Dilber'in Sekiz Günü, Moskova'da !
30.06.2009

Dilber'in Sekiz Günü, Moskova'da !

Dilber'in Sekiz Günü Moskova Film festivalinin Perspektif Yarışma Bölümün de gösterildi. Festival müdürü Kirill RAZGANOV filmi çok beğendiğini söyleyerek aşk üçlemesinin tamamını (Zeynep'in Sekiz Günü, Ali'nin Sekiz Günü, Dilber'in Sekiz Günü)  dvd ve televizyon haklarını satın alacaklarını söyledi. Festival organizatörlerinden Cine Fantoma Club üyeleri filmi çok beğendiklerini söyleyerek "Bu film Türk Sineması'nın rönesans'ı" dediler.
Başımı derde sokmayı seviyorum !
29.06.2009

Başımı derde sokmayı seviyorum !

“Holes”, “Disturbia”, “Transformers” ve “Indiana Jones and the Kingdom of the Crystal Skull”… Shia LaBeouf’un dört dönemi… “Bir film stüdyosuna 700 milyon dolar kazandırmışsanız sonunda size güvenmeye başlıyorlar. Oynadığınız proje ne kadar sıradışı olursa olsun… Böyle bir pozisyonda olmak büyüleyici birşey… Önceliklerim ve tercihlerimde ilk defa bir ağırlık oluşmaya başladı. Fırsatlar artık önümde…” diyor Shia LaBeouf… LaBeouf şu anda bir geçiş sürecinde… Hatta dönüşüm süreci de diyebiliriz. O bir zamanlar Disney Channel’ın çok sevilen genç starıydı. Şimdi 22 yaşında ve arkasında dokuz yıllık bir profesyonel oyunculuk kariyeri var. Şu anda yepyeni bir süreçten geçiyor. 25 yaşından önce global düzeyde popüler bir film starı olma yolunda… Shia LaBeouf iki yıl önce Michael Bay’in “Transformers”ının starı olarak filmin milyonlarca dolar hasılat toplamasına yardımcı oldu. Aradan sadece birkaç ay geçtikten sonra “Rear Window – Arka Pencere” tadında bir gerilim filmi olan “Disturbia”da oynadı; açılış haftasında 22 milyon dolar gibi ciddi bir hasılat çekti. Sonra geçtiğimiz yaz “Disturbia”nın yönetmeni DJ Caruso ile yeniden bir araya geldi ve izleyicinin çok sevdiği paranoya gerilim çalışması “Eagle Eye” ile yeni bir hit daha çıkarttı. Son olarak da Steven Spielberg’in “Indiana Jones”unun dördüncü bölümünde Indiana Jones’un oğlunu oynadı. “Transformers”ın bu yaz gösterime girecek devam filmi üzerinde konuşurken yoğun promosyon ve tanıtım kampanyasına karşı biraz mesafeli durduğunu hissediyorsunuz. Bunun sebebi filme soğuk bakması değil… Hollywood’u tüm yapaylığıyla aşağılama çabası değil… Kaderinin kendisinden önce gidiyor olmasına karşı belirli bir kasma durumu sözkonusu… Eski-çocuk starların birçoğu gibi LaBeouf’un da güven yayan bir havası var. Esrarengiz bir olgunluk sözkonusu… Buna karşılık kamera dışındaki özel hayatında sürpriz şekilde ufak tefek bir yapısı olduğunu görüyoruz. İyi kesimli ceketine; kendisine çok yakışan pis sakalına ve etkileyici ses tonuna rağmen oldukça çocuksu bir görünümü var. Shia LaBeouf, hippi tarzı bir yaşam süren anne-baba tarafından büyütüldü. Annesi eski bir dansçıydı; babası ise uyuşturucu bağımlısı Vietnam gazisi… Böylesine farklı bir çocukluk yaşayan genç aktöre, Michael Bay’in kullandığı teknoloji ve efektler arasında insani boyutu nasıl koruduğunu sorunca şu cevabı veriyor: “Pekala koruyabiliyorum. Sonuçta bir ‘Citizen Kane’ yapmıyoruz. Transformers’ın belirli bir önermeden yola çıkan dünyasında minimum düzeyde bir karakterizasyon bulursak ona şükrediyoruz. Karakter anlamında bundan daha fazlasını da yapardım ama bu film karakter boyutunun sürüklediği bir film değil. Karakterler, genellikle bir sonraki aksiyon sahnesi için işaret olarak kullanılıyor. Böyle bir karışıma insani boyutu mikslemek zor…” Michael Bay’in film setlerinde tıpkı James Cameron gibi korkutucu bir şöhreti vardır. Setteki oyuncu ve teknik ekiplere kölesiymiş gibi davrandığı söylenir. Shia LaBeouf bu duruma artık alışmış gibi görünüyor: “Onunla ikinci defa çalışınca o kadar da zor gelmedi. Daha önce beraber çalıştığım için bendeki Michael Bay korkusu yok olup giderken yerini Michael Bay saygısı ve sevgisi aldı. Bence o istediğini en iyi şekilde alabilmek için sizi yerin dibine geçiren bir yönetmendir. Bilirsiniz orduya yeni katılan denizcilere de böyle yaparlar ve etkili bir yöntemdir. Sonuçta bu film, iki insanın duygularını ele alan bir gençlik filmi değil… Böyle bir filmin yönetmenliğini üstlenirken çok zor ve kapsamlı bir işe kalkışıyor. Bu nedenle de kendisini ateşe atarken oyuncusundan da hiç sorgulamadan ateşe atılmasını bekliyor. Çünkü sorularınıza cevap verecek zamanı yok. Bence ‘Transformers’ın setleri kesinlikle saldırganlık ve testosteron (erkeklik hormonu) yüklü setlerdir.” “Transformers 2”nin çekimlerinin başladığı geçen Temmuz ayında geçirdiği araba kazasından beri eline destekleyici kuşak takıyor. O kazada bir başka araç kırmızı ışıkta gelip LaBeouf’un arabasına çarpmıştı. LaBeouf ve yanında bulunan oyuncu arkadaşı Isabel Lucas arabadan sağ çıktılar. Kendi hatası olmadığı halde alkol testini kabul etmediği gerekçesiyle ehliyeti bir yıl süreyle elinden alındı. Genç aktör o kazanın nasıl olduğunu şu sözlerle anlatıyor: “Adam gelip 70 kilometre hızla çarptı. Arabam üç defa takla attı. Kaza olduğu sırada sigara içiyordum, elim de pencerenin kenarındaydı. Araba tam da kolumun üzerine devrildi ve elim arabanın altında kaldı. Kendi çabamla elimi çıkartmak zorundaydım. Aksi takdirde sağlık görevlilerinin gelip testereyle kesmesini bekleyecektim. Zorlukla arabadan çıkıp Isabel’i de çıkarttım. Öbür arabaya gidip adamı da çıkarttım. Bunları yaptıktan sonra başıma gelen felaketin farkına varabildim.” İsyancı bir kişiliği olmasına rağmen LaBeouf’un başı yasalarla çok az derde girdi. Bugüne kadar aldığı cezalar arasında sigara içilmeyen alanda sigara içmek gibi çevresel ihlaller, mahkemeye davet edildiği halde gitmeme cezası (500 dolar) ve bir süpermarketin kurallarını ihlal etmek vardı. Babası uyuşturucu bağımlısı olduğu halde onun uyuşturcuyla ilgili büyük bir problemi olmadı. Bu arada üstüste “Indiana Jones and the Temple of the Crystal Skull” ve “Transformers” gibi büyük filmlerde oynadığı için Hollywood’un meşhur parti alemlerine katılacak zamanı da kalmadı. Buna rağmen “belaya her an çok yakın” olduğunu kabul ediyor ve şöyle diyor: “Başımı belaya sokmayı seviyorum galiba. Öncelikle viskiyi ve sigarayı bırakmalıyım. Çünkü bunlar beni kurt adama çeviriyor. Belayı alnından öpmek, sonra geri çekilmek hoşuma gidiyor. Sürekli limitlerimi test eder gibiyim. Sanırım 22 yaşındaki herkes benim gibi… Sonuçta benim de kusurlarım var ve ben de insanım.” LaBeouf sözlerine şöyle devam ediyor: “Para kazanmak için yaptığım bu işin niteliğini bile tam olarak anlayabilmiş değilim. Güvensizlik düzeyi had safhada… Çok para kazanıyor, çok fazla takdir ediliyor, sürekli pozitif eleştiriler alıyorsunuz, bunlar doğrudur. Buna rağmen tam olarak nasıl bir işim olduğunu hala anlayamadım. Çünkü belirli bir iş modeli yok. Setten çıktıktan sonra evinize gidip, ‘Bugün de işimi yaptım’ diyemiyorsunuz. Çünkü yaptığınız işin gecesi gündüzü olmadığı gibi şu an çalışıyorum, şu an tatildeyim gibi sınırları yok. Bunlar benim kafamı karıştırıyor ve ne olup bittiğini anlamaya çalışıyorum.” LaBeouf’un sıradışı davranışlarının 13 yaşına kadar uzandığını anlıyoruz. O günlerde Disney Stüdyolarından çıktığında hemen Echo Park’ın yolunu tuttuğunu; orada gizlice sigara içip skateboard yaptığını, video oyunları oynadığını, Tupac müzikleri dinlediğini söylüyor. Ardından da ekliyor: “Disney dizisinde oynuyordum ama Disney filmlerinin öngördüğü tipik Amerikalı rol modeli miydim? Hiç sanmıyorum.” Anne-babası aslında iyi insanlardı. Annesi Shayna, Nazi soykırımı kurbanlarından birisinin torunu ve bir stand-up komedyeninin kızıydı. Hippi eğilimleri vardı. LaBeouf’un çocukluk yıllarında onu yetiştirirken mücevherat tasarımından para kazanıyordu. Babası Jeffrey’in ise günleri otoyolların uzağındaki mini marijuana çiftliklerinde geçiyordu. Sonradan yavaş yavaş da olsa kendisini uyuşturucu bağımlılığından çekip çıkartmayı başardı. LaBeouf’un doğuştan sanatçı olduğu söylenebilir. Henüz 10 yaşındayken yetişkinlere yönelik kulüplerde çocuk komedyen olarak sahne almaya başladı. Daha sonra ailesi tarafından performans sanatları okuluna gönderildi. Böylece Disney Channel’ın “Even Stevens” adlı dizisinde üç yıl devam eden ilk büyük rolünü yakaladı. O dizide ailenin sürekli kaos çıkaran sorunlu çocuğunu oynadı. Babasıyla doğru dürüst ilk ilişkisini o günlerde kurdu. O günleri bir de kendisinden dinleyelim: “Benim ve arkadaşlarımın Los Angeles’ı aslında komedi dizisi ‘Entourage’dekinden tamamen farklıydı. Setten çıktıktan sonra kendi Los Angeles’ıma gidince oradaki arkadaşlarıma doğrudan doğruya ‘Ben Disney Channel’da çalışıyorum’ diyemezdim. Hemen gırgıra alırlardı. Ben de bu işin çözümünü şöyle bulmuştum. Önce söze ‘Ben haftada 8.000 dolar kazanıyorum, hem de yasal olarak’ diyerek başlıyordum. ‘Bunu nasıl yapıyorsun?’ diye sorulunca ‘Disney Channel’da çalışıyorum’ diyordum. Kısacası önce kazandığım parayı, sonra Disney’i söylüyordum.” Dizinin ardından Disney’in başarılı çocuk filmi “Holes”ta oynayan LaBeouf, o filmin setinde yaşlı rol arkadaşı Jon Voight’in büyük yardımını gördü. Oyunculuğu gündelik iş olarak görmemeyi; daha fazlasını öğrenme konusunda gözünü açmayı ondan öğrendi. Jon Voight ona bazı kitaplar verdi; eski siyah-beyaz filmleri seyretmesini tavsiye etti. John Voight ve John Turturro ile beraber oynadığı ilk “Transformers”ın setinde de eğitim devam etti. Oyunculuk metodu denilen kavramı beraber çalıştığı insanlardan öğrendi. Okuldan nefret eden LaBeouf artık en iyi eğitimi film setlerinde alıyordu. Sonra Steven Spielberg devreye girdi. Artık genç aktörün çevresinde DJ Caruso, Steven Spielberg ve Michael Bay gibi Hollywood’un en iyi isimleri vardı. Bu kadar mükemmel isimlerden destek almak ürkütücü gibiydi ama öğrenmeyi başardı. LaBeouf şu anda hayatında bulunan bazı çelişkileri çözme konusunda çok fazla canını sıkmadan yoluna devam ediyor. Geldiği yer ile gittiği yer arasındaki çelişkiler; Entourage dizisi ile Echo Park arasındaki çelişki; orta sınıf aileden gelip Şöhret Makinesi’nin çarklarına girmesi gibi çelişkiler onu pek bağlamıyor. Çıktığı bu müthiş yolculuk bazen başdöndürücü ve kafa karıştırıcı olabilir ama o gündelik bazda tadını çıkartmaya bakıyor. Bundan sonrası için ne düşündüğünü sorunca coşkulu bir ses tonuyla şu yanıtı veriyor: “Babam uyuşturucu işinde olduğu halde kariyerime Disney Channel’da çalışarak başlamak bence müthiş bir şey… Ancak unutmayalım ki hayat sürprizlerle doludur. Kendimi kutsanmış hissediyorum. Ben bir aktörüm ve başka bir iş yapsaydım bu kadar mutlu olamazdım. Çünkü bu iş gerçekten harika bir iş…”
'Mission: Impossible 4' geliyor!
23.06.2009

'Mission: Impossible 4' geliyor!

Yakın zaman öncesine kadar imkansız gibi görünen “Mission: Impossible IV” projesi Paramount’ta şekillenmeye başladı. Tom Cruise ile J.J. Abrams’ın, serinin dördüncü bölümünün 2011 yılında gösterime girmesi için anlaşmaya vardığı bildiriliyor. 2006 Ağustos’unda Paramount’tan zorunlu olarak ayrılan Tom Cruise’un geri dönüşü başlıbaşına bir sürpriz olarak karşılandı. Bilindiği üzere Paramount’un bağlı bulunduğu Viacom’un başkanı Sumner Redstone, o günlerde aldığı bir kararla ünlü aktörün stüdyoyla 14 yıldır devam eden anlaşmasını feshetmişti. Cruise’un o günlerdeki menejeri Rick Nikita da, yaptığı açıklamada Redstone’un kararının “şok edici şekilde saldırgan ve acımasız bir karar” olduğu yorumunu yapmıştı. Oluşan gerginlik sonucunda United Artists’in başına geçen Tom Cruise, orada prodüksiyon kararlarında daha aktif rol üstlendi. Bu arada Redstone da aktörle ilişkiyi yeniden kurmanın çaresini arıyordu. Son günlerde katıldığı bir programda Tom Cruise için ne düşündüğü sorulunca “Büyük bir aktör ve iyi bir dost” şeklinde yorum yaptığı görüldü. “The Mission: Impossible”ün dördüncüsünün devreye girmesiyle birlikte Paramount’un elindeki devam filmlerinin sayısı üçe çıkmış olacak. Bilindiği gibi şu anda “Star Trek 2” ve “Transformers 3” projeleri üzerinde çalışılıyor. “Mission: Impossible IV” üzerindeki çalışmalar başlayınca diğer projelerdeki yoğun takvimde bazı erteleme ve gecikmeler kaçınılmaz hale gelecek. Hazırlanan programa göre önümüzdeki aylarda Abrams’ın “Star Trek 2” üzerinde odaklanması öngörülüyor. “Star Trek 2”nin çalışmalarının devam ettiği günlerde Tom Cruise, 20th Century Fox bünyesinde başrolünü Cameron Diaz ile paylaşacağı bir filmde oynayacak. James Mangold’un yöneteceği bu filmin ismi “Wichita” olarak belirlenmişti, ancak sonradan vazgeçildi ve şu an isimsiz proje olarak hazırlığına devam ediliyor. Öte yandan Tom Cruise ile Denzel Washington, David Cronenberg imzalı “The Matarese Circle” adlı bir filmin senaryosunun yeniden yazımını beklemeye devam ediyorlar. MGM bünyesinde çekilecek bu gerilim filmi, Robert Ludlum’un kitabından uyarlanacak.
İsmail Necmi’nin Festival Yolculuğu...
23.06.2009

İsmail Necmi’nin Festival Yolculuğu...

Reykjavik Uluslararasi Film Festivali genç bir Film Festivali olmakla beraber dinamik yapısı ve yenilikçi tavrıyla Kuzey Avrupa'nın en prestijli film festivalleri arasında yer alıyor. Festivalde Uluslarası Yarışmalı bölüm, 'New Visions - Yeni Ufuklar' adı altında, dünyanın genç ve umut vadeden yönetmenlerini, ilk yada ikinci filmleri ile 'Discovery / Keşif' Ödülü için bir araya getiriyor. İsmail Necmi'nin filmi festivalde Uluslararası Yarışma bölümü olan 'New Visions - Yeni Ufuklar' da yer alacak. Bu sene 6.sı gerçekleştirilecek olan festival 17 - 27 Eylül 2009 tarihleri arasında Reykjavik'de düzenlenecek. İsmail Necmi'nin filmi ayrıca Ekim 2009’da yapılacak olan 38. Montreal Uluslararasi Yeni Sinema Festivali'nin Uluslararası Yarışma Bölumüne girme başarısını göstermiş ve yine Kasım 2009 daki 7. Bangkok Dünya Film Festivali resmi seçkisine alınmıştı. İsmail Necmi, ‘Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım?’ filmi ile 20. Ankara Film Festivali'nde 'Umut Veren Yeni Yönetmen' ve 'Umut Veren Yeni Senaryo Yazarı' ödüllerini de almıştı.
BÜŞRA’nın çekimleri tamamlandı.
22.06.2009

BÜŞRA’nın çekimleri tamamlandı.

Mine Kılıç (Büşra), Tayanç Ayaydın (Yaman), Çiğdem Batur (Alara), Coşku Cem Akkaya’nın (Ferit) başrolleri paylaştığı filmin yönetmeni Alper Çağlar. BÜŞRA, Alper Çağlar’ın ilk uzun metrajı olmasının yanında, usta çizer Bahadır Boysal’ın aynı adlı çizgi kahramanının sinema uyarlaması. BÜŞRA’nın senaryosu da Çağlar-Boysal ikilisine ait. Filmin yapımcılığını ise Alper Akman üstleniyor. Filmde ayrıca Kaan Urgancıoğlu da sürpriz bir rolde karşımıza çıkıyor... BÜŞRA’nın hikayesi dört yalnız insanın, dört farklı bakış açısının ve dört trajik öykünün düğümlenmesiyle vücuda geliyor. Büşra üniversiteden yeni mezun olmuş, hayata atılmak üzere olan, muhafazakar ve varlıklı bir ailenin türbanlı kızıdır. Modern ve progresif arzuları ile, ailesinin onu yetiştirdiği ve alışkın olduğu değerler kendi içinde bir çelişki halindedir. Zeki, maneviyata önem veren, ve yaşından öte bir bilgeliğe sahip olmasına rağmen muhafazakar veya liberal Türkiye arasında nereye ait olduğunu çözememektedir. Yaman nihilist köşe yazıları ve agresif romanlarıyla tanınan, liberal bir gazeteci-yazardır. İçe dönük bir yapısı varmış gibi gözükse de, çok dobra ve pervasız konuşur, damarına basıldığında ortamın gerektirdiği diplomatik üsluba aldırmadan ağzına geleni söyler, bunun sonucunda kaybedebileceklerini umursamaz, aklı ve yeteneği sayesinde yarattığı krizlerin yol açabileceği problemleri aşma gücüne sahiptir. Her kariyer insanı gibi o da belli bir seviyede kente ve kent ilişkilerine mahkum olmuş, gerek kariyerinde gerek özel hayatında kendisiyle çelişebilecek şeyler yapmış ama samimiyete ve açık yürekliliğe karşı daima bir açık kapı bırakmıştır. Ferit ise Büşra'nın ailesinin son derece sıcak baktığı bir damat adayıdır. Özünde aşırı tutucu ve önyargılı bir şekilde dindar olan Ferit, iş dünyasında ve arkadaşlarıyla olan sosyal hayatında ise asla gerçek kimliğini deşifre etmez. Sürekli farklı maskeler takan bu asabi genç adam, o kadar farklı kılığa ve davranışa bürünmüştür ki, bu kimliklere özendiği mi yoksa onlardan nefret ettiği mi belli değildir. Alara, doğunun spiritüel öğretileriyle modern&kentli kimliğini “kendince” birleştirmiş, Yaman ile ilişkisini kaybetmemek için her türlü davranışı benimseyebilecek, alımlı bir genç kadındır. Görünürde mükemmel çift oldukları Yaman'la son zamanlarda araları iyice açılmıştır. Verdiği Yoga derslerindeki özdeyişleri ve felsefeleri kendi hayatına uygulayamamakta, içinde fokurdayan fesatlığı ve Yaman'a olan trajik alışkanlığını aşamayan müstehzi bir insandır. Filmin esas konusu Büşra ile Yaman’ın tüm engellere ve ideolojik farklılıklara rağmen önüne geçemedikleri çekim kuvveti, ve sonunda alevlenen aşktır. İnsanların siyasi veya vicdani görüşlerine göre değil, özlerinde yer alan benzerliklere göre değer kazandığı, naif bir aşk. Bir yandan Ferit ve Alara’ya ve bir yandan etraflarında tepki ile alevlenen muhafazakar ve liberal çevrelerine rağmen birbirlerine karşı olan hislerini engelleyemeyen Büşra ve Yaman, başlarına gelecek absürt komik engeller ve türlü belalara rağmen önyargılarını bir kenara bırakıp birbirlerini tanımaya bir fırsat verirler. Fiyaskoya dönüşen türban defilelerinden, gençlerin çılgınca eğlendiği maskeli balolara, ara sokaklardan mahalle kavgalarına kadar İstanbul'un en güzel ve en kirli yerlerinin varolduğu, sevginin, baskının ve en önemlisi yalnızlığın sorgulandığı bir dram Büşra. Türkiye’nin ve Türklerin birbirlerini kırmaya ve birbirlerinden uzaklaşmaya meyilli olduğu bir dönemde, en insancıl ve doğal duyguların imkansız mücadelesi. Sonunda ortaya çıkan kaçınılmaz trajedi ise, yaşadıkları toplumun en üzücü gerçeğini onlara mutlak bir biçimde anlatacak: Hoşgörü olmayan toplumlarda, insanlar yalnızlığa mahkumdur.
Michael Bay'le Özel Söyleşi
19.06.2009

Michael Bay'le Özel Söyleşi

SORU: Bu kadar harika mekanlarda çekim yapmak nasıl bir şey?MICHAEL BAY: Gelecek hafta, Petra, Ürdün'de olacağız ve orada çekim yapmak harika olacak. Piramitlerde de. SORU: Transformers'ın geleceğe ait dünyasıyla, eski dünyayı bir araya getirmek heyecan verici olmalı.MICHAEL BAY: Öyle zaten. Herkes piramitlerin nasıl inşa edildiğini merak eder, Transformers'da bunu açıklıyoruz. SORU: Bu zorlayıcı bir çekim mi oldu?MICHAEL BAY: Evet, her zaman kendinizi zorlamaya çalışırsınız. Bence bu film, ilkine göre çok daha eğlenceli ve de tutku dolu. Bu yüzden farklı geliyor. Gerçekten harika görüntüler çektik, kesinlikle görüntüler açısından daha iyi bir film. SORU: Bu filmin bir kısmını IMAX formatında mı çektiniz?MICHAEL BAY: IMAX olayı gerçekten harika. Devasa kameralarla IMAX formatında sahneler çektik. Biraz daha uzun sürüyor fakat çok iyi görüneceğinden eminim. Karanlık Şövalyeyi IMAX olarak izlemek beni etkiledi. Ancak o filmin aksine biz efektleri IMAX kalitesinde hazırlıyoruz. Çözünürlük olarak 10 kat daha fazla. SORU: Çekimleri çok hızlı yapıyorsunuz. Tüm filmin storyboard'unu mu hatırladınız?MICHAEL BAY: Efektler için storyboard hazırlarım fakat film için hazırlamam. Bunu kafamda yapabilecek kadar uzun süredir bu işi yapıyorum ve sete geldiğimde ışığa bakıyorum, kamera açılarını kontrol ediyorum. Çekim yapacağım yeri hep önceden gözden geçiririm. Ben böyle çalışırım. SORU: Devam filmlerinin, ilkine göre biraz daha kara olması söz konusu. Burada da öyle mi?MICHAEL BAY: Bu film yaş sınırı aldı (espri) SORU: İlk filmde çok sayıda insan ölmedi. Bu filmde karşılıklı daha çok hasar var mı?MICHAEL BAY: Evet, biraz daha var. Biraz daha dünya çapında bir olay bu. Son filmde tehdit biraz daha küçük ve silik bir şehre yönelikti. Bunda ise tüm dünyaya yönelik. Belli kıtaları etkiliyor... Avrupa, Amerika ve Kuzey Afrika. Biraz daha kıyametimsi bir film. SORU: İlk filmin büyüsü, dünya çapında geniş seyirci kitlelerine ulaşmasıydı.MICHAEL BAY: Ve bunu başarabileceğini sanmıyordum. Ne zaman bir film yapsanız, başarılı olup olamayacağını bilemezsiniz. İlk filmi çektiğimde, herkes bunun kötü bir fikir olduğunu düşündü. Çöldeki Scorponox sahnesini çektim ve bazı dostlarıma gösterdim. Bu filmi tam olarak anlamadıklarını söylediler. Ancak gerçek görüntüler ile robotlar yanyana geldiğinde... “Şimdi anladık.” dediler. O anda robotlarımız ve karakterlerle yapabileceğimizle ilgili görünenler sadece buz dağının tepesiydi. Fakat şimdi daha eğlenceli karakterler ve daha çok çeşitli robot var.. Aptallardan tutun, yaşlılara ve gençlere varana kadar. SORU: Hareketli sahneleri bir dublör koordinatörüyle mi çalışıyorsunuz?MICHAEL BAY: Hayır, ben burada tek başıma oturup müzik dinliyorum ve ne yapmak istediğimi düşünüyorum. Böyle yapıyorum. Hangi tür müzik mi? Her tür müzik. Bazen Transformers müziği, bazen Gladyatör ya da ilk Batman filmini. Hans Zimmer müziği. Hans bu film için birkaç beste daha yapacak. Ben hep böyle yaparım. Bir odada oturur ve düşünürüm. SORU: Bu filmde özel aksiyon sahneleri var mı?MICHAEL BAY: Aksiyon biraz daha farklı. Küçük bir araba takip sahnesi var. Daha önce yaptıklarımdan farklı. İşin içinde ordu da var. İngiliz/Amerikan tarzı bir şey. Diego Garcia'da konuşlanmış özel bir tim var. SORU: Shia ve Megan'ı bu kadar özel kılan ne?MICHAEL BAY: Megan'ı gerçekten sıfırdan buldum. Stüdyolar onun o güne kadar bir şey yapmadığını söylüyordu. Fakat ben onu seçmelere inatla getirdim ve yapabileceğini gösterdim. Bu filmde gerçekten büyük ilerleme kaydetti. Bu filmde gerçekten harika performansı var. Shia ise bir mücevher! Baş belası bir 22 yaşında genç fakat bir mücevher. (güler) Ona abisi gibi davranmak zorunda kalıyorum. Gerçekten yetenekli bir aktör ve çok uzun bir yol kat etti. Bu filmde bir lider ve daha karizmatik. SORU: Şu çarpık mizah anlayışınızdan dolayı mı John Turturro, o sıcağın altında yakası kürklü deri montla dolaşıyor?MICHAEL BAY: Evet! (güler) John gerçekten de komik. Beni güldürüyor. Bu filmde de yer almasına sevindim. Bu filmde Sektör 7'den atılmış durumda ve New York'ta annesinin şarküterisinde çalışıyor. Bu yüzden büyük bir acısı var aslında. Yeni adamımız Ramon Rodriguez de komik bir karakter. Shia'nın üniversiteden oda arkadaşı. Seyirciden biri filmin içine katılmış gibi. Onun garajında bir uzaylı olmadığı için her şey onun için sürpriz. SORU: En zor çekilen sahne hangisiydi?MICHAEL BAY: New Mexico'da devasa bir Mısır kasabası kurduk. Çok karmaşıktı. Neler olduğu konusunda sürekli kafa patlatıyorduk ve sadece benim cevaplarım vardı. SORU: Bu filmdeki yeni Transformer karakteri iki küçük arabaya ne demeli?MICHAEL BAY: Onlar gerçekten komik ve çocuklar için harika küçük kahramanlar. Bu iki şapşal Transformer'ı eklemek benim fikrimdi. Adları sürekli değişti. Onlar sürekli birbirine sataşan iki küçük kardeş gibi. Fakat filmde kahramanca davranıyorlar ve Bumblebee ikide bir onları haşlıyor. Yanlış şeyler yüzünden kavga ediyorlar. Artık Bumblebee mizah unsuru değil. Bu sefer biraz daha ciddi davranıyor. Bumblebee'nin dünyanın en ünlü arabası olabileceğini düşündük. SORU: Filmin olay örgüsüyle ilgili olarak insanlara verdiğiniz yanlış bilgilere ne demeli?MICHAEL BAY: Yanlış çekimler dağıttık, böylece bunlar senaryoda var gibi görünecekti. Bunları belli yerlere bıraktık, insanlar bunları aldı ve Internete koydu ve hatalıydılar. Yanlış karakterler ve komik şeyler yazdık. Ekip bunun ne olduğunu bilmiyordu çünkü çok az senaryo vardı. SORU: Kariyeriniz boyunca en eğlenceli filminiz hangisiydi?MICHAEL BAY: Bu çok eğlenceli. İnişleri ve çıkışları var. Zorlayıcı çünkü bu filmleri çok çabuk çekiyorum. Büyük filmlerde çalışan yönetmenlerinin çoğunun sürekli çalışan ikinci bir ekibi var. Benim ikinci bir ekibim yok. Bu yüzden her şeyi kendimiz yaptık. Ben vizyonumu yansıtmayı ve filmi bütçe dahilinde çıkarmayı seviyorum. Bu filmi, ikinci bir filmin normalde maliyetinden 30-40 milyon dolar daha ucuza çektik. SORU: Fakat aksiyon sahneleri yine de inanılmaz.MICHAEL BAY: Sonlara doğru Destructicon'un olduğu sahne çok eğlenceli ve devasa. SORU: John Torturro piramitte ne kadar yükseğe tırmandı?MICHAEL BAY: Bayağı yükseğe tırmandı. SORU: Kayıp yaralanabileceğinden endişelenmediniz mi?MICHAEL BAY: Gözüne bir şey battı, parmağı kırıldı, bu tür şeyler oldu. Bence yeterince dikkatli biri. Beni esas Shia endişelendiriyor çünkü macera yönü ağır basıyor. O daha genç ve kendini sakatlamasın diye yapma dediğim şeyler yapıyor. Gençler yenilmez olduklarını hissediyor. SORU: Ramon ilk olarak bir sporcu istediğinizi söyledi.MICHAEL BAY: Atletik yetenek gerektiren şeyler yapıyoruz.  Esnek olmalılar, çok fiziksel bir şey. SORU: Piramit sahnesi IMAX mi olacak?MICHAEL BAY: Evet. Bir bölümünü çektik. Helikopterden IMAX çekimleri yapmayı düşünüyoruz ama izin verirler mi bakalım. SORU: Çok sakin görünüyorsunuz.MICHAEL BAY: Film çok temel bir film. Bu tür şeyler gerçekçi görünmesini sağlayacak. SORU: Gece aklınıza fikirler gelebilir diye baş ucunuzda not defteri bulunduruyor musunuz?MICHAEL BAY: Bazen. Son zamanlarda rüyamda yönetmenlik yapıyorum. Bu çok kötü. Yarı uyanık yarı uykulusunuz ve rüyanızda çekimleri görüyorsunuz. SORU: Devam filmiyle ilgili baskı var mı?MICHAEL BAY: Her zaman baskı var. Her zaman daha iyisini yapmak istiyorsunuz? SORU: Bunun savaş filmine benzediği söyleniyor.MICHAEL BAY: Savaş filmi değil. İki tarafta da daha çok robot var. Bence sonu biraz zayıf kaldı. Bu film daha tutkulu ve duygu dolu. Duygular daha ön planda ve tehlike daha büyük. SORU: Sanatçı olarak asla tatmin olmamanız normal bir şey mi?MICHAEL BAY: Evet, elbette. Son filmde gerçekten filmin başarılı olmasını istiyorum. SORU: Rakamlar gelmeye başladığında ve başarılı olduğunu gördüğünüzde ne yaptınız?MICHAEL BAY: Testler sırasında elimizde özel bir şey olduğunu biliyordum. Testten 95 gibi yüksek bir sonuç aldık. Testte oturmuş düşünüyordum. Pekala, çocuklar sevecek ama film kötü! Çok aptalca! Gençler esprileri sevdi ancak bu aptalca bir film. Sonra 95 notu aldı. Tamam, gençler için bir film dedim. Sonra da yetişkinler için prova gösterimi yapıldı. Bir yetişkinin yanına oturdum ve filmi beğenip beğenmediğini sordum.. Yok dedi. Sonra yetişkinler de esprilere gülmeye başladı. Bir fokus grubu kurduk ve 95 notunu aldı. Fokus grubuna filmi neden beğendikleri soruldu ve 40 yaşlarındaki bir kadın elini kaldırıp “Pelerinleri, süper kahraman giysilerini gördük, bu yeni bir şey.” dedi. Bence bu çok iyi bir cevaptı. Sonra ilk ve ikinci gün rakamları geldi ve ben herhalde hayranlardır dedim. Sonra üçüncü gün, tamam, film tutuyor dedim. Jerry Bruckheimer, ikinci hafta sonuna kadar gurur duymaya başlama dedi. Erkeklerle, gençleri ayıran şey bu işte. İkinci hafta sonuna geldiğimizde çok başarılı olduğumuzu anlamıştık. Kulaktan kulağa yayıldı ve tahminimizin üzerinde yaştaki insanlar filmi seyretti.
SineMardin Film Festivali Başlıyor !
17.06.2009

SineMardin Film Festivali Başlıyor !

4. Uluslararası SineMardin Film Festivali, dört yıl önce sinemasız kentin film festivali olarak basladıgı yolculuguna bu yıl ilk defa uluslararası bir deneyimle devam ediyor.Türkiye’deki ilk ve tek senaryo odaklı film festivali olan SineMardin, vizyon ve vizyon öncesi film gösterimlerinin yanı sıra sınırın ötesinden tanıdık ama bilinmeyen bir cografyayı konuk ediyor. Mardin Sinema Dernegi ile New York Merkezli bir sanat kurumu olan ArteEast ve Sam Drama Yüksek Okulu isbirligiyle gerçeklestirilecek olan “Arap Sinemasına Bakıs” temalı bölümde çagdas Suriye sinemasından seçkiler Mardin’li sinemaseverlerle bulusacak. Programa, yönetmen ve yapımcı Ossama Muhammad, Noma Orman, Orwa Nyrabia, Anmar Hijazi ve Suriye’li genç sinema ögrencilerinin yanı sıra senarist ve yazar Khaled Khalifa katılacak. SineSen ve Senaryo Yazarları Dernegi (SENDER) tarafından gerçeklestirilecek konferanslarda her iki ülkede ortak senaryo üretimi üzerine taktik ve stratejiler tartısılacak. "Baskasının Acısını Anlamak” adıyla gerçeklestirilecek konferansta ise küresellesme sürecinde toplum odaklı senaryo üretimi sinema sosyolojisi üzerinden tartısılacak. Konferansa Tül Süalp, Nedim Süalp, Celal Çimen, Necla Algan, Yıldırım Türker, Burçe Çelik ve Hüseyin Kuzu katılacaklar.
Adamım Benim: Erkek Erkeğe
15.06.2009

Adamım Benim: Erkek Erkeğe

 Yaz mevsimiyle beraber sinemalarda genelde korku ve romantik-komedi ağırlıklı filmler boy gösterir. Türk halkı diğer milletlerin aksine yaz sıcağında sinemaya gitmeyi (nedense) kendine bir hakaret olarak kabul ettiğinden olsa gerek genelde sabun köpüğü tabir edilen eğlencelik filmler birbiri ardına salonlarda gösterime girer. Adamım Benim'de izleyince size kendinizi iyi hissettiren ama sinemadan çıktıktan bir süre sonra unutulan filmlere bir örnek.  Kariyerine komedi filmlerinin senaristi olarak başlayan John Hamburg'u Zor Baba serisinden belki hatırlayanlar çıkacaktır. Büyük gişe hasılatı yapmış komedi filmlerinin aranan senaristiyken kendi ayaklarının üzerinde durmaya karar vererek filmini çeken Hamburg 'Adamım Benimle' ABD'de geniş halk kitlelerini salonlara çekerek sınavını geçmiş görünüyor. Romantik-komedi seven kadın seyircileri ve sulu komedilerden hoşlanan erkek izleyicilerin beğenisi aynı ölçüde karşılayabilecek bir bütünlük sunan film, gösterildiği her ülkede gişede başarılı oldu.  Tuhaf olan şeyse ciddi ölçüde belden aşağı espri ve eşcinsel temalı nükte barındıran bir filmin romantik komedi türünde başarılı sayılması. Romantik-komediler evlilik kurumuyla olan bağları gereği genellikle muhafazakar mesajlar veren, kalıplaşmış hikayeler anlatmayı severler. Adamım Benim ise türe farklı bir noktadan yaklaşarak hikayesini daha edepsiz ve komik bir noktadan seyirciye veriyor.  Hayatı boyunca yakın bir erkek arkadaşı olmamış, başarılı bir emlakçının tam da evlenme arifesinde sağdıcını bulabilmek için çeşit çeşit erkekle arkadaşlık kurma deneyimleri kimi zaman sizi gerçekten güldürüyor. Üstelik filmde cirit atan gay erkekler Peter'la ilgili acaba kuşkusunu kafamızda sürekli canlı tutuyor. Birbirlerine mahrem seks deneyimlerini anlatan komik ve evli çiftler, gay kardeşler, kusma sahneleri ama yine de romantizm fışkıran görüntüler. Tüm bunlar Adamım Benim'i beklenmedik ölçüde cüretkar bir romantik komedi yapıyor.  Bütün bunlara karşın türün klasik kalıplarına alışmış seyirci içinse kötü ve tatsız bir deneyim örneği teşkil edebilir filmimiz. Kız arkadaşı omzuna yaslanınca elini tutmak için sabırsızlanan izleyici, perdede gördüğü iki erkeğin öpüşme sahnesinde irkilerek pekala ne oluyoruz da diyebilir. Bu açıdan küfür, cinsel içerikli espri ya da ben gay erkeklere tahammül edemiyorum diyen gruplardansanız filmden uzak durmanızı öneririm.  Kısacası anti-sosyal Peter'ın evlenme arifesinde yaşadığı edepsiz ve komik ayrıntıları merak ediyorsanız Adamım Benim bu hafta salonlarda olacak. Ve küçük bir hatırlatma, filmin sonunda yazılar akarken erkenden çıkmayın. Çünkü filmimiz size sürpriz yaparak kaldığı yerden devam edecek. Herkese keyifli seyirler.