun olan genç oyuncu Harun Özüağ’ın yanı sıra, Silifkeli toprak sahibi Osman İnan ve Silifke Göksü İlköğretim Okulu 4. sınıf öğrencisi Tayfun Günay, filmin başrollerinde yer alan diğer isimler. Ayrıca filmde, Rıza filmiyle tanınan Rıza Akın da konuk oyuncu olarak rol alıyor. Filmimiz Ali ve Veysel’in sert mizaçlı babalarının oğulları üzerinde kurmaya çalıştığı kontrol üzerinden Silifke’de yaşayan bir ailenin yaz tatilini anlatıyor. Ali, yazını dolduracağını umduğu tatil kitabını kaybedince, babası işi öğrenmesi için ona bir kutu sakız verip satmasını istiyor. Ancak serbest piyasa ekonomisinin hakim olduğu dünyamızda hırslı olanın kazandığı gerçeğiyle küçük yaşta yüzleşen Ali’nin tek müşterisi annesi oluyor. Ailenin büyük oğlu Veysel ise okuduğu askeri okuldan yaz tatiline döndüğünde, babasına subay olmak istemediğini söylüyor ve babasının tepkisiyle karşılaşıyor. Veysel, özel sektörde daha çok imkân olduğunu düşünürken onu destekleyen tek kişi bir zamanlar büyük şehre okumaya gitmiş ama başarısız olup hayallerini terk etmiş amcası oluyor. Ailenin sert mizaçlı babasının beyin kanaması geçirmesine kadar karakter tanıtımıyla geçen film, babanın hastalanmasıyla biraz hareketleniyor. Babanın kayıp olan parası ve evin annesinin kocasının dostu olduğu şüpheleri ailenin sorumluluğunu alan amcayı bir araştırmaya sevk ediyor. Türk sineması 90’ların sonuna doğru olayları en doğal haliyle perdeye yansıtmaya başladı. Minimalist sinemanın ekolleri olan Mizoguchi ve Bergman gibi yönetmenlerin öncülük ettiği Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan, Semih Kaplanoğlu gibi yönetmenler, hem kamerasını mümkün olduğunca geniş açı olarak yerleştirerek, hem de planlarını uzun tutmaya çalışarak kolay yolla ‘saf sanat’ yapıyordu. Bu yönetmenlerden "Masumiyet", "Uzak", "Beş Vakit" ve "Yumurta" gibi eserleri belirli aralıklarla izledik. Yeni Türk sineması anlayışında gösterime giren son film olan Seyfi Teoman’ın “Tatil Kitabı” da safkan bir minimalist film. Taşra ve şehir hayatı farklılıklarına ve ataerkil aile yapısının neden olduğu aile içi iletişimsizliklere çok büyük sözler söylemeden oldukça sade ve gerçekçi yaklaşan film, son dönem Türk sinemasının başarılı örneklerinden biri. Türk sinemasının son yıllarda çıkardığı "Yumurta"  gibi bağımsız örneklere ve yukarıda bahsettiğim yönetmenlerin filmlerine ilgi duyan sinemaseverlerin beğenisini kazanacağını düşündüğüm, başarılı oyunculuklarıyla da ilgiyi hak eden bir film “Tatil Kitabı”. İyi seyirler.
Kartal Göz: Özgürlüğümüzü Sağlayan Teknoloji Birgün Onu Tehdit Ederse!
05.02.2013

Kartal Göz: Özgürlüğümüzü Sağlayan Teknoloji Birgün Onu Tehdit Ederse!

Son dönemde Amerikan hükümetine karşı çıkan filmlerin gişede başarısızlığa uğradığına şahit olduk. Bu sefer aksiyonu bol, fazla suya sabuna dokunmayan ama bir taraftan da hükümetin ‘’güvenlik’’ yöntemlerinden beslenen bir Spielberg yapımı var karşımızda: ‘’Kartal Göz’’. Projenin fikir babası da olan Spielberg’in 12 yıldır kafasındaymış hikâye. Ancak teknolojinin sebep olduğu olayları beyazperdeye taşımak için en uygun zamanı beklemiş ünlü yönetmen. Filmin yapımcılarından Alex Kurtzman filmin çıkış noktasıyla ilgili şu sözleri söylemiş: “İzleyicinin sinemadan çıktıktan sonra korkuyla cep telefonunu kapatacağı bir filmin yapılmasını Steven hep istemişti. Tıpkı 1975 yılında Steven Spielberg\'in başyapıtı ‘Jaws\'ı izleyenlerin uzun süre okyanusta denize girmeye korkması gibi, günümüzde de böyle bir film yapılmasını çok istiyordu.” Spielberg projeyi 2006 yılı başında Alex Kurtzman ile yazım ortağı Robert Orci\'ye getirdi. Alex Kurtzman - Robert Orci ikilisi ile, yakın geçmişte Transformers filminde de çalışan ünlü yönetmen, filmin fazla erkeklere yönelik olmasını önlemek için “Insomnia”nın senaristi Hillary Seitz’ı son rötuşları yapmakla görevlendirdi. Aslında filmi yönetmeye de niyetli olan Spielberg, “Indiana Jones:Kristal Kafatası Krallığı” nedeniyle projeyi “Hayatın Benim” filmiyle kendini ispatlayan ve yapımcısı olduğu “Şüphe” filminin de yönetmeni olan D.J. Caruso’ya emanet etti. Martin Scorsese için Leonardo Di Caprio ne kadar gözde ise, Spielberg için de Shia LaBeouf o kadar gözdedir. Ünlü yönetmenin desteğini esirgemediği genç oyuncu bu filmle, “Şüphe” filminden sonra bir kez daha D.J. Caruso ile çalışma şansı buldu. Filmde ona eşlik eden genç ve güzel anne rolünde “Görevimiz Tehlike 3” ve “Kızımı Kurtarın” filmlerinden hatırlayabileceğimiz Michelle Monaghan yer alırken, yan rollerde “Ölüm Geçirmez” filminden hatırlayabileceğimiz Rosario Dawson’ı, “Fantastic Four”un Şey’i olarak tanıdığımız Michael Chiklis’i“ ve Armageddon” ile “Dayanılmaz Zulüm” gibi filmlerde oynayan Hollywood’un tanıdık simalarından Billy Bob Thornton’u izleme şansı buluyoruz. Filmde işlemedikleri bir suçun tuzağına düşmüş iki yabancının hayatının aynı noktada kesişmesi anlatılıyor. Bir yandan masumiyetlerini korumaya çalışırken, bir yandan da hayatta kalmanın mücadelesini veren bu iki karakterden Jerry yakın dönemde ikiz kardeşini kaybetmiştir. Kardeşinin esrarengiz ölümünün ardından hesabına yatırılmış 750.000 dolar olduğunu görünce şaşırır. Yaşadığı apartman dairesi tıka basa terörist malzemelerle doldurulmuştur. Aniden telefonu çalan ve aranılan bir terörist olduğunu öğrenen Jerry, telefondaki sesin emirlerini yerine getirmezse bu beladan kurtulamayacağını da öğrenir. Filmin diğer önemli karakteri Rachel ise 8 yaşındaki oğlu Sam\'i Washington\'a uğurladıktan sonra kız arkadaşlarıyla gittiği barda cep telefonuna tuhaf bir çağrı alır. Tanımadığı yabancı bir kadın, talimatlarını yerine getirmediği takdirde oğlu Sam\'in öleceğini söylemektedir. Telefondaki esrarengiz kadının talimatlarına göre hareket eden Jerry ve  Rachel kendilerini beklemekte olan arabaya yönlendirilirler. Daha önce birbirlerini tanımayan bu iki insan, çok geçmeden telefondaki esrarengiz kadının hayatları üzerinde sınırsız bir kontrole sahip olduğunu anlarlar. Film yapımcılarının amacı, en başından beri farklı türde bir aksiyon filmi yapmak olmuş. Bu nedenle başroldeki iki oyuncu arasında duygusal bir yakınlaşma yerine güven üzerine kurulacak bir ilişkiyi tercih etmişler. Karakterlere önem veriliyor olması, bizleri hareket dolu sahnelerden uzak bırakmıyor tabi. Filmin en çok zorlanılan sahneleri olan araba takip sahnelerinde `French Connection\' hayranlığını gizlemeyen yönetmenin, 70’lerin bu klasik filminden esinlendiği gözleniyor.  Teknoloji güvenliğimiz ve hayatımızın kolaylaşması için gün geçtikçe geliştiriliyor ve hayatımızın vazgeçilmezlerinden oluyor. Teknolojinin özgürlüğümüzü sağlarken, onu tehdit etmeye başlayışını daha önce Tony Scoot’un “Devlet Düşmanı” ve “Dejavu” filmlerinde de izlemiştik. Hatta Spielberg’in bilimkurgu harikası “Azınlık Raporu”nda da, “güvenliğimizi sağlayan teknoloji birgün özgürlüğümüzü kısıtlarsa ne yaparız” sorusunun cevabını aramıştık. “Kartal Göz” de bu sorunun cevabını bulmaya çalışan, çok fazla eleştiriye girmeden böyle bir durumda çaresiz kalan insanlara odaklanan, başarılı bir aksiyon filmi olmuş. Aksiyon-gerilim sevenlerin veya Spielberg’in adının geçmesi yeter diyenlerin beğeneceğini düşünüyorum. İyi seyirler.
Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi: Gerçekten Tuhaf Bir Hikaye!
05.02.2013

Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi: Gerçekten Tuhaf Bir Hikaye!

Hepimiz hatırlayamadığımız bir bebeklik döneminden geçip, yavaş yavaş ilk adımlarımızı atar, ilk hecelerimizi söyleriz. Hepimiz hayal meyal anılarla andığımız bir çocukluk geçirir, ilk aşklarımızı, ilk acılarımızı yaşadığımız bir ergenlikten geçeriz. Hepimiz büyür, kendi ailemizi kurar, zamanla gençliğin verdiği o enerjiyi kaybeder ve yaşlandıkça çocuk gibi bakıma, sevgiye muhtaç olan bir dönem geçiririz. Ve sonunda geldiğimiz gibi göç ederiz bu dünyadan. Normal olan da budur ama ya bunun tam tersi bir süreç yaşasak nasıl olurdu? Alışılmadık şartlar altında doğsaydık mesela… Ve alışılmadık şekilde 80 yaşında biri gibi doğup, yeni doğmuş bir bebek gibi ölseydik, tersine yaşasaydık zamanı… “Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi” de böylesi alışılmadık bir yaşamı olan Benjamin Button’ın hayatına giren kişileri, gittiği yerleri, bulduğu ve kaybettiği aşkları anlatıyor. Hayatın keyiflerini ve üzüntülerini olabilecek en çıplak haliyle karşımıza sunmaya çalışıyor. F. Scott Fitzgerald’ın 1920’lerde Mark Twain\'in \'\'80 yaşında doğup, yavaş yavaş 18\'imize doğru ilerlesek, hayat sonsuz mutluluk olurdu\'\' sözünden etkilenerek kaleme aldığı kısa hikayesinden uyarlanan bu film, uzun yıllar beyazperdeye taşınması zor bulunup elden ele dolaşmış. Ta ki bu projeye yapımcılar Kathleen Kennedy ve Frank Marshall el atana kadar. Filmin yönetmeni “Dövüş Kulübü”, “Seven” ve “Zodiac” gibi başarılı yapımlara imzasını atmış bir isim, David Fincher. Ünlü yönetmen bu filmde, daha önce “Dövüş Kulübü” ve “Seven”da da beraber çalıştığı Brad Pitt, son yıllarda ismini daha sık duymaya başladığımız Oscar ödüllü oyuncu Cate Blanchett, bu filmdeki rolüyle “En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu” dalında bu seneki Oscar ödüllerine aday olan Taraji P. Henson ve son olarak “Aramızda Casus Var” filminde izlediğimiz Tilda Swinton gibi değerli oyuncular ile çalışmış. Filmin hikayesini Eric Roth ve  Robin Swicord yazmış. Senaryo ise “Forrest Gump” ile Oscar ödülünü kucaklamış olan Eric Roth’a ait. Eric Roth, bu film ile yine  Oscar adayı, ayrıca İngilizlerin Oscar’ı kabul edilen Bafta’ya da aday. Filmin Bafta ve Oscar adaylığı kazanan diğer dalları olan görüntü yönetiminde Claudio Miranda, sanat yönetiminde  Donald Graham Burt, kurguda Kirk Baxter ve Angus Wall ve kostüm tasarımında Jacqueline West görev alırken, müzik Alexandre Desplat’ a emanet edilmiş. “Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi”, I. Dünya Savaşı’nın bitmesiyle başlıyor. Küçük Benjamin doğduktan sonra annesini ve onu bir ucube gibi gören babasını kaybediyor. Ancak onu bulan siyahî bir çift, onu olduğu gibi seviyor ve Benjamin bir yaşlılar evinde, onun görüntüsüne ve rahatsızlıklarına sahip bu insanların yanında mutlu bir şekilde büyümeye başlıyor. Benjamin’in hikâyesini onun günlüğünü hasta annesine okuyan birinin ağzından dinliyoruz film boyunca. Benjamin diğerlerinden farklı ve tuhaf olduğunu zamanla kavrıyor. Çünkü etrafındaki herkes yaşlanırken, o gün geçtikçe gençleşiyor. Çocukluk aşkı Daisy de etrafındaki herkes gibi zamana yenik düşeceğinden ötürü, birbirlerini yakalamaları için Benjamin’in biraz daha gençleşmesi gerekiyor.  Bu nedenle Benjamin, dünyayı ve insanları tanıma yolculuğuna çıkıyor. Zamanı geldiğinde birbirine kavuşan bu iki aşık, doğanın kanunlarına karşı gelmeyip zıt zamanlardaki kendi yolculuklarına devam ediyor ve Benjamin’in “tuhaf” hikayesi de bitiyor. Filmimiz uzunluğuna rağmen savaşta çocuğunu kaybeden bir saatçinin tersine ilerleyen bir saat yapışının hikâyesini anlatarak ya da zincirleme tesadüflerin hayat üzerindeki etkisine “Amelie”yi anımsatan bir tarzda yer vererek, tekdüzelikten kurtuluyor. Ayrıca filmin yaşlılıktan gençliğe geçiş dönemlerinde dekorlardaki görsel başarısı Oscar adaylığını hak ettiğinin bir göstergesi ve filmi de daha iyi bir “seyirlik” haline getiriyor. Filmi izleyince Mark Twain’in sözüne katılmadığımı anladım çünkü Benjamin’in hayatını görünce sevdiğin herkesin yaşlandığını ya da öldüğünü görmenin; tersine yaşadığı hayat yüzünden aşkından, çocuğundan vazgeçmenin sonsuz mutluluk vereceğini düşünmüyorum. Bakalım siz izleyince ne düşüneceksiniz? Kesin olan bir şey varsa, o da David Fincher’ın Oscar’ı kucaklaması durumunda bu tuhaf hikâyeden sonsuz mutluluk duyacağı! İyi seyirler…
Stoker İstanbul Film Festivali'nde
05.02.2013

Stoker İstanbul Film Festivali'nde

Ünlü yönetmen Park Chan-Wook’un, 2 Şubat Cumartesi gecesi Rotterdam Film Festivali’nin kapanışını yapan son filmi Stoker, Türkiye izleyicisiyle ilk defa 32. İstanbul Film Festivali kapsamında buluşacak. İntikam üçlemesiyle tanınan yönetmen Park Chan-Wook’un, başrolünde Nicole Kidman’ın yer aldığı ilk Hollywood çalışması Stoker, prömiyerini Sundance Film Festivali’nde yapmıştı. Prison Break dizisiyle ünlenen oyuncu Wentworth Miller’in ilk senaryo deneyimi olan, Hitchcockvari gerilim Stoker, yaşlı anne, kızı ve gizemli ama çekici amcası arasındaki aşk üçgeninin karanlık hikâyesini anlatıyor. Filmin kadrosunda Nicole Kidman’ın yanı sıra, Albert Nobbs, Restless ve Jane Eyre gibi birçok filmde yıldızı parlayan Avustralyalı oyuncu Mia Wasikowskai ve A Single Man’deki performansıyla dikkat çeken Matthew Goode gibi isimler yer alıyor. Oldboy ve Thirst filmleriyle Cannes Film Festivali Jüri Özel Ödülü alan Park Chan-Wook, 2007 yılında 26. İstanbul Film Festivali için İstanbul’a gelmişti. İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından Akbank sponsorluğunda düzenlenecek 32. İstanbul Film Festivali, 30 Mart-14 Nisan tarihleri arasında gerçekleştirilecek.