Artık Diziler de Sinemalar.com’da!
28.11.2007

Artık Diziler de Sinemalar.com’da!

Sinemalar.com kullanıcıları tarafından Sinepedi’ye eklenen film ve sanatçı bilgileri ile her geçen gün hızla büyüyen Sinemalar.com arşivinde artık sevdiğiniz dizileri de görebileceksiniz. Favori dizilerinizi, dünyada ve ülkemizde geniş kitlelerce takip edilen yerli / yabancı tüm yapımları Sinepedi dizi arşivine ekleyerek, Sinemalar.com kullanıcıları ile paylaşabilir;. en sevdiğiniz diziler ve oyuncuları hakkındaki düşüncelerinizi yapacağınız yorumlar aracılığıyla diğer üyelerimiz ile paylaşma keyfini yaşayabilirsiniz. Dizilerin de katılımıyla giderek renklenen Sinepedi dünyasında herkese şimdiden iyi eğlenceler…
\"Maradona Tanrı\'nın Eli\" Filminin Galası Yapıldı
27.11.2007

\"Maradona Tanrı\'nın Eli\" Filminin Galası Yapıldı

Dünyaca ünlü Arjantinli futbolcu Maradona\'nın, başarılı bir futbolcuyken uyuşturucu yüzünden değişen hayatını konu alan "Maradona Tanrı\'nın Eli" filminin galası yapıldı. Beyoğlu\'ndaki Alkazar Sinemasında gerçekleştirilen galaya, sinema oyuncuları İzzet Günay, Yusuf Sezgin, Meray Ülgen ve Nursel Köse ile futbol yorumcusu Faik Çetiner, filmi Türkiye\'ye getiren Belge Film\'in sahibi Sabahattin Çetin ve Aroma Yönetim Kurulu Başkanı Metin Duruk\'un da aralarında bulunduğu çok sayıda kişi katıldı. Metin Duruk, bir idol, bir efsanenin hızla yükselip aynı hızla düşüşünü anlatan bu filmin Türkiye\'de vizyona girmesine, Türk gençlerine mesaj amacıyla ve sosyal sorumluluk gereği destek verdiklerini söyledi. Galaya, 1993 yılında Maradona ile çektirdiğini söylediği hatıra fotoğrafıyla gelen Öncel Kalkan isimli bir vatandaş da katıldı. Kalkan, "1980\'den beri Maradona\'nın hayranıyım. Bu fotoğrafı, Maradona Sevilla\'da oynarken, 1993 yılında Galatasaray\'la yapacağı maç için İstanbul\'a geldiğinde çektirdim. Bir daha Maradona gibi bir yıldız gelmez" diye konuştu. Bu arada, İtalyan Marco Risi\'nin yönettiği, baş rollerinde Marco Leonardi ve Julieta Diaz\'ın oynadığı "Maradona Tanrı\'nın Eli" filmi, Türkiye\'de 30 Kasım\'da vizyona girecek.
Beowulf, Senin Elin Kanar Mı?
27.11.2007

Beowulf, Senin Elin Kanar Mı?

Hayatımız \'kahramanımızı\' aramakla geçiyor. Birgün çıkıyor karşımıza o herşeyi değiştirmesini, güzelleştirmesini beklediğimiz \'kurtarıcımız\'. Ancak çok geçmeden anlıyoruz ki; gözümüzde büyüttüğümüz, yücelttiğimiz hatta varlığından ötürü şükrettiğimiz bu \'kahraman\'; aslında hataları, zaafları, kusurları olan; sadece biraz daha güçlü görünen ya da öyle görünmeye çalışan, bizim gibi biri...İşte Ölümsüz Savaşçı Beowulf\'un hikayesi tam bu eksende gelişiyor. Hangi dile, hangi kültüre ait olursa olsun, kahramanlık hikayeleri genelde birbirine benzer aslında. Ancak; güçlü, cesur ve inançlı olmak, halkı için kendini feda etmek gibi klişe temaların dışında, anlatmak istediği başka şeyler var Beowulf\'un. Film, hop oturtup hop kaldıran, aksiyon dolu sahneleri ile izleyenlere sadece keyifli bir seyir vadetmekle kalmıyor; vurguladığı manevi değerler ile de benzerlerinden ayrılıyor. Korkusuz ve güçlü savaşçı Beowulf; lanetlenmiş Kral Hrothgar ve halkını, canavar Grendel\'in vahşetinden ve annesinin lanetinden kurtarmak için; batı edebiyatında \'ana rahmi\' olarak yorumlanan denizin getirdiği bir kurtarıcı edasıyla, karaya adım attığı ilk gece, Grendel ile hiçbir silah kullanmadan, çırılçıplak savaşıyor ve aksiyonu bol sahneler sonrasında onu alt etmeyi başarıyor. Mutlu sona ulaşıldığını zannettiğimiz bu zafer sahneleri, aslında Beowulf\'un esas savaşının başlangıcı oluyor. Grendel gibi dev bir yaratığı yerle bir eden bu cesur savaşçı; zaaflarına yenik düşerek; Angelina Jolie\'nin canlandırdığı hali ile pek bir seksi görünen; Grendel\'in şehvetli annesinin davetkar oyunlarına kanıyor ve Kral Hrothgar\'ın yıllar önce işlediği aynı hata yüzünden hayatını mahveden lanet bu defa Beowulf\'a musallat oluyor. Kral Hrothgar, lanetten kurtulmanın verdiği huzurla, belki de hayatında ilk defa rahat bir nefes alıp, kendini uçurumdan aşağı denize bırakarak, ana rahmine geri dönüyor...Yaşasın yeni kralımız Beowulf! Beowulf, kral olarak geçireceği ömrü boyunca peşini bırakmayacak lanete sebep olan \'kadın zaafı\' ile barışık bir şekilde yaşamaya devam ediyor. Başlarda gönlünü kaptırdığı, kendisine hediye edilen Kraliçe\'nin dışında, genç bir sevgilisi de olan sadakatsiz kahramanımız, tabir-i caizse uslanmak bilmiyor. Dağları taşları delip geçecek güce sahip olduğuna inanan Beowulf\'un; hiç çekinmeden, adeta doğru olduğuna inanarak söylediği yalanlar ve zamanla haddini aşıp \'kibir\' derecesine yükselen özgüveni; bir halkı kurtarmayı başaran kahramanımızın kendi sonunu hazırlayan insani kusurları olarak göze çarpıyor. Hikayenin sonuna doğru, hatasını itiraf edecek hatta \'bu defa başaramayacağını\' düşünecek kadar alçakgönüllü bir tablo çizen ölümsüz savaşçı Beowulf; insanoğlunun, hangi statüde olursa olsun, hata yapabileceğini, başarısız olabileceğini ve ismi çağlar boyunca yaşasa da, diğerleri gibi \'ölümlü\' olduğu gerçeğini gözler önüne seriyor. Bu açıdan Beowulf, tüm zamanlara hitap eden öğretileri ile eşsiz bir ibret hikayesi olarak değerlendirilebilir. Okulda, İngiliz edebiyatının anonim eserlerinden biri olan Beowulf Destanı\'nı incelerken; Beowulf\'u Ray Winstone kadar yakışıklı ya da Grendel\'in annesini Angelina Jolie kadar güzel hayal etmemiştim doğrusu. Beowulf\'un sinema uyarlamasının en başta oyuncu kadrosu ile dikkat çekmeyi başardığı ortada. Üstelik oyuncuların, hikayenin efsanevi ve tarihi dokusunu zedelemeyen performansları ile takdire değer bir iş çıkarttıklarını da belirtmek gerek. Filmin üç boyutlu olarak gösterildiği dev salonda; 3D teknolojisi sayesinde Grendel\'a atılan mızraklar üzerimize geliyormuş gibi hissederken, kaç kişi yukarıda yazılanları düşündü, bilemiyorum...
Beyaz Melek : Ağlama Seansı
21.11.2007

Beyaz Melek : Ağlama Seansı

Medeniyet seviyesi yükselen toplumların kaçınılmaz sonu olarak görülen ‘bireyselleşme’ ve ‘duyarsızlaşma’ gibi sosyal hastalıklara reçete olarak piyasaya sürülen ‘iyi insan olma sanatı’ konulu onca eser var bildiğim. Ancak şunu söylemeliyim ki; ‘Beyaz Melek’ (2007) vermek istediği mesajları insanın gözüne sokarcasına direkt ve net bir şekilde işleyerek, hepsini solluyor. Elbette ki bir sinema filmi, türü ne olursa olsun, izleyicisine gözden kaçırdığı bazı gerçekleri göstermek, önemini yitiren kimi hassasiyetleri anımsatmak, giderek duyarsızlaştığımız konulara dikkat çekmek ya da genel olarak ‘mesaj vermek’ gibi sorumluluklar taşıyabilir. Ancak bu mesaj kaygısı, bir tür ‘mesaj çorbasına’ dönüşünce ve bizden bu çorbayı tadına bile bakmadan, önümüze geldiği gibi içmemiz beklendiğinde; pek de keyifli olmuyor. Mahsun Kırmızıgül’ün ‘sosyal sorumluluk projesi’ olarak değerlendirebileceğimiz ‘Beyaz Melek’, görüntü tekniği ve kalitesi, çoğu tiyatro kökenli oyuncularının göz dolduran performansları ve zaman zaman savaş filmlerini anımsatıyor olsa da, duyguları harekete geçiren müziği ile takdire değer bir çalışma, ona kimsenin bir diyeceği yok. Kırmızıgül, herşeyden önce; Tomris Oğuzalp, Suna Selen, Erol Günaydın, Yıldız Kenter ve Gazanfer Özcan gibi değerli oyuncuları biraraya topladığı için teşekkürü hakediyor. Müzik dünyasında yaptığı çalışmalardan sonra statü atlamak için sinemayı denemek gibi bir stratejinin ilk ürünü olarak görmüyorum ‘Beyaz Melek’i. Bu projeye samimiyetle girişildiğini hissettiriyor filme gösterilen özen. Ancak filmin her karesine işleyen bu mesaj kaygısı, bize ‘ne hissetmemiz gerektiğini bağırarak söyleyen’ sıradan dram filmlerinden birine dönüştürüyor bu kadar iddialı bir çalışmayı. Filmdeki öğretiler didaktik bir şekilde direkt aktarıldığı için, izleyicinin şahsi  değerlendirmeleri sonrasında kendine göre dersler çıkarmasına izin verilmiyor ve güzelim filmin  ‘kıssa’ adı verilen ibret hikayelerinden farkı kalmıyor. Filmin ilk yarısında; huzurevine bırakılan, yakınları tarafından terk edilen, bir nevi ‘kaybedenler kulübü’ görüntüsü çizen yaşlı insanların yaşadığı acılar ve bazı çaresiz hastaların huzurevinin zalim bir çalışanı tarafından gördüğü şiddet dolu kötü muameleden yola çıkılarak dikkat çekilen yaşlılık ve vefasızlık temaları ile yetinemeyen Beyaz Melek; insani değerlerimize zarar veren her türlü yozlaşmadan tutun da, toplum içinde yaşanan birçok uyuşmazlık, hatta Türkiye’nin siyasi gündemini meşgul eden kritik konular hakkında bile bize ders vermeye çalışıyor. Film başlı başına bir öğreti aslında; metropol hayatının doğurduğu sonuçlar, azınlıkların kardeşliği, birlik beraberlik, silah / savaş karşıtlığı, yaşlılık, büyüğe saygı, misafirperverlik, vefasızlık, çaresizlik, ölüm, inanç, Allah’ın varlığı, dostluk, sevgi ve aşk üzerine…Bu kadar fazla mesajı bir çırpıda alınca, ruhsal hazımsızlık yaşıyor insan filmden çıktığında. Anadolu’nun saf, temiz kalpli, iyi niyetli, saygılı, terbiyeli ve ‘insan gibi’ insanları karşısında; metropol hayatında varlığını sürdürmeye çalışan modern zaman kurbanları olarak kendimizi kötü, vefasız, duyarsız ve hatta ‘zavallı’ hissetmemizi sağlayan onca sahneden sonra; vicdanımızla hesaplaşarak; döktüğümüz gözyaşlarına göre kendimize not veriyoruz ‘iyi insan’ olmak konusunda. Kalbimizin ne kadarının temiz kalmasını başarabildiğimizi ölçüyoruz bir bakıma. Filmin bu konuda dikkat çeken eksikliği ise; metropol insanının dejenere olmasına, bireyselleşmesine, duyarsızlaşmasına ve öz değerlerini kaybetmesine sebep olan nedenlere hiç değinilmemiş olması. Kendini biraz yorup, aklını kullanarak, filme dair kendi yorumunu ortaya koymaya gerek duymadan; film boyunca verilen açık ve net ‘AĞLA’ komutlarını alır almaz, salya sümük ağlayıp rahatlamak isteyenler için biçilmiş kaftan ‘Beyaz Melek’. Ancak ben ısrarla inanıyorum ki; Türkiye’de çoğu insanın, yaşlı yakınlarına değer vermesi gerektiğini hissetmesi, vefasızlığın yanlış olduğunu düşünmesi ya da sevginin insana sunulan özel bir hediye olduğunu farketmesi için iki saatlik bir ağlama seansına ihtiyacı yok.
François Ozon\'un Angel\'ı Romola Garai
19.11.2007

François Ozon\'un Angel\'ı Romola Garai

Büyük mavi gözleri, zarif narin duruşuyla François Ozon’un ANGEL’ı ROMOLA GARAI... “I Capture the Castle” filmiyle takdir toplayan genç oyuncu, ismini Keira Knightley ile oynadığı “Kefaret” (Atonement) ve ANGEL filminin başrol oyuncusu olarak herkese duyurdu.Garai, “Vanity Fair”, “Dirty Dancing 2: Havana Nights”, “Scoop” gibi filmlerde başarılı oyuncu ve yönetmenlerle birlikte çalıştıktan sonra ANGEL ile başrol alarak kendinden emin adımlarla yükseliyor.Romola Garai, 1982 yılında Londra doğdu. Babası bankacı olan Garai, sekiz yaşına kadar Hong Kong ve Singapur’da kaldıktan sonra ailesiyle birlikte İngiltere’ye geri döndü. 16 yaşında ailesinden ayrılarak ablasıyla birlikte Londra’da yaşamaya başladı. İlk oyunculuk deneyimini City of London\'s School for Girls’e girerken, Judi Dench’in rol aldığı “The Last of the Blonde Bombshells” adlı TV dizisiyle yaşadı. Annesi gibi gazeteci olmak istemesine rağmen gelen teklifler onu sinema dünyasının içine soktu. Angel rolü için defalarca deneme çekimine giden Garai, umudunu yitirmeye başladığında kabul edildiğini öğrenmiş. François Ozon’un ilk İngilizce çektiği filmde dünya çapında bir Hollywood starını oynatmadığı için biraz şaşırmış. Ozon ise tercihinden çok mutlu...Onu, bir ilham perisi olarak tanımlıyor. Ve bu rol için en iyi İngiliz aktris olduğunu söylüyor. Güzel oyuncu, kendi dünyasını yaratan ve yükselme hırsıyla yanıp tutuşan Angel rolüne hazırlanmanın kolay olmadığını, bunun için çok çalışması gerektiğini söylüyor. Rolüne hazırlanma aşamasında hayranı olduğu Ozon’un ona büyük bir desteği olduğunu da ekliyor. 23 KASIM’DA SİNEMALARDA...