'21': Klişe!
18.06.2008

'21': Klişe!

Yönetmenliğini Robert Luketic’in yaptığı “21” filmi, fena başlamayan ama esas konuya girdiği andan itibaren klişelerle devam eden bir film. Özellikle Ocean’s serisinden sonra “kumar” konulu filmler çok fazla öne çıkmazken, bu film nereye, ne açıdan parmak basmak istemiş pek anlaşılmıyor. Alında hikaye “Bringing Down The House” adlı bir kitabın uyarlaması. Birkaç MIT öğrencisinin kart sayarak pek çok  gazinoyu dolandırmasını anlatan gerçek bir hikaye, ancak film versiyonunda pek çok değişiklik olmuş.
Türk Filmi 'Quantum'da Al Pacino!
18.06.2008

Türk Filmi 'Quantum'da Al Pacino!

1997 yılından beri yönetmenlik mesleğini sürdüren ve en son yapacağı “Quantum” adlı sinema filminde Al Pacino’yu oynatmak için görüşmeler yapmaya başlayan genç yönetmen Hakan Şahin, Oscar’a aday olacak proje çalışmalarına başladığını söyledi. Sinema ve dizi yönetmeni Hakan Şahin eski yönetmenlerin genç yönetmenlere de imkân tanımaları gerektiğini belirterek şunları ekledi; “En son TRT de yayınlanan Dur Yolcu’da yönetmenlik yaptım. Öncesinde de birçok diziye, TV programına yönetmenlik yaptım. Şimdiki hedefim uzun metrajlı bir film. Benim gibi yönetmenliğe gönül vermiş kişilere yönetmenlikten emekli olması gereken kişiler artık müsaade etmeli. Şu ana kadar birçok film yapıldı fakat neden bir Oscar alamıyoruz. Bu benim hedefim ve Oscar’ı alacak ilk Türk yönetmeni olacağım. Türkiye’de bugün neredeyse 150’ye yakın dizi film çekiliyor ve bu da 150 tane yönetmen demektir. Ama ciddi anlamda bakarsak, yaptıkları iş değerlendirilince bence o kadar yönetmen yok bu ülkede. Maalesef ülkemizde yönetmen olarak görev yapan birçok meslektaşım, yönetmenliğin bir sahnenin genel plânlarını ve yakın plânlarını çekmek olduğunu zannediyor. Oysaki bu işin pratik ve teorik yanları var. “Genç Yönetmenlere İmkan Verilmeli” Türkiye’de genç yönetmen olmanın avantajından çok dezavantajı olduğuna da değinen yönetmen Şahin, “Bizden önce yönetmenliğe başlayan üstadlarımız bizim gibi genç yönetmenleri potansiyel bir tehlike olarak görüyorlar. Ve bu nedenle genç yönetmenlere fazla imkân verilmiyor. Bu işi yapanlar gençlere şans vermezse herhalde son filmlerini sedyede çekecekler. Ve Oscar’ın gelmesi de hayal olarak kalacak. Yurt dışında birçok yönetmen ilk filmlerini 13-14 yaşında çekmiştir. Spilberg gibi” şeklinde konuştu. “Quantum”da  Al Pacino Çekimlerine önümüzdeki yıl başlanacak olan “Quantum” filminin çalışmalarına aralıksız devam ettiklerini de belirten yönetmen Hakan Şahin, “Çekeceğim filmin adı ‘Quantum’. Hayattan ne istersen hayat sana onu verir teorisi. Çekim yasasını konu alan bir film. Ayrıca projenin içinde aksiyon, gerilim, dram, aşk ve astroloji var. Karakterler konusunda da mütevazi değil, iddalıyım. Senaryomuzda Gahl isimli bir astrolog karakterimiz var. Bu karakteri Quantum’un da savunucusu olan, dünyaca ünlü kabala uzmanı Gahl Sasson’u oynatacağız. Şu an onunla görüşmelere başladık, çok sıcak bakıyor projemize. Ayrıca Latif isimli Türkiye’nin en büyük mafyası rolünde de Al Pacino’yu oynatmak istiyoruz. Al Pacino’nun menajerleri ve kendisi ile yurt dışında çalışmalar yapan ekibimiz görüşmelere başladı."
SineMardin Film Festivali Başlıyor
16.06.2008

SineMardin Film Festivali Başlıyor

Bu yıl üçüncüsü düzenlenecek SineMardin Film Festivali, 20–24 Haziran tarihleri arasında Mardin'de  gerçekleştirilecek. 2006 yılında yerel inisiyatif olarak başlayan SineMardin Film Festivali, ana çatısı senaryo olan Türkiye’deki tek film festivali. Temel amacı, iki yıldır Senaryo Yazarları Derneği ile (SENDER) beraber gerçekleştirilen konferans ve senaryo atölyeleriyle Mardin’de senaryo üretimini özendirmek olan festivalin, bu yılki teması “Kadın”. Bu temayla birlikte festival üçüncü yılında kadın yönetmen, senarist ve yapımcıların filmlerine yer verecek. Festivalin açılış filmi olan “Kilit”, filmin yapımcı ve yönetmeni Ceyda Aslı Kılıçkıran ve oyuncuları Müjde Ar, Serap Aksoy, Ayla Algan ve Mustafa Alabora’nın katılımıyla, 20 Haziran tarihinde Kasimiye Medresesi’nde gerçekleşecek festival açılış törenini takiben gösterilecek.   SineMardin film gösterim programında Alexander Sokurov'un “Alexandra”, Julian Schnabel'in “Kelebek ve Dalgıç”, Emir Kusturica'nın “Bana Söz Ver”, Hou Hsiao-Hsien'in “Kırmızı Balonun Yolculuğu”, Michael Haneke'nin “Ölümcül Oyunlar”, Vincent Paronnaud'un “Persepolis”, Selma Köksal'ın “Fikret Bey VE Handan İpekçi'nin “Saklı Yüzler” filmleri yer alıyor.   Ayrıca, Mustafa Altıoklar (Beyza’nın Kadınları), Feride Çiçekoğlu (Parmaklıklar Ardında), Işıl Özgentürk (Seni Seviyorum Rosa), Neşe Çehiz (Dizi), Handan İpekçi (Saklı Yüzler), Kubilay Tuncer (Mutluluk) ve Yüksel Aksu’nun (Dondurmam Gaymak) film gösterimlerinden sonra gençlerle buluşacakları Film Çözümleme Atölyeleri gerçekleştirilecek. Bu yıl ikincisi düzenlenecek olan “Film Platosu olarak Mardin” isimli konferansta geçen sene aynı isimle gerçekleştirilen konferansın çıktıları üzerine kurulan Mardin Film Ofisi’nin çalışma ve faaliyetleriyle, Mardin’de yerel sinema üretimi tartışılacak. Yönetmen, senarist, yapımcı ve oyuncuların katılacağı konferans, 21-22 Haziran tarihlerinde gerçekleştirilecek. Festival kapsamında çarpıcı bir “video art” sergisi de yer alıyor. Pakistan’lı sanatçı Mansoora Hasan’ın “911” ve “The Bound Project” isimli video çalışmaları ve görselleri 20-27 Haziran tarihlerinde Kasimiye Medresesi’nde sergilenecek. Festivalle ilgili ayrıntılı bilgi için: www.sinemardin.com.tr
The Incredible Hulk: İki Boyutlu Hulk
16.06.2008

The Incredible Hulk: İki Boyutlu Hulk

Ang Lee’nin yönetmen koltuğunda oturduğu 2003 yapımı “Hulk”, diğer çizgi roman uyarlamalarından biraz farklıydı. Genelde alışılageldiği üzere, kahramanın üstün yanını bol bol aksiyon sahnelerinde kullanmak yerine kahramanın psikolojisine inmeyi deniyor, derinlemesine bir karakter analizine girişiyordu. Hatırlarsanız, ilk Hulk’u izleyen insanların genel tepkisi filmin temposunun yavaş ve aksiyon oranının düşük olduğuyla ilgiliydi. Her ne kadar kıymetini anlayan bir kitle olmuşsa da çoğunluk tarafından beğenilmemiş ve gişede zarar etmişti.
Öldüren Cazibe: Ruhlar Arasında Bir Sihirbaz
11.06.2008

Öldüren Cazibe: Ruhlar Arasında Bir Sihirbaz

Asıl adı Erik Weisz olan Macaristan doğumlu Harry Houdini, gelmiş geçmiş en başarılı sihirbaz olarak kabul edilir. Hünerleri sadece sihirbazlıkla sınırlı olmayan, her türlü zincirden ve kapalı nesneden kurtulabilen bir şovmen olan Houdini, sahne üstadlığının yanısıra sinemaya el atmış, birkaç filmde rol amış, yapımcılık da yapmış bir isim. Ruhlarla bağlantı kurmaya meraklı olan Houdini, medyum numarası yaparak para kazanan dolandırıcıları ifşa etme bilinciyle de tanınan bir isim. Bu amaçla yazdığı bir de kitap mevcut: “A Magician Among the Spirits: Ruhlar Arasında Bir Sihirbaz”.
21: Vegası Dağıtmak
11.06.2008

21: Vegası Dağıtmak

Herşeyin başlangıcı, Ben Mezrich’in Eylül 2002’de Wired dergisinde yayınlanan “Hacking Las Vegas” başlıklı yazısı ile, ertesi yıl yayınlanan “Bringing down the Hose: The Inside Story of Six MIT Students Who Took Vegas for Miliions” kitabının en çok satanlar listesine girmesine dayanıyor. Ülkemizde de 2005 yılında “Mekanı Dağıtmak” adıyla Salyangoz yayınlarından çıkan kitap Las Vegas’taki kumarhanelerden, öğrencilerin sistemi yenmesini anlatması ile ilgi çekmiş. Kevin Spacey’nin henüz dergideki yazıyı okur okumaz, telif haklarını alması ile filme dönüştürülmesinin startı da verilmiş.
Yeni Batman Filmi: ‘Kara Şövalye’
10.06.2008

Yeni Batman Filmi: ‘Kara Şövalye’

2005 yılında çekilen “Batman Begins/ Batman Başlıyor”un devamı olan “The Dark Knight/ Kara Şövalye”, yönetmen Christopher Nolan ile ünlü aktör Christian Bale’i tekrar biraraya getiriyor. Christian Bale’i yeniden Batman rolünde izleyeceğimiz filmin baş kötü adamı Joker’i ise, “Brokeback Mountain” filmindeki performansıyla Oscar’a aday gösterilen ve geçtiğimiz aylarda kaybettiğimiz aktör Heath Ledger canlandırıyor. “Batman Begins/ Batman Başlıyor”daki rollerini bu filme taşıyan diğer oyuncular ise şöyle: Teğmen Jim Gordon’ı canlandıran Gary Oldman; Alfred’i canlandıran Oscar ödüllü aktör Michael Caine ve Lucius Fox rolündeki Oscar ödüllü aktör Morgan Freeman.      25 Temmuz’da gösterime girecek “The Dark Knight / Kara Şövalye”de; Batman, Teğmen Jim Gordon ve Bölge Savcısı Harvey Dent’in yardımlarıyla, şehir sokaklarını sarmış olan suç örgütlerinden geriye kalanları temizlemeye girişiyor. Ancak kısa süre sonra, Joker olarak bilinen ve Gotham şehri sakinlerini dehşete boğup, Kara Şövalye’yi kahramanlıkla adalet suçlusu arasındaki ince çizgiye sürükleyen suç dehasının yarattığı karmaşa kendini göstermeye başlıyor.
Süper Kahraman ‘Hancock’
09.06.2008

Süper Kahraman ‘Hancock’

Son olarak “Ben Efsaneyim”de sergilediği başarılı performansı ile adından söz ettiren Will Smith’i, Los Angeles’ın sinirli, uyuşmaz, alaycı ve yanlış anlaşılan süper kahramanı Hancock rolünde izleyeceğimiz yeni fantastik komedi “Hancock”, 4 Temmuz’da gösterime giriyor.   İyi niyetli kahraman Hancock, işlerini yapıp sayısız insanı kurtarabilir ama her zaman arkasında insanı hayrete düşürecek kadar hasar bırakır. Halk artık bu durumdan usanmıştır. Yerel kahramanlarına minnettar olmakla birlikte, Los Angeles’in iyi vatandaşları bu adamı haketmek için ne yaptıklarını merak ederler. Hancock aslında başkalarının ne düşündüğünü umursayan birisi değildir. Halkla İlişkiler Uzmanı Ray Embrey’in (Jason Bateman) hayatını kurtardıktan sonra  alaycı süper kahramanımız kendisinin de zayıf bir tarafının olabileceğini farketmeye başlar. Hancock’un bugüne kadar karşılaştığı en büyük sorun bu yönüyle yüzleşmek olacaktır. Ayrıca, bu da Ray’in karısı Mary’nin (Charlize Theron), onun işe yaramazın teki olduğu konusundaki ısrarını kırmak için bir fırsattır.
88 Dakika: Tik Tak Doktor, Tik Tak
05.06.2008

88 Dakika: Tik Tak Doktor, Tik Tak

Başrolünde usta oyuncu Al Pacino’nun yer aldığı “88 Dakika” beklentileri karşılayamaması bir yana, kötü bir aksiyon filmi ünvanı almaktan kurtulamayan, pasif bir film olarak çıkıyor karşımıza. Filmin birçok yerinde tanıdık karelere rastlamak mümkün. Özellikle de “24” ve “Dexter” dizilerinin esintileri birçok yerde göze çarpıyor. Daha önce “Cehennemden Gelen”, “Tam Zamanında”, “The Black Dahlia” ve benzeri birçok filmin aynı konuyu işlediğini göz önünde bulundurursak ve bu filmleri “88 Dakika” ile kıyaslarsak filmimizin  bir fiyasko olduğu fikri bir kez daha pekişmiş oluyor. Filmde farklı olan ya da fark yaratacağı düşünülerek yapılan ama pek fark yaratmayan; filmin gerilimi daha çok psikolojik olarak vermeye çalışması ve bunu aksiyonun içine yedirme çabası.. İki kız kardeşin bir seri katil tarafından öldürülmeye çalışılması ile açılan filmimiz bütün klişeleri harfi harfine uygulayarak, “n’oluyoruz” demeye kalmadan 9 yıl sonrasına atlayıveriyor. Giriş kısmından katilimizin kadınları tek bacağından asarak öldürmekten hoşlandığını ve daha önceden de birkaç vukuatının olduğunu öğreniyoruz. Yine 9 yıl sonrasına gitmeden; 6. hissin deyim yerindeyse “gözünü  çıkaran” davranış bilimleri  hocası, ucundan takıntılı doktorumuz Jack Gramm’ın varsayım üzerine bir şüpheliyi, amiyane tabirle kodese tıktırdığını görüyoruz. Katilimizin öldürürken bir tarzının olması ve bu tarzla tanınması bizi ister istemez “Dexter”daki “buz kamyonlu katil”e götürüyor. Aradan (yukarıda da belirttiğim gibi) 9 yıl geçiyor ve ne hikmettir bilinmez yetenekli doktorumuz Gramm’ın saçlarındaki beyazlar tek tel artmadan aynen duruyor. Yaratıcı yönetmenimiz “aradan zaman geçti heee!” duygusunu uyandırmak için doktorumuza bir de top sakal ekliyor. Burada seyircinin tepkisi küçümseyici bir gülümsemeden öteye gidemiyor. Ayrıca “yürüyen karizma” Al Pacino’ya uzun saçın hiç yakışmadığını, kafasında “ha uçtu, ha uçacak” gibi durduğunu da belirtmek lazım.(hele koşarken bu izlenim tavan yapıyor!) Olay yine beklendiği gibi bir kızın daha bacağından tavanda asılı bulunmasıyla devam ediyor. Ardından Doktor Gramm’ın telefonu çalıyor ve 88 dakika içinde öleceği söyleniyor. Bu dakikadan sonra sözüm ona asıl aksiyon başlıyor ve film “24” dizisi gibi eş zamanlı gitmeye hatta “24” ü ısrarla hatırlatacak keskin, kısa ve hızlı kamera hareketleriyle ilerlemeye başlıyor. Jack Bauer’in sürekli çalan telefonu, Jack Gramm’a da aynen alınmış ve o telefon film boyunca hiç abartısız dakika başı çalıyor, susmak nedir bilmiyor… Daha sonra her şey yine uygun adım gitmeye devam ediyor. Doktorumuzu bir an dışarıda, bu sahneyi takip eden diğer sahnede ofisinde yine telefonla konuşurken görebiliyoruz. Filmin bu atlama ve hızlı gitme çabası, ama oyuncuların tam aksine 88 yıl vakitleri varmış gibi ağır hareketleri izleyicide “bir şey mi kaçırdım?” sorusunun oluşmasına sebep oluyor. Gramm’ın en gergin sahnede bile yanındaki kadına psikolojik destek verme, moralini düzeltme çabası ise feci halde dikkat dağıtıyor. Ayrıca Gramm’ın yanında neden hep bir kadın var bir türlü anlam veremiyoruz. Doktorumuz bu tür filmlerde genellikle oluşturulan aşırı zeki, cin fikirli, açık gözlü ve kurnaz baş karakter özelliklerine sahip değil. Keza her şeyden şüpheleniyor ama en ufak açıklamaya hemen kanıveriyor. Bu ayrıntı bence filmin artılarından biri çünkü böyle filmlerde başrolün yüceltilip insan ötesi bir varlığa dönüştürülmesini yapmacık bulan bir seyirciyim. Filmin birden çok kadın karakteri var. Ama hiçbiri doyurucu bir oyunculuk sergileyemiyor ve finalde de etkin oldukları için memnuniyetsizliğimizi bir kez daha perçinliyorlar. Filmdeki idealist delikanlımız, Gramm’ın öğrencisi Mike Stemp ise “The O.C” deki asi genç Ryan pozlarını burada da atmaya devam ediyor. Müzikler fena değil, filmin dokusuna uygun ve bütünlüğü oluşturur nitelikte. Filmde en beğendiğim sahne Gramm’ın arabasının patladığı ve ters köşe blöfünün bence çok hoş durduğu sahne. Parmakla sayılır sahnelerden biri de bu zaten. Netice olarak Al Pacino’nun fena harcandığı, tam bir klişeler geçidi olan ama karakterlerini gerçeklerden uzaklaştırmadan, yüceltmeden işleyişiyle dikkat çeken, maalesef ki başarısız bir aksiyon filmi. Aslında 1 yıldızdan fazlasını hak etmemesine rağmen sırf Al Pacino için 2 yıldıza değer…
Yetimhane: Kaçırılmış Saf Gerilim Fırsatı
05.06.2008

Yetimhane: Kaçırılmış Saf Gerilim Fırsatı

Goya ve Barcelona Film Ödülleri de dahil olmak üzere birçok film festivalinde farklı dallarda toplam 29 ödül kazanan “The Orphanage” nihayet ülkemizde yaygın gösterimde. İlk kez 2000 yılında yazılan senaryo, ancak 6 yıl sonra çekimlerine başlanmasıyla peliküledeki yerini bulabildi. Bir korku filminin, fantastik öğeleri de kullanarak bol ödül toplaması kuşkusuz korkuseverler için bulunmaz nimet görüntüsü çiziyor.
‘Wanted’ İçin Hazırlanın!
04.06.2008

‘Wanted’ İçin Hazırlanın!

“Kefaret-Atonement” ve “İskoçya’nın Son Kralı-The Last King of Scotland”den tanıdığımız genç aktör James McAvoy, “Batman Begins” ve “Million Dollar Baby”nin yıldızı Morgan Freeman ve “Mr. & Mrs. Smith” ile “Lara Croft: Tomb Raider”ın yıldızı Angelina Jolie, beş para etmez tembel birisiyken adalet sağlayıcısı katile dönüşen bir genç adamın öyküsünün anlatıldığı “Wanted”da bir araya geldiler.
Ölümcül Oyunlar: Ölmek Var Dönmek Yok!
03.06.2008

Ölümcül Oyunlar: Ölmek Var Dönmek Yok!

İzleyici üzerinde bıraktığı etki açısından, beş “Testere”ye bedel bir filmle karşı karşıyayız sevgili sinemaseverler. Koltuklarınızda kasılıp kalacağınız ve her dakika içinizi kemiren bir kaygı eşliğinde izleyeceğiniz “Ölümcül Oyunlar”, bu hafta gösterimde; sıkıysa izleyin! 1997 Avusturya yapımı “Funny Games”in, Naomi Watts ve Tim Roth gibi Hollywood etiketli oyuncularla yeniden çevrilmesi sonucu ortaya çıkan “Funny Games U.S / Ölümcül Oyunlar”, yönetmen Michael Haneke’nin tabiriyle bir “şiddet eleştirisi”. Kendinizi en az filmdeki karakterler kadar zavallı ve çaresiz hissederek izleyeceğiniz bu film, şiddetin insan üzerindeki fiziksel ve psikolojik etkilerini tüm gerçekliği ile gözler önüne sererek, sancılı bir seyir süreci yaşatıyor izleyicisine. “Ölümcül Oyunlar”da çığlık attıran öcüler, doğrama makinelerinde parçalanan kafalar, önüne geleni biçen baltalı katiller ya da virüslü yaratıklar yerine normal özelliklere sahip, eli yüzü düzgün iki genç çıkıyor karşımıza korku figürleri olarak. Hasta ruhlu bu çocuklar; yumurta isteme bahanesiyle girdikleri evde; ev halkına tahammül edilemez işkenceler uyguluyorlar. Göl kenarındaki bu huzur dolu ev, tatil yapmak amacıyla eve yerleşen aile için cehenneme dönüşüveriyor bir anda. Şiddet dolu eylemlerinden, bir ‘oyun oynarcasına’ keyif alan psikopat katiller (Paul ve Peter), bu eziyetli oyuna kurbanlarını ve hatta izleyicileri de dahil etmeye çalışıyorlar. Zaman zaman kameraya dönüp izleyicinin “nasıl bir son beklediğini” soran Paul, bu hareketi ile izlediğimiz vahşetin kurgu olduğunu hissettirerek, acımızı hafifletir gibi olsa da; zavallı ailenin bu durumdan nasıl kurtulacağını düşünüp, onlar için kaygılanmaktan da kendimizi alamıyoruz. “Yeter!” diye bağırıp, salonu terk etmemek için zorlandığınız bir stres hakim filmin geneline. Aslına bakarsanız, Haneke, gerilim ya da işkence dozu yüksek sahneleri perdeye direkt yansıtmaktan kaçınmış; dehşetin resmini seyirciye çizdirmek istemiş gibi adeta. Film karelerinde göremeseniz de, aklınızda canlanan bu sahnelerde, çaresizlik içinde kıvranan baba, anne ve oğullarının çektikleri acıyı o kadar yoğun hissediyorsunuz ki, filmin içine dalıp, hasta ruhlu katillerin yakasına yapışmak geliyor içinizden. “Ölümcül Oyunlar”da tüm kadro, oyunculuk yönünden büyük bir alkışı hakediyor. Daha küçücük bir çocukken, anne ve babasının maruz kaldığı işkencelere bizzat tanık olan Georgie sinir krizleri geçirirken, çocuk oyuncu Devon Gearhart rolünü öyle iyi yapıyor ki, babalık- annelik güdüleriniz harekete geçiyor bir anda. Naomi Watts, ailesini kurtarmak için herşeyi yapmaya hazır olan koruyucu anne rolünü başarıyla canlandırırken, karısı ve çocuğunun gözünün önünde yok oluşunu izleyen George rolündeki Tim Roth da, aklını kaçırmak üzere olan bir babanın şaşkınlığını çok güzel ifade ediyor. Bembeyaz kıyafetleri ile kararmış ruhlarını gizlemeye çalışan ruh hastalarına , “bunu neden yaptıkları” film boyunca birkaç kez soruluyor olsa da, ne filmdeki karakterler ne de izleyiciler için tatminkar bir cevap verilemiyor bu soruya. Aslında yönetmen Michael Haneke’nin dikkat çekmek istediği konu da bu! Bu psikopatların derdi ne? Kendilerini böyle mi ifade etmeye çalışıyorlar? Varoluşlarına anlam katabilmek için mi bunu yapıyorlar? Yoksa bundan gerçekten keyif mi alıyorlar? Bu soruların cevabını bulamamış bir şekilde, filmin jenerik müziğini bile dinlemeden, salondan dışarı kendimi zor attım. 111 dakika boyunca hissettiklerim; huzursuzluk, kaygı bozukluğu ve stresten ibaretti. Gerilim ve korku türleri ile tanımlanan “Ölümcül Oyunlar”, bu türlerin hakkını veremiyor ne yazık ki. "Her an birşey olabilir" kaygısıyla beklemek elbette ki 'geriyor' insanı ancak film boyunca biriktirdiğiniz  gerilim içinizde kalıyor. Beklediğiniz korku reaksiyonlarını yaşatamayan filmin sonu da, adam akıllı bir “oh” dedirtmiyor insana. Huzurunuz kaçmış, kalbiniz sıkışmış bir şekilde ayrılıyorsunuz salondan.