44. Altın Portakal Film Festivali’nin Kırmızı Halı Geçitleri, Yurt Dışındaki Örneklerini Aratmıyor
23.10.2007

44. Altın Portakal Film Festivali’nin Kırmızı Halı Geçitleri, Yurt Dışındaki Örneklerini Aratmıyor

Çin beyaz perdesinin genç yeteneği ve opera alanında rekorlara imza atmış olan HAILU QIN, Dilek Hanif imzası taşıyan Haute Couture elbisesiyle tüm dikkatleri üzerine çekti… Real’in ana sponsorluğunda, TÜRSAK ile AKSAV’ın işbirliği ve Başbakanlık Tanıtım Fonu ile T.C. Kültür Bakanlığı’nın desteğiyle bu yıl 44.’sü gerçekleştirilen Antalya Altın Portakal Film Festivali, sadece zengin film programı , Berlin, Venedik ve Cannes gibi dünyanın diğer önemli film festivallerin standartlarını yakalayan ödül miktarları ve sinema sektöründen dünyaca ünlü misafirleri ile değil, yurt dışından gelen Dünya Sineması’nın ünlülerinin kırmızı halı şıklıklarıyla da göz doldurdu. Çin beyaz perdesinin genç yeteneği ve opera alanında rekorlara imza atmış olan HAILU QIN, Antalya Altın Portakal Film Festivali’nın Dünya’ya açılan yüzü olan Uluslarası Avrasya Film Festivali’nin açılış töreni için giyeceği gece elbisesinde tercihini Dilek Hanif imzası taşıyan Haute Couture tasarımından yana kullanarak, Türk modacıların Dünya tasarımcılarına rakip olduğunu bir kez daha göstedi. Dilek Hanif’in tasarladığı, vücuda oturarak zarif bir görüntü oluşturan elbisesini çok beğendiğini söyleyen QIN, güzelliği ile Uluslarası Avrasya Film Festivali’nin de ilgi odağı oldu.
Benim Silahım, Benim Adaletim, İçindeki Yabancı
15.10.2007

Benim Silahım, Benim Adaletim, İçindeki Yabancı

Nedensiz yere, bir hiç uğruna elini kana bulamaktan çekinmeyen insanların çokluğuna şaşardım önceleri. Sonraları galiba “alıştım” bu haberlere. Öyle ki artık bu anormal durumu, sevgili toplumumuzun bir parçası olarak, sevmesek de orda olması gereken bir şeymiş gibi algılamaya başladım: Yaşadığımız dünya temiz bir yer değil ve suç işlemek insanın doğasında var. Aslında sadece suç haberleri değil bu pisliğin nedeni. İşlenen suçların çokluğu kadar, karşılığında alınan komik cezalar insanın içinde bulunduğu sistemi tekrar sorgulamasına yol açıyor. En başta da adalet sistemi elbette. Suçlular her zaman yakalanabiliyor mu? Yakalansa dahi hak ettiği cezayı çekiyorlar mı? Adaletin o hiç şaşmayan, daima yerini bulan kararları bizleri tatmin ediyor mu? Yoksa içimizdeki vicdan güdümlü adalet saati daha başka bir karşılık mı bekliyordu? Tüm bunları boşuna anlatmıyorum, bu hafta bizlerle buluşan “İçindeki Yabancı” bunlar hakkında bir daha kafa yormaya sevk etti beni. Kendi halinde, sakin, orta yaşlı bir bayan olan Erica Bain ve sevgilisi parkta dolaşırlarken bir grup hasta ruhlu serseriyle karşılaşırlar. Bu psikopatlar tarafından bir neden yokken, belki de zevk için ölesiye dövülürler. David hayatını kaybeder, Erica ise komaya girer. Üç hafta sonra Erica komadan çıkınca kendini hiç beklemediği bir dünyada bulur; daha doğrusu o zamana kadar var olduğunu fark etmediği karanlık, kötülük dolu bir dünyada. New York sokakları artık asla güvenli değildir. Ölen sevgilisiyse içinde, kendi sözleriyle “kocaman bir boşluk” bırakır. Tüm bu bunalımlı, buhranlı zaman dilimde Erica hiç beklemediği bir değişim geçirir. İçindeki kor sönmek bilmez, dünyanın adaletini sorgulamaya başlar, sonrasında kendi kurallarını koymaya karar verir. Bunun ilk adımı ise bir 9mm tabancadır. Erica hayattan intikamını almanın bir yolunu bulmuştur. Peşinde ise kendisi gibi hassas bir dönemden geçen bir dedektif vardır. Film, konusu itibariyle ayakları yere basan bir başlangıç yapıyor. Jodie Foster’in canlandırdığı Erica’nın mutlu giden hayatının nasıl bir anda paramparça olduğunu anlayabiliyoruz. Sevdiği insanın ölümü, dışarı çıkma korkusu… Kahramanımızın hissettiklerini paylaşıyoruz. Derken, film rotasını kaybediyor. Kadının birden karar verip silah satın alması, markette ilk canını alması, akabinde yaptığı işten kekremsi bir tat alması. Tüm bunlar olurken filmin ne anlatmak istediği havada kalıyor. Tamam, sevdiği adamı kaybetti, ama neden birden kendini sokakta zibidileri haklamaya adadı, anlayamıyoruz. Amacı ilk başta onları dövenlerden mi intikam almaktı da sonradan olaylar çığırından çıktı, yoksa silahı alma amacı daha en baştan “daha temiz” bir dünya yaratmaktı, belirli bir cevap alamıyoruz. Neyse ki imdadımıza iki usta oyuncu yetişiyor. Rolünü yine kusursuz oynayan Jodie Foster, karakterinin tam olarak ne hissettiğini çok iyi aktarıyor perdeden. Bazen dudakları, bazen buz gibi gözleri zihninden geçenleri bir hamlede anlatıveriyor bize. Başkası bu filmi onun kadar iyi sırtlayabilir miydi, bilmiyorum. Dedektif rolündeki Terence Howard da Foster ile mükemmel uyumlu bir performans sergiliyor. İkisinin diyalogları gerçekten etkileyici. Özellikle, dedektifin peşinde koştuğu katilin kim olduğunu anlaması, Erica’nın da dedektifin katilin kim olduğunu anladığını anlaması ikisi arasında seyir zevki yüksek paslaşmalara tanık olmamızı sağlıyor. Filmin finali, yani dedektifin de sonunda bu adalet sistemine isyan edişi ve bir nevi kendince intikamı, bu yüzden Erica’yı engellemeye çalışmayıp üstüne onun suçuna ortak oluşu ve en sonunda da tüm bunların “fedakârlık, sevgi, aşk” kavramlarına yaslanıvermesi, filmin gerçekçi ve sert gidişini frenliyor ve yumuşak karnını oluşturuyor diyebilirim. Ne yapalım sonuçta bir Hollywood filmi o da. Sonuç olarak, verimsiz geçen ağustos ve eylülün ardından, yeni sezona başlamak için iyi bir film, ele aldığı sorunlara yeni bir cevap bulmasa da bir kez daha düşünmemizi sağlıyor.  En azından derinlikli ele alınmış karakterler görmek isteyen sinemaseverlere ve elbette Jodie Foster hayranlarına iyi gelecektir. Sinemayla kalın efendim…
Sonbahara yakışan festival: Güz Film Festivali
15.10.2007

Sonbahara yakışan festival: Güz Film Festivali

Sinemaseverlerin merakla beklediği film+ / 4. Güz Film Festivali 25 Ekim – 08 Kasım 2007 tarihleri arasında Ankara’da! Ankara Sinema Kültürü Derneği (ASKD) tarafından, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Radyo ODTÜ’nün desteğiyle gerçekleştirilen film+/Ankara Güz Film Festivali’nin dördüncüsü bu yıl 25 Ekim-08 Kasım tarihleri arasında seyirciyle buluşuyor. Her biri özenle seçilmiş otuzun üzerinde filmin yer aldığı festivalde, Ankaralı sinemaseverler, Cannes, Berlin, Venedik gibi uluslararası festivallerde büyük ödüller almış ve ses getirmiş yepyeni filmler ile Avrupa ve Dünya sinemasının başyapıt niteliğindeki klasik filmleri, 15 gün boyunca Ankara’nın tek salonlu tek sineması olan Ankapol Sineması’nda izleme fırsatı bulacaklar. Bu yıl, “En Güzel filmler, daha büyük perdede, daha çok seyirciyle ve daha ucuza izlenir! ” parolasıyla yola çıkan festival, Amerika’dan Uzakdoğu’ya, Avrupa ve Balkanlardan Ortadoğu’ya, Latin Amerika’dan Afrika’ya, dünyanın hemen hemen her köşesinden birbirinden iddialı filmleri seyirci karşısına çıkarıyor. Programda birçok ilk yer alıyor… Etkinlik, bu yıl da ilklere imza atacak. Festival kapsamında beş yeni filmin Türkiye’deki ilk gösterimi yapılırken programda yer alan filmlerden neredeyse hepsi yine Ankara’da ilk kez seyirci karşısına çıkacak. Festivalde bu yıl ilk kez, “Seyirci Ödülü” de verilecek. Programda yer alan yeni filmler Ankaralı sinemaseverlerin beğenisine sunulacak ve oylamaya katılan izleyiciler arasından yapılacak çekilişte 3 Ankaralı sinemasever bir sonraki festival tarihine kadar Ankapol Sineması’ndaki bütün filmleri ücretsiz izleme hakkı kazanacak. Festivale bu yıl yeni bir bölüm daha ekleniyor. Latin Amerikan Rüzgârı başlığı altında Latin Amerika’dan son dönemde yapılmış en etkileyici ve en çarpıcı filmler görücüye çıkıyor. Sinemaseverlerin gerek festivallerde gerekse ticari gösterimde pek izleme fırsatı bulamadığı bu uzak kıtanın en iyi filmleri festivalin bu yıl en gözde bölümlerinden biri olmaya aday. Bu bölümde, Brezilya’dan Satılık Aşk, Arjantin’den Bir Kaçışın Güncesi, Meksika’dan Keman ve Şili’den Yatakta adlı filmler yer alıyor.  Madame Satã’nın yönetmeni Karim Ainouz’un son filmi Satılık Aşk, neşeli ve güçlü bir kadının hayata tutunma çabasını anlatan tutkulu ve etkileyici bir öykü. Uluslararası birçok festivalde gösterilen ve seyirciden büyük beğeni toplayan film, Brezilya’dan muhteşem görüntüler, başroldeki başarılı kadın oyuncusu, hikâyenin özgür ruhu ve yönetmenin coşkulu anlatımıyla Latin Amerika’dan cesur bir yolculuğun öyküsünü sunuyor izleyenlere. Genç ve yetenekli Arjantinli yönetmen Adrián Caetano’nun geçtiğimiz yıl Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye için yarışan filmi Bir Kaçışın Güncesi, gerçek bir yaşam öyküsünden esinlenilmiş çarpıcı bir film. Arjantin’de 1976-83 yılları arasındaki askeri cunta döneminde geçen ve işkence altında hayatta kalma mücadelesini anlatan film, dört gencin acıklı kaçış öyküsünü yüreğimize işleyecek bir dille anlatıyor. Çarpıcı görüntüleri, olağanüstü oyunculukları, gerilimi artıran müzik ve ışık kullanımıyla akıllara kazınacak bir politik film örneği.    Meksikalı genç yönetmen Francisco Vargas’a başta Cannes Film Festivali olmak üzere birçok festivalde önemli ödüller kazandıran Keman, müzikle savaşın tehlikeli bir oyuna giriştiği olağanüstü bir ilk film. “Toplumsal Adalet” uğruna verilen cesur bir mücadelenin hikâyesini anlatan film, yavaş yavaş heyecanınızı arttırarak gittikçe nefesinizi tutacağınız bir anlatım sergiliyor. Meksika sinemasının son yıllardaki en etkileyici yapımlarından…         Şili’li genç yönetmen Matias Bize’nin 26 yaşındayken çektiği ilk uzun filmi Yatakta ise, yeni tanıştığı anlaşılan ve birbirlerinin isimlerini bile bilmeyen iki yabancının bir otel odasında geçirdiği bir gecelik ilişkinin öyküsünü anlatıyor. Kısıtlı bir bütçeyle nasıl çarpıcı filmler çekilebileceğini ispatlarcasına film, mekân olarak bir otel odası, malzeme olarak bir yatak ve iki oyuncu ile hayat, aşk, iletişim ve seks üzerine dersler veriyor. Gösterildiği festivallerde büyük övgüler alan ve birçok ülkede gösterime giren bu minimal filmde, kadın ve erkek oyuncunun yataktaki yani filmdeki oyunculuğu da gözümüzü kamaştırıyor. Festivalin bu yılki bir diğer sürprizi Sinemanın Genç Yetenekleri bölümünde ise, dünya sinemasının genç ve yetenekli yönetmenlerinden usta işi yepyeni filmler yer alıyor. Daha ilk ya da ikinci filmlerini çeken bu yönetmenler yetenekleriyle seyirciyi hayran bırakırken gelecekte de adlarından sıkça söz ettireceğe benziyor. Genç yönetmen Juan Carlos Falcón’un ilk uzun filmi Ölenin Arkasından Konuşulmaz, gülmekten kırıp geçirecek bir kara komedi. Film, bir grup kadının hiç sevmedikleri komşularının ölümünden duydukları sevinci, mizah dolu bir anlatımla hicvediyor. Kanarya adalarının muhteşem manzarasında çekilen film, senaryosu, nefis anlatımı, başarılı kurgusu ve kadın oyuncuların olağanüstü oyunculuklarıyla seyirciden büyük bir alkışı hak ediyor. Bu yılın en iyi ve en keyifli İspanyol filmlerinden birini izlemeye hazır olun! Sinema ve müzik kariyerini aynı anda yürüten yetenekli Fransız yönetmen Denis Dercourt’un geçtiğimiz yıl Cannes Film Festivali’nin “Belirli Bir Bakış” bölümünde gösterilen yeni filmi Sonraki Sayfa, piyanoya yeteneği olan bir kız çocuğunun elinden kayıp giden yaşam öyküsünü anlatıyor. Birçok uluslararası festivalde gösterilen ve bugüne kadar otuzun üstünde ülkede ticari gösterime giren film, sakin, yalın ve yer yer buz gibi anlatımının ardında gittikçe artan derinliği ve gerilimiyle izleyenleri etkilemeyi başarıyor. Film bu yönüyle, Hitchcock, Chabrol ve zaman zaman da Haneke’nin üslubuyla büyük benzerlikler gösteriyor. Bu yıl Berlin Film Festivali’nin Panorama bölümünde gösterilen ve seyirciden büyük alkış alan genç yönetmen Dusan Milic’in ikinci filmi Gucha-Trompet, hayatın içinden sıcacık, cıvıl cıvıl ve kendinizi çok iyi hissettirecek bir aşk filmi. Genç yönetmen Milic, yapımcısı Kusturica’nın izinden gittiğini vurgularcasına, renkli anlatımı, balkanlara özgü mizah anlayışıyla, hem gözünüze, hem de kulağınıza hitap eden deli dolu bir filme imza atıyor. Festivalin en keyifli filmlerinden… Bu yıl Goya ödüllerinde En İyi Yeni Yönetmen, En İyi İlk Film ve Senaryo dallarında aday gösterilen ve kesinlikle hakkı yenilen Ayçiçeklerinin Gecesi, iç içe geçmiş altı öykü anlatan başarılı bir ilk film. Yetenekli ve genç İspanyol yönetmen Cabezudo, daha ilk filmiyle ne kadar yetenekli olduğunu ve önümüzdeki yıllarda adından sıkça söz ettireceğini kanıtlıyor.  Farklı bakış açılarından anlatılan öyküler, hem merak dolu hem de kasvetli bir belirsizlik yaratırken izleyenlerin algısını da sürekli değiştiriyor. Kaçırılmayacak bir ilk film… Bu yıl Cannes Film Festivali’nin “Belirli Bir Bakış” bir bölümünde gösterilen ve büyük beğeni toplayan İsrailli genç yönetmen Eran Kolirin’in ilk filmi Bando, Arap Kültür Merkezi’nin açılışında çalmak üzere İsrail’e davet edilen Mısırlı bir polis bandosunun başına gelen talihsizlikleri matrak bir dille anlatan hümanist bir öykü. Bu, kültürlerarası diyalog ve uzlaşma filmi, tabulardan ve önyargılardan arınmak için bireysel ve toplumsal iletişimin önemine mizahi bir üslupla parmak basıyor.  Birçok usta yönetmenle çalışan ve başarılı bir oyuncu olarak tanıdığımız Julie Delpy’nin ilk uzun sinema filmi Paris\'te İki Gün, kendine özgü bir dili olan başarılı bir komedi filmi. Woody Allen’ın da sık sık kullandığı Amerikalı – Avrupalı farklılıklarını başarılı bir şekilde hicveden film, akıcı diyalogları ve oldukça başarılı oyunculuk yönetimiyle de göz dolduruyor. Bu yıl Berlin Film Festivali’nin Panorama bölümünde gösterilen ve büyük beğeni kazanan film, ülkesi Fransa’da seyirciden büyük ilgi gördü. Sinema Şimdi! ya da film+’nın yenileri Festivalde her yıl olduğu gibi bu yıl da, ülkemizde gösterime girmemiş, ya da merakla beklenen son yılların en iyi filmlerinden bir seçki de yer alıyor. Sinema Şimdi! başlığı altında yer alan filmlere göz atmak gerekirse; Bu yıl Cannes Film Festivali’nde büyük ödül için yarışan Balkan sinemasının çatlak, uçuk kaçık ve yaratıcı yönetmeni Kusturica’nın son filmi Bana Söz Ver; yine bu yıl Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı Ödülü kazanan, endüstrinin kırsal alanlara kadar sızdığı, çiftçilerin bile göçe zorlandığı Moğolistan’da geçen, Çin’deki hızlı sanayileşmenin bireyler üzerindeki etkilerini de çarpıcı bir dille anlatan Uzakdoğu sinemasının en iyi örneklerinden Tuya’nın Evliliği; genç yaşta beyin kanaması geçirerek sol gözü hariç bütün bedensel fonksiyonlarını yitirmiş bir gazetecinin hayata bağlanma öyküsünü anlatan ve bu yıl Cannes Film Festivali’nde En İyi Yönetmen Ödülü alan ressam, fotoğraf sanatçısı ve yönetmen Julian Schnabel’in yeni filmi Kelebek ve Dalgıç Giysisi; Nefes Alıyorum filminden tanıdığımız Emanuele Crialese’nin son filmi ve geçtiğimiz yıl İtalya’nın Oscar adayı olan Yeni Dünya; aşkın sonsuzluğu, ölüm ve yaşamın hüznü üzerine şiirsel bir meditasyon sunan ve yine bu yıl Cannes Film Festivali’nde Jüri Büyük Ödülü alan Yas Ormanı; ölüm cezasına çarptırılmış bir mahkûmla, aldatılmış evli bir kadın arasında, mutsuzluk, kıskançlık ve sevgi açlığı etrafında gelişen sıra dışı bir aşk hikâyesi anlatan Güney Kore sinemasının en tanınmış ve en üretken yönetmeni Kim Ki-duk’un son filmi Nefes bu bölümde yer alan filmler.Bu klasikleri sakın kaçırmayın! Etkinlik kapsamında dünya ve Avrupa sinemasının usta yönetmenlerinden artık her biri birer klasik olmuş başyapıt niteliğindeki filmleri yer alıyor. Carlos Saura\'nın filmografisindeki en önemli filmlerden Besle Kargayı, Franco rejiminin çöküş dönemindeki İspanya’yı, orta sınıftan bir ailenin öyküsü çevresinde cesur bir dille tasvir ediyor. Öyküsünü geri dönüşlerle anlatan film, iç savaşa yıllar sonra, o yıllarda küçük bir kız çocuğu olan Ana’nın gözüyle bakıyor. 1976 yılında Cannes Film Festivali’nde Jüri Büyük Ödülü alan film, Saura’dan yakın dönem İspanya tarihi üzerine kaçırılmayacak bir başyapıt… Hong Kong’lu yönetmen Wong Kar-Wai’ye uluslararası şöhretin kapılarını açan kült filmi Chungking Ekspresi, Hong Kong’un salaş otel, bar ve kulüpleriyle ünlü bir bölgesinde geçen etkileyici bir aşk ve yalnız kalpler hikâyesi sunuyor. Yönetmenin kendine has sinema dilini keşfetmek isteyenler için hem eğlenceli hem de hüzünlü bir masal anlatan film, görselliği ve olağanüstü müzikleri için bile izlemeye değer. Efsanevi yönetmen Tarkovsky\'nin Stanislav Lem’in eserinden uyarlayarak çektiği Solaris, diğer filmlerinde olduğu gibi yine insanın var oluşuna ilişkin sorular soran, hayatın anlamını ararken seyirciden çaba isteyen ve şiirsel öğelere fazlasıyla yer veren destansı bir başyapıt. Çekildiği yıllarda büyük ses getiren film, yönetmenin bugün bile en çok tartışılan filmlerindendir. Sinema tarihinin kesinlikle görülmesi gereken başyapıtlarından.  Cezayir doğumlu, çingene asıllı Fransız yönetmen Gatlif’e uluslararası şöhretin kapılarını açan Çılgın Yabancı, bir teyp kaydında duyduğu eşsiz sesin gerçek sahibini bulmak için Avrupa’yı aşan genç bir Fransız’ın uçuk kaçık öyküsünü anlatıyor. Uluslararası festivallerde birçok önemli ödüle layık görülen, özgün kişiliğinin yanı sıra yapımcı, yönetmen, senarist ve müzisyen kimliğiyle dikkat çeken Gatlif’in, çingeneleri, onların aşklarını, hayatlarını, acılarını ve müziklerini en iyi yansıttığı filmi. Woody Allen ve Luis Buñuel birlikte bir film yapsalardı nasıl bir şey olurdu acaba? Sabun Köpüğü Hırsızları filminin usta yönetmeni Maurizio Nichetti’nin kurmaca ile canlandırma sinemasını başarıyla harmanladığı Uçmak İstiyorum için yapılabilecek en iyi tanım bu olsa gerek. Türü itibariyle kurmacadan yavaş yavaş canlandırmaya doğru kayan film, yönetmenin yeteneğine ve dehasına şapka çıkartacak derecede çılgın, absürd ve gülünç bir film. Eşine az rastlanır düşünsel bir sinema klasiği…  Sinema tarihinin gelmiş geçmiş en ünlü ve en usta yönetmenlerinden Hitchcock imzası taşıyan Trendeki Yabancı, usta yazar Patricia Highsmith’in romanından uyarlanmış bir başyapıt. Seyirciye yine bir solukta izlenen gerilimi yüksek ve tempolu bir film sunan yönetmenin, dehasının en uç örneklerinden Trendeki Yabancı, sinema tarihinin en ilham verici filmlerinden biri olarak görülüyor.  Özel Gösterim: Beyazperdede GREV var… Sinemanın doğuşundan itibaren yarım yüz yıllık serüvenini görüp, fiilen yaşayan bir yönetmen olarak sinemaya hem yaratıcı, hem kuramcı, hem de eğitimci olarak büyük katkılar sağlayan Eisenstein’in 1924 yapımı ilk uzun filmi Grev, Türkiye’de ilk kez beyazperdede sinemaseverlerle buluşuyor. Arka planında Sovyet devrimi ve işçi sınıfının tarihini anlatan film, çarlık Rusya’sında yaşanan bir grev olayına tanıklık ediyor. Sinema tarihinin en önemli başyapıtlarından Grev’de Eisenstein; Avrupa ve Amerikan sinemasının bilinen yöntemlerine ve felsefesine cepheden karşı çıkarak, öyküyü kaldırarak, yıldızları dışlayarak; yıldızların, başrol oyuncularının arka planında basit bir detay olarak yer alan hiçleri, önemsizleri, figüran olarak sunulanları "başrol oyuncusu" haline getirerek, devrimin işlevini, yani "ne işe yaradığını" eşsiz sinema diliyle anlatır... Politik sinema ustasından iki başyapıt… Politik-gerilim sinemasının usta yönetmeni Costa Gavras’ın, bugün bile izlendiğinde aynı etkiyi yaratan eşsiz filmleri İtiraf ve Sıkıyönetim de festivalde seyirciyle buluşuyor. Her ikisi de çarpıcı ve kışkırtıcı sahneleriyle akıllara kazınan cesur birer politik başyapıt niteliğindeki bu filmler, yakın tarihe de görsel tanıklık ediyor.   film+ / 4. güz film festivali 25 ekim - 08 kasım 2007 / Ankapol Sinemasısinema aşkım… Çılgın Yabancı / Gadjo Dilo (The Crazy Stranger) / Tony Gatlif    Besle Kargayı / Cria Cuervos (Raise Ravens) / Carlos Saura    Chunking Ekspresi / Chungking Express / Wong Kar-Wai    Solaris / Solyaris / Andrei Tarkovsky        Trendeki Yabancı / Strangers On A Train / Alfred Hitchcock Uçmak İstiyorum / Volere Volare (I Want To Fly) / Maurizio Nichetti Özel Gösterim Grev / Strike (Stachka) / Sergei Eisenstein Politik Sinema Ustasından İki Başyapıt… İtiraf / L’aveu (The Confession) / Costa Gavras Sıkıyönetim / Etat De Siege (State Of Siege) / Costa Gavras Latin Amerikan Rüzgârı Keman / El Violin (The Violin) / Francisco Vargas Satılık Aşk-Gökyüzündeki Kadın / O Céu de Suely (Suely In The Sky) / Karim Ainouz Bir Kaçışın Güncesi / Cronica De Una Fuga (Buenos Aires 1977) / Adrián Caetano Yatakta / En La Cama (In Bed) / Matías Bize Sinemanın Genç Yetenekleri Ölenin Arkasından Konuşulmaz / La Caja (The Wooden Box) / Juan Carlos Falcón    Sonraki Sayfa / La Tourneuse De Pages (The Page Turner) / Denis Dercourt Paris\'te İki Gün / Two Days In Parıs / Julie Delpy Ayçiçeklerinin Gecesi / La Noche De Los Girasoles (The Night Of The Sunflowers) / Jorge Sánchez-Cabezudo Gucha! -Trompet! / Gucha! / Dusan Milic Bando / Bikur Ha-Tizmoret (The Band’s Visit) / Eran Kolirin sinema şimdi! film+’nın yenileri…        Bana Söz Ver / Zavet (Promise Me This) / Emir Kusturica Tuya’nın Evliliği / Tuya De Hun Shi (Tuya\'s Marriage) / Quanan Wang Nefes / Soom (Breath) / Kim Ki-duk Kelebek Ve Dalgıç Giysisi / Le Scaphandre Et Le Papillon (The Diving Bell And The Butterfly) / Julian Schnabel Yas Ormanı / Mogari No Mori (The Mourning Forest) / Naomi Kawase Yeni Dünya / Nuovomondo (Golden Door) / Emanuele Crialese
Dünyanın en güzel çocuk filmleri Uluslararası İstanbul Çocuk Filmleri Festivali’nde!
15.10.2007

Dünyanın en güzel çocuk filmleri Uluslararası İstanbul Çocuk Filmleri Festivali’nde!

Çocukların ve çocuk kalmayı başaranların büyük bir heyecanla beklediği Uluslararası İstanbul Çocuk Filmleri Festivali başlıyor. 23 Ekim - 8 Kasım 2007 tarihleri arasında beşinci kez gerçekleştirilecek olan festival, 25 ülkeden 107 filmi, çocuklarla buluşturuyor. Bu yıl da, iki hafta boyunca dünyanın dört bir yanından gelen birbirinden renkli çocuk filmlerine ev sahipliği yapacak olan Cinecity Sinemaları, çocukları sinemanın büyülü dünyasında eğlenceli ve macera dolu yolculuklara çıkarıyor.
Biraz “Romantik” Olalım!
15.10.2007

Biraz “Romantik” Olalım!

Bekledik bekledik ama beklediğimize değdi. Yıllar önce çekilip de çıkacağı söylenen film nihayet mart ayında  çıktı. Reklâmı fazla yapıldı ama pek de duyulmadı. Neden böyle oldu anlamadım ama film hak ettiği yere gelemedi bir türlü. Sinan Çetin Türkiye’nin yetiştirdiği en iyi yönetmenlerden biri. Genelde komedi filmleri ile tanıdığımız yönetmen bu sefer bambaşka bir proje ile karşımıza çıkıyor. Bir taktik midir bilmem ama filmi neden bu kadar bekletti anlayamadım. Sırada bekleyen filmleri olduğunu bile söylüyor bazı röportajlarında.  Öteki Türkiye’de Bir Cumhurbaşkanı filmini de tam tartışmalar yapılırken vizyona sokması da  biraz kasıtlı olarak filmleri beklettiği fikrini destekliyor. Romantik filmi gerçekten Türk sinemasının en iyi filmleri arasında yer alabilecek bir film. Oyunculuklar mükemmel konu ise mükemmel ötesi. Filmde Ömer rolündeki Okan Bayülgen tipi itibariyle tam halktan sıradan bir insan gibi  bu yüzden midir filme gerçeklik katıyor. Yüz ifadeleri olsun konuşmalarındaki titremeler veya coşkular filmi çok gerçekçi kılıyor. Her şeyin göründüğü gibi olmadığı farklı bakışlardan konuların farklı görüldüğü hatta gerçeklerin gördüğümüz gibi olmadığı fikrini çok iyi anlatan film çok iyi iki arkadaşın başından geçiyor. En iyi arkadaşını bile tanıyamıyor insan işte en güzel kanıtı. Yıllardır intikam duygusu ile yanıp tutuşan Gökhan (cemo) beklide intikam alacağı kişiye arkadaşının aşık olacağını hiç düşünmemişti. Konu çok karmaşık kim iyi kim kötü filmin sonuna kadar anlayabilene aşk olsun. Gökhan rolündeki Teoman da cool tavırlarıyla tam bir soğuk kanlı seri katil tavırları sergiliyor. Özellikle söylediği şarkılar harbiden filme ayrı bir güzellik katmış alıyor götürüyor insanı başka diyarlara. Başta söylediği sonbaharda sevmiştim şarkısı ve arkadaşımın aşkısın şarkısı alıyor götürüyor insanı başka diyarlara. Tam bir aşk adamı Teoman. Yasemin Kozanoğlu’nun oyunculuğuda güzel tipi itibari ile oda aşık olunacak bir kız imajı çiziyor . Seslendirmesi pek hoş olmamış bence o ses ona uymuyor. Kendi sesi olsaydı belki daha iyimi olurdu ne. Çok tiz bir ses çıtı pıtı bir ses ama yasemin kozanoğluna uymamış. Pek filmlerde görmediğimiz bir oyuncu kendisi beklide ilk film denemesi ama onun da oyunculuğu güzel. Genel olarak film adının hakkını vermiş ve tam bir romantizm fırtınası estiriyor. Oyunculuklar harika. Sinan Çetin’in yönetmenliği de filmde kendini hissettiriyor. Sürpriz sonu ile hepimizi şaşkına uğratan film bittikten sonrada film hakkında düşünmemizi ve olayları algılamaya çalışmamızı sağlıyor. Müzikal anlamda da  ayrı bir güzelliği var. Tabi şarkıcılık denemesi yapan Esin Moralıoğlu’nu da söylemeden geçmeyeyim. Onun da sesinin güzel olduğunu bu filmde anlıyoruz. Sonuç olarak romantik bir Türk filmi izlemek isteyen varsa bu filmi izlesin. Bir talk show’cu bir şarkıcı ve bir manken güzel bir film çıkarmış. Kim ne derse desin türk sineması hep iyiydi ve daima da daha iyiye doğru gidecek birçok örneği var. Bu filmi de ekleyelim bu örnekler arasına herkese iyi seyirler.
...11-12-14... (1408)
08.10.2007

...11-12-14... (1408)

Bilindiği gibi korku sineması dünyanın en sınırlı,en klişe seneryolarına sahip sinema türüdür.Dünyanın neresinde çekilirse çekilsin genellikle konular bir grup gencin eğlenmek amacıyla çıktıkları gezilerin kabuslarla son bulması,maskeli psikopatların kana olan açlıkları ve de ne idüğü belirsiz garip konutlara köşklere girenlerin mutsuz sonları olmuştur.Bir de son zamanlarda “saw”,”hostel” gibi germekten ve korkmaktan çok iğrendirerek mesajlar vermeye çalışan filmler de eklendi bu türe yakın zamanda.Korku sinemasında bir canlanma meydana gelmişti.Her ne kadar yeni bir soluk getirdiyseler de perdeye;çok kısıtlı kitlelere hitap ettikleri için  gün geçtikçe bu filmlere olan ilgi de azaldı.Haliyle korku fanatikleri iyiden iyiye soğumaya başladılar korku türünden. Neyse ki imdadımıza ünlü korku yazarı Stephan King “everything s eventual” da yer alan bir hikayesi 1408 ile yetişti.Aynı adla  Matt Greenberg , Scott Alexander ve Larry Karaszewski tarafından sinemaya uyarlanan 1408, de konu klişe korku teması bir otel odasıydı.Bu biraz temkinli bakmamıza neden olmuştu perdeye.Ama hikaye tüm klişelerine rağmen çok sağlam kurgulanmıştı ve özlediğimiz havayı sinemanın karanlık ortamında bize tekrar yaşatmayı başardı.Kızının ölümü ile sarsılan ve dini hiçbir temaya inancı kalmayan bir yazar olan  Mike Enslin (John Cusack) izleyiciye yeryer duygulandıran zaman zaman da düşündüren bir gerilim yaşatıyor 1408 de. 1408 gizemini işaret eden şaibeli bir kartpostal alan Enslin, son romanı olan “Perili Otel Odaları”nın son bölümü için, buradan iyi bir hikaye çıkabileceğine karar verir ve kötülüğüyle ün salmış 1408 numaları odanın bulunduğu Dolphin Otel’in yolunu tutar. Burada karşısına Gerald Olin (Samuel L. Jackson)tarafından odaya girmemesi için ikna edilmeye çalışılır ama bunun bir film olması için Mike’ın oraya girmesi şarttır.Odaya girer ve hayalet ve perili köşk masalları yazmasına rağmen doğaüstü hiç bir şeyin varlığına inanmadığı için bunun otel yetkilileri tarafından isim yapmak adına yapılmış bir oyun olmadığını anlaması pekte uzun sürmez.Artık buradan kurtulmak için planlar yapmaya başlamaktadır.Filmde kullanılan görsellik pekte ahım şahım olmamasına rağmen istediği ambiyansı seyirciye fazlasıyla veriyor.Baştan sona geren ve seyirciyi diken üstünde oturtan anlatımı zaman zaman Mike’ın anılarının canlanmasıyla bir dugusallık katıyor filme -ki korku sinemasında pek de alışık olmadığımız bir uygulama idi bu-oldukça da başarılı oldu. Filmin müzikleri de ortamdaki gerilimli tempoyu koruyor ve filmin bir bütün olarak işlenişine kolaylık sağlıyor.Tek bir sahnede müziğin eksikliği vardı;Mike’ın kızı ile aralarında geçen o kısa buluşma sekansında müzik kullanılmamış ve sekans taki duygusallık biraz eksik kalmıştı. Gelelim filmin vermek istediği mesaja.Bir ateist olduğunu kavramış olduğumuz kahramanımız Mike’ın hatasını gördüğünü ve inanılması gereken şeylerin gözle görülmesi zorunluluğu olmadığını kavrıyoruz.Hani bizde bir laf vardır “Dinsizin hakkından imansız gelir” diye.Hah işte Hollywood için “Dinsizin hakkından 1+4+0+8=13 gelir”diyebiliriz.
Takva, European Discovery 2007′ye Aday Gösterildi
28.09.2007

Takva, European Discovery 2007′ye Aday Gösterildi

Avrupa Film Ödülleri’nde ilk filmini çeken ve gelecek vaat eden yönetmenlere verilen EUROPEAN DISCOVERY ödülünde yönetmenliğini Özer Kızıltan’ın yaptığı TAKVA, Avrupa’nın ilk 4 filmi arasına girerek aday gösterildi… Fipresci (Uluslar arası Film Eleştirmenleri Derneği) temsilcileri üyeleri Jacob Neiiendam (Danimarka), Marco Lombardi (İtalya) ve Dana Linssen (Holanda) ve Avrupa Film Akademisi (EFA) yönetim kurulu üyeleri Pierre- Henri Deleau (Fransa) ve Stefan Laudyn (Polonya) dan oluşan bir jüri tarafından adaylar belirlendi. 63 film arasından 4 aday seçildi: TAKVA- (A Man’s Fear of God) Özer Kızıltan, Türkiye/ Almanya BIKUR HA-TIZMORET (The Band’s Visit)- ERan Kolirin , İsrail CONTROL – Anton Corbijn, İngiltere GEGENBE  (Counterparts) - Jan Bonny, AlmanyaTakva, aşırı inanç sahibi bir adamın modern dünya ve onun nimetleri sonucu alt üst oluşunu anlatıyor. Film Toronto Film Festivali (Kültürel Yenilik ödülü), Berlin Film Festivali (En İyi Film), Saray Bosna Film Festivali (Fipresci ödülü) dahil olmak üzere pek çok festivalden ödülle döndü. Ayrıca 2007 Oscar Ödül’lerine Türkiye’den aday adayı gösterildi… European Discovery 2007’ye Aday gösterilen filmler Avrupa Film Akademisi’nin 1800 üyesi tarafından izlenecek ve üyeler 1 Aralık 2007 Berlin’de açıklanacak olan kazanacak film için oy kullanacaklar…
44. Antalya Altın Portakal Film Festivali Ulusal Uzun Metrajlı Film Yarışması’nda Yarışacak Türk Filmleri Belli Oldu
28.09.2007

44. Antalya Altın Portakal Film Festivali Ulusal Uzun Metrajlı Film Yarışması’nda Yarışacak Türk Filmleri Belli Oldu

Real’in ana sponsorluğunda, TÜRSAK ve AKSAV Vakfı’nın işbirliğinde bu yıl 44.’sü gerçekleştirilecek olan Antalya Altın Portakal Film Festivali, Ulusal Uzun Metrajlı Film Yarışması’nda yarışacak Türk filmleri belli oldu. Türk Sineması’nın yapımcı, yönetmen, senarist, akademisyen, eleştirmen olarak alanlarında uzman ve usta isimlerin yer aldığı geniş bir seçici kurulun izleyerek, gizli oylama ile sonuçlandırdığı 44.Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin Ulusal Uzun Metrajlı Film Yarışması filmleri seçkisi aşağıda "alfabetik sırayla yer almıştır. Töre, günah-sevap ve kadın-erkek ilişkileri üzerine farklı bir bakış açısı sunan, Türk Sineması’nın önemli senarist-yönetmenlerinden Barış Pirhasan’ın, altı sene sonra dönüş yaptığı filmi “Adem’in Trenleri”, Farklı kişilikleri tesadüflerin gölgesinde bir araya getiren ve önce kendileriyle, ardından birbirleriyle iletişim kurmaya zorlayan olayların konu edildiği, Berkun Oya yönetmenliğindeki “İyi Seneler Londra”, Kasaba’nın genç delisi Jan Jan’ın naif aşk öyküsünün anlatıldığı yönetmenliğini Aydın Sayman’ın üstlendiği “Jan Jan”, Zülfü Livaneli’nin aynı isimli kitabından uyarlanan Abdullah Oğuz yönetmenliğindeki “Mutluluk”, Türk bir delikanlının, Alman sığınma sisteminin içine düşüp, o çarkın içinde eriyip gitmesini anlatan, Reis Çelik’in senaryosunu yazıp yönettiği “Mülteci”, Üç farklı gazete haberinden yola çıkılarak çekilen ve çağın çürüyen ruhunun resmini çizmeye çalışan, Yavuz Altun yönetmenliğindeki “Münferit”, Suç ve günah temalarını derinlemesine inceleyen, senaristliğini ve yönetmenliğini Tayfun Pirselimoğlu\'nun yaptığı “Rıza”, Namus cinayetlerini konu alan, Handan İpekçi’nin senaryosunu yazıp, yapımcılığını ve yönetmenliğini de üstlendiği “Saklı Yüzler”, Turgut Yasalar’ın Ahmet Ümit’in romanından uyarladığı “Sis ve Gece”, Bu seneki Cannes Film Festivali’nde ‘en iyi senaryo’ ödülünü kazanan, senaristliğini ve yönetmenliğini Fatih Akın’ın yaptığı “Yaşamın Kıyısında”. Şehir hayatı ile doğup büyüdüğü kasaba arasında sıkışıp kalmış bir karakterin işlendiği, Cannes Film Festivali’nde gösterilen, Semih Kaplanoğlu’nun senaryosunu yazıp yönettiği ‘Yumurta’ İnsanlar arasındaki yabancılaşma, çaresizlik ve aşk duygularını konu alan,Cemal Şan’ın senartistliğini ve yönetmenliğini yaptığı “Zeynep\'in Sekiz Günü” Real’in ana sponsorluğundaki 44. Altın Portakal Film Festivali’nin Uzun Metrajlı Film Yarışması, her yıl olduğu gibi bu yıl da Türk Sineması’na heyecan katacak.
İçindeki Yabancı, Filmi İçin Yabancı Basın Yorumları
28.09.2007

İçindeki Yabancı, Filmi İçin Yabancı Basın Yorumları

İki Oscar Ödüllü saygın oyuncu Jodie Foster son filmi "İçindeki yabancı / The Brave One" ile 5 Ekim\'de sinema salonlarımıza geliyor. Jodie Foster\'a Terrence Howard\'ın başrolde eşlik ettiği filmi yine Oscar ödüllü yönetmen Neil Jordan yönetti. Aşağıda, film hakkında yayınlanan yorumlardan örnekler bilgilerinize sunulmaktadır. “Eleştirmenlerin Seçimi”.Broadcast Film Critics Association ABD Ulusal Basın
Sinemalar.com \"Sinepedi\"yi Sunar!
26.09.2007

Sinemalar.com \"Sinepedi\"yi Sunar!

Sinemalar.com merakla beklenen "Sinepedi" yi siz değerli kullanıcılarına sunmaktan gurur duyuyor. Sinepedi adını verdiğimiz bu uygulama ile sitede arayıp da bulamadığınız film ve sanatçıları kendiniz Sinemalar.com\'a ekleyebileceksiniz. Eklediğiniz film ve sanatçılar hakkında diğer kullanıcılar ile yorumlarınızı ve bilgilerinizi paylaşabilecek, puanlar kazanacak ve de Sinepedi’ye katkıda bulunanlar arasında yer alıp hediyeler kazanabileceksiniz. Sinepediciler arasında yer almak için Figüran (2. seviye) olmanız gerekmektedir. Figüranlık için gerekli olan 11.000 puanın 7.500\'ünü ise hesabınızı aktive ederek ve kişisel bilgilerinizin tamamını doldurarak anında kazanabilirsiniz. Sinepedi hakkında detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.Sinepedi nedir? Sinemalar.com kullanıcılarının sitede görmek istedikleri film ve sanatçıları kendilerinin siteye girebildikleri, bilgi ekleyebildikleri bir sistem. Sinepedi sayesinde, sevdiğiniz filmler ve sanatçılar hakkında diğer kullanıcılar ile yorumlarınızı ve bilgilerinizi paylaşabilecek, puanlar kazanacak ve de Sinepedi’ye katkıda bulunanlar arasında yer alabileceksiniz.Sitede olmayan bir filmi nasıl girerim? Filmi eklemek için film ekle sayfasına gitmeniz gerekmektedir. Orada, her bir bilgiyi eklemeden önce, nasıl ekleyeceğinize dair yazılı olan açıklamaları çok dikkatlice okuyunuz.Sinemalar.com\'da varolan bir filmin eksik bilgilerini nasıl tamamlayabilirim? Film bilgisi eklemek için bulunduğunuz film sayfasının sağ üst tarafında yer alan ve bilgilerin yüzde olarak doluluk oranlarını gösteren kutucukta, eksik olan bilgilerden en fazla 3 tanesi gözükmektedir. Eklemek istediğiniz bilginin üstüne tıklayarak açılan sayfadan eksik bilgileri doldurabilirsiniz. Bilgi eklenmiş (kırmızı çarpı olan) olan kısımlara bilgi ekleyemezsiniz. Sadece daha önceden bilgi girilmemiş (yeşil işaret olan) alanlara veya ekleme yapılabilecek (turuncu işaret olan) alanlara eklemede bulunabilirsiniz. Yanlış bilgi girdim! Ne yapacağım? Sinepedi ilk versiyonunda kullanıcıların, film ve sanatçı bilgilerini düzeltmelerine izin vermemektedir. Yanlış bilgi girerseniz, veya yanlış girilmiş bir bilgiyle karşılaşırsanız "Hatalı Bilgi Bildir"\'e tıklayarak çıkan pencereden yanlış olduğunu düşündüğünüz bilgileri bize bildirebilirsiniz.Bilgilerim hemen sitede yayınlanıyor mu? Girdiğiniz bilgiler anında sitede gözükür. Yanlış bilgi girdiğinizde düzeltme şansınız olmadığı için en kısa zamanda yanlış girilmiş olan bilgiyi "Hatalı Bilgi Bildir"\'e tıklayarak bildirmeniz gerekmektedir. Kasıtlı yanlış bilgi girersem ne olur? Sürekli olarak yanlış bilgi girerek sinemalar.com kullanıcılarını yanıltmaya çalışan kullanıcıların hesapları kapatılır.Sinepedi’ye katkıda bulundukça ne kadar puan kazanırım? Girdiğiniz film ve sanatçıların toplam puanlarından, girdiğiniz bilgi oranı kadar puan kazanırsınız. Örnek olarak bir filmin tüm bilgilerini siz girdiyseniz o filmin bütün puanını siz alırsınız.Sinepediye katkıda bulundum ama puanımda hiç bir artış olmadı, neden? Puanınızı ancak girdiğiniz bilgiler onaylandıktan sonra kazanabilirsiniz. Ayrıca puanlar belirli aralıklarla hesaplanmaktadır, girdiğiniz bilgilerden her onaylanan için kazandığınız puan anında profil sayfanıza yansımayabilir.Sinepedi\'nin 4 Temel Kuralı:    1. Araştır       İnternet üzerinde farklı kaynaklar kullanarak eklemek istediğiniz bilgilerin doğruluğundan emin olunuz.   2. Bilgi Gir       Bilginizden emin olduktan sonra eklemede bulunabilirsiniz.   3. Kontrol Et       Girdiğiniz bilginin doğruluğunu bir kez de ilgili filmin sayfasından kontrol ediniz. Her şey doğru gözüküyorsa, Sinepedi’ye başarılı bir şekilde katkıda bulunmuşsunuz demektir.   4. Yanlış varsa "Hatalı Bilgi Bildir" ile sinemalar.com yetkililerine bildir       Girdiğiniz bilgileri kaydettikten sonra değiştirme şansınız yoktur. Yanlış bir bilgi girdiğinizi düşünüyorsanız "Hatalı Bilgi Bildir" ile bildiriniz. Aynı şekilde, başka kullanıcıların girmiş olduğu yanlış bilgileri de aynı şekilde bize bildirebilirsiniz.
Funny Games Çılgınlığı Başlıyor
24.09.2007

Funny Games Çılgınlığı Başlıyor

Başrollerini Naomi Watts, Tim Roth ve Michael Pitt’in üstlendiği Funny Games’in ilk fragmanı internete düştü. 2008\'in en heyecan verici filmlerinden birisi olması beklenen Funny Games\'in fragmanı Msn’in web sitesinde en çok seyredilen fragman oldu. Michael Pitt’in tanımadığı evli bir çiftin evine giren ve ev halkına fiziksel ve zihinsel işkence uygulayan bir psikopatı canlandırdığı film 2008′in bahar aylarında ülkemizde de gösterime girecek.
Sinemada Tarihi Filmler
21.09.2007

Sinemada Tarihi Filmler

Tarih insanlar için, istismar edilmeye en müsait alanlardan biridir. Ne şekilde olursa olsun, günümüze kadar intikal etmiş tarihi vesikaların çoğu zihinlerimizde ve gözlerimizde bir tarih canlandırmaya yetmediği veya çok akademik düzeyde kaldığı için; yada tarihi bilgiler edinmek için makale okumak, bilgi aramak bizim toplumumuzda olduğu gibi çoğu toplumda insanlara zor geldiği için, tarihi filmler kısa yoldan tarihi öğrenmek ve aynı zamanda keyifli vakit geçirmek isteyen izleyiciyi sinema salonlarına doldurmaya yetmektedir. Tarihi filmlerin sinema için olmazsa olmazlardan biri olduğu bugün artık herkes tarafından kabul edilmelidir. Bu konuyu anlamak için bu filmlerin başarılarını ele alalım: Örneğin Ben-Hur’un 11 akademi ödülü alarak, Titanik ve Kralın Dönüşü filmleri ile birlikte en fazla Oscar heykelciği kazanan film olduğu gerçeği, Spartacus’a verilen 4 oscar ve bu yapımların 1959-60 yılı yapımları olduğu göz önüne alınırsa, tarihi filmlerin nasıl bir başarıyı yönetmenine, yapımcısına, oyuncusuna ve izleyicisine yansıttığı görülür. Fakat, tarihi filmlerin seçilmesinin belirli sebepleri olduğunu da göz önünde bulundurmalıyız. Öncelikle, tarihi film çekmenin en büyük avantajı tarihle istediğiniz gibi oynayabilmenizdir. Filmi savunduğunuz görüşün tarihi kaynaklarına dayandırarak çekebilir, hatta tarih konusunda araştırmacı olmaktan kaçınan sinema izleyicisi kitlesinin fark etse bile çok alakadar olmayacağı uydurma tarihi anektodları da filme katabilirsiniz. Bu durumun en büyük avantajı tarihi kullanarak elde ettiğiniz olumlu eleştirilerden dolayı alkışlanmak ve tarihin bu ayrıntı konuları hakkında bilgilenememiş izleyicinin kafasında ki şüpheyi veya içerisindeki endişeyi görsel olarak gidermiş olmanızdır. Olumsuz taraf ise, tarafgir bir tarih yaratarak insanların bilinçlerinde medeniyetler ayrışmasını hızla körükleyecek olmanızdır. İşte böyle bir durumda, elinde tarihi film çekme gücü ve imkanı bulunan tarafların, tarihi filmleri birer propaganda malzemesi olarak kullanması kaçınılmaz hal almaya başlayacaktır. Hakeza, sinemanın kendi tarihi bu tip filmlerle doludur. Hollywood gibi büyük bir sinema endüstrisi için bu filmlerde en büyük handikap, Amerika Birleşik Devletlerinin, mitolojik veya antik çağlara dayanan bir tarihi olmamasıdır. İşte onlarda bu açığı, Avrupa’nın özellikle de Küçük Asya’nın tarihine yönelerek kapatmaya çalışmaktadırlar. Zira eğer Hollywood arşivlerini ararsanız, antik yunan çağı ve Helenistik unsurlara dayalı yüzlerce film bulabilirsiniz. Tabii bu filmlerin oluşmasının yegane sebeplerinden birisi de bölgenin inanılmaz bir tarihi zenginliğe sahip oluşundan kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte Mısır uygarlığı da sinema için büyük kaynak oluşturan tarihi donelere sahiptir. Fakat, işte burada sinema yapımcı ve yönetmenlerinin tarafgirliğine bir kez daha şahit olabilirsiniz. Görece olarak çok daha eski kökenlere ve çok daha mistik öğelere; dolayısıyla tarihi film çekebilecek binlerce sayısız materyale sahip, Orta Asya, Çin, Türk ve yakın doğu tarihi sinemalarda yerini almamakta, yer aldığı yapımlarda ise medeniyetler ayrışması daha da keskinleşsin diye öcü, umacı veya karanlık olan taraf olarak gösterilmektedir. Tarihi filmleri, özellikle ve çoğunlukla Hollywood yapımı olan filmleri mercek altına alarak daha açıklayıcı bir yorum getirebiliriz. Mel Gibson’ın hem yönettiği hemde oynadığı Cesur Yürek filmi, günümüz sinema seyircisinin tarihi filmlere olan ilgisini en yüksek seviyelere çıkartan filmlerden biri olarak kabul edilmekte. Filmin girişinde “Tarih kahramanları asanlar tarafından yazılır” cümlesi ile hollywood’un tarihi değiştirme bahanesinin temelini öğrenmiş oluyoruz. Aslında diğer tarih filmlerine göre nispeten daha objektif olan tarihi bilgiler içeren bir filmdir Cesur Yürek. İngilizleri aşağıya çekerken, İskoçları yücelten şairane bir anlatımla süslenmiş olduğu gerçeği de reddedilemez şekilde karşımızda durmaktadır. Dönem tarihçileri yaşanan olayları ufak ayrıntılar dışında tamamen doğrulamaktadır. Fakat bu filmin asıl önemi bundan sonra çekilecek filmleri, sinemaseverin reaksiyonuna göre belirlemiş olmasıdır. Seyirci, bol kanlı ve bol insanlı savaş sahnelerini çok beğenmiş ve bu kadar destansı anlatımın içerisine ölçülü bir şekilde yerleştirilen aşk temasına hayran kalmıştır. Günümüz tarihi filmlerini çok sayıda figüranla gerçekleştirilen kanlı ve gerçekçi savaşlar sunan ve her tarihi filmde bir nebze olması gereken aşkın içinde barınması mecburi hale getiren yegane yapımdır. Tarihi filmler konusunda sabıkalı ve çok tartışılan filmlere geldiğimizde bu konuda incelenebilecek ilk örnek İskender filmi olmalı. Tarihi veriler ışığında Makedonların helenistik kökene büründürülüp yunan olarak bize yutturulmaya çalışıldığı ilk film olarak görüyorum bunu. Tabii bu filmle ve devamında gelecek olan 300 filmi ile ortaya çıkan yunan eşcinselliği tartışmaları ortaya çıkacaktır. Bugün, Helen tarihine inanılmaz bir tutkuyla sahip çıkan Yunanistan’ın, Helen ve Roma tarihi metinlerinde kayıtlı olan, endogomi(aile içi ilişki) ve eşcinsellik ile ilgili dönem toplumuna dair bilgi veren kaynakları yok sayması ile büyük tartışmalar başlatan bir film olacaktı İskender. Tarihi bir bilgi olarak verecek olursak, İskender Makedon bir kral olup yunan site devletlerini kendi bayrağı altında toplayan bir hükümdardır. Makedonların ise bölgeye yapılan büyük göçlerle bu bölgeye yerleştiğini söylersek sanırım tarihi köken konusunda daha tutarlı bir araştırma yapılması gerektiği hususu sinemacılardan istenmeli diyebiliriz. Bu filmde anlatılan, Perslere karşı yapılan savaşların bir uzantısı da, çekildiği dönemden bugüne kadar tartışmaları hala süren 300 e götürmekte bizi. Tarihi bilgilere bakıldığında ise 300 hollywood sinema tarihinin en şüphe uyandıran filmi olarak karşımıza çıkıyor. 300 filmi içerik olarak dışarıdan pekte tarihi film gibi gösterilmeye çalışılmadı. Daha çok grafik bir çizgi roman uyarlaması olarak seyirciye sunulmaya çalışıldıysa da, içerdiği tarihi saptamalar ve çekildiği dönemdeki Amerika-İran sürtüşmesi filmin bir çok noktasına değinmeyi gerektiriyor. Amerikan Sinemasının kah kendi yakın tarihi olsun, kah başkalarının eski antik tarihi ile olsun, sunmaya çalıştığı bir anlayış var. Yoğun alt mesajlar içeren ve propaganda kokan filmler konusunda da, çok sabıkalı bir sinema olduğunda çoğu kişi benimle hemfikirdir sanırım. Filmdeki tarihi yanlışlıklar ve saptırmalar bir yana, yapılan en büyük hata, günümüz demokrasi ve özgürlük anlayışının, bu filme dayandırılarak geçmişe yürütülmeye çalışılmasıdır. Bu tarihi filmler açısından düşülebilecek en kötü hatalardan birisidir, zira dönem toplumlarında kölelik, günümüz demokrasisinin temelini oluşturmakla beraber sınırlı bir demokrasi ve insan haklarından bihaber roma yasaları varken, bunun günümüz demokrasisine uyarlanmaya çalışması insanları yanlış tespitler yapmaya yöneltir. Persler siyahi bir ırk olmadığı halde, tuhaf bir şekilde siyahi gösterilmiştir. Ayrıca filmin Konusu olan Thermopylai Savaşında ki tarihi veriler ve orduların rakamları saptırılmış, ortaya tam bir fiyasko çıkarılmıştır. Tarihi veriler konusunda tarihçilerimizden Prof. Dr. İlber Ortaylı: “Tarihsel olarak film çok kötü, tarihle hiçbir alakası olmayan berbat bir film. Çoluk çocuğun bu filmi seyretmesi son derece sakıncalı, bizim gençlerimiz zaten tarih bilmez, bu tür filmleri izlerlerse tarihi iyice yanlış öğrenirler, çünkü bu filmin tarihsel gerçeklerle uzaktan yakından bir alakası yok.” Derken bir diğer tarihçimiz Prof. Dr. Mete Tunçay, filmin yunan şovenliği yaptığını iddia ederken tarihi olarak çok ilginç bir ayrıntıyı aktarıyordu: “Kral Leonidas, “felsefeci ve oğlancı (boy-lover)” Atinalıların bile reddettiği, Perslere boyun eğme önerisini kendilerinin haydi-haydi geri çevireceklerini söylüyor. Oysa, Sparta askerlerinin yiğitliklerinin, eşcinsel çiftler halinde savaşırlarken birbirlerine gösteriş yapma isteklerine dayandığı rivayet edilir.” Bunların yanında belirtilmesi gereken diğer önemli hususlardan biriside, Perslerin kölelik sisteminden dem vurulurken, küçük çocukların savaşçı olmak uğruna yetiştirilişindeki özgürlük ve insan hakkı ihlallerinin görmezden gelinerek, Sparta halkının özgürlük aşığı bir millet olarak vurgulanması hususudur. Filmden çıkan ortalama zihniyetteki insanın kafasında ise, Doğunun hep batıya karşı savaştığı batının ise hep hukuk ve özgürlük için direndiği mesajının filmden alınmasından daha doğal bir sonuç yoktur. Truva’ya geldiğimizde ise homeros’un ilyada destanının gözlerde fazla yeterli olmayan bir biçimde çekildiğini görebiliriz. Tarihi film aşamasında Cesur Yürek filminin kurallarını uygulayarak görkemli savaş sahneleri ile çekilmiş, hatta bu konuda figüranlarla tatmin olunmayıp bilgisayar hileleri ile, asker sayısı herhangi bir filmde gözükmemiş çoğunluğa ulaştırılmıştır. Filmde gösterildiği gibi Odysseus savaşa katılmayı istememiş, fakat destana göre bir hile ile katılmıştır. Ayrıca kuzeni değil ama Akhilleus’un 15 yaşında olduğunu ve komuta ettiği Myrmidon’ların kendisine değil, babasına ait olduğunu bilmekte ve Hector ile Akhilleus arasında ki kapışmanın filmdekinden tamamen farklı olduğunu bilmekte de yarar var. Çünkü filmde bu tip ayrıntılar tamamıyla pas geçilmiş. Hatta Yunan mitolojisinin ve ilyada destanının vazgeçilmez unsurları olan Tanrıların savaştaki rolünden ve yaptıklarından neredeyse hiç bahsedilmemiştir. Bu anlamda tarihi bir senaryoyu hayata geçirmekte de, sinema kendi tarihini yaratıp araya serpiştirmekte bir sakınca görmemiş fakat yine tarihi bir bilgiyi ve destanı ekranlara yanlış yansıtmaktan geri durmamıştır. Antik Yunan tarihini bir yana bırakırsak, Hollywood, etliye sütlüye karışmayan Mısır Tarihini yansıtmakta başarısız olmamış ve dönemin gişe başarısı Mumya filmini ortaya çıkartmıştır. Antik tarihle ilgili tarihi veriler, çoğunlukla yetersiz ve mitolojilere dayanmakta olduğundan seyirciyi sadece fantastik bir hikaye ile baş başa bırakmakta fakat, yaklaşan tarih hem izleme hem de bilgilenme isteği içerisinde olan seyirciyi kendisine daha çok çekmektedir. İşte bu durumda Cennetin Krallığı filmi karşımıza çıkıyor. Bu film Amerikan sinemasının Kara Şahin Düşüyor filmi ile yakın tarihi inanılmaz saptırmakta başarılı olan Ridley Scott tarafından çekilecek dendiğinde, acaba o dönem Kudüsü nasıl anlatılacak endişesi bilinçli izleyicinin kafasını kurcalıyordu. Evet, beklendiği gibi olmadı, nispeten karşı tarafı fazla rencide etmeyen, Her zaman yapıldığı gibi İslam toplumunu direkt olarak aşağılamayan bir filmdi. Fakat, bu filmde insanın kafasını kurcalayan tarihi hatalar daha çok göze batmayan, ama çok önemli hatalardır. Örneğin film boyunca Kudüs’te yaşanan her şey izleyiciye sunulurken, Selahaddin Eyyubi tarafı izleyiciye gösterilmemiştir. Filmin olaylara Hıristiyan kaynaklarından bakmasından daha doğal bir durum söz konusu olmadığı için belki bu pekte geçerli bir serzeniş değil. Bununla beraber Hıttin Savaşında uygulandığı tarihi kaynaklarda da geçen; Türklerin meşhur savaş taktiği olan Turan Taktiğinin bir yabancı filmde görülmesi aslında görece olarak sinemanın biraz daha objektif tarih verileri elde etmesi adına umut verici demek istesek bile, ne yazık ki diyemiyoruz. Çünkü, Kral Guy’ın çöle orduyu çıkartması için üzerinde inanılmaz baskı yaratan Kudüs teki Yahudi topluluktan hiç bahsedilmemiş. Dönemin Hıristiyan kaynaklarında yer alan Tapınak Şövalyelerinin bölgeye sefer için gelen haçlı ordularına uyguladıkları tuhaf vergi, yükümlülük ve hatta aralarından bazılarının katledilmesi, perdeye yansıtılmamış. İslam hakkında ki tuhaf yanlışlıklar, örneğin herkesin farklı bir tarafa dönerek namaz kılması, ezan okunduğu sırada toplu ibadetin gerçekleştirilmesi gibi, islamiyeti yüzeysel olarak bilen bir danışmanın dahi bilebileceği hatalar ne yazık ki düzeltilmemiş, belki de düzeltilmek istenmemiş. Bu filmde de, ayrıntı bazlı bir sürü tarihi hata bulabiliriz. Hatta sayfalarca örnek verip tarihi filmleri irdeleyebiliriz. Fakat, maksat hataları filmlerde bulmak değil, anlayışın ne yönde olduğunu kavramak. Bu tarihi yanlışlarla örülü filmler, tarihi ya az, ya da hiç bilmeyen neslin kafasında yeni ve yanlış bilgilere dayanan bir tarih oluşturmakta birebir. Tabii her zaman olduğu gibi yapımcıların amacı para kazanmak. Çünkü, tarihi filmler gerek dövüş sahneleri, gerek anlattığı dönemin kafada canlandırılabilecek başka metanın olmayışı, gerekse sahip olduğu zengin senaryo yapısı itibariyle izleyiciyi mutlak surette gişeye çeken filmler. İzlediği bir tarih filmini beğenmeyen izleyici bile, bir yenisi sinemaya geldiğinde kafasında ki şüphelere rağmen filme gitmeyi tercih edebiliyor. Birde görünenin altında sunulan amaç var. Bu da Huntington’ın Medeniyetler Çatışması tezine beyazperde yönüyle hizmet eden bir anlayışın var olduğu. Bir çoğumuz, bu sadece film veya sanat diyebiliriz. Fakat, elde edilen veriler, yapılan bariz tarihi yanlışlıklar ve bu konuda hala uzmanlara danışmadan hazırlanan tarihi filmlerin mevcudiyetini koruması, en azından benim bu yapımların sadece film olduğunu düşünmeme engel oluyor. Zaten kendi tarihini sinemaya yansıtmakta başarısız bir toplum olarak, birde tarihimizi yalan yanlış bir şekilde, başkalarının hazırladığı beyazperde yapımlarından öğrenmek bizim olan ve sinemamızda yansıtılmayı beklenen o tarihi ve kültürel zenginliği yok edecek. Bu sebeple, kendi tarihimizin, kendi sinemamızda diğer yapımlarla boy ölçüşebilmesini istiyorsak, öncelikli olarak kendi tarihimizi çok iyi bilmek ve öğrenmek durumundayız. Yoksa, başkaları gelip bizim tarihimizi örneğin Gelibolu gibi yapımlarla Anzak tarihi haline getirebilir, bizlerde fark etmeden kendimizi bu yapımları alkışlıyor bir şekilde buluruz.  
100 Yeni Türk filmi!
14.09.2007

100 Yeni Türk filmi!

Eski parlak günlerini yaşayan Türk sineması yeni sezonda 100\'e yakın iddialı filmi ile izleyicinin karşısına çıkacak. Eylül ayı ile birlikte pek çok Türk filmi art arda gösterime girecek. Şener Şen ve Kenan İmirzalıoğlu\'nun oynadığı Kabadayı, yeni bir Eşkiya etkisi yaratmayı hedefliyor. Babam ve Oğlum\'un yönetmeni Çağan Irmak ise Ulak ile bir kez daha salonları doldurmayı amaçlıyor. 2007\'nin Mevlana yılı olması nedeniyle bir kaç Mevlana projesi eş zamanlı olarak çekiliyor. Vizyon kuyruğunda sıralanan önemli filmlerden birkaçı şöyle: -Anka Kuşu (Mesut Uçakan): Yalçın Dümer, Kenan Bal ve Rahmi Dilligil\'in rol aldığı film, 9 Kasım\'da gösterimde. -Avrupalı (Ulaş Ak): Cem Davran, Yasemin Kozanoğlu başrolde. 12 Ekim\'de salonlarda. -Beyaz Melek (Mahsun Kırmızıgül): Ünlü türkücü, kadrosunda Erol Günaydın, Emel Sayın, Müşfik Kenter ve Gazanfer Özcan\'ın olduğu filmini Diyarbakır\'da çekti. -Bozkırda Deniz Kabuğu (Ahmet Uluçay): Filmin çekimlerine önümüzdeki yıl başlayacak. -Fırtına (Kazım Öz): Belgeselci Öz, öğrenci olaylarını işleyecek. -Gitmek (Hüseyin Karabey): Filmin hikayesi yaşanmış bir olaya dayanıyor. -Hayaller (Nuri Bilge Ceylan): Ceylan bu kez profesyonel bir oyuncu kadrosu ile çalışacak. -Ulak (Çağan Irmak): Çetin Tekindor, Yetkin Dikinciler, Hümeyra ve Şerif Sezer rol alıyor. -Yaşamın Kıyısında (Fatih Akın): Cannes\'da \'En İyi Senaryo\' ödülü alan film 26 Ekim\'de gösterimde. -Yumurta (Semih Kaplanoğlu): Nejat İşler ve Ufuk Bayraktar\'lı film, Ocak\'ta Fransa\'da gösterimde.
Damadı Öpmeseniz de Olur!
12.09.2007

Damadı Öpmeseniz de Olur!

    Son günlerde seyircilerin merakla beklediği komedi yapımlarından biri şüphesiz ki, I Now Pronounce You (Damadı Öpebilirsin) idi. Film, Amerika da Harry Potter\'ın son filmi Zümrüdüanka Yoldaşlığının hasılat rekorlarını kırarak ülkemizdeki sinemaseverlerin de dikkatini çekti. Yönetmen koltuğunda daha önce Big Daddy (Süper Baba ), The Benchwarmers ve Bela İşbaşında adlı komedi filmlerini çeken yani diğer bir ifadeyle de seyircinin göz aşinalığının mevcut bulunduğu Dennis Dugan oturuyordu. Bunlardan da önemli bir olay şüphesiz ki komedi denilince ilk akla gelen isimlerden olan Adam Sandler in başrol oynamasıydı. Adam Sandler\'a başrolde, televizyon seyircilerinin Cnbc-e deki The King Of Queens dizisinden; sinemaseverlerin de Parti Hayvanları, Aşk Doktoru, Canavar Ev ve 50 İlk Öpücük gibi birçok filmden tanıdığı Kevin James eşlik ediyordu. Filmin bayan oyuncusu Jessica Biel ise evrensel olarak güzelliği kabul görmüş tanınmış oyunculardandı. Filmin senaryosunu kaleme alan ekip ise daha önce de beraber çalışmış bir gruptan oluşuyordu. Damadı Öpebilirsin filminin yapılmasına ilham veren filmin Dean Murphy nin çektiği "Strange Bedfellows" adlı film olduğunu da ekleyip geçiyorum filmi yorumlamaya ...     "Damadı Öpebilirsin , ilk sahnesinden seyirciyi güldürmeye başlayan bir yapım. Senaristler,  her ne kadar ilk dakikalarda güldürürken düşündürmeye önem vermese de, dakikalar ilerledikçe hem gülüyor hem de düşünüyorsunuz . Fakat, hepimizin de kabul edeceği gibi son zamanlarda çıkan hiçbir yapım bu kadar masum niyetli değil! "Bu kadar masum değil" kelimesinden kastım şu ana kadar bahsettiğim filmin yüzeysel, derine inilmemiş kısmı elbette . Filmin derinlerine hafifçe inmeye başladığımızda bizleri çok ama çok farklı şeyler karşılıyor. Aslına bakarsanız son zamanlarda aynı konulardan o kadar çok bahsedilir oldu ki "farklı" kelimesi bile işlevini yitiriyor bu durumda.    Chuck ( Adam Sandler) ve Larry ( Kevin James) birbirlerini çok seven iki arkadaş. Dostlukları,  seyircinin gözlerini dolduracak şekilde ve hatta sonradan Larry nin çocuklarına iyi bir gelecek tahsis etmek namına yaptığı ve düşündüğü işler sonunda Chuck ile evlenmesine gidecek kadar iyi. Chuck , birçok seyircinin de tahmin ettiği gibi kadınlarla içli dışlı bir karakter. Her gün bir kadın değil birkaç kadın ile birlikte olan biri yani. Larry ise karısı öldü öleli hiçbir bayanla ilgilenmeyen, sadece ama sadece çocuklarını düşünen bir karakter. Chuck ve Larry nin aynı grupta itfaiyeci olarak çalışması ve birbirlerini devamlı korumaları, yani karşılıksız dostlukları gerçekten hoş. Fakat dikkatinizi de celbettiği gibi bu ikili tamamen farklı karakterlere sahip. Film de, aslına bakarsanız bu zıtlıktan ortaya çıkıyor . Yani birinin a dediğine, diğerinin b demesi ve birbirlerini tatlı bir şekilde yermeleri seyirciyi güldürüyor. Bu güldürü dakikalar ilerledikçe farklı boyutlara uzanıyor diyeyim hemen ardından ki sözler doğru yerde işe başlasın. Chuck ve Larry\'nin eşcinsel olup olmadığını denetleyen kurula karşılık tuttukları avukat Alex McDonough ( Jessica Biel) bir melek kadar güzel olunca "aşk" ta giriyor filmimizin içine. Chuck\'ın göz açıklığı ve devamlı erotik bir tema bulma arayışı ilk başlarda sizi sadece güldürse de sonra işin tadı kaçıyor açıkçası. "Yok göğüsleri açalım, şu popoya bakalım, güzel kalçalar, şişme bayanlar vb." gibi birçok etken filmi erotik bir kisveye de büründürüyor ne yazık ki! Yanınıza çocuklarınızı da alıp izleyebileceğiniz bir komedi filmi değil ne yazık ki Damadı Öpebilirsin...     Film içindeki bazı unsurlar seyirciyi kahkahalara boğuyor tam anlamıyla. Mesela Japon nikah memurunun daire, dörtgen ve üçgen açılımından tutun da, düğünde dans eden sakat, ayyaş ve altına işeyen komik karakter farklı bir göz getiriyor seyirciye. Japon nikah memuru rolünde oynayan Rob Schneider in performansı gerçekten enfes; bu karaktere dikkat edin diyorum!     Birkaç mesaj vermekten de geri kalmamış film. Alışveriş merkezinde Brokeback Dağ\'nı sepete koymaları ince bir mesaj olsa gerek.      Filmde Chuck ve Larry dışındaki birçok karakterin eşcinsel çıkması... Eşcinsellere saygı gösterin mesajı... Eşcinsellere tepki gösteren muhafazakar hristiyanları kaba adamlar olarak göstermeleri... Filmin sanıldığının aksine sadece güldürüyü düşünmediğinin göstergesi. Yani dünyadaki eşcinselleri koruma namına yapılan bir film daha sözkonusu kısaca... Hangi açıyla bakarsınız orası size kalmış.    Kısacası, Damadı Öpebilirsin filmi, son zamanların en çok güldüren filmi olmasının yanında verdiği rahatsız edici fazlalıktaki erotizmi ve alt mesajlarıyla üstüne hafif gölge düşüren bir yapım. Son kararı yüce sinemalar.com üyelerine bırakıyorum. Ama benden söylemesi... Damadı Öpmeseniz de olur...               
Av Partisi’nin Galasına Katılan Variety Dergisi İzlenimleri
12.09.2007

Av Partisi’nin Galasına Katılan Variety Dergisi İzlenimleri

“Müthiş bir film” Weinstein Company’nin “The Hunting Party – Av Partisi” adlı yeni filminin galası nedeniyle Paris Theater ve Cafe Azza’da çok özel bir parti verildi. Sözkonusu gecenin sponsorluğunu The New York Observer ve MGM üstlendiler. “The Hunting Party” için düzenlenen galaya başta Richard Gere, Carey Lowell, James Brolin, Donna Karan, Ivanka Trump, Vera Farmiga, Georgette Mossbacher, Montel Williams, Chuck Scarborough, Sue Simmons, Jeff Greenfields, Holland Taylor, Cynthia McFadden ve Maurice DuBois olmak üzere filmin tüm oyuncu kadrosu katıldılar. Bu müthiş ve sıradışı bir film. Harvey Weinstein’ın yıllardır sürdürdüğü bir öngörüsü vardır. Canlı, gösterişli, gerilim ve aksiyon yüklü yapıldığı ve biraz da mizah içerdiği takdirde uluslararası temalı filmlere Amerikan izleyicisinin olumlu tepki vereceğini söyler. Öyle gözüküyor ki Weinstein bu öngörüsünü hiç kaybetmemiş. Deneyimli gazeteci rolünde Richard Gere sağlam bir performans sergilemiş. Ancak benim esas tercihim, bir ticari televizyonda iyi işler çıkaran haber kameramanı rolündeki Terrence Howard oldu.