On üç yılda 40 702 Km. Gezici Festival Dünyayı turladı.
01.11.2007

On üç yılda 40 702 Km. Gezici Festival Dünyayı turladı.

Ankara Sinema Derneği’nin Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kars Belediyesi, Statoil ve Akman Holding’inkatkılarıyla düzenlediği 13. Avrupa Filmleri Festivali - Gezici Festival, 2-25 Kasım tarihlerinde, Ankara, Kars, Samsun ve Saraybosna\'daki gösterimleri için 5051 km. yol kat edecek. 26 Ülkeden 90 filmin gösterileceği Festival, 13\'üncü yılının sonunda, toplam 40702 km. yol giderek dünyanın çevresinde bir tur atmış olacak.
44. Antalya Altın Portakal - Belgesel Juri Kararına Dair
31.10.2007

44. Antalya Altın Portakal - Belgesel Juri Kararına Dair

"DEVRİMCİ GENÇLİK KÖPRÜSÜ" VE "38" BELGESEL EKİPLERİNİN AÇIKLAMASI 31.10.2007 44. Antalya Altın Portakal Film Festivali\'ni,diğer belgesellerle yarışmaktan çok filmlerimizin daha geniş izleyici kitleleri ile buluşabilme fırsatı olarak değerlendirmiş idik. Çünkü yarışmadaki belgesel filmlerin pek çoğu, serüvenlerini birlikte paylaştığımız, Türkiye\'de belgesel sinemanın güçlenmesi için birlikte çalışmalar yürüttüğümüz yönetmen ve ekiplerin filmleri idi. Yarışma sonuçlarının açıklandığı gece hepimizi hayrete düşüren bir gerekçe ile belgesel alanda ödül verilmediği kararını öğrendik. Ulusal Belgesel Film Yarışması Jürisi\'nin oybirliği ile aldığı kararı jüri başkanı şu sözlerle ifade ediyordu: "Jürimiz, \'Ulusal Belgesel Film Yarışması\'na katılan belgesel filmleri dikkatle izledikten ve bu filmlerin belgesel sinema sanatlarına uygunluğu ile ilgili uzun tartışmalardan sonra oy birliği ile şu karara varmıştır: Adayların her birinin işlediği konu ve öykülere saygı duymakla birlikte, aday filmler arasında, profesyonel belgesel film ölçütlerine uygun bir eser bulunamamıştır. Ödüllendirmemenin bu alanda daha iyi ve doğru ürünler verilmesi fikrini destekleyici düşüncesini paylaşan jürimiz, \'en iyi ulusal belgesel film ödül\' dalında bu yıl ödül vermeme kararı almıştır." Yarışma sonunda ödül vermeme kararını, bir ödül verilmesini zorunlu kılan Altın Portakal Yönetmeliği\'nin 5.1 maddesine [1] aykırı da olsa, anlayabiliriz. Ancak jüri başkanı Ertuğrul Karslıoğlu\'nun, jüri üyeleri Coşkun Aral, Tuba Akyol, Canan Evcimen ve Ludmila Cvikova adına ifade ettiği "profesyonel belgesel film ölçütlerine uygun bir eser bulunamama"sı gerekçesini, anlaşılabilir bir değerlendirme ve karar olarak algılamamız mümkün değil. Bu açıklamayı Türkiye\'de her koşul altında uluslararası profesyonel standartlarda belgesel filmler üretmeye çalışan ve hayatını buna adamış olan belgesel sinemacılar için saygı çerçevesinden uzak ve maalesef karalayıcı ve hatta ne yazık ki filmlerin çoğunluğunun politik içeriklerinden kaynaklı şaibeli bir tutum olarak değerlendiriyoruz. Eğer sorun sahiden bu ise, "profesyonellik" objektif kriterleri olan bir değerlendirmedir. Çekim ve kurgu formatı, görüntü kalitesi, ekibin uzmanlık alanlarındaki deney ve birikimleri, araştırmanın derinliği ve yapım aşamalarının hakettiği süreçlerde katedilmiş olması gibi \'doğru bir film okuma\' ile algılanabilecek nesnel kriterlerdir. Jüri en azından bu algılamayı başaramamış, açık ve nesnel bir haksızlık yapmış, özensiz ve sorumsuz bir davranışla haddini aşmıştır. Jürinin "profesyonel" bulmadığı filmlerimiz, yurtiçi ve yurtdışı festivallerde gösteriliyor, özel davetler alıyor; Türkiye\'de bağımsız belgesel film üretiminin son örnekleri olarak uluslararası seyirciye sunuluyor; belgesel film festivallerinin açılış filmleri oluyor; uluslararası film marketlerde yer alıyor ve Avrupa\'da çok sayıda festivalde izleyici ile buluşuyor. Dolayısıyla bu açıklamanın aynı zamanda, diğer festivallerin seçici kurullarına, filmlerimizden övgü ile bahseden gerek yurtiçi gerek yurtdışı profesyonel sinema alanı insanlarına, gösterimlerden sonra büyük bir çoşku ile duygularını bizimle paylaşan çok sayıda seyirciye ve tüm bunların yanısıra yıllarını belgesel sinemanın desteklenmesi ve geliştirilmesi için harcayan belgeselci ekiplere haksızlık olduğu görüşündeyiz. Jüri, Türkiye belgesel sinemasını da aşağılayan bu kararın altında hangi tedirginliklerin yattığını ve profesyonellik kriterlerinin ne olduğunu şeffaf bir şekilde kamuoyuna açıklamakla yükümlüdür. Bu noktada, oldukça tartışmalı bu kararın Altın Portakal Festival Yönetimi ve kararı veren Juri Üyeleri tarafından bir sorun ve daha da önemlisi sorumluluk olarak algılanarak ivedilikle bir çözüm üretilmesi ve bu gerekçenin geri alınması gerektiğini düşünüyoruz. 44. yılına gelmiş olmanın haklı sevincini yaşayan Altın Portakal Film Festivali\'nin böylesi bir saygısızlığın ortadan kaldırılması için kurumsal kimliğinin arkasında durmasını gerekli görüyoruz. En kısa zamanda gerek juri kararının gerekse bu karara varan jurinin feshedilerek, belgesel sinemacılara hakettikleri saygı ve özenin gösterilmesi gerektiği inancındayız. Çünkü şu bir gerçek ki, bütün ülke sinemaları, öncelikle kısa film ve belgesel sinemanın kurumsal olarak desteklenmesiyle adını dünyada duyurabilmiştir. [1] 44. Antalya Altın Portakal Film Festivali Ulusal Belgesel Film Yarışması Yönetmeliği Madde 5.1: Seçiciler Kurulu, yarışmaya kabul edilen filmler arasından En İyi Film\'i belirleyecek ve değer bulursa bir adet Jüri Özel Ödülü verebilir.Jüri, gerekli görmüyorsa Özel Ödül vermek zorunda değildir, ancak En İyi Film seçilmesi zorunludur.
Musallat’ın Başrol Oyuncusu Biğkem Karavus: Annemden Kendi Doğumumu Dinledim ve Oynadım
31.10.2007

Musallat’ın Başrol Oyuncusu Biğkem Karavus: Annemden Kendi Doğumumu Dinledim ve Oynadım

“Musallat”da doğum sahnesinin kendisini çok endişelendirdiğini belirten Karavus, “İnternette doğum görüntüleri izleyecektim, bilgisayarım kilitlendi. Bunun bir işaret olduğunu düşündüm. Annemden kendi doğumumu dinledim ve kafamdaki doğumu oynadım” dedi. Kasım ayında vizyona girecek filmler arasında en çok dikkat çeken ve ses getiren yapımlar arasında gösterilen “MUSALLAT”ın başrol oyuncusu Biğkem Karavus, filmde en çok doğum sahnesinden etkilendiğini söyledi… Burak Özçivit’le oynadığı ilk sinema filminin kendisini çok heyecanlandırdığını ve oyunculuk kariyeri açısından da önemli olduğunu vurgulayan güzel yıldız şöyle konuştu: “Musallat’ta özellikle doğum sahnesi beni biraz endişelendirdi. Çekimden bir gün önce doğumla ilgili görüntüleri izlemek için internete girmek istedim ancak aksilik bilgisayarım kilitlendi, izleyemedim. Bunun belki de bir işaret olduğunu düşünerek kendi kafamdaki doğumu oynamak istedim. Bu konuda deneyimli olan annemden yardım isteyerek kendi doğumumu dinledim. Yönetmenimiz ve setteki arkadaşlarım, doğum sahnesinde çok başarılı olduğumu söylediler. Ben henüz izlemedim ve gala gecesine kadar da izlemeyi düşünmüyorum, sürpriz olsun istiyorum.” “Musallat”daki partneri Biğkem Karavus’un tüm sahnelerde son derece başarılı performans sergilediğini belirten Burak Özçivit ise, “Biğkem’i doğum sahnesinden sonra tebrik ettim, monitöre bile bakamadım ve çok etkilendim. Onunla birlikte oynadığım için çok mutluyum”  dedi. “Musallat”ın aksesuar ve makyajlarını Hollywood stüdyolarında görev alan bir ekip, Ben Nye yaptı… Film, gerek son teknoloji aksesuar,  makyaj, efektleriyle gerekse ilginç konusu ve görselleriyle sinemaseverlerin ilgi odağı olacak… Yapımcılığını Mia Yapım’ın üstlendiği, yönetmenliğini Alper Mestçi’nin yaptığı “Musallat” 16 Kasım’da tüm Türkiye’de vizyona girecek… Senaryosunu Alper Mestçi’nin kaleme aldığı filmin,  yapım ortağı ise Dada Film-Murat Toktamışoğlu… ÖZEL SİLİKONLA HAMİLE OLDU… Başrolü, Burak Özçivit’le paylaştığı Musallat’ta özellikle doğum sahnesinde son derece başarılı bir performans sergileyen Biğkem Karavus’un karnına özel silikon uygulandı…
Altın Portakallar Sahiplerini Buldu
30.10.2007

Altın Portakallar Sahiplerini Buldu

Beyazperdenin Türkiye\'deki en uzun soluklu ve en önemli zirvesi, Türk sinemasının buluşma noktası, 2007\'de 44\'üncü kez Türk sinemasını taçlandıran Antalya Altın Portakal Film Festivali ve 3\'üncü yılında dört kıtadan 100\'ün üzerinde filmin Türkiye galalarına evsahipliği yapan, muhteşem bir yıldızlar geçidiyle büyüleyici bir sinema şölenini sinemaseverlerle buluşturan 3\'üncü Uluslararası Avrasya Film Festivali 28 Ekim 2007 gecesi Festival Vadisi\'ndeki Cam Piramit\'te düzenlenen görkemli bir ödül töreniyle sonlandı ve Altın Portakal ödülleri sahiplerini buldu.
8. Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali
30.10.2007

8. Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali

8. Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali bu yıl 03 - 09 Kasım 2007 tarihleri arasında gerçekleştiriliyor. Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali bu yıl birtakım içeriksel ve yapısal değişiklikle sinema severlerle buluşacak. Bu yılki festival programı 2007 yılında dünyanın önemli festivallerinde ödül almış filmlerden oluşacak. Festival, Dünyanın En İyi 100 Kısa Filmi temasıyla bir çok önemli ve ödüllü filmi  İzmirli sinemaseverlerin ayağına getiriyor. Festival web sitesi: http://www.izmirkisafilm.org
Kıyamet sonrası fonunda Alice Mad Max...
30.10.2007

Kıyamet sonrası fonunda Alice Mad Max...

Winning Eleven oynamak için playstation 1 alırken, satıcının yanında hediye olarak verdiği ve uzun süre yüzüne bakmadığım bir oyundu Resident Evil. Kız arkadaşımın başka oyun yok mu sorusu üzerine başladığım oyunu aralıksız oynayarak 2 günde bitirmiştim. Almadığım memory card yüzünden sonraki günü uyuyarak, yeni oyunun çıkmasını bekleyerek geçirmiştim. Zaten korku filmlerini kötü de olsa izleyen kitleye hitap eden ve korku oyunu tabirine yeni ufuklar açan bu macera oldukça uzun bir seriye dönüştü. Dünyada bir fenomen oldu. O zaman için oldukça yeni bir şeydi. Tüm ışıklar kapanır, ses açılabildiği kadar açılır, korkmaya hazır olunurdu. Titreşimli kolun yardımı ile oluşan atmosfer o meşhur kapılar ve köpekler yardımı ile müthiş bir heyecandı. 1996’da başlayan oyun fırtınasına kayıtsız kalmayan Paul W.S. Anderson iyi bir kadro ile hikayeye güzel bir başlangıç yapmıştı. Serinin fanatikleri doğal olarak ikiye bölündü. Yine de yaratılan atmosferin herkesi tatmin etmesi mümkün değil. İnteraktif bir deneyimin herkeste yarattığı farklı heyecanları tek bir filmde bulması zaten mümkün değil. 2002’de çekilen ilk filmin başarısı doğal olarak ikinci filmi getirdi. Anderson bu kez sadece yazdı, filmi yönetmedi. Bunun etkisi midir bilinmez tamamen oyun atmosferine yaslanan sinematik hiçbir öğesi olmayan son derece başarısız devam filmi geldi 2004’te. Ve yıl 2007… Serinin en mükemmel oyunu Nemesis mi çevriliyor sorularının bolca sorulduğu zaman diliminde, yazan yine Anderson ama yöneten bu kez türe vakıf bir yönetmen. Russell Mulcahy 1979’da başladığı kariyerinde 1986’da kendisini efsane haline getirecek oalan Highlander serisini başlatan isim. Serinin ilk iki filminde yakaladığı başarıyı bir daha tekrarlayan olmaması da bunun kanıtı olsa gerek. Ancak seri hariç yönetmenin herhangi bir başarısının olmaması ise oldukça garip. Genelde Duran Duran klipleri başta olmak üzere klip yönetmenliği daha başarılı bulunan isim son derece doğru bir tercih olarak görülüyor kağıt üzerinde. Gelelim filme… Tamamen tür kırması bir filmle karşı karşıyayız. Virüs tüm dünyaya yayılmış, her yer çöl olmuş artık. Yaşayan ve sağlıklı kalabilen insan sayısı azalmış. İlk filme ve hikayenin başlangıcına selam çakarak başlıyor film. O meşhur kırmızılar içindeki Alice güzel bir heyecan yaratıyor. Sahnenin sonunda yüzlerce Alice’i görmek de güzel. İkinci sahneden itibaren klasik bir Mad Max havasına bürünüyor film. Motor üzerinde kovboy çizmeleriyle Alice filmin kıyamet sonrası figürü. Aldığı yardım çağrısına cevap vererek yeteneklerinin geliştiğini anlıyoruz. Ama sonrası… Giderek kısır döngye giriyoruz. Bir konvoyun yolculuğu ve arayışlarına odaklanıyor film. Mad Max etkisi tamamlanıyor. Alice’le karşılaşmaları gerekiyor elbette. Karga sahnesi ile gerçekleşen karşılaşma fotoğrafik açıdan sinemasal bir lezzet sunuyor elbette. Ama bu lezzet film boyunca devam etmiyor. Benzer bir sahneyi sonlara doğru görüyoruz ama daha önceki örneklere göre yeni bir şey yok o sahnede de. Alice’in gelişen yeteneklerini gördükçe gerilim ve aksiyon beklerken film ağır tempoda ilerliyor maalesef. Her dakika diken üstünde durduğumuz 28 hafta sonra filminden sonra galiba zombie atmosferli filmlerin biraz daha özenli yaratılması gerekecek. Ağır aksak ilerleyen zombiler yeterli heyecanı gerilimi yaratmıyor. Kilit sahnede yarattıkları gerlimi film boyunca neden yaratmadıkları sorusu akla takılıyor. Tüm eksikliklerine ve aksaklıklarına rağmen oldukça güzel bir finalle bitiyor film. Yazılar akarken uykusuz geçen gecelerim aklıma geliyor. 10’dan fazla kez bitirdiğim Nemesis oyununun bende yarattığı heyacanı beyazperde de bir kez daha görememek üzse de finalin dördüncü filme attığı pas umarım gol olur hissi ve ümidi buruk da olsa bir sevinç yaratıyor.
Bu Deney Bitmez
30.10.2007

Bu Deney Bitmez

Paul ANDERSON’ ın bu diziye dönen filmi bitirmeye pek niyetli değil gibi. bilgisayar oyunlarını sinema filmi olarak çevirmekte başarılı olan Senarist, Yönetmen, Yapımcı olarak tanıdığımız Paul ANDERSON ilk olarak karşımıza yine bir bilgisayar oyunu olan Mortal Kombat filminin yönetmenliğini yaparak çıkmıştı.  Zamanında fırtınalar estiren oyunun sinema versiyonunun yönetmenliğini yapmak bu nadide şahsiyete nail olmuştu. Tabi “Soldier” filmindeki yönetmenlik tecrübesini de unutmamak lazım zira o filmde takdire şayandı. Sabırsızlıkla beklediğimiz devam filmlerinden biri olan Resident Evil sonunda geldi. Bizde izleme şerefine nail olduk. Alice yeni özellikleri ve tüm o çirkin yaratıkların arasında berrak güzelliği ile yine beklediğimiz gibiydi. Filmin başında bir öze dönüş mü yaşıyoruz dediğimiz anda kahramanımız apansız ölümü ile kendimize gelerek bu olayların filmde bir yeri olduğunu ve ilerde anlayacağımızı bilerek heyecanlı filmi izlemeye koyuluyoruz. Bir noktaya değinmeden edemeyeceğim filmin başında hemen söyleyeyim  ben filmin başında bir hata buldum onu sizle paylaşmak isterim. Alice lazer tuzağının olduğu camlı odaya girdiğin de ilk gelen lazer tek çizgi ondan kurtuluyor bu normal ama ikinci gelen lazer baklava dilimli ve bundan da kurtuluyor ama ayakkabısının tabanını feda ederek.  Tamam lazerden kutuluyor ama baklava dilimi şeklindeki lazer Alices’in ayakkabı tabanını keserken neden tek çizgi gözüküyor onu anlamadım dikkatli izlerseniz sizde görürsünüz. Bir not olarak söyleyeyim dedim. Yeni filmimiz yeniliklerle geldiği gibi yeni ve güzel  oyuncuları da kadrosuna eklemiş son durak filmi ile tanığımız güzel oyuncu Ali LARTER bu filmde amansız bir yaratık avcısı olarak karşımıza çıkıyor. Claire güzelleği ile olduğu kadar cesareti ve cool tavırları ile de göz dolduruyor. Filmin diğer bir güzelide 27 yaşıdaki güzel şarkıcı  Ashanti. Hemşire betty rolune tam uymuş. güzel oyuncu kısa rolü ile güzelliğini sergilemeyi bilmiş. Matrix filmindeki neo karakteri gibi Alice’de yeni özelliklerinin farkına varıyor.  Alice’nin özellikleri olsun filmin sonu ile olsun yeni bir neo mu doğuyor? Sorusunu aklımıza getirmiyor değil. Filmde çok güzel efektler var ve Milla JOVOVİCH yine harikalar yaratıyor. O kadar yaratığın kirin pasın içerisinde güzelliğinden hiçbir şey kaybetmeyen 32 yaşındaki Rus güzeli artık bu filmle özdeşleşmiş durumda. Filmin sonuna geldiğimizde bölüm sonu canavarı gibi karşımıza çıkan Dr. İsaac biraz abartılı olmuş ama tabiî ki kahramanımız onunda üstesinden gelmeyi başarıyor. Filmin devamının olacağını da anladığımız son kısımlarında filme yeni dahil olan konseye de bir gönderme yapmadan edemiyor Alice. Bu gönderme sadece onlara mı yoksa bize demi bilemiyorum ama Alice yeni bölümde yeni ve kontrol altına aldığı (BÜYÜK İHİTAMLLE ÖĞRENİR  O ZAMANA KADAR)  özellikleri ile EMİNİM izlemeye değer güzellikler sunar bize. Merak ettiğim konu ise acaba kostümleri nasıl olacak. Ve yüzlerce Alice filme nasıl bir renk katacak. Bekleyelim görelim. Yeni Matrix ve yeni neo vatana millete hayırlı olsun iyi seyirler. 
Son Ültimatom
25.10.2007

Son Ültimatom

Macera “Bourne Identity” ile başladığında sene 2002 idi. Doug Liman’ın yönettiği bu sıradışı casus filmi; hikayesi, diğer ajanlara benzemeyen baş karakteri, saf aksiyon kokan kareleri ile hemen kendini belli etmiş ve ne zamandır hasretle aranan macera filmi olduğunu kanıtlamıştı. “Geçmişi olmayan” bir adamın hafızasını geri kazanma çabaları sırasında aslında nasıl biri olduğunu öğrenmesi ondan çok bizi dehşete düşürmüştü. Bilmediği dil olmayan, yakın dövüşte ve silah kullanmada usta olan Jason Bourne, CIA ile ilişkisi olduğunu öğreniyor ve araştırmasını bu derin kuyuya yöneltiyordu.
Sophie Marceau ile Christopher Lambert, Antalya’da
23.10.2007

Sophie Marceau ile Christopher Lambert, Antalya’da

Dev Aktris ve yönetmen Sophie Marceau ile Dünyaca ünlü oyuncu Christopher Lambert, Antalya Altın Portakal Film Festivali için Antalya’da… Real’in ana sponsorluğunda, TÜRSAK ile AKSAV’ın işbirliği ve Başbakanlık Tanıtım Fonu ile T.C. Kültür Bakanlığı’nın desteğiyle bu yıl 44.’sü gerçekleştirilen Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin Dünya’ya açılan yüzü olan 3. Uluslar arası Avrasya Film Festivali, tüm hızıyla sürüyor. Festival kapsamında düzenlenen ve organizasyonun Dünya’ya açılan yüzü olan 3. Uluslararası Avrasya Film Festivali’nin davetlisi olan ünlü Fransız oyuncu Sophie Marceau ve Christopher Lambert bu akşam (21 Ekim Pazartesi) Antalya’ya geldiler. Basının büyük ilgisini ile karşılaşan Marceau ve Lambert, uçakları havalanına indikten hemen sonra otellerine yerleştiler. “Anna Karenina”, “Cesur Yürek”, gibi dünyaca ünlü ve ödüllü fimlerde başrol oynayan Marceau, ikinci yönetmenlik denemesi olan “La Disparue de Deauville” (Hotel Riviera) filminin başrol aktörü Dünya’ca ünlü oyuncu Christopher Lambert’le birlikte Antalya’ya geldi ve Hillside Su Otel’e yerleşti. Oyunculuk kariyerine Claude Pinoteau’nun yönettiği “La Boum” ile başlayan ve kısa sürede Fransız sinemasının dev aktrisleri arasına giren Marceau, Uluslar arası Avrasya Film Festivali’ne ikinci yönetmenlik denemesi olan “La Disparue de Deauville” (Hotel Riviera) ile katılılıyor. 2002 yılında “Bana Aştan Söz Et”le ilk kez yönetmenlik koltuğuna oturan ve aynı yıl Montreal Film Festivali’nde “en iyi yönetmen” ödülünü alan Marceau, 22 Ekim Salı günü filminin gösterimine katılacak ve gösterimden sonra bir basın söyleşisi gerçekleştirecek.
44. Altın Portakal Film Festivali’nin Kırmızı Halı Geçitleri, Yurt Dışındaki Örneklerini Aratmıyor
23.10.2007

44. Altın Portakal Film Festivali’nin Kırmızı Halı Geçitleri, Yurt Dışındaki Örneklerini Aratmıyor

Çin beyaz perdesinin genç yeteneği ve opera alanında rekorlara imza atmış olan HAILU QIN, Dilek Hanif imzası taşıyan Haute Couture elbisesiyle tüm dikkatleri üzerine çekti… Real’in ana sponsorluğunda, TÜRSAK ile AKSAV’ın işbirliği ve Başbakanlık Tanıtım Fonu ile T.C. Kültür Bakanlığı’nın desteğiyle bu yıl 44.’sü gerçekleştirilen Antalya Altın Portakal Film Festivali, sadece zengin film programı , Berlin, Venedik ve Cannes gibi dünyanın diğer önemli film festivallerin standartlarını yakalayan ödül miktarları ve sinema sektöründen dünyaca ünlü misafirleri ile değil, yurt dışından gelen Dünya Sineması’nın ünlülerinin kırmızı halı şıklıklarıyla da göz doldurdu. Çin beyaz perdesinin genç yeteneği ve opera alanında rekorlara imza atmış olan HAILU QIN, Antalya Altın Portakal Film Festivali’nın Dünya’ya açılan yüzü olan Uluslarası Avrasya Film Festivali’nin açılış töreni için giyeceği gece elbisesinde tercihini Dilek Hanif imzası taşıyan Haute Couture tasarımından yana kullanarak, Türk modacıların Dünya tasarımcılarına rakip olduğunu bir kez daha göstedi. Dilek Hanif’in tasarladığı, vücuda oturarak zarif bir görüntü oluşturan elbisesini çok beğendiğini söyleyen QIN, güzelliği ile Uluslarası Avrasya Film Festivali’nin de ilgi odağı oldu.
Benim Silahım, Benim Adaletim, İçindeki Yabancı
15.10.2007

Benim Silahım, Benim Adaletim, İçindeki Yabancı

Nedensiz yere, bir hiç uğruna elini kana bulamaktan çekinmeyen insanların çokluğuna şaşardım önceleri. Sonraları galiba “alıştım” bu haberlere. Öyle ki artık bu anormal durumu, sevgili toplumumuzun bir parçası olarak, sevmesek de orda olması gereken bir şeymiş gibi algılamaya başladım: Yaşadığımız dünya temiz bir yer değil ve suç işlemek insanın doğasında var. Aslında sadece suç haberleri değil bu pisliğin nedeni. İşlenen suçların çokluğu kadar, karşılığında alınan komik cezalar insanın içinde bulunduğu sistemi tekrar sorgulamasına yol açıyor. En başta da adalet sistemi elbette. Suçlular her zaman yakalanabiliyor mu? Yakalansa dahi hak ettiği cezayı çekiyorlar mı? Adaletin o hiç şaşmayan, daima yerini bulan kararları bizleri tatmin ediyor mu? Yoksa içimizdeki vicdan güdümlü adalet saati daha başka bir karşılık mı bekliyordu? Tüm bunları boşuna anlatmıyorum, bu hafta bizlerle buluşan “İçindeki Yabancı” bunlar hakkında bir daha kafa yormaya sevk etti beni. Kendi halinde, sakin, orta yaşlı bir bayan olan Erica Bain ve sevgilisi parkta dolaşırlarken bir grup hasta ruhlu serseriyle karşılaşırlar. Bu psikopatlar tarafından bir neden yokken, belki de zevk için ölesiye dövülürler. David hayatını kaybeder, Erica ise komaya girer. Üç hafta sonra Erica komadan çıkınca kendini hiç beklemediği bir dünyada bulur; daha doğrusu o zamana kadar var olduğunu fark etmediği karanlık, kötülük dolu bir dünyada. New York sokakları artık asla güvenli değildir. Ölen sevgilisiyse içinde, kendi sözleriyle “kocaman bir boşluk” bırakır. Tüm bu bunalımlı, buhranlı zaman dilimde Erica hiç beklemediği bir değişim geçirir. İçindeki kor sönmek bilmez, dünyanın adaletini sorgulamaya başlar, sonrasında kendi kurallarını koymaya karar verir. Bunun ilk adımı ise bir 9mm tabancadır. Erica hayattan intikamını almanın bir yolunu bulmuştur. Peşinde ise kendisi gibi hassas bir dönemden geçen bir dedektif vardır. Film, konusu itibariyle ayakları yere basan bir başlangıç yapıyor. Jodie Foster’in canlandırdığı Erica’nın mutlu giden hayatının nasıl bir anda paramparça olduğunu anlayabiliyoruz. Sevdiği insanın ölümü, dışarı çıkma korkusu… Kahramanımızın hissettiklerini paylaşıyoruz. Derken, film rotasını kaybediyor. Kadının birden karar verip silah satın alması, markette ilk canını alması, akabinde yaptığı işten kekremsi bir tat alması. Tüm bunlar olurken filmin ne anlatmak istediği havada kalıyor. Tamam, sevdiği adamı kaybetti, ama neden birden kendini sokakta zibidileri haklamaya adadı, anlayamıyoruz. Amacı ilk başta onları dövenlerden mi intikam almaktı da sonradan olaylar çığırından çıktı, yoksa silahı alma amacı daha en baştan “daha temiz” bir dünya yaratmaktı, belirli bir cevap alamıyoruz. Neyse ki imdadımıza iki usta oyuncu yetişiyor. Rolünü yine kusursuz oynayan Jodie Foster, karakterinin tam olarak ne hissettiğini çok iyi aktarıyor perdeden. Bazen dudakları, bazen buz gibi gözleri zihninden geçenleri bir hamlede anlatıveriyor bize. Başkası bu filmi onun kadar iyi sırtlayabilir miydi, bilmiyorum. Dedektif rolündeki Terence Howard da Foster ile mükemmel uyumlu bir performans sergiliyor. İkisinin diyalogları gerçekten etkileyici. Özellikle, dedektifin peşinde koştuğu katilin kim olduğunu anlaması, Erica’nın da dedektifin katilin kim olduğunu anladığını anlaması ikisi arasında seyir zevki yüksek paslaşmalara tanık olmamızı sağlıyor. Filmin finali, yani dedektifin de sonunda bu adalet sistemine isyan edişi ve bir nevi kendince intikamı, bu yüzden Erica’yı engellemeye çalışmayıp üstüne onun suçuna ortak oluşu ve en sonunda da tüm bunların “fedakârlık, sevgi, aşk” kavramlarına yaslanıvermesi, filmin gerçekçi ve sert gidişini frenliyor ve yumuşak karnını oluşturuyor diyebilirim. Ne yapalım sonuçta bir Hollywood filmi o da. Sonuç olarak, verimsiz geçen ağustos ve eylülün ardından, yeni sezona başlamak için iyi bir film, ele aldığı sorunlara yeni bir cevap bulmasa da bir kez daha düşünmemizi sağlıyor.  En azından derinlikli ele alınmış karakterler görmek isteyen sinemaseverlere ve elbette Jodie Foster hayranlarına iyi gelecektir. Sinemayla kalın efendim…
Sonbahara yakışan festival: Güz Film Festivali
15.10.2007

Sonbahara yakışan festival: Güz Film Festivali

Sinemaseverlerin merakla beklediği film+ / 4. Güz Film Festivali 25 Ekim – 08 Kasım 2007 tarihleri arasında Ankara’da! Ankara Sinema Kültürü Derneği (ASKD) tarafından, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Radyo ODTÜ’nün desteğiyle gerçekleştirilen film+/Ankara Güz Film Festivali’nin dördüncüsü bu yıl 25 Ekim-08 Kasım tarihleri arasında seyirciyle buluşuyor. Her biri özenle seçilmiş otuzun üzerinde filmin yer aldığı festivalde, Ankaralı sinemaseverler, Cannes, Berlin, Venedik gibi uluslararası festivallerde büyük ödüller almış ve ses getirmiş yepyeni filmler ile Avrupa ve Dünya sinemasının başyapıt niteliğindeki klasik filmleri, 15 gün boyunca Ankara’nın tek salonlu tek sineması olan Ankapol Sineması’nda izleme fırsatı bulacaklar. Bu yıl, “En Güzel filmler, daha büyük perdede, daha çok seyirciyle ve daha ucuza izlenir! ” parolasıyla yola çıkan festival, Amerika’dan Uzakdoğu’ya, Avrupa ve Balkanlardan Ortadoğu’ya, Latin Amerika’dan Afrika’ya, dünyanın hemen hemen her köşesinden birbirinden iddialı filmleri seyirci karşısına çıkarıyor. Programda birçok ilk yer alıyor… Etkinlik, bu yıl da ilklere imza atacak. Festival kapsamında beş yeni filmin Türkiye’deki ilk gösterimi yapılırken programda yer alan filmlerden neredeyse hepsi yine Ankara’da ilk kez seyirci karşısına çıkacak. Festivalde bu yıl ilk kez, “Seyirci Ödülü” de verilecek. Programda yer alan yeni filmler Ankaralı sinemaseverlerin beğenisine sunulacak ve oylamaya katılan izleyiciler arasından yapılacak çekilişte 3 Ankaralı sinemasever bir sonraki festival tarihine kadar Ankapol Sineması’ndaki bütün filmleri ücretsiz izleme hakkı kazanacak. Festivale bu yıl yeni bir bölüm daha ekleniyor. Latin Amerikan Rüzgârı başlığı altında Latin Amerika’dan son dönemde yapılmış en etkileyici ve en çarpıcı filmler görücüye çıkıyor. Sinemaseverlerin gerek festivallerde gerekse ticari gösterimde pek izleme fırsatı bulamadığı bu uzak kıtanın en iyi filmleri festivalin bu yıl en gözde bölümlerinden biri olmaya aday. Bu bölümde, Brezilya’dan Satılık Aşk, Arjantin’den Bir Kaçışın Güncesi, Meksika’dan Keman ve Şili’den Yatakta adlı filmler yer alıyor.  Madame Satã’nın yönetmeni Karim Ainouz’un son filmi Satılık Aşk, neşeli ve güçlü bir kadının hayata tutunma çabasını anlatan tutkulu ve etkileyici bir öykü. Uluslararası birçok festivalde gösterilen ve seyirciden büyük beğeni toplayan film, Brezilya’dan muhteşem görüntüler, başroldeki başarılı kadın oyuncusu, hikâyenin özgür ruhu ve yönetmenin coşkulu anlatımıyla Latin Amerika’dan cesur bir yolculuğun öyküsünü sunuyor izleyenlere. Genç ve yetenekli Arjantinli yönetmen Adrián Caetano’nun geçtiğimiz yıl Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışan filmi Bir Kaçışın Güncesi, gerçek bir yaşam öyküsünden esinlenilmiş çarpıcı bir film. Arjantin’de 1976-83 yılları arasındaki askeri cunta döneminde geçen ve işkence altında hayatta kalma mücadelesini anlatan film, dört gencin acıklı kaçış öyküsünü yüreğimize işleyecek bir dille anlatıyor. Çarpıcı görüntüleri, olağanüstü oyunculukları, gerilimi artıran müzik ve ışık kullanımıyla akıllara kazınacak bir politik film örneği.    Meksikalı genç yönetmen Francisco Vargas’a başta Cannes Film Festivali olmak üzere birçok festivalde önemli ödüller kazandıran Keman, müzikle savaşın tehlikeli bir oyuna giriştiği olağanüstü bir ilk film. “Toplumsal Adalet” uğruna verilen cesur bir mücadelenin hikâyesini anlatan film, yavaş yavaş heyecanınızı arttırarak gittikçe nefesinizi tutacağınız bir anlatım sergiliyor. Meksika sinemasının son yıllardaki en etkileyici yapımlarından…         Şili’li genç yönetmen Matias Bize’nin 26 yaşındayken çektiği ilk uzun filmi Yatakta ise, yeni tanıştığı anlaşılan ve birbirlerinin isimlerini bile bilmeyen iki yabancının bir otel odasında geçirdiği bir gecelik ilişkinin öyküsünü anlatıyor. Kısıtlı bir bütçeyle nasıl çarpıcı filmler çekilebileceğini ispatlarcasına film, mekân olarak bir otel odası, malzeme olarak bir yatak ve iki oyuncu ile hayat, aşk, iletişim ve seks üzerine dersler veriyor. Gösterildiği festivallerde büyük övgüler alan ve birçok ülkede gösterime giren bu minimal filmde, kadın ve erkek oyuncunun yataktaki yani filmdeki oyunculuğu da gözümüzü kamaştırıyor. Festivalin bu yılki bir diğer sürprizi Sinemanın Genç Yetenekleri bölümünde ise, dünya sinemasının genç ve yetenekli yönetmenlerinden usta işi yepyeni filmler yer alıyor. Daha ilk ya da ikinci filmlerini çeken bu yönetmenler yetenekleriyle seyirciyi hayran bırakırken gelecekte de adlarından sıkça söz ettireceğe benziyor. Genç yönetmen Juan Carlos Falcón’un ilk uzun filmi Ölenin Arkasından Konuşulmaz, gülmekten kırıp geçirecek bir kara komedi. Film, bir grup kadının hiç sevmedikleri komşularının ölümünden duydukları sevinci, mizah dolu bir anlatımla hicvediyor. Kanarya adalarının muhteşem manzarasında çekilen film, senaryosu, nefis anlatımı, başarılı kurgusu ve kadın oyuncuların olağanüstü oyunculuklarıyla seyirciden büyük bir alkışı hak ediyor. Bu yılın en iyi ve en keyifli İspanyol filmlerinden birini izlemeye hazır olun! Sinema ve müzik kariyerini aynı anda yürüten yetenekli Fransız yönetmen Denis Dercourt’un geçtiğimiz yıl Cannes Film Festivali’nin “Belirli Bir Bakış” bölümünde gösterilen yeni filmi Sonraki Sayfa, piyanoya yeteneği olan bir kız çocuğunun elinden kayıp giden yaşam öyküsünü anlatıyor. Birçok uluslararası festivalde gösterilen ve bugüne kadar otuzun üstünde ülkede ticari gösterime giren film, sakin, yalın ve yer yer buz gibi anlatımının ardında gittikçe artan derinliği ve gerilimiyle izleyenleri etkilemeyi başarıyor. Film bu yönüyle, Hitchcock, Chabrol ve zaman zaman da Haneke’nin üslubuyla büyük benzerlikler gösteriyor. Bu yıl Berlin Film Festivali’nin Panorama bölümünde gösterilen ve seyirciden büyük alkış alan genç yönetmen Dusan Milic’in ikinci filmi Gucha-Trompet, hayatın içinden sıcacık, cıvıl cıvıl ve kendinizi çok iyi hissettirecek bir aşk filmi. Genç yönetmen Milic, yapımcısı Kusturica’nın izinden gittiğini vurgularcasına, renkli anlatımı, balkanlara özgü mizah anlayışıyla, hem gözünüze, hem de kulağınıza hitap eden deli dolu bir filme imza atıyor. Festivalin en keyifli filmlerinden… Bu yıl Goya ödüllerinde En İyi Yeni Yönetmen, En İyi İlk Film ve Senaryo dallarında aday gösterilen ve kesinlikle hakkı yenilen Ayçiçeklerinin Gecesi, iç içe geçmiş altı öykü anlatan başarılı bir ilk film. Yetenekli ve genç İspanyol yönetmen Cabezudo, daha ilk filmiyle ne kadar yetenekli olduğunu ve önümüzdeki yıllarda adından sıkça söz ettireceğini kanıtlıyor.  Farklı bakış açılarından anlatılan öyküler, hem merak dolu hem de kasvetli bir belirsizlik yaratırken izleyenlerin algısını da sürekli değiştiriyor. Kaçırılmayacak bir ilk film… Bu yıl Cannes Film Festivali’nin “Belirli Bir Bakış” bir bölümünde gösterilen ve büyük beğeni toplayan İsrailli genç yönetmen Eran Kolirin’in ilk filmi Bando, Arap Kültür Merkezi’nin açılışında çalmak üzere İsrail’e davet edilen Mısırlı bir polis bandosunun başına gelen talihsizlikleri matrak bir dille anlatan hümanist bir öykü. Bu, kültürlerarası diyalog ve uzlaşma filmi, tabulardan ve önyargılardan arınmak için bireysel ve toplumsal iletişimin önemine mizahi bir üslupla parmak basıyor.  Birçok usta yönetmenle çalışan ve başarılı bir oyuncu olarak tanıdığımız Julie Delpy’nin ilk uzun sinema filmi Paris\'te İki Gün, kendine özgü bir dili olan başarılı bir komedi filmi. Woody Allen’ın da sık sık kullandığı Amerikalı – Avrupalı farklılıklarını başarılı bir şekilde hicveden film, akıcı diyalogları ve oldukça başarılı oyunculuk yönetimiyle de göz dolduruyor. Bu yıl Berlin Film Festivali’nin Panorama bölümünde gösterilen ve büyük beğeni kazanan film, ülkesi Fransa’da seyirciden büyük ilgi gördü. Sinema Şimdi! ya da film+’nın yenileri Festivalde her yıl olduğu gibi bu yıl da, ülkemizde gösterime girmemiş, ya da merakla beklenen son yılların en iyi filmlerinden bir seçki de yer alıyor. Sinema Şimdi! başlığı altında yer alan filmlere göz atmak gerekirse; Bu yıl Cannes Film Festivali’nde büyük ödül için yarışan Balkan sinemasının çatlak, uçuk kaçık ve yaratıcı yönetmeni Kusturica’nın son filmi Bana Söz Ver; yine bu yıl Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı Ödülü kazanan, endüstrinin kırsal alanlara kadar sızdığı, çiftçilerin bile göçe zorlandığı Moğolistan’da geçen, Çin’deki hızlı sanayileşmenin bireyler üzerindeki etkilerini de çarpıcı bir dille anlatan Uzakdoğu sinemasının en iyi örneklerinden Tuya’nın Evliliği; genç yaşta beyin kanaması geçirerek sol gözü hariç bütün bedensel fonksiyonlarını yitirmiş bir gazetecinin hayata bağlanma öyküsünü anlatan ve bu yıl Cannes Film Festivali’nde En İyi Yönetmen Ödülü alan ressam, fotoğraf sanatçısı ve yönetmen Julian Schnabel’in yeni filmi Kelebek ve Dalgıç Giysisi; Nefes Alıyorum filminden tanıdığımız Emanuele Crialese’nin son filmi ve geçtiğimiz yıl İtalya’nın Oscar adayı olan Yeni Dünya; aşkın sonsuzluğu, ölüm ve yaşamın hüznü üzerine şiirsel bir meditasyon sunan ve yine bu yıl Cannes Film Festivali’nde Jüri Büyük Ödülü alan Yas Ormanı; ölüm cezasına çarptırılmış bir mahkûmla, aldatılmış evli bir kadın arasında, mutsuzluk, kıskançlık ve sevgi açlığı etrafında gelişen sıra dışı bir aşk hikâyesi anlatan Güney Kore sinemasının en tanınmış ve en üretken yönetmeni Kim Ki-duk’un son filmi Nefes bu bölümde yer alan filmler.Bu klasikleri sakın kaçırmayın! Etkinlik kapsamında dünya ve Avrupa sinemasının usta yönetmenlerinden artık her biri birer klasik olmuş başyapıt niteliğindeki filmleri yer alıyor. Carlos Saura\'nın filmografisindeki en önemli filmlerden Besle Kargayı, Franco rejiminin çöküş dönemindeki İspanya’yı, orta sınıftan bir ailenin öyküsü çevresinde cesur bir dille tasvir ediyor. Öyküsünü geri dönüşlerle anlatan film, iç savaşa yıllar sonra, o yıllarda küçük bir kız çocuğu olan Ana’nın gözüyle bakıyor. 1976 yılında Cannes Film Festivali’nde Jüri Büyük Ödülü alan film, Saura’dan yakın dönem İspanya tarihi üzerine kaçırılmayacak bir başyapıt… Hong Kong’lu yönetmen Wong Kar-Wai’ye uluslararası şöhretin kapılarını açan kült filmi Chungking Ekspresi, Hong Kong’un salaş otel, bar ve kulüpleriyle ünlü bir bölgesinde geçen etkileyici bir aşk ve yalnız kalpler hikâyesi sunuyor. Yönetmenin kendine has sinema dilini keşfetmek isteyenler için hem eğlenceli hem de hüzünlü bir masal anlatan film, görselliği ve olağanüstü müzikleri için bile izlemeye değer. Efsanevi yönetmen Tarkovsky\'nin Stanislav Lem’in eserinden uyarlayarak çektiği Solaris, diğer filmlerinde olduğu gibi yine insanın var oluşuna ilişkin sorular soran, hayatın anlamını ararken seyirciden çaba isteyen ve şiirsel öğelere fazlasıyla yer veren destansı bir başyapıt. Çekildiği yıllarda büyük ses getiren film, yönetmenin bugün bile en çok tartışılan filmlerindendir. Sinema tarihinin kesinlikle görülmesi gereken başyapıtlarından.  Cezayir doğumlu, çingene asıllı Fransız yönetmen Gatlif’e uluslararası şöhretin kapılarını açan Çılgın Yabancı, bir teyp kaydında duyduğu eşsiz sesin gerçek sahibini bulmak için Avrupa’yı aşan genç bir Fransız’ın uçuk kaçık öyküsünü anlatıyor. Uluslararası festivallerde birçok önemli ödüle layık görülen, özgün kişiliğinin yanı sıra yapımcı, yönetmen, senarist ve müzisyen kimliğiyle dikkat çeken Gatlif’in, çingeneleri, onların aşklarını, hayatlarını, acılarını ve müziklerini en iyi yansıttığı filmi. Woody Allen ve Luis Buñuel birlikte bir film yapsalardı nasıl bir şey olurdu acaba? Sabun Köpüğü Hırsızları filminin usta yönetmeni Maurizio Nichetti’nin kurmaca ile canlandırma sinemasını başarıyla harmanladığı Uçmak İstiyorum için yapılabilecek en iyi tanım bu olsa gerek. Türü itibariyle kurmacadan yavaş yavaş canlandırmaya doğru kayan film, yönetmenin yeteneğine ve dehasına şapka çıkartacak derecede çılgın, absürd ve gülünç bir film. Eşine az rastlanır düşünsel bir sinema klasiği…  Sinema tarihinin gelmiş geçmiş en ünlü ve en usta yönetmenlerinden Hitchcock imzası taşıyan Trendeki Yabancı, usta yazar Patricia Highsmith’in romanından uyarlanmış bir başyapıt. Seyirciye yine bir solukta izlenen gerilimi yüksek ve tempolu bir film sunan yönetmenin, dehasının en uç örneklerinden Trendeki Yabancı, sinema tarihinin en ilham verici filmlerinden biri olarak görülüyor.  Özel Gösterim: Beyazperdede GREV var… Sinemanın doğuşundan itibaren yarım yüz yıllık serüvenini görüp, fiilen yaşayan bir yönetmen olarak sinemaya hem yaratıcı, hem kuramcı, hem de eğitimci olarak büyük katkılar sağlayan Eisenstein’in 1924 yapımı ilk uzun filmi Grev, Türkiye’de ilk kez beyazperdede sinemaseverlerle buluşuyor. Arka planında Sovyet devrimi ve işçi sınıfının tarihini anlatan film, çarlık Rusya’sında yaşanan bir grev olayına tanıklık ediyor. Sinema tarihinin en önemli başyapıtlarından Grev’de Eisenstein; Avrupa ve Amerikan sinemasının bilinen yöntemlerine ve felsefesine cepheden karşı çıkarak, öyküyü kaldırarak, yıldızları dışlayarak; yıldızların, başrol oyuncularının arka planında basit bir detay olarak yer alan hiçleri, önemsizleri, figüran olarak sunulanları "başrol oyuncusu" haline getirerek, devrimin işlevini, yani "ne işe yaradığını" eşsiz sinema diliyle anlatır... Politik sinema ustasından iki başyapıt… Politik-gerilim sinemasının usta yönetmeni Costa Gavras’ın, bugün bile izlendiğinde aynı etkiyi yaratan eşsiz filmleri İtiraf ve Sıkıyönetim de festivalde seyirciyle buluşuyor. Her ikisi de çarpıcı ve kışkırtıcı sahneleriyle akıllara kazınan cesur birer politik başyapıt niteliğindeki bu filmler, yakın tarihe de görsel tanıklık ediyor.   film+ / 4. güz film festivali 25 ekim - 08 kasım 2007 / Ankapol Sinemasısinema aşkım… Çılgın Yabancı / Gadjo Dilo (The Crazy Stranger) / Tony Gatlif    Besle Kargayı / Cria Cuervos (Raise Ravens) / Carlos Saura    Chunking Ekspresi / Chungking Express / Wong Kar-Wai    Solaris / Solyaris / Andrei Tarkovsky        Trendeki Yabancı / Strangers On A Train / Alfred Hitchcock Uçmak İstiyorum / Volere Volare (I Want To Fly) / Maurizio Nichetti Özel Gösterim Grev / Strike (Stachka) / Sergei Eisenstein Politik Sinema Ustasından İki Başyapıt… İtiraf / L’aveu (The Confession) / Costa Gavras Sıkıyönetim / Etat De Siege (State Of Siege) / Costa Gavras Latin Amerikan Rüzgârı Keman / El Violin (The Violin) / Francisco Vargas Satılık Aşk-Gökyüzündeki Kadın / O Céu de Suely (Suely In The Sky) / Karim Ainouz Bir Kaçışın Güncesi / Cronica De Una Fuga (Buenos Aires 1977) / Adrián Caetano Yatakta / En La Cama (In Bed) / Matías Bize Sinemanın Genç Yetenekleri Ölenin Arkasından Konuşulmaz / La Caja (The Wooden Box) / Juan Carlos Falcón    Sonraki Sayfa / La Tourneuse De Pages (The Page Turner) / Denis Dercourt Paris\'te İki Gün / Two Days In Parıs / Julie Delpy Ayçiçeklerinin Gecesi / La Noche De Los Girasoles (The Night Of The Sunflowers) / Jorge Sánchez-Cabezudo Gucha! -Trompet! / Gucha! / Dusan Milic Bando / Bikur Ha-Tizmoret (The Band’s Visit) / Eran Kolirin sinema şimdi! film+’nın yenileri…        Bana Söz Ver / Zavet (Promise Me This) / Emir Kusturica Tuya’nın Evliliği / Tuya De Hun Shi (Tuya\'s Marriage) / Quanan Wang Nefes / Soom (Breath) / Kim Ki-duk Kelebek Ve Dalgıç Giysisi / Le Scaphandre Et Le Papillon (The Diving Bell And The Butterfly) / Julian Schnabel Yas Ormanı / Mogari No Mori (The Mourning Forest) / Naomi Kawase Yeni Dünya / Nuovomondo (Golden Door) / Emanuele Crialese
Dünyanın en güzel çocuk filmleri Uluslararası İstanbul Çocuk Filmleri Festivali’nde!
15.10.2007

Dünyanın en güzel çocuk filmleri Uluslararası İstanbul Çocuk Filmleri Festivali’nde!

Çocukların ve çocuk kalmayı başaranların büyük bir heyecanla beklediği Uluslararası İstanbul Çocuk Filmleri Festivali başlıyor. 23 Ekim - 8 Kasım 2007 tarihleri arasında beşinci kez gerçekleştirilecek olan festival, 25 ülkeden 107 filmi, çocuklarla buluşturuyor. Bu yıl da, iki hafta boyunca dünyanın dört bir yanından gelen birbirinden renkli çocuk filmlerine ev sahipliği yapacak olan Cinecity Sinemaları, çocukları sinemanın büyülü dünyasında eğlenceli ve macera dolu yolculuklara çıkarıyor.
Biraz “Romantik” Olalım!
15.10.2007

Biraz “Romantik” Olalım!

Bekledik bekledik ama beklediğimize değdi. Yıllar önce çekilip de çıkacağı söylenen film nihayet mart ayında  çıktı. Reklâmı fazla yapıldı ama pek de duyulmadı. Neden böyle oldu anlamadım ama film hak ettiği yere gelemedi bir türlü. Sinan Çetin Türkiye’nin yetiştirdiği en iyi yönetmenlerden biri. Genelde komedi filmleri ile tanıdığımız yönetmen bu sefer bambaşka bir proje ile karşımıza çıkıyor. Bir taktik midir bilmem ama filmi neden bu kadar bekletti anlayamadım. Sırada bekleyen filmleri olduğunu bile söylüyor bazı röportajlarında.  Öteki Türkiye’de Bir Cumhurbaşkanı filmini de tam tartışmalar yapılırken vizyona sokması da  biraz kasıtlı olarak filmleri beklettiği fikrini destekliyor. Romantik filmi gerçekten Türk sinemasının en iyi filmleri arasında yer alabilecek bir film. Oyunculuklar mükemmel konu ise mükemmel ötesi. Filmde Ömer rolündeki Okan Bayülgen tipi itibariyle tam halktan sıradan bir insan gibi  bu yüzden midir filme gerçeklik katıyor. Yüz ifadeleri olsun konuşmalarındaki titremeler veya coşkular filmi çok gerçekçi kılıyor. Her şeyin göründüğü gibi olmadığı farklı bakışlardan konuların farklı görüldüğü hatta gerçeklerin gördüğümüz gibi olmadığı fikrini çok iyi anlatan film çok iyi iki arkadaşın başından geçiyor. En iyi arkadaşını bile tanıyamıyor insan işte en güzel kanıtı. Yıllardır intikam duygusu ile yanıp tutuşan Gökhan (cemo) beklide intikam alacağı kişiye arkadaşının aşık olacağını hiç düşünmemişti. Konu çok karmaşık kim iyi kim kötü filmin sonuna kadar anlayabilene aşk olsun. Gökhan rolündeki Teoman da cool tavırlarıyla tam bir soğuk kanlı seri katil tavırları sergiliyor. Özellikle söylediği şarkılar harbiden filme ayrı bir güzellik katmış alıyor götürüyor insanı başka diyarlara. Başta söylediği sonbaharda sevmiştim şarkısı ve arkadaşımın aşkısın şarkısı alıyor götürüyor insanı başka diyarlara. Tam bir aşk adamı Teoman. Yasemin Kozanoğlu’nun oyunculuğuda güzel tipi itibari ile oda aşık olunacak bir kız imajı çiziyor . Seslendirmesi pek hoş olmamış bence o ses ona uymuyor. Kendi sesi olsaydı belki daha iyimi olurdu ne. Çok tiz bir ses çıtı pıtı bir ses ama yasemin kozanoğluna uymamış. Pek filmlerde görmediğimiz bir oyuncu kendisi beklide ilk film denemesi ama onun da oyunculuğu güzel. Genel olarak film adının hakkını vermiş ve tam bir romantizm fırtınası estiriyor. Oyunculuklar harika. Sinan Çetin’in yönetmenliği de filmde kendini hissettiriyor. Sürpriz sonu ile hepimizi şaşkına uğratan film bittikten sonrada film hakkında düşünmemizi ve olayları algılamaya çalışmamızı sağlıyor. Müzikal anlamda da  ayrı bir güzelliği var. Tabi şarkıcılık denemesi yapan Esin Moralıoğlu’nu da söylemeden geçmeyeyim. Onun da sesinin güzel olduğunu bu filmde anlıyoruz. Sonuç olarak romantik bir Türk filmi izlemek isteyen varsa bu filmi izlesin. Bir talk show’cu bir şarkıcı ve bir manken güzel bir film çıkarmış. Kim ne derse desin türk sineması hep iyiydi ve daima da daha iyiye doğru gidecek birçok örneği var. Bu filmi de ekleyelim bu örnekler arasına herkese iyi seyirler.