Başladığınıza Pişman Olmadınız mı Hala?
05.11.2007

Başladığınıza Pişman Olmadınız mı Hala?

Yönetmen James Wan’ ın 9 dakikalık kısa bir filmiydi “saw”. Korku/Gerilim türüne yeni bir soluk getirmişti bu 9 dakikalık kısa film. Özünde beslediği “hayatın bir armağan olduğu fikrini” sunuş yöntemi izleyeni hayretler içinde bırakıyordu. Kısa bir film olarak kalamayacak kadar orjinaldi; nitekim Leigh Whannell ile beraber James Wan senaryoyu genişleterek sinema tarihine Saw efsanesini kazandırdılar. İlk filmde yönetmen James Wan neredeyse hiçbir sahnede anlık ses efektlerine başvurmamış, gerilim ve korkunun tamamen atmosferle olabildiğinin dersini vermişti adeta. Küçük bir bütçeyle ve amatör sayılabilecek oyuncularla çekilen ilk filmin başarısı ve türe kazandırdığı yenilikler kült filmler arasına sokmuştu bile Testere’yi. Yapımcılar oldukça esnek olan senaryoyu kullanarak bir seri haline getirdiler filmi. James Wan yoktu bu devam filminde. Yönetmen koltuğuna ikinci, üçüncü ve dördüncü filminde yönetmenliğini yapan Darren Lynn Bousman oturdu. James Wan’ın elinde dahi olduğunu düşündüğümüz Jigsaw Bousman la birlikte bir psikopat oluverdi gözümüzde. İkinci ve üçüncü filmlerde ilk filmdeki realiteyi göremedik. Bunun yerine daha zor testler daha karışık bir kurgu ve anlaşılması güç zarf-kaset-not-teyp trafiğine tanık olduk. Tüm bunlar şimdilerde ülkemizde Amerika ve diğer Avrupa ülkelerinde de olduğu gibi liste başı olan 4.filmde de sürüyor. Film boyunca yapılan flasbackler in filmin akışını düzene sokmak yerine daha da karmaşık hale getirmesi takip edilmesi oldukça güç bir seyirlik olmasına neden oluyor. Bunlarla beraber Bousman 4.filmde. İlk filmde beyin kanseri olduğunu öğrendikten sonra Jigsaw karakterine büründüğünü anladığımız John Kramer ‘ın saw 4 te ki flasbacklerle aslında baba olacakken bebeğini kaybetmesinin verdiği dayanılmaz acı yüzünden Jigsaw olduğunu anlatarak bir sürpriz yapıyor izleyene. Hatırlarsak eğer serinin ilk filminde hayatın, yaşamanın, var olmanın önemini vurguluyordu Jigsaw. Katilleri sevmediğini söylüyordu ve teste tabi tuttuğu karakterlere sınavı geçme şansı sunuyordu. Bousman ın yönettiği bu 4. filmde ise tema “gördüğümü gör, hissettiğimi hisset” üzerine kurulu. Böylelikle kurbanlarından bir katil gibi davranmalarını istiyordu. Kanın, vahşetin, bilumum iğrençliğin çekilen devam filmlerinde giderek arttığı “saw” in ilk filmini izledikten sonra Jigsaw inkine benzer yöntemleri deneyen kişilerin olduğunu bu nedenle filmin devam serilerinin nedenli tehlikeli olabileceğini hatırlatmakta fayda var sanırım. Özellikle de devam serilerini gördükten sonra keşke 9 dakikalık kısa film haliyle kalmış olsaydı demekten başka şey bulamıyorum…
Corleone Ailesi
05.11.2007

Corleone Ailesi

Ilk insanla beraber bir geçmişe sahip olan Babalık, kurumsallaşmaya başladıkça edebiyatın, resimin, müziğin ve diğer sanat dallarının ilham aldığı ve hatta psikolojinin bile temel taşlarını oluşturan bir olgudur. Psikanalizin babası sayılan Sigmund Freud, Oidipus Kompleksi teorisini ortaya atmış ve erkek çocukların babaları ile olan ilişkilerini onları kıskanmaya hatta öldürmeye varan tezleri psikoloji ve psikiyatri dünyasına sunmuştu. Dünya edebiyatının en önemli üç eserini de bu kompleksin eseri olarak görmüştü. Bunlar: Dostoyevski’nin Karamazof Kardeşleri, Shakspeare’in Hamlet’i ve Kral Oedipus Tragedyasıydı. Tarih, en eski çağlarından bu döneme kadar gelen çok ünlü babalarla doludur. Ama babaların bu ünü sadece tarihle sınırlı kalmamış ve sinemaya büyük bir sıçrayış yapmıştır. Şüphesiz ki, beyazperdenin en ünlü babası, Corleone Ailesinin reisi, Marlon Brando tarafından hayat verilmiş olan Don “Vito” Corleone’dir. Baba filminin ilk halkasında canlandırdığı hem şefkatli bir aile babası, hem de katı kuralları olan bir mafya ailesinin reisi tiplemesini içine sığdırabilen bir karakteri vardır. Puzo’nun kitabında ki üstün anlatım, Brando’nun oyunculuk yeteneği ve Coppola’nın dehası birleşince ortaya çıkan Vito Corleone tiplemesi filmi izleyen milyonlarca seyircinin kafasına kazınıp kalmıştır. Baba serilerinin en önemli yönü de temel öğeler ele alınarak değerlendirildiğinde; her üç filmde de kemiksel yapı olarak aynı gidişatın sergilenmesidir. Her üç filmde izlenen bu stratejiyi giriş, gelişme, sonuç ilişkisi açısından incelediğimizde varılan sonucu her filmde aileyi yönetecek babanın filmin giriş bölümünde tanıtılması ile başlatabiliriz. İlk filmde Vito Corleone’nin, ikinci filmde Michael Corleone’nin, üçüncü filmde ise Vincenzo Corleone’nin giriş bölümünde kısa bir tanıtımı ile karşılaşırız. Baba serilerine olay örgüsü bir grafik eğrisi gibidir. Her serinin başında aile şu ya da bu şekilde statü olarak yüksek bir konumdadır. Birinci filmde düğün sahnesinde, ikinci filmde Antonio’nun erkekliğe adım atma töreninde, üçüncü filmde ailenin yaptığı yüksek miktar bağış ve yapılan antlaşmalarda bunu görebiliriz. Gelişme bölümüne geçişte ailenin önüne taş koyan birileri ortaya çıkar. Bunlar ikiye ayrılır; görünen düşman ve gizli düşman. Gizli düşmanlarda filmin gelişme bölümünün hemen başlarında izleyiciye tanıtılır. İlk filmde Solozzo görünen, Don Barzini görünmeyen düşmandır. İkinci filmde senatör görünen, Hyman Roth ise görünmeyen düşmandır. Üçüncü filmde Joey Zassa görünen adam olarak ön plana çıkarken, Don Altobello gizli kalan taraftır. Gelişme bölümünde ileri adımlar atıldıkça aileyi bunalıma sürükleyen bir olayla karşılaşırız. Burada da örneklersek, Vito Corleone’nin vurulması, Michael Corleone’nin evinin taranması ve üçüncü filmde toplantının basılması ve hemen devamında Michael Corleone’nin şeker krizine girmesi olarak örneklenebilir. Serinin üç filminde de kaçınılmaz olarak seyircinin gözlerinin önünde yapılan bir araştırma süreci başlar. Aile zor durumdadır ve aile reisi bir şeyler yapmalıdır. Üç filmde de bu araştırma süreci içerisinde seyircinin gözünün önüne dönen dolaplar itinayla ve yavaşça serilir. Sonuç bölümüne yaklaştıkça her şeyin anlaşılması ile seyirci nihai olan sonu izlemeye bırakılır. O da her filmde olduğu gibi, düşmanların kökten ortadan kaldırılmasıdır. Tabii üçüncü filmde bu geleneğe uymakla beraber; diğer iki filmin havasından biraz uzak olması ve seriye keskin bir nokta koyulmak istemesi sebebiyle daha trajik bir son seçilmiştir. Serinin kuşbakışı görüntüsünde eğlenceli detaylarda vardır. Örneğin ilk iki filmde de Diane Keaton’ın oynadığı Kay’in yüzüne kapılar farklı şekillerde kapatılmıştır. Üçüncüsünde de kapanmasına neredeyse ramak kalmış, seriye oyunculuğunu veren Keaton hatırına kapı yarım açık bırakılmıştır. Üç filmde de ilerledikçe babalar gittikçe daha acımasızlaşmıştır. Örneğin Michael görece olarak babasına göre daha acımasız bir aile reisidir. Bu uğurda kardeşini öldürmekten çekinmez. Vincenzo ise Zassa’nın kulağını ısıracak kadar saldırganlıkla dolmuş ve Michael Corleone’nin öğütleri sayesinde bir miktar ehlileşebilmiştir. Ayrı ayrı incelemek gerekirse, ilk filmin yeri şüphesiz tutulamaz. Ailenin tanıtımı, kardeşlerin özelliklerinin kısa ayrıntılarla verilmesi, çekimler, oyunculuklar, tamamen dudak uçuklatacak cinstendir. İkinci film ise sinema tarihinde Oscar alan devam filmi olarak bilinen ve bahsedilmiş olan kuşbakışı görünümün dışına en çok çıkan filmdir. Zira bu filmde Vito Corleone’nin gençliğine zaman zaman dönüşler yapılmakta ve onun gençliği döneminde de ailenin ilerleyişi izleyiciye farklı bir tat olarak verilmiştir. Coppola’nın maddi sıkıntı yüzünden çektiği ve hiçbir zaman serinin bir halkası olarak kabul etmediği üçüncü film ise hem farklı atmosfer, hem zayıf oyunculuklar, hem de diğer filmlere göre nispeten bağlantısız senaryo geçişleri olan bir filmdir. Diğer filmler gibi sabırsızlıkla beklenen bir sona değil de, hadi bitsin de gidelim dedirtecek uzun uzadıya bir finale sahiptir. Bununla birlikte seriye trajik bir nokta koymuş olduğu ise yadsınamaz. Sinema tarihinde bir devrim olan Baba serisinin ilk iki filmi IMDB(Internet Movie DataBase) sitesinde ilk üçe giren filmlerdir. İlk filmin bu listede birinci olduğunu söylemekte filmin seyirci gözünden başarısı açısından önemli bir istatistiktir. Günümüzde bu serinin üzerine çekilen birçok filmde Baba’nın izlerini görebilirsiniz. Hatta ülkemizdeki yerli dizilerde bile. Örneğin Kurtlar Vadisi dizisinde, Rus mafyası liderlerinin ortadan kaldırıldığı helikopter sahnesi, Joey Zassa’nın mafya toplantısını basmasının tıpatıp aynısıdır. İçeriği mafya ve yeraltı dünyası olan birçok filmin ana kaynağı olduğu kabul edilmesi gereken bir gerçektir. Her şeyden önemlisi, vurucu diyalogları ve duvarlara asılacak sözleri doğuran bir seridir. Baba serisi sinema tarihinin gelmiş geçmiş en iyi serilerinden birine sahiptir. Üstelik üçüncü filme rağmen. Baba serisi başlı başına bir tez konusu ya da hakkında ansiklopedisi bile yapılacak kadar uzun bir yazı olmayı gereğinden fazla hak ediyor.   Sinema ile arkadaşlığınız nasıl başladı bilemem. Fakat Corleone Ailesi hiç beklenmedik bir anda hayatınıza girmiş olabilir veya girmeyi bekliyor olabilir o yüzden bu ailenin kurallarıyla ilgili en önemli şeylerden birini bilmeniz lazım: “Kadınlar ve çocuklar dikkatsiz olabilir; ancak erkekler olamaz!” (Don Vito Corleone)
Western Deyip Geçmeyin!
02.11.2007

Western Deyip Geçmeyin!

Western filmlerini sevmiyor musunuz? Size sıkıcı mı geliyor? Bu soruları hiç duymamış olayım. Ya da bu soruları soruyorsanız gelin birde 3:10 Yuma filmini izleyelim ve sonra karar verelim. Senaryosunu Two Fast Two Farious filminden de tanıdığımız Michael Bradt’in yazdığı filmi James Mangold yönetiyor. Daha önce İdentity  ve Cop Land filmlerinden tanıdığımız yönetmen bu filmde de harikalar yaratmış. Harika çekimleri ve görüntü kalitesi ile tam bir vahşi batı havası estiriyor. Bu filmde ilk göze çarpan tabiî ki filmin afişinde de gördüğümüz iki oyuncu Russel Crowe ve Christian Bale. Bu oyuncular göze çarpıyor tabiî ki ama filmi izlediğimiz de diğer oyuncuların da harika olduğunu görüyoruz. Gladyatör filmiyle üne kavuşan yakışıklı maxsimus bu filmde de karizmayı elden bırakmıyor ve vahşi batının en hızlı silahşoru ve en azılı katili Ben Wade  karakteri ile karşımıza çıkıyor. Katil olduğu kadar dindar bir kişi olduğunu da bazı sahnelerde İncilden okuduğu bölümlerle bize gösteren Ben Wade filmin başından sonuna kadar izlemeye doyamayacağımız sevimli ve karizmatik bir katil.  Filmin ikinci başrolü Christian Bale. Batman ve Makinist ve en sonda prestij filminden tanıdığımız oyuncu bu filmde de Christian Bale hayranlarını hayal kırıklığına uğratmıyor. İyilik timsali ve sözünün eri bir kişiliği canlandıran Christian Bale bu filmde de çok başarılı olmuş. Ama bir türlü filmde beklediğimiz aksiyonu gösteremiyor. Film boyunca onun iyi bir nişancı olduğunu duyuyoruz 250 metreden bir tavşanı bile vurabileceğini duyuyoruz ama bir türlü bunu icraata geçirmiyor. İşte bu filmde beni en çok üzen bu oldu. Ben Wade hızlı bir silahşor olduğunu gösteriyor katil olduğunu da gösteriyor ama asıl bizim adam Christian Bale bunu göstermiyor. Ama yinede onunda ayrı güzellikleri yok değil. Filmde tek ayağı olmayan  bir nişancıyı canlandırıyor bunu da başarıyor zaten. Filmin  başındaki yangın sahnesi ve demiryolu işçilerinin paralarını taşıyan arabaya soygun sahnesi filme damgasını vuruyor. Özellikle soygun sahnesinin çekimleri harika. Sanki para arabasında giden biziz bize ateş ediyorlar gibi bir hava estirmiş. Tabiî ki burada usta yönetmen James Mangold ön plana çıkıyor. Genel olarak çatışma sahneleri çok gerçekçi ve çok güzel olmuş. Filmde Luke Wilson kısa sahnesi ile renk katmış. Sonuç olarak beklentilerin çok üstünde bir  western filmi olmuş tarzı seven sevmeyen herkese hitap edeceğine eminim. Filmi görmeden ön yargılı davranmamak lazım film tahminleri boşa çıkarıyor zira iyi sandıklarımız kötü, kötü sandıklarımız da iyi olabiliyor. Film ziyafeti çekmek için biçilmiş kaftan, harika oyuncular ve güzel oyunculuklar da cabası. Şiddetle tavsiye ederim. İyi seyirler.
Antalya Festivali Açılış Filmi “Lust, Caution” Sansürsüz Vizyona Giriyor
01.11.2007

Antalya Festivali Açılış Filmi “Lust, Caution” Sansürsüz Vizyona Giriyor

44. Antalya Altin Portakal Film Festivali’nin açılış filmi olan Dikkat, Şehvet - Lust, Caution, 02 Kasım’da sansürsüz gösterime giriyor. Erotizm yüklü sahneleriyle tüm dünyada tartışmalara neden olan film, yönetmeni Ang Lee’nin kendi ülkesi Çin’de de sansüre uğradı ve yönetmen tarafından tekrar kurgulandı. Pek çok ülkede en üst yaş sınırlamasıyla gösterilen Dikkat, Şehvet, ülkemizde sansürsüz olarak vizyona giriyor. Brokeback Dağı (Brokeback Mountain) ile Kaplan ve Ejderha (Crouching Tiger, Hidden Dragon) filmlerinin Oscar ödüllü yönetmeni Ang Lee’nin son filmi olan Lust, Caution’ın başrollerinde Asyalı sinema ikonu Tony Leung ve Son İmparator filmiyle tanıdığımız ve Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin de konuğu olarak ülkemize gelen Joan Chen oynuyor.
On üç yılda 40 702 Km. Gezici Festival Dünyayı turladı.
01.11.2007

On üç yılda 40 702 Km. Gezici Festival Dünyayı turladı.

Ankara Sinema Derneği’nin Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kars Belediyesi, Statoil ve Akman Holding’inkatkılarıyla düzenlediği 13. Avrupa Filmleri Festivali - Gezici Festival, 2-25 Kasım tarihlerinde, Ankara, Kars, Samsun ve Saraybosna\'daki gösterimleri için 5051 km. yol kat edecek. 26 Ülkeden 90 filmin gösterileceği Festival, 13\'üncü yılının sonunda, toplam 40702 km. yol giderek dünyanın çevresinde bir tur atmış olacak.
44. Antalya Altın Portakal - Belgesel Juri Kararına Dair
31.10.2007

44. Antalya Altın Portakal - Belgesel Juri Kararına Dair

"DEVRİMCİ GENÇLİK KÖPRÜSÜ" VE "38" BELGESEL EKİPLERİNİN AÇIKLAMASI 31.10.2007 44. Antalya Altın Portakal Film Festivali\'ni,diğer belgesellerle yarışmaktan çok filmlerimizin daha geniş izleyici kitleleri ile buluşabilme fırsatı olarak değerlendirmiş idik. Çünkü yarışmadaki belgesel filmlerin pek çoğu, serüvenlerini birlikte paylaştığımız, Türkiye\'de belgesel sinemanın güçlenmesi için birlikte çalışmalar yürüttüğümüz yönetmen ve ekiplerin filmleri idi. Yarışma sonuçlarının açıklandığı gece hepimizi hayrete düşüren bir gerekçe ile belgesel alanda ödül verilmediği kararını öğrendik. Ulusal Belgesel Film Yarışması Jürisi\'nin oybirliği ile aldığı kararı jüri başkanı şu sözlerle ifade ediyordu: "Jürimiz, \'Ulusal Belgesel Film Yarışması\'na katılan belgesel filmleri dikkatle izledikten ve bu filmlerin belgesel sinema sanatlarına uygunluğu ile ilgili uzun tartışmalardan sonra oy birliği ile şu karara varmıştır: Adayların her birinin işlediği konu ve öykülere saygı duymakla birlikte, aday filmler arasında, profesyonel belgesel film ölçütlerine uygun bir eser bulunamamıştır. Ödüllendirmemenin bu alanda daha iyi ve doğru ürünler verilmesi fikrini destekleyici düşüncesini paylaşan jürimiz, \'en iyi ulusal belgesel film ödül\' dalında bu yıl ödül vermeme kararı almıştır." Yarışma sonunda ödül vermeme kararını, bir ödül verilmesini zorunlu kılan Altın Portakal Yönetmeliği\'nin 5.1 maddesine [1] aykırı da olsa, anlayabiliriz. Ancak jüri başkanı Ertuğrul Karslıoğlu\'nun, jüri üyeleri Coşkun Aral, Tuba Akyol, Canan Evcimen ve Ludmila Cvikova adına ifade ettiği "profesyonel belgesel film ölçütlerine uygun bir eser bulunamama"sı gerekçesini, anlaşılabilir bir değerlendirme ve karar olarak algılamamız mümkün değil. Bu açıklamayı Türkiye\'de her koşul altında uluslararası profesyonel standartlarda belgesel filmler üretmeye çalışan ve hayatını buna adamış olan belgesel sinemacılar için saygı çerçevesinden uzak ve maalesef karalayıcı ve hatta ne yazık ki filmlerin çoğunluğunun politik içeriklerinden kaynaklı şaibeli bir tutum olarak değerlendiriyoruz. Eğer sorun sahiden bu ise, "profesyonellik" objektif kriterleri olan bir değerlendirmedir. Çekim ve kurgu formatı, görüntü kalitesi, ekibin uzmanlık alanlarındaki deney ve birikimleri, araştırmanın derinliği ve yapım aşamalarının hakettiği süreçlerde katedilmiş olması gibi \'doğru bir film okuma\' ile algılanabilecek nesnel kriterlerdir. Jüri en azından bu algılamayı başaramamış, açık ve nesnel bir haksızlık yapmış, özensiz ve sorumsuz bir davranışla haddini aşmıştır. Jürinin "profesyonel" bulmadığı filmlerimiz, yurtiçi ve yurtdışı festivallerde gösteriliyor, özel davetler alıyor; Türkiye\'de bağımsız belgesel film üretiminin son örnekleri olarak uluslararası seyirciye sunuluyor; belgesel film festivallerinin açılış filmleri oluyor; uluslararası film marketlerde yer alıyor ve Avrupa\'da çok sayıda festivalde izleyici ile buluşuyor. Dolayısıyla bu açıklamanın aynı zamanda, diğer festivallerin seçici kurullarına, filmlerimizden övgü ile bahseden gerek yurtiçi gerek yurtdışı profesyonel sinema alanı insanlarına, gösterimlerden sonra büyük bir çoşku ile duygularını bizimle paylaşan çok sayıda seyirciye ve tüm bunların yanısıra yıllarını belgesel sinemanın desteklenmesi ve geliştirilmesi için harcayan belgeselci ekiplere haksızlık olduğu görüşündeyiz. Jüri, Türkiye belgesel sinemasını da aşağılayan bu kararın altında hangi tedirginliklerin yattığını ve profesyonellik kriterlerinin ne olduğunu şeffaf bir şekilde kamuoyuna açıklamakla yükümlüdür. Bu noktada, oldukça tartışmalı bu kararın Altın Portakal Festival Yönetimi ve kararı veren Juri Üyeleri tarafından bir sorun ve daha da önemlisi sorumluluk olarak algılanarak ivedilikle bir çözüm üretilmesi ve bu gerekçenin geri alınması gerektiğini düşünüyoruz. 44. yılına gelmiş olmanın haklı sevincini yaşayan Altın Portakal Film Festivali\'nin böylesi bir saygısızlığın ortadan kaldırılması için kurumsal kimliğinin arkasında durmasını gerekli görüyoruz. En kısa zamanda gerek juri kararının gerekse bu karara varan jurinin feshedilerek, belgesel sinemacılara hakettikleri saygı ve özenin gösterilmesi gerektiği inancındayız. Çünkü şu bir gerçek ki, bütün ülke sinemaları, öncelikle kısa film ve belgesel sinemanın kurumsal olarak desteklenmesiyle adını dünyada duyurabilmiştir. [1] 44. Antalya Altın Portakal Film Festivali Ulusal Belgesel Film Yarışması Yönetmeliği Madde 5.1: Seçiciler Kurulu, yarışmaya kabul edilen filmler arasından En İyi Film\'i belirleyecek ve değer bulursa bir adet Jüri Özel Ödülü verebilir.Jüri, gerekli görmüyorsa Özel Ödül vermek zorunda değildir, ancak En İyi Film seçilmesi zorunludur.
Musallat’ın Başrol Oyuncusu Biğkem Karavus: Annemden Kendi Doğumumu Dinledim ve Oynadım
31.10.2007

Musallat’ın Başrol Oyuncusu Biğkem Karavus: Annemden Kendi Doğumumu Dinledim ve Oynadım

“Musallat”da doğum sahnesinin kendisini çok endişelendirdiğini belirten Karavus, “İnternette doğum görüntüleri izleyecektim, bilgisayarım kilitlendi. Bunun bir işaret olduğunu düşündüm. Annemden kendi doğumumu dinledim ve kafamdaki doğumu oynadım” dedi. Kasım ayında vizyona girecek filmler arasında en çok dikkat çeken ve ses getiren yapımlar arasında gösterilen “MUSALLAT”ın başrol oyuncusu Biğkem Karavus, filmde en çok doğum sahnesinden etkilendiğini söyledi… Burak Özçivit’le oynadığı ilk sinema filminin kendisini çok heyecanlandırdığını ve oyunculuk kariyeri açısından da önemli olduğunu vurgulayan güzel yıldız şöyle konuştu: “Musallat’ta özellikle doğum sahnesi beni biraz endişelendirdi. Çekimden bir gün önce doğumla ilgili görüntüleri izlemek için internete girmek istedim ancak aksilik bilgisayarım kilitlendi, izleyemedim. Bunun belki de bir işaret olduğunu düşünerek kendi kafamdaki doğumu oynamak istedim. Bu konuda deneyimli olan annemden yardım isteyerek kendi doğumumu dinledim. Yönetmenimiz ve setteki arkadaşlarım, doğum sahnesinde çok başarılı olduğumu söylediler. Ben henüz izlemedim ve gala gecesine kadar da izlemeyi düşünmüyorum, sürpriz olsun istiyorum.” “Musallat”daki partneri Biğkem Karavus’un tüm sahnelerde son derece başarılı performans sergilediğini belirten Burak Özçivit ise, “Biğkem’i doğum sahnesinden sonra tebrik ettim, monitöre bile bakamadım ve çok etkilendim. Onunla birlikte oynadığım için çok mutluyum”  dedi. “Musallat”ın aksesuar ve makyajlarını Hollywood stüdyolarında görev alan bir ekip, Ben Nye yaptı… Film, gerek son teknoloji aksesuar,  makyaj, efektleriyle gerekse ilginç konusu ve görselleriyle sinemaseverlerin ilgi odağı olacak… Yapımcılığını Mia Yapım’ın üstlendiği, yönetmenliğini Alper Mestçi’nin yaptığı “Musallat” 16 Kasım’da tüm Türkiye’de vizyona girecek… Senaryosunu Alper Mestçi’nin kaleme aldığı filmin,  yapım ortağı ise Dada Film-Murat Toktamışoğlu… ÖZEL SİLİKONLA HAMİLE OLDU… Başrolü, Burak Özçivit’le paylaştığı Musallat’ta özellikle doğum sahnesinde son derece başarılı bir performans sergileyen Biğkem Karavus’un karnına özel silikon uygulandı…
Altın Portakallar Sahiplerini Buldu
30.10.2007

Altın Portakallar Sahiplerini Buldu

Beyazperdenin Türkiye\'deki en uzun soluklu ve en önemli zirvesi, Türk sinemasının buluşma noktası, 2007\'de 44\'üncü kez Türk sinemasını taçlandıran Antalya Altın Portakal Film Festivali ve 3\'üncü yılında dört kıtadan 100\'ün üzerinde filmin Türkiye galalarına evsahipliği yapan, muhteşem bir yıldızlar geçidiyle büyüleyici bir sinema şölenini sinemaseverlerle buluşturan 3\'üncü Uluslararası Avrasya Film Festivali 28 Ekim 2007 gecesi Festival Vadisi\'ndeki Cam Piramit\'te düzenlenen görkemli bir ödül töreniyle sonlandı ve Altın Portakal ödülleri sahiplerini buldu.
8. Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali
30.10.2007

8. Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali

8. Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali bu yıl 03 - 09 Kasım 2007 tarihleri arasında gerçekleştiriliyor. Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali bu yıl birtakım içeriksel ve yapısal değişiklikle sinema severlerle buluşacak. Bu yılki festival programı 2007 yılında dünyanın önemli festivallerinde ödül almış filmlerden oluşacak. Festival, Dünyanın En İyi 100 Kısa Filmi temasıyla bir çok önemli ve ödüllü filmi  İzmirli sinemaseverlerin ayağına getiriyor. Festival web sitesi: http://www.izmirkisafilm.org
Kıyamet sonrası fonunda Alice Mad Max...
30.10.2007

Kıyamet sonrası fonunda Alice Mad Max...

Winning Eleven oynamak için playstation 1 alırken, satıcının yanında hediye olarak verdiği ve uzun süre yüzüne bakmadığım bir oyundu Resident Evil. Kız arkadaşımın başka oyun yok mu sorusu üzerine başladığım oyunu aralıksız oynayarak 2 günde bitirmiştim. Almadığım memory card yüzünden sonraki günü uyuyarak, yeni oyunun çıkmasını bekleyerek geçirmiştim. Zaten korku filmlerini kötü de olsa izleyen kitleye hitap eden ve korku oyunu tabirine yeni ufuklar açan bu macera oldukça uzun bir seriye dönüştü. Dünyada bir fenomen oldu. O zaman için oldukça yeni bir şeydi. Tüm ışıklar kapanır, ses açılabildiği kadar açılır, korkmaya hazır olunurdu. Titreşimli kolun yardımı ile oluşan atmosfer o meşhur kapılar ve köpekler yardımı ile müthiş bir heyecandı. 1996’da başlayan oyun fırtınasına kayıtsız kalmayan Paul W.S. Anderson iyi bir kadro ile hikayeye güzel bir başlangıç yapmıştı. Serinin fanatikleri doğal olarak ikiye bölündü. Yine de yaratılan atmosferin herkesi tatmin etmesi mümkün değil. İnteraktif bir deneyimin herkeste yarattığı farklı heyecanları tek bir filmde bulması zaten mümkün değil. 2002’de çekilen ilk filmin başarısı doğal olarak ikinci filmi getirdi. Anderson bu kez sadece yazdı, filmi yönetmedi. Bunun etkisi midir bilinmez tamamen oyun atmosferine yaslanan sinematik hiçbir öğesi olmayan son derece başarısız devam filmi geldi 2004’te. Ve yıl 2007… Serinin en mükemmel oyunu Nemesis mi çevriliyor sorularının bolca sorulduğu zaman diliminde, yazan yine Anderson ama yöneten bu kez türe vakıf bir yönetmen. Russell Mulcahy 1979’da başladığı kariyerinde 1986’da kendisini efsane haline getirecek oalan Highlander serisini başlatan isim. Serinin ilk iki filminde yakaladığı başarıyı bir daha tekrarlayan olmaması da bunun kanıtı olsa gerek. Ancak seri hariç yönetmenin herhangi bir başarısının olmaması ise oldukça garip. Genelde Duran Duran klipleri başta olmak üzere klip yönetmenliği daha başarılı bulunan isim son derece doğru bir tercih olarak görülüyor kağıt üzerinde. Gelelim filme… Tamamen tür kırması bir filmle karşı karşıyayız. Virüs tüm dünyaya yayılmış, her yer çöl olmuş artık. Yaşayan ve sağlıklı kalabilen insan sayısı azalmış. İlk filme ve hikayenin başlangıcına selam çakarak başlıyor film. O meşhur kırmızılar içindeki Alice güzel bir heyecan yaratıyor. Sahnenin sonunda yüzlerce Alice’i görmek de güzel. İkinci sahneden itibaren klasik bir Mad Max havasına bürünüyor film. Motor üzerinde kovboy çizmeleriyle Alice filmin kıyamet sonrası figürü. Aldığı yardım çağrısına cevap vererek yeteneklerinin geliştiğini anlıyoruz. Ama sonrası… Giderek kısır döngye giriyoruz. Bir konvoyun yolculuğu ve arayışlarına odaklanıyor film. Mad Max etkisi tamamlanıyor. Alice’le karşılaşmaları gerekiyor elbette. Karga sahnesi ile gerçekleşen karşılaşma fotoğrafik açıdan sinemasal bir lezzet sunuyor elbette. Ama bu lezzet film boyunca devam etmiyor. Benzer bir sahneyi sonlara doğru görüyoruz ama daha önceki örneklere göre yeni bir şey yok o sahnede de. Alice’in gelişen yeteneklerini gördükçe gerilim ve aksiyon beklerken film ağır tempoda ilerliyor maalesef. Her dakika diken üstünde durduğumuz 28 hafta sonra filminden sonra galiba zombie atmosferli filmlerin biraz daha özenli yaratılması gerekecek. Ağır aksak ilerleyen zombiler yeterli heyecanı gerilimi yaratmıyor. Kilit sahnede yarattıkları gerlimi film boyunca neden yaratmadıkları sorusu akla takılıyor. Tüm eksikliklerine ve aksaklıklarına rağmen oldukça güzel bir finalle bitiyor film. Yazılar akarken uykusuz geçen gecelerim aklıma geliyor. 10’dan fazla kez bitirdiğim Nemesis oyununun bende yarattığı heyacanı beyazperde de bir kez daha görememek üzse de finalin dördüncü filme attığı pas umarım gol olur hissi ve ümidi buruk da olsa bir sevinç yaratıyor.
Bu Deney Bitmez
30.10.2007

Bu Deney Bitmez

Paul ANDERSON’ ın bu diziye dönen filmi bitirmeye pek niyetli değil gibi. bilgisayar oyunlarını sinema filmi olarak çevirmekte başarılı olan Senarist, Yönetmen, Yapımcı olarak tanıdığımız Paul ANDERSON ilk olarak karşımıza yine bir bilgisayar oyunu olan Mortal Kombat filminin yönetmenliğini yaparak çıkmıştı.  Zamanında fırtınalar estiren oyunun sinema versiyonunun yönetmenliğini yapmak bu nadide şahsiyete nail olmuştu. Tabi “Soldier” filmindeki yönetmenlik tecrübesini de unutmamak lazım zira o filmde takdire şayandı. Sabırsızlıkla beklediğimiz devam filmlerinden biri olan Resident Evil sonunda geldi. Bizde izleme şerefine nail olduk. Alice yeni özellikleri ve tüm o çirkin yaratıkların arasında berrak güzelliği ile yine beklediğimiz gibiydi. Filmin başında bir öze dönüş mü yaşıyoruz dediğimiz anda kahramanımız apansız ölümü ile kendimize gelerek bu olayların filmde bir yeri olduğunu ve ilerde anlayacağımızı bilerek heyecanlı filmi izlemeye koyuluyoruz. Bir noktaya değinmeden edemeyeceğim filmin başında hemen söyleyeyim  ben filmin başında bir hata buldum onu sizle paylaşmak isterim. Alice lazer tuzağının olduğu camlı odaya girdiğin de ilk gelen lazer tek çizgi ondan kurtuluyor bu normal ama ikinci gelen lazer baklava dilimli ve bundan da kurtuluyor ama ayakkabısının tabanını feda ederek.  Tamam lazerden kutuluyor ama baklava dilimi şeklindeki lazer Alices’in ayakkabı tabanını keserken neden tek çizgi gözüküyor onu anlamadım dikkatli izlerseniz sizde görürsünüz. Bir not olarak söyleyeyim dedim. Yeni filmimiz yeniliklerle geldiği gibi yeni ve güzel  oyuncuları da kadrosuna eklemiş son durak filmi ile tanığımız güzel oyuncu Ali LARTER bu filmde amansız bir yaratık avcısı olarak karşımıza çıkıyor. Claire güzelleği ile olduğu kadar cesareti ve cool tavırları ile de göz dolduruyor. Filmin diğer bir güzelide 27 yaşıdaki güzel şarkıcı  Ashanti. Hemşire betty rolune tam uymuş. güzel oyuncu kısa rolü ile güzelliğini sergilemeyi bilmiş. Matrix filmindeki neo karakteri gibi Alice’de yeni özelliklerinin farkına varıyor.  Alice’nin özellikleri olsun filmin sonu ile olsun yeni bir neo mu doğuyor? Sorusunu aklımıza getirmiyor değil. Filmde çok güzel efektler var ve Milla JOVOVİCH yine harikalar yaratıyor. O kadar yaratığın kirin pasın içerisinde güzelliğinden hiçbir şey kaybetmeyen 32 yaşındaki Rus güzeli artık bu filmle özdeşleşmiş durumda. Filmin sonuna geldiğimizde bölüm sonu canavarı gibi karşımıza çıkan Dr. İsaac biraz abartılı olmuş ama tabiî ki kahramanımız onunda üstesinden gelmeyi başarıyor. Filmin devamının olacağını da anladığımız son kısımlarında filme yeni dahil olan konseye de bir gönderme yapmadan edemiyor Alice. Bu gönderme sadece onlara mı yoksa bize demi bilemiyorum ama Alice yeni bölümde yeni ve kontrol altına aldığı (BÜYÜK İHİTAMLLE ÖĞRENİR  O ZAMANA KADAR)  özellikleri ile EMİNİM izlemeye değer güzellikler sunar bize. Merak ettiğim konu ise acaba kostümleri nasıl olacak. Ve yüzlerce Alice filme nasıl bir renk katacak. Bekleyelim görelim. Yeni Matrix ve yeni neo vatana millete hayırlı olsun iyi seyirler. 
Son Ültimatom
25.10.2007

Son Ültimatom

Macera “Bourne Identity” ile başladığında sene 2002 idi. Doug Liman’ın yönettiği bu sıradışı casus filmi; hikayesi, diğer ajanlara benzemeyen baş karakteri, saf aksiyon kokan kareleri ile hemen kendini belli etmiş ve ne zamandır hasretle aranan macera filmi olduğunu kanıtlamıştı. “Geçmişi olmayan” bir adamın hafızasını geri kazanma çabaları sırasında aslında nasıl biri olduğunu öğrenmesi ondan çok bizi dehşete düşürmüştü. Bilmediği dil olmayan, yakın dövüşte ve silah kullanmada usta olan Jason Bourne, CIA ile ilişkisi olduğunu öğreniyor ve araştırmasını bu derin kuyuya yöneltiyordu.
Sophie Marceau ile Christopher Lambert, Antalya’da
23.10.2007

Sophie Marceau ile Christopher Lambert, Antalya’da

Dev Aktris ve yönetmen Sophie Marceau ile Dünyaca ünlü oyuncu Christopher Lambert, Antalya Altın Portakal Film Festivali için Antalya’da… Real’in ana sponsorluğunda, TÜRSAK ile AKSAV’ın işbirliği ve Başbakanlık Tanıtım Fonu ile T.C. Kültür Bakanlığı’nın desteğiyle bu yıl 44.’sü gerçekleştirilen Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin Dünya’ya açılan yüzü olan 3. Uluslar arası Avrasya Film Festivali, tüm hızıyla sürüyor. Festival kapsamında düzenlenen ve organizasyonun Dünya’ya açılan yüzü olan 3. Uluslararası Avrasya Film Festivali’nin davetlisi olan ünlü Fransız oyuncu Sophie Marceau ve Christopher Lambert bu akşam (21 Ekim Pazartesi) Antalya’ya geldiler. Basının büyük ilgisini ile karşılaşan Marceau ve Lambert, uçakları havalanına indikten hemen sonra otellerine yerleştiler. “Anna Karenina”, “Cesur Yürek”, gibi dünyaca ünlü ve ödüllü fimlerde başrol oynayan Marceau, ikinci yönetmenlik denemesi olan “La Disparue de Deauville” (Hotel Riviera) filminin başrol aktörü Dünya’ca ünlü oyuncu Christopher Lambert’le birlikte Antalya’ya geldi ve Hillside Su Otel’e yerleşti. Oyunculuk kariyerine Claude Pinoteau’nun yönettiği “La Boum” ile başlayan ve kısa sürede Fransız sinemasının dev aktrisleri arasına giren Marceau, Uluslar arası Avrasya Film Festivali’ne ikinci yönetmenlik denemesi olan “La Disparue de Deauville” (Hotel Riviera) ile katılılıyor. 2002 yılında “Bana Aştan Söz Et”le ilk kez yönetmenlik koltuğuna oturan ve aynı yıl Montreal Film Festivali’nde “en iyi yönetmen” ödülünü alan Marceau, 22 Ekim Salı günü filminin gösterimine katılacak ve gösterimden sonra bir basın söyleşisi gerçekleştirecek.
44. Altın Portakal Film Festivali’nin Kırmızı Halı Geçitleri, Yurt Dışındaki Örneklerini Aratmıyor
23.10.2007

44. Altın Portakal Film Festivali’nin Kırmızı Halı Geçitleri, Yurt Dışındaki Örneklerini Aratmıyor

Çin beyaz perdesinin genç yeteneği ve opera alanında rekorlara imza atmış olan HAILU QIN, Dilek Hanif imzası taşıyan Haute Couture elbisesiyle tüm dikkatleri üzerine çekti… Real’in ana sponsorluğunda, TÜRSAK ile AKSAV’ın işbirliği ve Başbakanlık Tanıtım Fonu ile T.C. Kültür Bakanlığı’nın desteğiyle bu yıl 44.’sü gerçekleştirilen Antalya Altın Portakal Film Festivali, sadece zengin film programı , Berlin, Venedik ve Cannes gibi dünyanın diğer önemli film festivallerin standartlarını yakalayan ödül miktarları ve sinema sektöründen dünyaca ünlü misafirleri ile değil, yurt dışından gelen Dünya Sineması’nın ünlülerinin kırmızı halı şıklıklarıyla da göz doldurdu. Çin beyaz perdesinin genç yeteneği ve opera alanında rekorlara imza atmış olan HAILU QIN, Antalya Altın Portakal Film Festivali’nın Dünya’ya açılan yüzü olan Uluslarası Avrasya Film Festivali’nin açılış töreni için giyeceği gece elbisesinde tercihini Dilek Hanif imzası taşıyan Haute Couture tasarımından yana kullanarak, Türk modacıların Dünya tasarımcılarına rakip olduğunu bir kez daha göstedi. Dilek Hanif’in tasarladığı, vücuda oturarak zarif bir görüntü oluşturan elbisesini çok beğendiğini söyleyen QIN, güzelliği ile Uluslarası Avrasya Film Festivali’nin de ilgi odağı oldu.