Şrek’in Dördüncüsü Hazırlanıyor, Beşincisi Planlanıyor
17.08.2007

Şrek’in Dördüncüsü Hazırlanıyor, Beşincisi Planlanıyor

Toplam yapım bütçesi 370 milyon doları bulan Üç “Shrek” filminin dünya sinema hasılatı 2 milyar 137 milyon doları geride bıraktı. İlk iki “Shrek” filminin DVD satışları 90 milyon adete ulaştı. Türkiye sinemalarında “Shrek” filmleri 1 milyon 482 bin 512 kişi tarafından izlendi. Yılın en iyi animasyon filmi dalında Oscar ödülü kazanan “Şrek” serisi, en iyi uyarlama senaryo ve en iyi özgün şarkı dallarında da Oscar ödülüne aday gösterildi. “Şrek” serisinin ilk iki bölümü Cannes Film Festivali’nde büyük ödül Altın Palmiye için yarışmaya layık bulundu. “Şrek Üç”ün gösterime girmesinin ardından “Şrek” fırtınası başka mecralarda da devam edecek. Amerika’da yayın yapan ABC televizyon kanalında Noel için hazırlanan ve “Shrek the Halls” adını taşıyan çok özel bir animasyon filmi gösterilecek. Bu animasyon filminin seslendirmesini de Mike Myers, Eddie Murphy, Cameron Diaz ve Antonio Banderas yapacak. Ayrıca önümüzdeki yıl da “Shrek: The Musical” adlı bir Broadway showu da sahnelenmeye başlayacak. Shrek’in dördüncü bölümü için de hazırlıklar erken başladı. Ancak sinemaseverlerin “Shrek 4”ü izlemek için epeyce bir beklemesi gerekecek. DreamWorks Animation ile Paramount, yeşil dev “Shrek”in dördüncü bölümünü 10 Mayıs 2010’da vizyona çıkaracak. Öte yandan diğer film stüdyoları da Mayıs 2010 programlarını belirlemeye başladılar. Şu anda “Shrek 4”ün dışında Warner Bros. Pictures yapımı “Harry Potter and the Deathly Hallows” ve Sony Pictures’ın 23. James Bond filmi için de aynı ayın hedeflendiği açıklandı. DreamWorks Animation’dan sızan ilk bilgilere göre, “Shrek” serisinin olmazsa olmazı kabul edilen dört kahramanı Shrek (Mike Myers), Eşek (Eddie Murphy), Prenses Fiona (Cameron Diaz) ve Çizmeli Kedi (Antonio Banderas) dördüncü bölümde de boy gösterecek. Onlara üçüncü bölümün kahramanları olan Prens Artie (Justin Timberlake), Kraliçe Lillian (Julie Andrews), Kral Harold (John Cleese), Merlin (Eric Idle), Sir Lancelot (John Krasinski), Kaptan Hook (Ian McShane), Uyuyan Güzel (Cheri Oteri), Külkedisi (Amy Poehler), Rapunzel (Maya Rudolph), Cinderella (Amy Sedaris), Gingerbread (Conrad Vernon) ve Kurt’un (Aron Warner) hepsinin veya bir kısmının eklenebileceği belirtiliyor. Dördüncü bölümün yönetmeni henüz belirlenmedi ama senaryo yazarının Tim Sullivan olacağı şimdiden açıklandı. Konu akışı hakkında hiçbir ipucu verilmeyen “Shrek 4” ile ilgili olarak DreamWorks’te geliştirme çalışmasının devam ettiği, animasyon işlemlerine ise 2007 yılı içerisinde başlanabileceği konuşuluyor. DreamWorks Animation Başkanı Jeffrey Katzenberg, konuyla ilgili olarak yaptığı açıklamada beşinci “Shrek”in de yapılacağını bildirdi.
Dünya Sinemasının Kalbi Antalya Altın Portakal\'da Atacak
17.08.2007

Dünya Sinemasının Kalbi Antalya Altın Portakal\'da Atacak

Real’in ana sponsorluğunda, TÜRSAK ve AKSAV Vakfı’nın işbirliğinde gerçekleşen Antalya Altın Portakal Film Festivali 44. yılında bir kez daha dünya sinemasının birbirinden güzel filmlerini ve dünyaca ünlü konuklarını ağırlamaya hazırlanıyor. Festivalin uluslararası bölümü olan ve bu yıl üçüncü yaşına basan Uluslararası Avrasya Film Festivali, klasikleşen bölümlerinin yanı sıra özel gösterimlere de yer verecek; yan etkinlikler ve festival partileriyle 19 – 28 Ekim tarihleri arasında sinema dünyasının kalbini Antalya’ya taşıyacak. Bu yıl Festival jürisine ek olarak NETPAC (The Network for the Promotion of Asian Cinema) jürisi de filmleri izleyerek değerlendirecek. On yedi yıldır dünyanın en önemli film festivallerinde Asya bölümlerine katkıda bulunan kurum, çeşitli yayınlarla da sinema sektörünü destekliyor. DÜNYA FESTİVALLERİNİN ÖNEMLİ FİLMLERİNİN TÜRKİYE İLK GÖSTERİMLERİ ANTALYA’DA YAPILIYOR Festival’de seyirciyle buluşacak filmler arasında, 2007 yılında 60.’sı gerçekleşen Cannes Film Festivali’nde yarışan filmler de yer alıyor. Romanya’nın son yıllarda dikkatleri üzerinde toplayan yönetmeni Cristian Mungiu’nun Altın Palmiye’ye değer bulunan “4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün” isimli filminin Türkiye ilk gösterimi Antalya’da yapılacak. Komünist Romanya’da geçen bir kürtaj öyküsünden yola çıkan film, tüm dünyada büyük ilgi uyandırmış ve eleştirmenlerden övgü toplamıştı. Türkiye’de ilk kez izleyiciyle buluşacak filmlerden bir diğeri ise Cannes’da Altın Palmiye için yarışan ve büyük yankı uyandıran, farklı ve sade yorumuyla dikkat çeken “Persepolis”. İran’lı Marjane Satrapi’nin hayatını konu alan bir çizgi romandan uyarlanan ve siyah beyaz animasyon tekniğiyle çekilen filmin İran’da gösteriminin yasaklanması büyük yankı uyandırmıştı. Cannes’da yarışma bölümünde gösterilen, ünlü yönetmen Bela Tarr’ın son filmi “The Man from London”, Antalya’da Onur Ödülü alan Kim Ki Duk’un son filmi “Breath”, Emir Kusturica imzalı “Promise Me This”, Catherine Breillat’tan “An Old Mistress” ve Naomi Kawase’den “The Mourning Forest” de gala gösterimleriyle seyirciyle buluşacak filmler arasında. Uluslararası Avrasya Film Festivali’nde izleyiciyle buluşacak bir diğer film ise ünlü yönetmen David Cronenberg’in son filmi “Eastern Promises”. Londra Film Festivali’nin açılış filmi olarak belirlenen filmin başrollerini Naomi Watts ve Viggo Mortensen paylaşıyor. Londra’nın köklü ve güçlü mafya ailelerinden birine mensup Nikolai’nin, sıradan bir kadının tesadüfen ailenin kabarık suç dosyasını ele verecek deliller keşfetmesiyle kesişen hayatlarından yola çıkan film güçlü ve sürükleyici bir seyirlik vaat ediyor. Ayrıca Cannes Film Festivali’nde “Belirli Bir Bakış” bölümünde seyirciyle buluşan “And Along Come Tourists”, “The Pope’s Toilet” (El Bano del Papa) , “My Brother is an Only Child”,“Terror’s Advocate” ve Cannes’da ödül kazanan, seyirciden de büyük ilgi gören “The Band’s Visit” de Antalya’da izleyiciyle buluşacak filmler arasında yer alıyor. Festival’in özel gösterimlerinden biri de Johnny To’nun son filmi “Mad Detective”. Premier’i Antalya’da yapılacak filmin büyük ilgi görmesi bekleniyor. 2007 Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı Ödülü’ne layık görülen “Tuya’s Marriage” ve yönetmeni Gus van Sant’a Cannes Film Festivali’nin “60. Yıl Ödülü”nü kazandıran “Paranoid Park” ve aynı Festival’de Julian Schnabel’e “En İyi Yönetmen” ödülünü kazandıran “The Diving Bell and the Butterfly”, Naomi Kawase’ye “Büyük Ödül” kazandıran “The Mourning Forest” da festivalin iddialı filmleri arasında yer alıyor. Festival süresince Antalya’da olacak Naomi Kawase, gösterimin ardından izleyicilerin sorularını yanıtlayacak. BÜYÜK YANKI UYANDIRAN FİLM PERSEPOLİS ALTIN PORTAKAL’DA 60. Cannes Film Festivali’nde “jüri ödülü”nü kazanan, Marjane Satrapi’nin otobiyografik grafik romanından uyarlanan ve türünün başyapıtları arasına girmiş bir eser olan “Persepolis”, İran devrimi sırasında bir genç kızın yaşadıklarını animasyon olarak anlatarak sinemaseverlerin karşısına çıkıyor. Satrapi\'nin Vincent Paronnaud ile birlikte hazırladığı animasyonun seslendirme kadrosunda, Catherine Deneuve ve Gena Rowlands gibi dev oyuncular yer alıyor. İran şahının devrilmesinin ardından yaşanan İran İslam Devrimi küçük bir kız olan Marjane’nin gözünden beyazperdeye aktarılıyor. Marjane’nin hayatındaki değişimler, “örtünme şartı”, kız-erkek sınıflarının ayrımı ve Fransız okulunun kapatılması filmde yer buluyor. “Persepolis” Türk seyircisi ile ilk kez Uluslararası Avrasya Film Festivali aracılığıyla buluşacak. PUNK PUNK PUNK Festivalin merakla beklenen bölümlerinden biri de, bu yıl otuzuncu yaşını kutladığımız punk müzik üzerine. Bölümün en iddialı filmlerinden biri ise “Control”. Joy Division vokalisti Ian Curtis’in öyküsünü anlatan ve 2007 Cannes Film Festivali Yönetmenler Haftası’nın açılış filmi olan "Control", topladığı övgü ve ödüllerle özellikle öne çıkıyor. Orijinal punk sound’unun en ünlü takipçilerinden olan, çoğu müzik eleştirmenince en önemli post-punk grubu kabul edilen Joy Division, sadece iki stüdyo albümüyle büyük bir başarı yakalamış ve solistleri Ian Curtis\'in 1980 yılında intihar etmesi üzerine dağılmıştı. "Control"ün yönetmenliğini Hollandalı ünlü fotoğraf sanatçısı ve video klip yönetmeni Anton Corbijn üstlenmiş bulunuyor. Corbijn Depeche Mode, U2, Nirvana, Nick Cave and the Bad Seeds ve Joy Division gibi gruplara çektiği, klasikleşmiş video klipleriyle tanınıyor. "Control" Corbijn\'in ilk uzun metraj filmi. İKİ ÖLÜMSÜZ USTAYA SAYGI Festivalde, geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz, dünya sinemasının iki ünlü ismi Michelangelo Antonioni ve Ingmar Bergman için özel bir bölüm yer alacak. Sinemanın ufuk çizgisi olmuş iki büyük ustaya ayrılan bölümlerde dünya sinemacılarını derinden etkileyen filmlerden oluşan bir seçkiye yer verilecek. Ingmar Bergman’a ‘beyazperde düşünürü’ ünvanını kazandıran özgün bakış açısı, “Scenes from a Marriage” (1973) ve ustanın 30 yıl sonra bile aynı yorum pratiğini ödünsüzce sürdürdüğünü gözler önüne seren görkemli yapıtı “Saraband” ile anımsanırken, içeriği forma üstün kılma arayışında Bergman’la yarışan Antonioni de “Bulutların Ötesi” (1995) ve “Blow Up” (1966) ile anılacak. Antonioni’nin fantazya ve beyazperdeye özgü glamour’a olan eğilimlerini de ele veren bu iki yapıtın, aynı zamanda TÜRSAK’ın Sinema Tarih Buluşması seçkisinde sinemaseverlerle buluşturacağı daha özgün bir programın müjdecisi olduğu da söylenebilir. USTA OYUNCU HANNA SCHYGULLA ANTALYA’DA Festivalin “Bir Ustaya Saygı” bölümünde filmlerini izleme şansı yakalayacağımız isim ise Hanna Schygulla.. Son olarak Fatih Akın’ın Cannes Film Festivali’nde “En İyi Senaryo” ödülü kazanan filmi “Yaşamın Kıyısında”da izlediğimiz oyuncunun “Aşk Ölümden Soğuktur”, “Petra von Kant’ın Gözyaşları”, “Lili Marleen” ve “Die Ehe der Maria Braun” isimli filmleri Antalya’da gösterilecek filmler arasında yer alıyor. Filmlerin tümü sınıfsal çelişkileri ve cinsel kimlikleri cesurca, ikona kırıcı bir tavırla sorgulayan büyük yönetmen Rainer Werner Fassbinder’e ait. Festivalin sinemaseverlere sürprizi ise Hanna Schygulla’nın festival süresince Antalya’da bulunacak ve Festival Onur Ödülü’yle ödüllendirilecek olması. GÜNEY ÇİN DENİZİ’NDEN AKDENİZ SAHİLLERİNE Ülke Sineması bölümünde ise, kimi kez Batıya yakın üslubuyla dikkat çeken ama her zaman orijinalliğini korumuş, genç yeteneklere yer veren Uzak Doğu sineması, bize çok daha yaklaşıyor olacak. Yılın önemli filmlerinden “Eye in The Sky”, “Blood Brothers”, “Getting Home” ve “Seung Sing/Confessions of Pain”in gösterileceği ve Hong Kong’dan gelecek oyuncu ve yönetmenlerle zenginleşecek bölüm kapsamında söyleşi ve paneller de yer alacak. Bu yaklaşım özellikle Festivalin yıl içinde yaptığı çalışmalar üzerinden kurumsal olarak yakınlaştığı Hong Kong ve Şangay Film Festivalleriyle gelecekte daha da güçlenecek ilişkilerin müjdesi. Bir başka müjde de Çin Halk Cumhuriyeti’den beş yeni filmin Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde ilk kez festivalde yer alacak olması. AVRASYA FİLM MARKET’TEN İKİ YENİ PROJE: SENARYO GELİŞTİRME FONU VE AVRASYA YAPIM PLATFORMU Avrasya Film Festivali’yle Antalya’yı yeni bir boyuta taşıyan Altın Portakal Film Festivali, 2. Avrasya Film Market’e çok daha etkili ve geniş olarak yer verirken Avrasya Yapım Platformu’yla da uluslararası yapımcıları selamlıyor olacak. Berlinale, Paris Cinema, Shanghai Co-Production, Pusan Asian Platform, Hong Kong HAF gibi etkinliklerin bir benzeri olarak tasarlanan proje platformu Avrupa Yapımcılar Kulübü, Çin Halk Cumhuriyeti Film Ofisi ve Hong Kong HAF’ca desteklenecek. Summer Palace ile Cannes gündemine oturan ve yeni projesi THE LAST HOUR üzerine çalışan Lou Ye’nin yanı sıra, Joachim von Vietinghoff (The Man From London), Antoine Simkin (FISSURES), Rustam İbragimbekov (NOMAD), Andrei Sigle (SUN, ALEXANDRA) yeni projeleriyle platforma katılacak isimler arasında yer alıyor. Projeler için başvuru ve seçim süreci 14 Eylül’ e kadar sürecek. Platform, Fondation Liban Cinema, Paris Cinema, China Film, Hong Kong Trade Council tarafından resmen desteklenirken, dünyanın en önemli festivalleri de platforma katkıda bulunuyor. Avrasya Film Festivali ve Film Marketi kapsamında TÜRSAB’ın sponsorluğunda Senaryo Geliştirme Fonu adı altında bir proje destekleme ödülü de verilecek. Yapımcılardan birinin Türkiye’den olması koşulunu taşıyan Fona başvuran ortak yapımlar arasından seçilen proje 25,000 YTL ile desteklenecek. Basın bülteni ile ilgili bütün görsellere aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz. http://www.tursak.org.tr/basin/resimler.zip Bilgi için: Meltem İnan – TÜRSAK – Kurumsal İletişim Direktörü - t.0212 244 52 51 – f.0212 292 03 37 Serdar Korucu – TÜRSAK – Medya Sorumlusu - t.0212 244 52 51 – f.0212 292 03 37 FESTİVAL’İN EN GÖZDE FİLMLERİ: RAINER WERNER FASSBINDER DIE BITTEREN TRANEN DER PETRA VON KANT Fassbinder’in taşkın ve kuralları yıkan draması “Petra von Kant’ın Acı Gözyaşları” iktidar oyunları ile duygusal ilgi arasındaki gizli ilişkiye dair yakıcı bir eleştiri sunuyor. Sadece 10 gün içinde tek ve kapalı bir mekanda çekilen filmde Fassbinder divaları Margit Carstensen ve Hanna Schygulla göz kamaştırıcı performanslar sergilerken başyapıtın coşkun görsel ustalığı öyküdeki orkestre edilen duygusal görkemle yarışıyor. İkinci kocasından boşanmış ve ilk evliliğinden bir kızı olan Narsist modacı, duygusal anemik Petra von Kant, dekadan fildişi kulesi kabul ettiği, zengince döşenmiş apartman dairesinde, ona adeta bir köleymişçesine bağlı olan sekreteri, yardımcı tasarımcısı ve asistanı Marlene ile birlikte yaşmaktadır. Petra, 23 yaşında bir genç kız olan model olma heveslisi Karin ile tanıştığında Karin’i sadece kendine ait kılma isteğiyle ona aşık olur. Petra Karin’in kalbine girmeyi başarır fakat Karin Petra’nın servetini sömürmekten ve kendi bağımsızlığını haykırmaktan geri durmaz. Karin’in yurtdışında olan kocası ansızın eve dönünce Karin durmaksızın ona geri döner ve Petra’yı yalnız ve çaresiz bırakır. Böylece Petra gerçekte Karin’i hiç sevmediğinin farkına varır: onu sadece fanatik bir biçimde sahip olmak için istemiştir. Boğulmakta olan Petra işbirliği, özgürlük ve aşka dair vaatlerle bu defa Marlene’e yaklaşır. Fakat Marlene valizlerini toplar ve tek kelime etmeksizin Petra’yı terk eder. LILI MARLEEN Yıl 1938, Willie ve Robert birbirine aşıktır. Willie, bir Zürih gece klübünde sahne alan, tanınmamış ve büyük çıkışını gerçekleştireceği günü bekleyen bir Alman şarkıcıdır. Robert ise zengin bir Yahudi ailesinin oğludur. Robert’ın babası Yahudilerin Nazi Almanya’sından kaçmalarına yardım eden bir organizasyonun başındadır ve Robert’ın bir Alman kızı ile ilişki kurmasına, bu durum organizasyonun faaliyetlerini tehlikeye atabileceği için karşı olsa da Almanya’ya yapılacak gizli bir görevde Willie’nin Robert’a eşlik etmesine izin verir. Aşıklar İsviçre’ye döndükten sonra Robert’ın babasının onları acımasız bir şekilde oyuna getirdiğini fark ederler: Willie ülkeye giriş yapamamaktadır. İkili ayrılmak zorunda kalır. Willie Almanya’da yaşamaya başlar ve ünlü olur. En başta Münih’teki “Alter Simpl”da “Lili Marleen” ile bir çıkış yapar. Daha sonra güçlü bir Nazi olan Henkel, Willie’yi destekler ve Willie’nin söylediği şarkıyı plağa kaydettirir. Belgrad’daki Alman Askeri Radyosu bu ezgiyi çaldığında Willie kısa sürede Führer’in bile hayranlığını kazanan büyük bir Alman Nazi yıldızı olup çıkar. Robert takma isim kullanarak Willie’yi Berlin’de ziyaret eder. Ne var ki buluşmaları Gestapo tarafından gözlenmiştir. Robert tutuklanırken her şeyden habersiz Willie Doğu Cephesi’nde tura çıkar. Willie, Robert’ın babasının oğlunu özgür bırakmak için delil olarak kullanması adına Zürih’teki organizasyona teslim edilmek üzere doğu cephesindeki imha kampları hakkında bilgi taşımayı kabul eder. Ne var ki bu planlar günyüzüne çıktığında Willie’nin kariyeri mahvolur. Ümitsizliğin ve Nazilere olan korkunun pençesinde Willie intihara teşebbüs eder. Robert Calais’deki İngiliz Ordu İstasyonu’nun Willie’nin tutuklanışını ve idam kararını duyurmasını sağlayarak ona yardım eder. Willie’nin olağanüstü popülerliği Nazileri haberleri yalanlamaya iter. Willie bir kez daha sahnelere dönmeye zorlanır. Savaş bittiğinde, Willie Bir kez daha Robert’ı görür, ne var ki artık eski mutluluklarının geride kaldığını anlayacaktır. DIE EHE DER MARIA BRAUN II. Dünya Savaşı yılları, şehirler bombardıman altındadır. Hermann Braun ve Maria böyle bir zamanda evlenmeye karar verirler. Hermann’ın cepheye dönmesi gerektiği için birlikte sadece tek bir gece geçirirler. Savaştan sonra – kocasının savaşta öldüğü söylenmiştir – Maria Amerikalı siyah asker Bill ile ilişki kurar. Fakat Herrmann tutsak olduğu ülkeden beklenmedik bir zamanda eve döner. Kocası ve aşığıyla yüz yüze geldiğinde Maria Bill’e bir şişeyle burur. Bill ölür. Herrmann suçu üstlenir ve hapse atılır. Maria sanayici Oswald ile tanışır ve onun yaşamının ve işinin vazgeçilmez bir parçası oluverir. Fakat hala Hermann’ın salıverilmesini beklemektedir. Zaman geldiğinde, Hermann arkasında bir iz bırakmadan kaybolur. Ancak Oswald’ın ölümünden sonra ortaya çıkar. Maria daha sonra iki erkeğin aralarında bir anlaşma yaptıklarını öğrenir: Hermann Oswald yaşadıkça Maria’yı ona feda edecek, Oswald ise Hermann ve Maria’yı varisi ilan edecektir. Oswald’ın ölümünden sonra, uzun zamandır beklenen kutlama yerine bir felaket gerçekleşir: Maria – isteyerek veya istemeyerek – havagazı fırınını açık unutur ve radyo yayını Alman futbol takımının 1954 dünya şampiyonasını kazandığını duyururken ev büyük bir patlamayla havaya uçar. LIEBE IST KALTER ALS DER TOD Küçük çaplı bir kadın satıcısı olan Frank, sendikaya üye olmamakta direnmektedir ve Joanna adlı bir fahişeyle birliktedir. Sendika, Franz’ın peşinde bir gangster olan Bruno’yu takar. Ne var ki Franz yakışıklı takipçisi Bruno’ya aşık olur ve onunla sevgilisi Joanna’yı paylaşmayı isteyecek ölçüde büyük bir dostluk kurar. Sendika Bruno’ya bir cinayeti havale ettiğinde Franz onu işbirliğine ikna etmek için kullanılır. Bunlar olurken ikilinin üzerinde çalıştıkları silahlı soygun planı da gerçekleşmeyi beklemektedir. Ne var ki Joanna Bruno’dan usanır ve ikilinin planlarını polise bildirir. Soygun anının keşmekeşinde Bruno bir polis kurşunuyla vurulur ve ölür. Aşıklar yine eskisi gibi birbirlerine aittirler ve özgürlüğe kanat açmaya hazırdırlar. İkonik olanla ironik olanı görkemli bir sahnede kavuştururken Chabrol, Röhmer ve Straub gibi öncü isimlere selam gönderen, Anti-tiyatro grubunun suç dünyası üçlemesinin ilk bölümü ve Fassbinder’in beyazperde auteur’lük kariyerinin şafağı olan “Aşk Ölümden Soğuktur”, yeraltı dünyasında gelişen bir üçlü ilişkinin kaderini izlerken gangster türünün lügatini karıştırıyor ve yapıbozuma uğratıyor. EYE IN THE SKY / GUN CHUNG Bo, görevi suçlular hakkında istihbarat toplamak ve onları “gökyüzündeki bir göz” gibi gözetim altında tutmak olan Hong Kong Polis Departmanı’nın en gizli bölümü Suç İstihbarat Bürosu’nda çalışmaya henüz başlamış olan acemi bir ajandır. Aldığı ilk iş bir mücevher hırsızlığı çetesinin gizemli liderini takip etmektir. Yasa koruyucuları operasyonun güvenliğini sağlamak için gereken olan herşeye sahip olsalar da suçluların lideri Shan da dehadan ve polisin başını döndürecek şeytani numaralardan yoksun değildir. Bo’nun cesur fakat kuralları hiçe sayan suçluları yakalama girişimden sonra kovalamaca Hong Kong caddelerinde tehlikeli bir kedi-fare oyununa dönüşür. BLOOD BROTHERS Genç Tayvanlı yönetmen Alexi Tan, prodüktör koltuğunda John Woo ve Terence Chang gibi isimlerin oturduğu ve kadrosunda Çin sinemasının önde gelen yıldızlarını barındıran ilk filmi “Kan Kardeşler”de göz kamaştırıcı bir suç, romans ve aksiyon öyküsü kurguluyor. Sergio Leone’nin “Bir Zamanlar Amerika”sını andıran ve hatta ünlü yönetmene selam gönderden epik öğeleriyle “Çin Western”i yakıştırmasını hak eden film galasını 2007 Venedik Film Festivali’nin kapanışında yapmıştı. 1930’ların dejenere, suç ve uyuşturucu ticareti başkenti Şangay’ın dumanlı caddelerinde dolaşan “Kan Kardeşler”, yaşlarına rağmen masumiyetlerini kaybetmemiş fakat kendilerine daha iyi bir yaşam kurma hırsıyla suç bataklığına dalmaktan çekinmeyen üç arkadaşın öyküsü etrafında gelişiyor. Üç arkadaş, yeraltı dünyasına daha derinden bağlandıkça yolları kaçınılmaz olarak ayrılır. Bir zaman sonra, aralarındaki kankardeşlik yemini de onları birbirlerini düşman olarak görmekten alıkoyamayacaktır. GETTING HOME 50 yaşlarındaki Zhao, Hong Kong yakınlarında bir şehir olan Shenzen’de çalışmakta olan fakir bir göçmen işçidir. İş arkadaşı ve en iyi dostu Yaşlı Wang beklenmedik bir biçimde ölünce, Yaşlı Zhao arkadaşının ölüsünü evine götürmeye karar verir. İnatçı köylü Çin’in göz kamaştırıcı bölgelerinden geçtiği yolculuğunda her çeşitten, çok renkli Çinli karakterlerle ve eğlenceli durumlarla karşılaşır. Zhao, karşısına çıkacak her sınavı iradesi ve nüktedanlığıyla aşmayı bilecektir. Çin bağımsız sinemasının yetenekli yönetmeni Zhang Yang, ulusal ölçekte ve uluslararası alanda pek çok ödüle layık görülen üç başarılı filmin ardından bu filmde kara komedi türünün sivri dilli üslubunu kuşanıyor ve bir adam ve bir ceset arasındaki ilginç dostluğu perdeye taşıyor. 2007 Berlinale Panorama Bölümü’nde seyirci karşısına çıkan ‘Getting Home’ Selanik Uluslararası Film Festivali’nde ‘En İyi Film’ dalında Altın İskender ödülüne ve Trondheim Film Festivali Büyük Ödül’üne layık görülmüştü. CONFESSION OF PAIN Melankoli ve kasvetle yıkanmış bir Hong Kong, Andrew Lau ve Oscar ödüllü “Köstebek”in yazarlarından Alan Mak’ın elinden çıkan şaşırtıcı ve derinlikli öykü “Confession of Pain”’de kusursuz bir cinayetin ve fedakarlık öyküsünün sahnesi olarak karşımıza çıkıyor. Etkileyici sinematografisiyle 2007 Hong Kong Film Ödülleri’nde “En İyi Görüntü” ödülünü kazanan ve “En İyi Aktör” ve “En İyi Özgün Film” dahil olmak üzere altı kategoride ödüle aday gösterilen filmin öyküsü, deneyimli dedektif Hei’nin kayınpederi, hayırsever milyarder Kim’in görkemli malikanesinde korkunç bir cinayete kurban gitmesi ve Hei’nin eski ortağı, artık özel dedektiflik yapan Bong’un yardımını istemesiyle gelişiyor. Cinayet, alınması bir ömre mal olmuş bir intikamın sonucu gibi gözükse de detektifler bir süre sonra kusursuz bir cinayetin faili olan bir canavarın peşinde olduklarını anlarlar: her ayrıntı özenle düşünülmüştür, her şey kusursuzca mantığa oturtulmuş ve olası sanık ve tanıkların her biri gizemli bir şekilde ortadan kaldırılmıştır. Polis, özel dedektif ve katil, düşmüş meleklerin şehrindeki kayıp ruhlar gibi üzerlerine düşeni yapmaktadırlar. Yolculuklarında attıkları her adım onları birbirlerine daha da yaklaştıracaktır; ta ki tüm taşları devirecek ve sahnede hiç kimseyi lekelenmemiş bırakmayacak korkunç bir son kapılarını çalana dek. 4 MONTHS 4 WEEKS 2 DAYS 2007 Cannes Altın Palmiye ödülü sahibi, festivalde ve büyük beğeni toplayan “4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün”de Romanyalı yönetmen Cristian Mingui, süssüz, neredeyse çiğ bir gerçekçilikle, istenmeyen bir eylemin bireysel sonuçları üzerinden totaliter bir toplumdaki soğukkanlı adalet anlayışını ifşa ediyor. “Altın Çağ’dan Öyküler” başlıklı toplayıcı bir projenin parçası olarak tasarlanan ve şehir efsaneleri ve bireysel zorluklar etrafında gelişen anlatılardan yararlanarak komünizm dönemi Romanya’sının sivil tarihine öznel bir bakış geliştiren film, rejimin son yıllarında Romanya’da küçük bir kasabada yaşayan iki oda ve okul arkadaşı Otilla ve Găbiţă’nın öyküsünü beyazperdeye taşıyor. İstemediği bir gebelikten muzdarip olan Găbiţă Otilia’dan yardım ister. Otilia Găbiţă için ucuz bir otelde bir oda kiralar ve Găbiţă, hatasını temizleyecek olan kürtajcı Mr. Bebe’yi beklemeye başlar. Găbiţă cezadan ve horgörüden kaçmak için herşeyi yapmaya hazırdır fakat hiçbirşey göründüğü kadar kolay olmayacaktır. PERSEPOLIS Marjane Satrapi ve Vincent Paronnaud tarafından, Marjane Satrapi imzalı ödüllü çizgiromandan uyarlanan Persepolis, İran İslam Devrimi sırasında ergenliğe adım atan bir genç kızın öyküsünü beyazperdeye taşıyor. Küçük Marjane dokuz yaşındayken – köktendincilerin iktidarı ele geçirdikleri, kadınları örtünmeye zorladıkları ve binlerce insanı hapse attıkları yıllarda – başlayan Persepolis’in öyküsü, Marjane’yi ebeveynlerinin onu güvenlik endişesiyle gönderdikleri ve Marjane’nin ülkesinden kaçmasının tek nedeni olan dinsel köktencilik ve aşırılıkla bir tutulduğu Avrupa’da geçirdiği yıllara ve kahramanımızın yetişkinlik çağına dek izliyor. Fransız versiyonunda seslendirme kadrosu içinde Catherine Deneuve gibi star’lara da yer veren Persepolis, 2007 Cannes Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’nü kazanmıştı. THE MAN FROM LONDON Ünlü Macar yönetmen Bela Tarr’ın Belçikalı yazar Georges Simenon’un aynı adlı romanından uyarladığı, 2007 Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışan “The Man From London” 60’ların ünlü film-noir’larının gergin ve yoğun atmosferini canlandırırken güçlü “varoluşçu tonlaması”yla dikkat çekiyor. Fransa’da bir limanda çalışan orta yaşlı bir görevli esrarengiz bir cinayete şahit olur ve cinayet mahallinde para dolu bir bavul bulur. Olayın hemen ertesinde İngiltere’den bir müfettişin bölgeye gelmesiyle, bir vurgunun ganimetine el koyduğunu anlar. Bu noktadan sonra yaşamı hiçbir zaman aynı olmayacaktır. THE MOURNING FOREST 1997 Cannes Altın Kamera ödülü sahibi, 2003’te Altın Palmiye için yarışan Japon yönetmen Naomi Kawase, yaşlılık ve yas olgularını merkez alan içten ve dokunaklı bir öyküyle beyazperdeye geri dönüyor. Samimiyeti ve fedakarlığı insan ilişkilerinin merkezine geri çağıran “The Mourning Forrest”2007 Cannes Film Festivali’nde Büyük Ödül’e layık görülmüştü. Shigeki yaşamını bir huzur evinde geçirmekte olan yaşlı bir duldur. Ona en büyük desteği, kendisi de bir ailesinden bir yakınını kaybetmiş olan Machiko vermektedir. Machiko, Shigeki’nin doğumgününde onu arabayla bir kır gezisine çıkartır. Ne var ki ikilinin arabaları bir hendeğe düşer ve Shigeki, adeta gizemli bir sesi dinliyormuşçasına, kararlı bir şekilde ormana doğru ilerlemeye başlar. Machiko’nun onu takip etmekten başka seçeneği yoktur. AND ALONG COME THE TOURISTS 2007 Cannes Film Festivali “Belirli bir Bakış” seçkisinde seyirci karşısına çıkan “And Along Came the Tourists”, alışılmadık bir artalanda gelişen bir aşk ve kültürlerarası ilişki öyküsü anlatıyor ve Auschwitz’den, günümüzün perspektifinden bakarak, zekice, empatik ve öğretici bir yoldan da bahsedilebileceğini kanıtlıyor. Genç Alman Sven ülkesinde askerlik yapmak yerine yurtdışında sivil hizmet vermeyi seçer ve kendini Polonya kasabası Auschwitz’de bulur. Sven, ona lise tarih derslerini anımsatan boğucu gri havayla kaplı bu küçük kasabada, kampın eski tutsaklarından olan ve zamanını Avrupa’nın her yerinden kampa getirilen Yahudilerden alınan eski bavulları onararak ya da yaşayan bir tanık olarak ziyaretçilere konuşmalar yaparak geçiren ihtiyar Bay Krzeminski’ye bakmakla görevlendirilmiştir ve Krzeminski’nin huysuz tavırlarının yanı sıra yerli halktan kişilerin önyargılarıyla da baş etmek zorundadır. Ne iyi ki genç adamın yanında, onun evinde kalmasına izin veren genç Polonyalı rehber Ania vardır. Karmaşık duygular içindeki Sven bir süre sonra bulunduğu yerin korunmasında kendine düşen görevi anlayacak ve Ania için beslediği duyguların farkına varacaktır. THE POPE’S TOILET Yıl 1988. Papa II. Juan Pablo Melo kentini ziyaret edecektir. 50,000 kişinin onu görmeye gelmesi beklenmektedir. Kasabanın mütevazı sakinleri insanlara yiyecek ve içecek satarak zengin olacaklarına inanmaktadırlar. Bisikletiyle kaçakçılık yapan Beto, evinin önüne, gelen geçene kiralamak için bir tuvalet inşa etmeye karar verir. Ne var ki Papa’nın ziyaretinde hiçkimse hiçbirşey satamaz ve sadece yaşlı bir kadın tuvaleti kullanır. Beto’nun hayalleri suya düşmüştür fakat bu macera sayesinde kızı onu daha iyi anlama fırsatı bulacaktır. Uruguaylı yönetmenler César Charlone ve Enrique Fernandez’in ortak imzasını taşıyan “The Pope’s Toilet”, gösterim tarihinden önce ödüllere layık görülmüştü. MY BROTHER IS AN ONLY CHILD 2007 David di Donatello Ödülleri’nde ‘En iyi Senaryo’ ve ‘En İyi Aktör’ de dahil olmak üzere dört kategoride ödül alan “My Brother Is An Only Child” iki kardeşin öyküsü üzerinden İtalyan yakın tarihinin çalkantılı yıllarına uzanıyor. Accio serserice düşüncesiz ve kuralsız davranışları ile ebeveynleri için bir felakettir. Her mücadeleye ciddi bir savaşa giriyormuşçasına giren Accio, istediğini elde etmek için savaşan bir irade timsalidir. Öte yandan Manrico yakışıklı, sosyal ve karizmatiktir ve çevresi tarafından çok sevilmektedir. İtalya’nın yavaş yavaş politik mücadelenin girdabına kapıldığı yıllarda iki kardeş zıt politik kamplara düşerler. Aralarındaki rekabet, ikisinin de aynı kadına aşık olmalarıyla daha da alevlenecektir. TERROR’S ADVOCATE Komünist? Anti-kolonyalist? Aşırı sağcı militan? Hangi fikirler Jacques Vergés’nin ahlak anlayışını temellendirir? 2007 Cannes Film Festivali “Belirli bir Bakış” bölümünde seyirci karşısına çıkan “Terror’s Advocate”, ‘şeytan’ın avukatı’nın izini sürüyor ve Fransız hukuk tarihine geçmiş en esrarengiz kişiliğin gizemini aydınlatmaya çabalıyor. Genç bir avukat olduğu yıllarda Cezayirli bağımsızlıkçılar adına café’leri bombalamaktan idama mahkum edilen ‘la Pasionaria’ lakaplı Djamila Bouhired’i savunmasıyla tanınan Vergés, etkileyici kariyeri boyunca Çakal Carlos gibi teröristlerin savunmalarını üstlendi ve Nazi teğmeni Klaus Barbie gibi tarihi canavarları mahkeme salonlarında temsil etti. Genç yönetmen Erin Kolirin, 2007 Cannes Film Festivali “Belirli bir Bakış” bölümünden Coup de Coeur ödülüyle dönen film kültürlerarası ilişkilere odaklanıyor. THE BAND’S VISIT İskenderiyeli bir Polis Bandosu, bir Arap Kültür Merkezi’nin açılış töreninde çalmak üzere İsrail’e davet edilir. Ancak bürokratik bir karışıklık nedeniyle bando üyelerini havaalanında karşılamaya kimse gelmez. Müzisyenler verilen adresi kendi başlarına bulmak zorundadırlar. Bindikleri otobüs onları çölde unutulmuş kasabada bırakır. Ertesi sabaha kadar şehre dönme şansı kalmayan bando, kasabadaki café’nin güzel işletmecisi Dina’nın, geceyi onun evinde geçirmeleri teklifini kabul eder. Bu zorunlu konaklama sırasında yaşanacak aksilikler bando üyeleriyle kasabalılar arasında dil ve kültür engellerini aşan bir dostluğun temelini atacaktır. TUYA’S MARRIAGE 2007 Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı ödülüne layık görülen “Tuya’nın Evliliği”nde yönetmen Quanan Wang, annesinin doğduğu topraklara uzanıyor ve modern dünya tarafından tehdit edilen yaşamları ve eski gelenekleri şiirsel bir üslupla perdeye taşıyor. Hükümetin göçebe çobanları şehir yaşamına uymaya zorladığı kuzeybatı Moğolistan’ın uçsuz bucaksız steplerinde, güzel Tuya toprağını terk etmemek için direnmektedir. Tuya ayrıca engelli kocası Bater’in – iyi niyetli – boşanma ısrarlarına da karşı koymaktadır. Bir gün, ani bir hastalık Tuya’yı, en azından Bater’e bakabilecek birini bulabilme umuduyla tekrar düşünmeye iter. Ne var ki Tuya’nın taliplerinden hiçbiri Bater’in yükünü de üstlenmeye niyetli değildir, eski okul arkadaşı Baolier dışında. PARANOID PARK Amerikan bağımsız sinemasının ünlü yönetmeni Gus van Sant, Amerikan liselerini saran şiddet sorununa eğildiği 2003 tarihli sansasyonel filmi “Fil”in ardından “Paranoid Park”ta bir kez daha ergenlerin dünyasına giriyor. Blake Nelson’ın aynı adlı romanından uyarlanan “Paranoid Park” 2007 Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarıştı ve 60’ıncı Yıldönümü Özel Ödülü’nün sahibi oldu. ”Paranoid Park”, kaza sonucu bir güvenlik görevlisinin ölümüne sebep olan genç kaykaycı Alex’in öyküsünü perdeye taşıyor. Vicdan azabı ve korkuyla felç olan Alex Portland bir süre tek başına Portland sokaklarında dolaşır ve kaza hakkında kimseye tek kelime etmemeye karar verir. Fakat yeni tanıştığı Macy’nin tavsiyeleri, acıyla başa çıkma sınavında ona yardımcı olacaktır. EASTERN PROMISES Efsanevi Kanadalı yönetmen David Cronenberg, 2005 tarihli “A History of Violence”ın ardından perdeye bir başka suç ve hesaplaşma öyküsüyle dönüyor. Oyuncu kadrosu Viggo Mortensen ve Naomi Watts gibi güçlü isimleri barındran “Eastern Promises”, Londra’nın en ünlü suç şebekelerinden bir tanesinin üyesi olan Nikolai’ın öyküsü etrafında gelişiyor. Organizasyonu tarafından potansiyel bir tehdit olarak görülen Anna adlı masum bir ebeyle ilgilenmekle görevlendirilen Nikolai, bu görevde hayatının en büyük sınavıyla karşı karşıya kalacaktır.
Sis ve Gece, Valencia Film Festivali\'ne Seçildi
17.08.2007

Sis ve Gece, Valencia Film Festivali\'ne Seçildi

Turgut Yasalar\'ın Ahmet Ümit’in eserinden uyarladığı Sis ve Gece, Valencia Film Festivali’ne seçildi. Selma Ergeç, Uğur Polat, Ayten Uncuoğlu ile Sara Meriç’in oynadığı film sinemamızın en başarılı polisiye filmlerinden biri olarak nitelendiriliyor. Sedat bir gizli servis elemanıdır. Bir amir, bir ağabey, bir dost olarak sevdiği Yıldırım bir süre önce öldürülmüştür. Sedat amirinin kendi servisince öldürüldüğüne inanmaktadır. Sedat için mesleği her şeyin önünde gelmektedir. Ancak teşkilat içi çatışmada Sedat da pasifize edilmiştir. Onu yaşama yeniden bağlayacak tutkulu bir şey gerekmektedir. O tutkulu ilişkiyi genç bir kız olan Mine’de bulur.
Anadolu\'nun Renkleri: Doğum Düğün Ölüm, Belgeseli Çekiliyor
17.08.2007

Anadolu\'nun Renkleri: Doğum Düğün Ölüm, Belgeseli Çekiliyor

Türkiye Bilimsel ve Kültürel Araştırma Merkezi (TÜBİKAM) tarafından hazırlatılan \'\'Anadolu\'nun Renkleri; Doğum,Düğün, Ölüm\'\' adlı belgeselin çekimleri sürüyor. Belgeselde, insanların üç temel ortak dönüm noktası olan “Doğum-Düğün- Ölüm” kavramlarından yola çıkılarak, bu kavramlar çerçevesinde gelişen kültürel unsurlarımızı belgelemek, karşılaştırmak ve ortak noktalarını bulmak amaçlanıyor. Belgeselin çekimleri, Hakan Aytekin başkanlığında, Sezin Kıpçak, Hakan Kolsal, Tuğberk Özdemir, Emrah Kavrak ve Ali Şahin\'den oluşturulan ekip tarafından gerçekleştiriliyor. Çekimler, 20, 21 ve 22 Ağustos\'ta Balıkesir\'in Edremit ilçesine bağlı Güre Belediyesi\'nce her yıl düzenlenen Sarıkız Şenlikleri\'yle sürecek.  TÜBİKAM’ın web sayfasında belgesel hakkında ayrıntılı bilgilere yer veriliyor:          PROJENİN KAPSAMI: Atatürk’ün Onuncu Yıl Nutku’nda ifadesini bulan Cumhuriyet temellerinden biri olan kültür kavramına dayanarak ülkemizin bütün bölgeleri arasında kültür bütünlüğünü ortaya koymak. İnsanoğlunun üç temel ortak dönüm noktası olan “Doğum-Düğün- Ölüm” kavramlarından yola çıkarak bu kavramlar çerçevesinde gelişen kültürel unsurlarımızı belgelemek, karşılaştırmak ve ortak noktalarını bulmak. KISA VADELİ AMAÇLAR: 1. Kültürümüzün yaşayan özgün unsurları Doğum-Düğün ve Ölüm geleneklerinden hareketle, Anadolu’da ortak kültür unsurlarımızın sosyal antropolojik ve etnolojik tabanını belirlemek. 2. Gerek savaşlar, gerekse kentleşme süreci içersinde hızla kaybolan kültürel varlıklarımızın görüntü ve ses arşivlerini oluşturmak. 3. Hakkari’den başlayarak Edirne’ye kadar bütün Anadolu topraklarında yaygınlaşmış olan ulusal kültür unsurlarımızın yalnızca yerli değil yüksek evrensel felsefeleri de içerdiğini göstermek. Kültürümüzün barış, sevgi ve kardeşlik ekseninde bütün insanlığa örnek boyutlarını öne çıkarmak, tarihsel köklerini bilimsel olarak irdelemek. 4. Çağdaş toplum yapısını oluşturan kültürel birlikteliğin Cumhuriyetimizin kalıcı ve köklü niteliklerinden biri olduğunu geniş halk kitlelerine kavratmak. UZUN VADELİ AMAÇLAR: 1. Kültürel zenginliklerimizi yok olmadan toplayarak zengin bir arşiv oluşturmak, 2. Televizyonlarımızda zaman zaman yayınlanan aktüel magazin tarzı belgesellerde yer alan sadece ham bilgilere dayanan tespitleri aşarak bir yöredeki kültür unsurlarımızın diğer yöredeki kültür unsurları ile bağlantısını tarihsel boyutlarıyla ortaya koymak. 3. Cumhuriyetin ilk yıllarında başlayan ancak tamamlanamayan halk kültürü araştırmalarının zaman geçirilmeden ve hızlandırılarak yapılmasının gerekliliğini ortaya koymak. 4. Toplanan verilerin çağın bilimsel ve teknolojik verileri ile birleştirilerek günlük yaşamımızın içinde yer alacak biçimde kullanılmasına dikkat çekmek. HEDEFLENEN AMAÇLAR: Çalışma sanat ve estetik boyutu çok yüksek düzeyde iki veya dört bölüm olarak düzenlenecek ve uluslar arası televizyonlarda yayınlanmasına özen ve çaba gösterilecektir. 13 bölümlük bir diğer yapım ise Türkiye’de yaygın, yerel ve bölgesel televizyonlarda yayınlanacaktır. Radyo programı haline getirilerek yaygın ve yerel radyolarda yayınlanmasının sağlanması, Araştırma verileri ve sonuçların kitap olarak basılması, Elde edilen fotoğraf, görüntü kasetleri ve diğer unsurlardan bir arşiv oluşturulması. PROJENİN KAPSAMI: Anadolu’da Doğum-Düğün-Ölüm projesi başarılı olduktan sonra aynı eksende ortak kültür unsurlarımızın diğer coğrafyalardaki uzantıları ile ilgili olarak çalışmalar genişletilecektir. GERÇEKLEŞTİRME TAKVİMİ Araştırma ve Teknik Metin : 3 Ay Ön Çekim : 2,5 Ay Senaryo : 1,5 Ay Çekim (3 Ekip Halinde) : 4 Ay Kurgu ve yayın : 2 Ay Kamuoyuna sunum : 15 gün Dizinin yayınlanması : 2,5 Ay Arşiv listesinin hazırlanması ve kitap basımı : 4 Ay Toplam : 20 Ay Proje finansmanının sağlandığı tarih, başlangıç tarihi olacaktır. PROJE YÜRÜTME KURULU 1. Prof. Dr. Alemdar YALÇIN : Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi 2. Y.Doç. Dr. Gıyasettin AYTAŞ : Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi 3. Zafer YALÇIN : Ekonomist 4. Özer ÖZGÜÇ : Alan Araştırmacısı 5. Halim ALTINIŞIK : Strateji Uzmanı
Şüphe Üzerine
17.08.2007

Şüphe Üzerine

Yönetmen koltuğuna bakınca D.J. Caruso\'yu görüyoruz Disturbia da...Filmin başrolunde, son dönem başarılı yapımların içinde sürekli ismi geçen 1986 doğumlu genç bir aktör var; "Shia Labeouf".Kendisi, babasının ölümünden sonra duygusal anlamda yıpranmış ve hocasına yumruk atmaktan dolayı 3 aylık ev hapsi ile cezalandırılmış "kale" karakterini canlandırıyor.Genç yaşta olmasına rağmen yaşının üstünde bir oyunculuk sergilediği çok açık.Filmde ki karakteri kısıtlı mekanlarda geçsede değişen ruh hali sizi pek sıkmıyor.Filmin en önemli aktörlerinden biriside "David Morse". Şüphesiz ki bu aktör "The Green Mile" filmiyle neredeyse tüm dünyaya kendisini tanıttı ve ordaki popüler başarısını sonraki filmlerinde getiremedi.Açıkcası sonra ki filmlerde de hep yan karakter oldu.Sanırım ilk defa bu filmde "Mr. Turner" rolü ile iyi adam mı yoksa kötü adam mı diye onu seçmeye çalışıyoruz.Aslında oyuncuları bulan ekip güzel çalışmış ve film boyunca David Morse\'ı "mı acaba" şeklinde izliyoruz, emin değiliz, çünkü bu adamın film geçmişinde pek fazla kötü karakteri yok.Bu yüzden iyi adam olabilir düşüncesi de yaygın oluyor beyinde, yani kötü adam olarak görmek isteyenler çoğunluktadır.İyi mi yoksa kötü mü onu size söylemyecem tabi, filmi izlememiş olabilirsiniz diye.Son olarak da The Matrix ile bir anda tirmanisa geçen C.A.Moss var tabi.Elinden geleni ardına koymamış Trinty ve de çok yakışmış ona Shawshank Remdeption gardiyanı olmak.Sırada ne var? Sarah Roemer ve Aaron Yoo söylenecek tek şey sanırım sırıtmadıkları idi. Gelelim filme;Alfred Hitchcock abimizin "rear window"u nun teknolojik versiyonu diyebiliriz Disturbia için. "Disturbia" konusu itabiri ile bize yeni bir kurgusal gösteri sunmuyor.Mükemmel planlanıp, çekilmiş bir kaza sahnesi ile başlıyor filmimiz.O kadar gerçekçi ki kaza sahnesi;şüphe filmini izlemiş bir sürücü direksiyon başına geçince telefonla konuşuyorsa birde; sanırım asla "şu saate kadar ordayım"diyemicektir kolay kolay.Enfes kaza sahneden sonra seyirciyi rahatlatmak ve neşelendirmek için gerilimi yok ediyor yönetmenimiz.Bizlere bir amerikan gençlik filmi izletiyor bir süre.Bir gerilim filminde kahkaha atma rekorları kırdıyor sinemaseverlere.Filmin asıl amacından yavaş yavaş uzaklaşmaya başladığını düşünüyoruz.Kale\'ın,kaale almadığı bir haberi izledikten sonra röntgencilik yaparken bir şeylerden şüphelenmeye başlamasıyla gerilim iyi bir dönüş yapıyor .Sonrasında paranoyak oluyoruz bizde Kale ile birlikte...Artık sadece o bakmıyordu merceklerin arkasından;biz de bakıyorduk anlamaya çalışıyorduk onunla birlikte.Olaylar kurgusu izleyenin kafasını karıştırıyor katilin kim olduğunu bildiğimiz halde şüphelenmeye devam ettiriyordu bizleri...Sürekli artan gerilim filmin sonlarına doğru bitince derin bir ohhh çekiyoruz önce,hemen akabinde hoş bir intikam ile amerikan gençlik filmi olarak son buluyor gösteri... Ayrıca film reklamcılığın gelmiş bulunduğu son noktayı da gözler önüne seriyor...Daha filmin başında baba-oğul bir mola verelim diyorlar balık avındayken ve ceplerinden birer cocacola çıkarıyorlar;mesaj cocacola tadında molalar.Ev hapisnde ki esasoğlan da X-box ile PSP ile zamanı eğlenceye dönüştürmüş.Katili deşifre etmek için kullandığı handycamlar vs. cabası. Sonuç olarak "Disturbia" heyecan kisminda yeni bir sey sunmayan ama turun kliselerini de batirmayan film olmuş.Amerikan gençlik filmi gibi başlayıp,teen slasher boyutunda devam ettikten sonra yine amerikan gençlik filmi tadında final yaparak keyifli vakit geçirmemizi sağlıyor.Patlamış mısırınızı ve kolanızı alıp, kız arkadaşınızla oturup, karanlık bir odada kah öpüşerek kah ciddi ciddi seyrederek izleyebilirsiniz.Tabi tavsiyem ciddi ciddi izlemeniz.  
Şüphesiz Çok Güzel Bir Film Şüphe
17.08.2007

Şüphesiz Çok Güzel Bir Film Şüphe

Son yıllarda sinema piyasasında gerilim ve şiddet türü filmler artması, filmlerin kalitesini en ince ayrıntısına kadar eliyor ve bu türde çıkan çoğu film klişe olduğu gerekçesiyle göz ardı ediliyordu . İşte Disturbia (Şüphe) tam da böyle bir zamanda çekim aşamasındaydı . 2004 yılında Taking Lives (Hayatan Benim) ve 2005 yılında başrolunu Al Pacino\'nun oynadığı Two For The Money (Kirli Para) filmleri ile tanıdığımız yani önceki filmlerinde de gerilim türünde duran D.J.Caruso yine yönetmen koltuğundaydı . Aslına bakarsanız Şüphe filminde yönetmen koltuğundan çok senaryo ya da senarist önemliydi. 2005 yılında gösterime giren Gece Uçuşu filminin de senaristi Carl Ellsworth ve daha önce bazı filmlerde ufak senaristlik görevi alan Christopher B. Landon bu görevi bana göre muhteşem bir şekilde ifa ettiler. Şüphe filminin oyuncularına da hafif bir göz atmakta yarar var, sonra filmi değerlendirmeye geçeceğim. Bana göre yıldızlar ve yıldız olmaya adaylar buluşmuş filmde ve filmden çıktığımızda yıldız olmaya adayların da yıldız olduğunu onaylıyoruz . Başrol oyuncumuz Shia LaBeouf daha önce birçok filmde oynamış; en son da kültleşmiş Transformers(Dönüşücüler) filmindeki performansıyla kendisini tanımayan seyirciyle de tanışmıştı . Bu yüz alışkanlığı sayesinde filme kolay ısınmanız söz konusu . Sevinebilirsiniz! Diğer başrol oyuncusu -diğerden kastım "kötü"- daima kötü rolunde görmeye alışık olmadığımız ama kötü rolunde gördüğümüzde de şaşırmadığımız bir isim "David Morse" .Şahsen ben David Morse\'u "12 Monkeys (12 Maymun)" filmindeki Dr.Peter canlandırmasıyla tanıdım ve o gün bugündür kötü bir oyunculuk çıkardığını söylemem söyleyemem. Diğer yanda Shia LaBeouf\'un annesi rolunde Matrix serisiyle gözlerimizin aşina olduğu Carrie-Anne Moss\'u görüyoruz . Moss , klasik bir anne rolunu hakkıyla veriyor ve Matrix ten bu yana performansından birşey kaybetmediğini de ispatlıyor -Final sahnesindeki Morse a vurması ispatıdır - .Başrol oyuncusu Kale(Shia LaBeouf) in sevgilisi rolunde ise Garez 2 filminden tanıdığımız Sarah Roemer var . Oyunculuğu ümit yeşertici. Ve son olarak uzakdoğulu , çekik gözlü , video-teknoloji-röntgen üçgeninde gidip gelen karakterimiz Ronnie rolunde göreceğiniz Aaron Yoo . Performansı çok çok hoş , tatlı ve kalite olmasıyla birlikte YouTube\'un film içinde propagandasını yapması ve çılgın tavırlarıyla kendine "soytarı" dedirtmeyi de ihmal etmiyor. Gelelim nihayetinde filme . Film başladığında birden gözleriniz hafif açılıyor ve "Yapma yaa yine mi aynı film " diyerek daha önce çekilen gerilim filmleriyle bu filmi kıyaslamaya başlıyorsunuz . Dakika birden itibaren hemde . Fakat dakikalar ilerledikçe dumura uğruyorsunuz ; dumura uğradığınızdan ötürü de sevinç oluyor içinizde. İlk yarı çılgın , romantik , hafif dramatize edilmiş şekilde . Bunun açılımını ben Amerika Gençliğivari diye yapıyorum zira klişeleşmiş bazı bilgilerle yüzde yüz uyuşan bir yapıya sahip ilk yarı . İlk yarıda dikkatinizi çekmesi gereken husus original (orjinal) espriler ve doğallığın had safhada ilerlemesi olacaktır . Mesela, yeni gelen komşusunun kızına bakarken yanlışlıkla kafasını pencereye çarpma ya da sınıfta uyuyan öğrencinin üzerine büyük bir hışımla fırlatılan silgi ve öğrencinin buna bil-mukabele etmesi hiçte yabancı gelmiyor. İlk yarı, patlamış mısırlarınızla rahat rahat hayatın güzel yönünü seyredip eğlenebileceğiniz dakikalarla dolu . Ama ikinci yarı içinde aynı duygu ve düşüncelere sahip olanlar büyük bir yanılgıya düşecekler -düştüler- . Filmde hayatın "heyoo heyyoo" lu dakikalarla geçeceğini düşünüyorsanız ilk yarıyı izleyip çıkmanızı tavsiye ederim. Zira ilk yarının sonlarına doğru kafanıza yerleşen bir şüphe yani filme ismine veren bu olgu ikinci yarıda farklı bir filmle karşı karşıya kalacağınızı size kesin bir dille anlatıyor. Önemle belirtmek istediğim bir hususu da atlamayayım . Son zamanlarda korku filmlerinde ani çıkışlarla seyirci ürpertilmeye , hoplatılmaya, zıplatılmaya çalışılıyor ve başarılı olunuyor da. O yüzden Şüphe (Disturbia) filminde bu ani çıkışlara hazırlıklı olmanızı tavsiye ederim şimdiden. İkinci yarıyı şu kelimelerle özetleyebiliriz : "Morse and LeBouf Show" . Yıllanmış usta David Morse (Mr.Turner) ve taze LeBouf (Kale) birbirleriyle karşı karşıya gelmek için bir çırpınıyor bir kaçıyor bir duruyor bir coşuyor. Seyirciye de hangi zaman ne yapacaklarını kafalarında kurgulamaları kalıyor . Kale (LeBouf) in her zaman aklında gezinen şüpheleri ilk başta seyici tarafından da destek görüyor . "Haklısın Kale! Sonuna kadar yanındayız" diyen seyirci polisin Mr.Turner\'ın evini aradığı sahneden sonra "u" dönüşü yapıyor ve şüpheli bir paranoyak konumuna düşürüyor Kale\'i . Zaten ev hapsi çeken bir çocuğun psikolojisinin bozulması da normaldir kanısına kapılan seyirci de bu oltaya sazan gibi saldırıyor. Mr.Turner ın psikopat, keskin ve zeka dolu oyunları seyircinin ağzını "aaa" söyleyebilecek şekilde açık bırakıyor. Ronnie rolundeki Aaron Yoo yu da bu dakikalarda tırsmış bir şekilde "Etrafı iyi kontrol et Kale heyy Kale " türü diyaloglar içinde buluyoruz. Mimiklerindeki gerçekçilik olayın gerçekçiliğine bir kat daha inandırıyor seyirciyi. Morse un donuk mimikleri ve "Ben yapmadım ! Çek git başımdan ufaklık" tavırları seyirciyi de Kale ide şüpheye ve sinire sevk ediyor. Filmde "basit bir röntgencilik\'ten nereye gelinir?" sorusuna da çok güzel bir şekilde cevap verilmiş. Final sahnesinde en baştan beri paranoyak dediğiniz Kalein yanında geçmişe bakıp asıl kendinizin bir film süresi boyunca "paranoyak" olduğunuzu anlıyorsunuz . Film size paranoyaklık duygusunu da tattırıyor velhasılı. Sözün özü: "Bana göre son yıllardaki en eğlenceli, en gerici ve en zeki yapımlardan biri. Tüm ekibi tebrik etmekte yarar var diye düşünüyorum. Filmin size vermek istediği mesajı alıyorsanız şayet Seven (Yedi) filminin verdiği mesajla da birebir örtüşüyor:"Hiçbirşey göründüğü gibi değildir". Kaçırmamanız tavsiyemdir...
TV efsanesi beyazperde de aynı sularda yüzüyor…
16.08.2007

TV efsanesi beyazperde de aynı sularda yüzüyor…

Tuhaf aile formatlı çizgi filmler ülkemizde tanınan örnekleriyle çok beğenilmişti. 1960 – 66 yılları arasında gösterilen Taş Devri alışılmadık bir amerikan ailesi ile Taş devrinde geçen modern uygarlık hikayesiyle çok beğenilmiş ve ilgi görmüştü. Simpsonlar efsanesinin en önemli kaynağı da bu diziydi kuşkusuz. Fonda yine aile babasının beceriksizleri ön planda idi. 1962 – 88 yılları ararsında  4 sezonluk ama 20 yıllık bir süreçte gösterilen çizgi dizi gelecekte geçen bir taş devri hikayesi idi. Kuşkusuz bunda aynı ekibin parmağının payı büyüktü. Rugrats adlı bebeklerin ön planda olduğu çizgi filmse yine barındırdığı absürd çizgisi ile simpsonların kaynaklık ettiği çizgi filmlerden biri. Simpsonları andırma konusunda ise Family Guy neredeyse rakipsiz.1999’da başlayan dizi halen devam etmekte ve ilgiyle izlenmeye devam ediyor. Simpsonlar taklidi gibi görünse de South park’tan daha sert bir çizgisi olsa da, simpsonlardan daha az eleştiren yapıya sahip. Yine de bu yapısıyla herkesin sevebileceği bir dizi değil. Gelelim simpsonlara. Koca 20 yıllık süreci ile tam bir fenomen. George Bush’un “izlenmesini tasvip etmiyorum” demesinin altında 1989 yılından bu yana kıyasıya eleştirmesinin ve tüm bu eleştirileri nefis bir mizah anlayışı ile yapması baş tacı edilmesini sağlayan unsur. Toplamda yaratılmış 396 bölümle rekorlar kitabına çoktan girmiş olan simpsonlar, sinema filmi için bu kadar beklemek niyetinde değildi. Ama zaman ve şartlar sürekli değişti ve sürekli yenilenen fikirlerle bu zamana kadar geldi. Temelde CGI’yı reddeden 3 boyutlu yerine suluboya elde çizimi tercih eden ekip bunu dışındaki kararlar için oldukça zorlandıç Ekip haline Monthy Python’s Flying Circus delisi olduklarını belirten Greoning, Belville’de Randevu’dan oldukça sık bahsediyor. Hiçbir zaman gerçek oyuncularla film önerisine sıcak bakmadığını bunun ancak ekibin ölmesi sonucu gerçekleşebileceğini söylüyor. 1987’de oluşan çekirdek kadronun film ekibinde olması hayranlık uyandırıcı olmuş ve herkeste en iyi bölümden de iyidir yargısını doğurmuştu. Bunun da uzayan süreçte payı var elbette. Esprileri konusunda ısrarcı olmadıklarını söylüyor ekip. Espri savunulmaz diyor. Filmden çıkarılan esprilerden iki film daha çıkar sözü de bu konudaki ciddiyetlerini ortaya koyuyor. Her defasında karakterleri yeniden çizmenin gurur verici olduğunun da altını çiziyor ekip. Son olarak bir 20 yıl daha sürecek garantisini veriyorlar. 20 yıllık süreçte sinema ile ilişkileri de çok iyi idi dizinin. Oz büyücüsü, Marry Poppins gibi masallar bir yana, Stanley Kubrick klaisiği “The Shining” bir bölümde tamamen parodi haline gelmişti. Marge ve komşusu Ruth’un araba yolculuğu da “Thelma ve Loise” e selam çakar. Rosebud adlı bölümde film çekimleri dahil neredeyse birebir yaratılmıştır. Ünlü “Yurttaş Kane” başyapıtı 3 bölümde görünür böylece. ET,  Sapık, Rüzgar gibi geçti, Indiana Jones ve kuşlar ekibin sinema sevgisinin yansımalarından… Gelelim filme… 15 yıllık bir proje geçmişi olan film, dizinin beşinci yılında ortaya atılmıştı. İlk fikir “Kamp Krusty” adı ile yaz kampında geçen korku filmleriyle dalga geçecekti. Ama yoğunluk sebebi ile rafa kalktı. Elde çizilmesi sebebiyle yaratım sürecinin çok uzun sürmesi geride bu yüzden çekilmemiş bir çok senaryo bıraktı. Fantasia ile dalga geçen “Simpstasia” da bunlar arasında idi. 2003’te ilk ekip toplandı yüzlerce fikir ortaya atıldı. Bunlardan en ilgi çekici olanı kuşkusuz “Truman Show” parodisi idi. Dizi hayranları bu bilgi sonrası en azından bir bölümde öyküyü görmekten oldukça mutlu. Sonunda filmin Homer’ın hataları üzerine kurulması kararlaştırıldı ve 15 yıllık rüya gerçekleşti Bir beceriksiz aile babasının öyküsü olan film mükemmel bir espri ile başlıyor. Homer sinemada film izlerken enayilik bu diyor. Cdsi varken filmi sinemada izlemek enayilik. Sonra kamera Homer’ı gösteriyor ve bize dönüp hepiniz enayisiniz diyor. Serinin şanına yakışır bir başlangıç bu. Çevre sorunlarını direk merkeze yerleştiren film, gölün kirlenmesine karşı yapılan sunuma “Uygunsuz Gerçek” filmi ile geçiyor dalgasını. Sonra tüm bu uyarılara rağmen Homer faktörü devreye giriyor. Her şey dozunda her şey bildiğiniz gibi. Üslup sonuna kadar korunuyor. Özellikle Bart’ın cinsel organının gözüktüğü sahne son derece keyifli adeta gülme krizine sokuyor izleyeni. Yol Alaska’ya düşüyor. Ordan sonrası iyice zıvanadan çıkıyor zaten. Kızılderili sahnesi de dört dörtlük. Az sonra esprisi de araya atılıyor. Filmin altından yazılar akıyor, reklamlar geçiyor. Sizinse aklınızdan geçen tek şey gülmek oluyor. Geriye tatlı bir zaman dilimi kalıyor. Matt Greoning ve ekibini kutlamak gerek. Bir marka yaratıp o markaya sonuna kadar sahip çıktıkları için. Koca bir ellerinize sağlık göndermek şart!
Küçük Kıyamet\'in Festival Yolculuğu
15.08.2007

Küçük Kıyamet\'in Festival Yolculuğu

Yapımcılığını Limon Yapım’ın üstlendiği ve yönetmenliğini Taylan Biraderler’in gerçekleştirdiği “Küçük Kıyamet”  yurtdışı festivallerinde dünya seyircisi ile buluşuyor. Başak Köklükaya, Cansel Elçin, Binnur Kaya ve İlker Aksum’un başrollerinde yer aldığı ve öyküsü de Taylan Biraderlere ait olan Küçük Kıyamet, 28. Valencia Film Festivali’ne de davet edildi… Küçük Kıyamet’in festival yolculuğu 13- 22 Eylül tarihleri arasında (İsveç) Lund Uluslararası Fantastik Film Festivaliyle başlıyor… Ardından 20- 30 Eylül tarihleri arasında Kopenhag Film Festivali’nde (Danimarka) gösterilecek olan Küçük Kiyamet,  16- 24 Ekim tarihlerinde 28. Valencia Film Festivaliyle de (İspanya) konuk oluyor. Bu kısa Avrupa turunun ardından Kuzey Amerika’ya geçecek olan Küçük Kiyamet, NY Türk Filmleri Festivali’nde izleyicisi ile buluşacak. Festivalin resmi programından önce basın ve sinema yazarları için özel bir gösterimi gerçekleştirilecek olan Küçük Kıyamet Asya kıtasına doğru yolculuğuna devam edecek. LUND INT.’L FANTASTIC FILM FESTIVAL /  ISVEC  13-22 EYLUL COPENHAGEN FILM FESTIVAL / DANIMARKA 20-30 EYLUL 28th MOSTRA DE VALENCIA FILM FESTIVAL / ISPANYA 16-24 EKIM NY Türk Filmleri Festivali/NY-ABD 21-28 Ekim
Uluslararası \"1001 Belgesel Film Festivali\" İstanbul\'da
15.08.2007

Uluslararası \"1001 Belgesel Film Festivali\" İstanbul\'da

3-7 Ekim tarihleri arasında “onuncu”su düzenlenecek olan Uluslararası 1001 Belgesel Film Festivali yine İstanbul’da gerçekleştirilecek. Dokuz yıldan bu yana festival; İstanbul’da, aynı anda iki kıtada birden düzenlenen tek festival olarak, Türkiye’den ve dünyadan yüzlerce belgesel filme ev sahipliği yaptı ve çok sayıda belgeselciyi ve belgesel kuramcısını seyirciyle buluşturdu.  1997 yılından bu yana geçen 9 yılda festival, 877 filme ev sahipliği yaptı; dünyanın 51 ülkesinden, yüzlerce belgeselciyi ağırladı. 2006’da ise 30 ülkeden 31 yerli, 92 yabancı toplam 123 belgesel film yer aldı. Uluslararası 1001 Belgesel Film Festivali yarışmasız olmasına rağmen  festivale katılacak filmler, ilkesel olarak toplu izlemeyle, tartışarak karar alan geniş katılımlı seçiciler komitesi tarafından belirlenir. Bu seçim filmlerin güçlü ve evrensel bir sinema dili kullanmış olmaları, insanlığın gelecek tasarımına katkı sağlamaları; farklı ve derin bakış açıları sunuyor olmaları gibi temel ölçütleri çerçevesinde yapılır. 1997-2006 yılları arası Festivale Katılan Ülkeler : A.B.D., Almanya, Arjantin, Avusturya, Avustralya, Azerbaycan, Bangladeş, Belarus, Belçika, Brezilya, Bulgaristan, Bosna Hersek, Çin, Danimarka, Ermenistan, Filistin, Finlandiya, Fransa, Güney Afrika, Hırvatistan, Hindistan, Hollanda, İngiltere, İsviçre, İskoçya, İspanya, İsrail, İsveç, İran, İrlanda, İtalya, Japonya, Kanada, Kazakistan, Kırgızistan, Küba, Litvanya, Lübnan, Macaristan, Makedonya, Polonya, Portekiz, Romanya, Rusya, Slovenya, Sırbistan, Şili, Türkiye, Türkmenistan, Ukrayna, Venezüella, Yeni Zelanda, Yugoslavya, Yunanistan 2006 yılında ağırlananan festival konukları: Muhammed Bakri-Filistin Arto Halonen-Finlandiya Frederik Gertten-İsveç Jean-Pierre Krief-Fransa Christopher Boeckel-Almanya Elizabeth Koneska-Makedonya Sam Pollard-ABD1997-2006 yılları arası gösterim mekanları ise: Atatürk Kültür Merkezi (AKM) Barış Manço Kültür Merkezi Belgesel Evi Cep Sineması Bilgi Üniversitesi Evrensel Müzik Merkezi Feriye Sineması Fotografevi Fransız Kültür Merkezi Goethe Enstitüsü GS Üniversitesi İtalyan Kültür Merkezi Mimar Sinan Üniversitesi Mimar Sinan Güzel Sanat Üniversitesi Sinema Televizyon Merkezi Nazım Hikmet Kültür Merkezi Türsak Yapı Kredi Kültür Merkezi Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi Yunanistan Konsolosluğu Salonu
Güzel Natalie Goya\'nın İlham Perisi Oldu
13.08.2007

Güzel Natalie Goya\'nın İlham Perisi Oldu

Goya\'nın güzel ilham perisi Ines rolünde, "Daha Yaklaş" (Closer) filmindeki başarılı performansıyla Altın Küre\'yi kucaklayan ve Oscar\'a aday olan Natalie Portman oynadı. Bir moda dergisinde Natalie Portman\'ı gören Forman o an kararını vermiş. Usta yönetmen Milos Forman, GOYA\'NIN HAYALETLERİ için oyuncu seçiminde çok titiz davrandıklarını ve özellikle Goya\'nın ilham kaynağı Ines rolü için, herkes tarafından tanınan ve akıllardan çıkmayacak güzellikte bir oyuncu aradığını söylüyor. Natalie Portman\'ın bu rol için seçilmesinin ilginç yanı, Forman\'ın onu daha önce hiç tanımıyor olması. Forman bu tercihi nasıl yaptığını şu sözlerle anlatıyor: "Natalie Portman\'ı hiç tanımıyordum. Bir moda dergisinde gördüğüm bu genç kadının resminden çok etkilendim. Kapaktaki resme bakarken sanki Goya\'nın "A Milkmaid in Bordeaux" adlı tablosundaki genç kadının yüzünü görür gibi oldum." Daha sonra Portman hakkında araştırma yapan yönetmen, güzel yıldızın oyunculuğundan da çok etkilendiğini söylüyor. "Oyunculuk kapasitesi son derece büyüleyici ve sürprizlerle doluydu ki, bunların hepsi benim için çok önemliydi çünkü GOYA\'NIN HAYALETLERİ\'nde aslında üç farklı karakteri oynamış gibi olacaktı."
Sarıkamış Harekatı Film Oluyor
09.08.2007

Sarıkamış Harekatı Film Oluyor

İsmail Bilgin\'in kaleme aldığı ve Timaş Yayınları arasından çıkan, “Sarıkamış-Beyaz Hüzün” adlı kitaptan uyarlanan film, 1914\'te Sarıkamış  Allahuekber Dağları’nda donarak şehit olan 90 bin askerin dramını anlatacak. Kültür ve Turizm Bakanlığı\'nın 450 bin YTL kredi vererek destek olduğu ve 2008 Ekim\'inde gösterime girecek “Sarıkamış Beyaz Hüzün” adlı filmin yapımcısı Mutena Açık film hakkında şunları söyledi: "Filmin dünya standardında bir iş olması içinde yabacı oyuncu ve teknik personel almayı düşünüyoruz. Filmi, dünyanın bir çok ülkesinde vizyona girecek şekilde hazırlama amacındayız. Ocak ayında da çekimlere başlayacağız. Filmde Özcan Deniz\'in yanı sıra Fikret Kuşkan, İsmail Hacıoğlu, Güven Kıraç, Altan Erkekli gibi çok değerli oyuncular rol alacak. İhsan Paşa\'yı da eski devlet bakanı Yüksel Yalova canlandıracak." Başrol oyuncusu Özcan Deniz, Allahuekber Dağı Şehitlerini Anma Etkinlikleri\'ne katılmak üzere geldiği Sarıkamış\'ta şöyle konuştu: "\'Sarıkamış Beyaz Hüzün\' gibi bir proje daha önce kimse tarafından hayata geçirilmek istenmedi. Biz bugüne kadar yapılan en iddialı filmi çekeceğiz. İlk gözlemim, Türk sineması izleyici sayısı açısından yeni bir rekor görecektir. 125 bin askerimizin nasıl kurtların bile kışın yaşayamadığı Allahuekber Dağı\'na çıkarak, düşmanla ve doğayla mücadele ettiğini anlamaya çalışıyorum. Bunu günümüz insanının doğru dürüst anlayamayacağını düşünüyorum. Sarıkamış Harekatı sırasında çevre köylerde yaşayan ve benim soyumdan iki kişi burada şehit olmuş. Yani benim dedelerim de burada savaşmış ve şehit olmuş. Bu açıdan bu film benim için ayrı bir önem taşıyor" 1914\'teki Sarıkamış dramının anlatılacağı filmde, olaylar Sarıkamış Harekâtı\'nda görev alan bir manga askerin gözünden anlatılacak. Kitapta, Sarıkamış\'la ilgili pek çok bilinmeyen de günışığına çıkarılıyor. Harekât öncesi gözardı edilen raporlar, 31. ve 32. Tümen\'in birbiriyle çarpışması ve Rus Çarı II. Nikolas\'ın hatalı emir üzerine tutuklanmaması gibi olayların filmde ne şekilde yer alacağı merek ediliyor. Tamamı karda ve tipi altında çekilecek filmin müziklerinin de bir orkestra tarafından hazırlanacağı açıklandı. Ayrıca filmde \'\'Sarıkamış Dayanışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Bingür Sönmez ise filmde bir doktoru canlandıracak. Tarihi olay ise şöyle: 1914\'te Doğu illerini kurtarmak için Ruslara taarruz edilmesi kararı alınınca harekatın hedefi Sarıkamış olarak belirlendi. 22 Aralık 1914\'te başlayan harekatın ilk iki gününde hedeflere ulaşıldı. Enver Paşa Komutasındaki Türk ordusu, 25 Aralık günü Soğanlı Dağları üzerinden taarruza geçti. Fakat, geçit vermeyen karlı dağları aşmaya çalışan binlerce Türk Askeri soğuğa yenik düşerek şehit oldu.
Harry Potter Oyuncuları Bugün İstanbul\'da
07.08.2007

Harry Potter Oyuncuları Bugün İstanbul\'da

Warner Bros. Pictures filmi “Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı” filminin Türkiye galası için İstanbul’a gelen oyuncular bu akşamki gala için hazırlanıyor. J.K.Rowling’in sevilen kitaplarından uyarlanan Harry Potter serisinin beşinci filmi, Warner Bros. Pictures’ın “Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı”nda Harry Potter’ın ilk aşkı Cho Chang rolünde oynayan Katie Leung ile yaramaz ikizler Fred ve George Weasley karakterlerini canlandıran Oliver ve James Phelps, filmin Türkiye’de yapılacak galasına katılmak üzere İstanbul’a geldiler. Gala 7 Ağustos 2007 Salı akşamı (Bu akşam) saat 20.00’de Kanyon Cinebonus sinemalarında gerçekleşecek. Film tüm Türkiye’de 10 Ağustos 2007, Cuma günü vizyona girecek.  Kırmızı Halı Töreni Tarih: 07 Ağustos 2007 Salı Saat: 18.30 Yer: Kanyon Alışveriş Merkezi / Levent - Ana Giriş Kapısı 
Harry Potter AFM Imax\'de 3 Boyutlu Gösterilecek
07.08.2007

Harry Potter AFM Imax\'de 3 Boyutlu Gösterilecek

 “Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı, 3 boyutlu IMAX® Deneyimi” ile 10 Ağustos’ta AFM IMAX Ankara’da! Sadece AFM’de yaşanacak bu deneyim izleyicileri adeta Harry Potter’ın büyülü dünyasının içine çekecek Tılsımlarınızı, büyülerinizi hazırlayın ve asalarınıza sıkı sıkı tutunun! Sinemaseverler AFM IMAX’te, Dumbledore’un ordusunun saflarına katıldıklarında ve merakla beklenen Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı filminin müthiş finalini, dünyanın en mükemmel 3 boyutlu sinema sunumunu sağlayan IMAX® formatında izlediklerinde, büyülenecekler. Gerçek bir büyülü son yaratmak için, IMAX’e ait 2 boyutu 3 boyuta dönüştürme teknolojisi kullanılarak, filmin final bölümünün yaklaşık 20 dakikalık kısmı 3 boyutlu IMAX formatında sunulacak. Heyecanın doruklara ulaştığı anlarda izleyiciler, kendilerini adeta filmin içinde bularak, daha önce serinin hiçbir filminde yaşamadıkları şekilde aksiyona, harekete ve Harry Potter mucizelerine tanık olacaklar. Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı: 3 boyutlu IMAX Deneyimi, AFM IMAX Ankara’nın dev perdesinde geleneksel 35 mm filmler ile aynı anda 10 Ağustos’ta gösterime girecek. Filmin 3 boyutlu final bölümüne gelindiğinde perdede izleyicilerin 3 boyutlu IMAX gözlüklerini takmaları için özel bir uyarı işareti belirecek. Gözlüklerin takılması gerektiğini belirtmek için yanıp sönen yeşil bir gözlük ikonu (simge), perdede görünecek. 3 boyutlu bölüm sona erdiğinde ise perdede, gözlüklerin çıkarılması gerektiğini belirten kırmızı bir gözlük ikonu belirecek.Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı, sinemaseverlere sıradışı bir deneyim yaşatmak amacıyla IMAX DMR® (Digitally Re-Mastering) teknolojisi kullanılarak IMAX Deneyiminin eşsiz görüntü ve ses kalitesine dönüştürüldü. Böylece Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı 3 boyutlu  IMAX®   formatına dönüştürülen ikinci “live-action” Hollywood filmi olarak sinema tarihinde şimdiden yerini aldı. Gerçek sihir şimdi başlıyor Film Yönetmeni David Yates, yaptığı açıklamada: “Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı filmini IMAX’in dev perdesinde izlemek, seyircilerin kendilerini tam anlamıyla Harry Potter dünyasına adım atmışcasına hissetmelerini ve Harry, Hermione ile Ron’un adeta yanıbaşında tüm aksiyon ve macerayı yaşamalarını sağlayacak. Filmin finalini 3 boyutlu IMAX’de izlemek ise çok çarpıcı bir deneyim olacak ve izleyicilere, yepyeni bir perspektif kazandıracak” dedi. İstanbullu’lar 3 boyutlu bu özel deneyimi Ağustos sonunda yaşayacakHarry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı: 3 boyutlu IMAX Deneyimi, Ağustos sonunda hizmete girecek olan AFM İstinye Park sinema kompleksindeki AFM IMAX’te gösterime girecek.  Filmin Özeti Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu’nda beşinci yılını bekleyen Harry Potter için yaz uzun ve yalnız geçmiştir. Nefret verici Dursley ailesiyle birlikte yaşamak zorunda oluşu bir yana, ne sınıf arkadaşlarından ne de en yakın dostları Ron Weasley ve Hermione Granger’dan tek bir mektup almıştır. Ayrıca, kimseden, kötü kalpli Lord Voldemort’la yüzleşmesine ilişkin tek bir kelime duymamıştır. Gelen tek mektup da hiç umduğu türde değildir; Harry’nin okul dışında ve bir Muggle olan iğrenç kuzeni Dudley’nin yanında yasadışı sihre başvurduğu için Hogwarts’tan uzaklaştırılmak üzere olduğunu bildirmektedir. Bunu yapma nedeninin iki Ruh Emici’nin nedeni belirsiz ve açıklanamayan saldırısına karşı kendini savunmak olması önemli değildir. Harry’nin tek umudu, genç büyücünün temelli gitmesini istemek için kendince sebepleri olan Sihir Bakanı Cornelius Fudge’ın yönettiği kurmaca mahkemede kendini savunmaktır. Harry, büyük ölçüde Hogwarts’ın emektar müdürü Albus Dumbledore’un müdahalesiyle suçsuz bulunarak Fudge’ı çok üzer, ama ilk kez okuluna dönerken kaygılı ve huzursuzdur. Warner Bros. Pictures Sunar...Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı, bir Heyday Films Yapımı. Daniel Radcliffe, Rupert Grint, Emma Watson, Helena Bonham Carter, Robbie Coltrane, Warwick Davis, Ralph Fiennes, Michael Gambon, Brendan Gleeson, Richard Griffiths, Jason Isaacs, Gary Oldman, Alan Rickman, Fiona Shaw, Maggie Smith, Imelda Staunton, David Thewlis, Emma Thompson ve Julie Walters ise filmin yıldızları. Film, David Yates tarafından yönetildi ve filmin yapımcılığını David Heyman ile David Baron üstlendi. J.K. Rowling’in romanından uyarlanan senaryo, Michael Goldenberg tarafından yazıldı. Filmin prodüktörlüğünü ise Lionel Wigram üstlendi.Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı’nın dünya çapında dağıtımı, bir Warner Bros. Entertainment Company iştiraki olan Warner Bros. Pictures tarafından yapılıyor. Türkiye’deki Harry Potter tutkunlarına özel Türkçe site!  Filmin tanıtımı, fragmanı, özeti, fotoğrafları... Kısaca filme ait her şeyin bulunabileceği resmi Türkçe web sitesinin adresi http://harrypottervezumruduankayoldasligifilm.com
\"Oyuncak Hikayesi 3\" Geliyor!...
07.08.2007

\"Oyuncak Hikayesi 3\" Geliyor!...

2004 yılındaki açıklamaya göre Pixar ve Disney yollarını ayırmıştı. Bu iki kuruluş daha önce; Finding Nemo, Toy Story (1-2), Monsters, Inc. ve A Bug’s Life gibi çok izlenen animasyon filmlerinde birlikte çalışmıştı. Bu açıklamaya rağmen, 2005’te vizyona giren The Incredibles ve 2006’da vizyona giren Cars adlı yapımlarda birlikte çalışmışlardı. Bu iki yapım bu iki firmanın son ortak çalışması olarak görülüyordu. Ancak Disney\'in yapımına karar verdiği Toy Story 3, Finding Nemo 2 ve Monsters, Inc. 2 projeleri ve bu projeler için Pixar ile yakın ilişkiler içinde olması iki firmanın tekrar birlikte çalışacağı yönündeki söylentileri güçlendiriyordu ve nitekim bu iki firma “Oyuncak Hikayesi 3” için tekrar ortak çalışmalarına başladılar bile. 2010 yılında vizyona sokmayı düşündükleri ve yine Tom Hanks’in Woody’i ve Tim Allen’ın da Buzz Lightyear’ı seslendireceği filmi bu kez, ilk 2 filmin yönetmeni olan John Lasseter yönetmeyecek. Filmi; Toy Story 2, Finding Nemo ve Monsters, Inc filmlerinde yardımcı yönetmenlik görevi yapan “Lee Unkrich” yönetecek. Senaryoya şöyle bir göz attığını belirten Allen, bu filmin önceki hikayeden daha güçlü olacağını sezinlediğini söylüyor.