Haydi Transformer’lar, Dönüşün!
12.07.2007

Haydi Transformer’lar, Dönüşün!

Not: Bu yazı altı yaşındaki bir erkek çocuk tarafından yazılmıştır. Altı yaşındaki bir çocuğun hayal gücü çok geniştir. Altı yaşındaki bir çocuk, o kendine has evreninde her şeyin şeklini değiştirebilir. Yatağı bir uzay aracına dönüşebilir, kendine mandallardan arabalar, uçaklar yapabilir. On tanesi bir kutuda satılan o ucuz, minicik ve rengârenk arabalarından kendine bir ordu kurabilir. Hayal gücünü kapatan tek şey muhtemelen annesinin “yemek vakti” diye çağırmasıdır. Altı yaşındaki bir çocuğun aklını başından alabilecek şey ise, herhalde, bir araba, tank ya da gemiyken her tarafından asalet akan bir robota “dönüşen” oyuncaklardır. Hem bir araç, hem de robot olan, ama en güzel tarafı da şekil değiştirmesi olan bu oyuncaklar, bir çocuk için olağanüstüdür. “Transformers” isimli müthiş yaratıklarla tanışmam altı yaşıma rastlar. Çok severdik onları. Uğruna sabahların köründe kalkan, bir saniyesini bile kaçırmamak için uyanıp yüzünü bile yıkamadan televizyonun başına kurulan bir kuşaktan bahsediyoruz. Dolaplarının kapaklarına çıkartmalarını yapıştıran,  uyduruk maketlerini almak için ilk harçlığıyla bakkallara koşan (hani büyük robotu hiç tamamlayamazdık!) altı yaşındaki çocuklardan söz ediyoruz. Televizyonlarda çizgi filminden sonra çıkan, “Transformers!”, “İntertoy’dan!” diye beyinlerimize işleyen oyuncağının reklâmlarını ağzımız açık, neredeyse nefes almadan izlerdik. Üç kişilik velet grubumuzun hatırı sayılır bir Transformer ordusu bile vardı. Onlar bizim çocukluk kahramanlarımızdı. Böyle geçen bir çocukluktan sonra, o çizgi filmleriyle büyüdüğüm, üçüncü kalite maketlerini biriktirdiğim (ah o maketlerden yine bulabilsem!) defterlerimi bile onlarla kapladığım Transformer’ları, on altı yaşından sonra aşık olduğum sinema perdesinde görmek benim için nasıl büyük bir olaydır, anlatamam. İşte bu aylardır beklediğim, beklerken de fotoğraflarıyla avunduğum filme sonunda kavuştum. Hani uzun süredir kayıp köpeğine kavuşan bir çocuk düşünün. Ya da her zaman vitrinde izlediği ayakkabıya sahip olan bir kız… İşte bizimkisi de böyle bir kavuşma oldu. Sıkı sıkı sarıldık birbirimize. Filme dönecek olursak, film 150 milyon dolarlık bütçesiyle zaten kendini belli ediyordu. İzleyince gördük ki, yapımcı Spielberg ve yönetmen Michael Bay hakkını veren bir film yapmışlar. Film Decepticon’lardan Blackout’un bir ABD üssüne saldırması ile başlıyor. İşte ilk Transformer’ı, ilk dönüşümü bu nefes kesen açılış sahnesinde görüyoruz. Blackout’un dönüşümü gerçekten çok güzel. Daha sonra başrollerdeki karakterlerimizi tanıyacağımız ve saldırı sonrası ABD’nin durumunu göreceğimiz bir yolculuğa çıkıyoruz. Daha sonra Sam’in Bumblebee ile tanışması ve diğerlerinin dünyaya düşmesini izliyoruz. Buradan itibaren serüven başlıyor. Bir yanda Otobot’lar, diğer yanda Decepticon’lar… İki tarafın robotları çatışırken insan inanılmaz gaza geliyor. Soluksuz kovalamaca sahneleri, savaş anında bir anda form değiştiren robotlar çok estetik. Adamlar robotların tasarımına uğraşmışlar ve ortaya komplike, göz zevkimizi okşayan tasarımlar çıkmış. Robotların dönüşürken çıkardığı sesler çizgi filmiyle aynı. Savaşmak için yola çıkan otobotların otobanda arka arkaya dizilmesi tam da çizgi film ruhuna uygun. Hele Optimus Prime’ın “Otobotlar, dönüşün!” diye kükremesi tüylerimi diken diken etti. Zaten o kadar robot arasında zarafetle dikilen Optimus Prime’nin asaletine hayran kalmamak elde değil. Onun olduğu yerde insana bir güven duygusu geliyor. Aslında film hakkında söyleyecek çok şey var, ama ben daha çok Transformer’lardan bahsetmek istedim. Mesela, filmin özellikle ilk yarısındaki gereksiz yere uzatılmış sahneler var. Ciddi ve takım elbiseli adamların, askerlerin oradan oraya koşuşturdukları, emirler yağdırdıkları sahneler tempoyu yerle bir ediyor. Tamam, hikayeyi destekleyen unsurlara ihtiyaç var, ama böyle bir çizgi film uyarlamasında çok fazla inandırıcılığa da gerek yok. Bu sahnelerde göze sokulurcasına, resmen bir gövde gösterisi olarak Amerika’nın nasıl da üstün, hızlı, akıllı vs. olduğu anlatılıp duruyor. Ne yapalım, gülü seven dikenine katlanır. Bunun haricinde film insana deyim yerindeyse soluk aldırmıyor. Katıksız, saf aksiyon, tam da Bay’ın sevdiği şekilde, gözlerimize, dahası ruhlarımıza ziyafet çekiyor. Dikkatimi çeken bir diğer şey filmin mizah düzeyinin beklediğimden yukarılarda olmasıydı. Bazı sahneler gerçekten kahkahalara boğuyor. Filmin sonu ise beklediğim gibi, çizgi film ruhundan vazgeçmeden bitiyor. Tabi o kadarla sınırlı değil, muhtemelen bir devam filmi gelecek. (Şimdiden heyecanlandım!) Film bittiğinde koltukta çakılı kalmış ben nemli gözlerle altı yaşımı, çocukluğumu düşündüm. Altı yaşındaki bir çocuğun hayallerini ve hiç sahip olamadığım, o şekil değiştiren kocaman oyuncakların reklamlarını (“İntertoy’dan!”) düşündüm. Bana bu 140 dakikalık katıksız aksiyonu, zevki, nostaljiyi yaşattığı için emeği geçenlere teşekkür etmekten başka bir şey yapamadım. O zaman: Haydi Transformer’lar, dönüşün!
Altın Portakal\'ın Afişinde Başrol: Küçük Prens
10.07.2007

Altın Portakal\'ın Afişinde Başrol: Küçük Prens

Real’in ana sponsorluğunda, TÜRSAK ve AKSAV’ın işbirliğinde bu yıl 44.’sü gerçekleştirilecek olan Altın Portakal Film Festivali’nde, Hollywood’un ünlü grafik sanatçısı Emrah Yücel’in geleneksel imzası bu kez “Küçük Prens” esintisi ile sürüyor. Hollywood’un ünlü filmleri için tasarladığı afişlerle film yapımcılarının gözdesi olan Yücel, sinema reklâmcılığının Oscar’ı sayılan Key Art ödülünü iki kez üst üste kazandı. Festival başkanı Engin Yiğitgil ile birlikte Hollywood’da Türk Film Konseyi’nde başarılı çalışmalara imza atan Emrah Yücel’in tasarladığı 44. Altın Portakal Film Festivali’nin ve 3. Uluslararası Avrasya Film Festivali’nin afişleri, sadece görsellikleri ile değil, afişlerin ardındaki hikâyelerle de büyük ilgi çekiyor…  AFİŞ ÜÇLEMESİ   Uluslararası Antalya Film Festivali bünyesinde yaptığı yaratıcı ve yenilikçi çalışmalarıyla festivale yepyeni bir ruh kazandıran afişlerin sahibi Emrah Yücel, Antalya Altın Portakal Film Festivali ve Uluslararası Avrasya Film Festivali afişlerinin bu sene bir üçlemenin son halkasını oluşturduğunu ve son iki yılda oluşturulan kimliğin bir devamı olarak bu yıl da hem renk hem de kompozisyonlardaki figür bütünlüğünü koruduğunu belirtti. Yücel, afişlerde bu yıl kullanılan kahramanın Antoine de Saint-Exupéry’nin eserinden “Küçük Prens" olduğuna değinerek. “Kendisine ait portakal gezegeninde ve yine portakal güneşinin altında kuyruğuna film şeritlerini bağladığı uçurtmasını uçuruyor. Bu çocuksu coşku ve eğlenceli uçurtma oyunu festivalin heyecan verici enerjisini yansıtırken, öte yandan Küçük Prens karakteri hem izleyiciyi ve hem de sanatçıları temsil ediyor. Alıcı (izleyici) açısından filmleri izleme oyunu bir yana, yaratıcı (yönetmen, oyuncu ve film ekibi) tarafından da marifeti sergileme ve uçurtma uçurma becerisi resmediliyor.”dedi.  AVRUPA VE ASYA İKİZ KARDEŞ GİBİ   Festivalin uluslararası ayağını oluşturan Uluslararası Avrasya Film Festivali’nin afişini de hazırlayan Emrah Yücel, Asya ile Avrupa’yı buluşturan festivali anlatmak için farklı bir yol seçmiş. Vizontele Tuuba’nın genç oyuncusu Tuba Ünsal’ın modelliğini yaptığı afiş için Yücel “Geçen yıl olduğu gibi ikili (ikiz) figürler gene sahnede. Avrupa ve Asya aslında birbirleri ile ayni kimliklere sahip karakterler. Her ne kadar farklı olduklarını düşünseler de. Tıpkı Orhan Pamuk\'un "Kara Kitap”ındaki Galip ve Celal ikilemesi ya da Umberto Eco\'nun "Önceki Günün Adası"\'ndaki ikizini arayan karakteri gibi. Bizim karakterlerimiz ise içinde bulundukları mekan ile anlamlanıyor. Geçtiğimiz yıl ayni ipte oynayan ve denge oyunu kuran iki cambaz iken bu yıl tahterevallinin iki ucunda bu oyunun ve festivalin coşkusu içindeler.” dedi.  BİR BAŞARI ÖYKÜSÜ: EMRAH YÜCEL   1995 yılında Amerika’ya yerleşen Emrah Yücel şu anda Iconius adlı kendi reklam ajansında Amerika’nın en büyük kablolu televizyon kanalı HBO’nun yanı sıra Miramax, MGM, Fox, Paramount, Universal, Warner Brothers, Dreamworks, Intermedia ve Lions Gate Home Entertainment gibi dünyanın önde gelen yapım şirketleri için işler yapıyor.   ‘Kill Bill I ve II’, ‘Frida’, ‘Cold Mountain’, ‘Hero’, ‘The Hours’, ‘Star Wars Trilogy’, ‘I Robot’, ‘Talented Mr. Ripley’ ve ‘Tailor of Panama’ gibi ünlü filmlerin ve ‘Sopranos’, ‘The Wire’, Robin Williams’ın ‘Broadway’, ‘Oz’ ve ‘Six Feet Under’ gibi dizilerin afişlerine de imza atan Yücel; Türkiye’de ise ‘Vizontele’, ‘G.O.R.A.’ gibi filmlerin afişlerinin tasarımını gerçekleştirdi.
Bitmeyen Güven Sorunu (Şrek 3)
04.07.2007

Bitmeyen Güven Sorunu (Şrek 3)

İlk shrek’i izlediğim anı hatırlıyorum. Daha ön sıraya geçip tamamen tekniğine bakmıştım. Animasyonda yaratılan bu yenilik ve gerekçilik konuya ilgi duyanlar için devrimdi. Hele birde filmin güzel olması bu sevinci ikiye katlamıştı. Eski masal kahramanları ile sevimli bir yeşil dev (kendisi sevimsiz olduğunu iddia etse de) konuşma artık sus diyeceğimiz geveze bir eşek zorunlu bir işbirliğine gidiyorlardı. Müthiş zeki senaryoda kullanılan ana materyalin tersyüz edilmesi hayranlık uyandırıyordu. Sonunda kerevetine çıktığımız masalın animasyon dünyasını değiştirdiği muhakkak. Her yaşa hitap eden ve güldüren katıksız bir eğlence.
Yaratık
04.07.2007

Yaratık

2000 yılında Güney Kore’nin başkenti Seul’daki bir amerikan üssünde çalışan Amerikalı bir ordu mensubu bol miktarda Formaldehiti lağıma dökmüş ve kimyasal şehri ortasından ikiye bölen Han nehri’ne karışmış. Bunun neticesinde şehrin doğal yapısında meydana gelen çeşitli olumsuz etkiler, ülkede amerikaya karşı büyük bir nefret dalgası yaratmış. Üstüne üstlük Amerikan ordusu yetkililerinin olay sonrası gayet umursamaz tavırları tüm bunlara tuz biber olmuş. Kore halkını en çok sinirlendiren şey ise kendi hükümetlerinin olayda oynadıkları pasif rol sonucu Amerikan ordusuna sözlerini geçirememeleri olmuş. Olaya sebep olan McFarland adındaki görevlinin olaydan sorumlu olduğu belirlenmesine rağmen Kore hükümetinin hiçbir yetki gücünü kullanamaması halkı kızdırmış. Kısa sürede ortadan kaybolan McFarland’ın yaklaşık beş yıl sonra uzun pazarlıklar sonucu mahkemeye çıkması ve umut verse de, cezası sabit bulunduğu halde ceza almaması kore halkını öfkelendirmiş.
Şrek 3 (Shrek The Third)
26.06.2007

Şrek 3 (Shrek The Third)

Animasyon filmleri doksanlı yıllarda canlanmaya başladığında çocuklar için yeni bir eğlence kapısı da açılmış oluyordu. Çocuklar bu yeni nesil çizgi filmleri çok sevmişti; birçok animasyon da gecikmedi, çocuklara yönelik. Bir gün çocuklar kadar büyüklerin de zevk alacağı bir film yapıldı: Şrek. Bu animasyon harikası hem küçükler için eğlenceli bir masaldı, hem de büyükler için çocukluk günlerine muzır bir dönüş ve göndermelerle süslü bir masallar diyarı parodisiydi. E, hal böyle olunca pek bir sevildi, şişko, yeşil ve sevimli yaratığımız. Böylesine, klişeleşmiş ne varsa evirip çevirip çok orijinal bir formda önümüze sunan bir filmin devamının gelmesi kaçınılmazdı. Ne de olsa, Şrek, eşek ve Fiona bir filme sığmayacak kadar aykırı birer kahramandılar. İşte böyle başlayan Şrek macerasının üçüncü ayağı geçen hafta vizyona girdi. İlk iki filmden tanıdığımız tüm karakterlerle yola devam ediyoruz. Şrek, Fiona, Eşek, Çizmeli Kedi ve diğerleri. Ayrıca bu filmde yeni karakterlerle da tanışacağız. Birisi, Fiona’nın kuzeni Artie, diğeri de meşhur büyücü Merlin. Şrek’in başı bu defa büyük belada; bir yandan krallık, bir yandan babalık telaşı! Şrek kral olmamak için kuzen Artie’yi aramaya gidecektir. Bu sırada Yakışıklı Prens de boş durmayacak, kendine yandaşlar arayacaktır.  Bu arada önceki filmlerin yönetmeni, Andrew Adamson bu filmde görev almıyor ama koltuk yine ekipten birine emanet: Chris Miller. Biraz da film hakkında bahsedelim, filmi izlemiş birinin gözüyle. Öncelikle 3. Şrek’i ilk ikisiyle karşılaştıracak değilim. Onun yerine sanki bütünün bir parçasıymış gibi yazıyorum. Şrek 3, renkliliğinden hiçbir şey kaybetmemiş. Aynı enerjik, komik ve ironik hal devam ediyor. Yine çok eğlenceli diyaloglarla bezeli, dalga geçebildiği her şeye el atmış, deli dolu bir masal var karşımızda. Bu sefer ön plana çıkanlarsa galiba prensesler! Bir yanda karateci Fiona, diğer yanda her ortamda uyuyabilen Uyuyan Güzel, temizlik hastası Külkedisi… Hele öyle çılgın bir Pamuk Prenses yaratmışlar ki, sormayın! Daha başka el atmadıkları masal kahramanı / anti-kahramanı da kalmamış zaten. Kaptan Kanca’dan kötü kalpli cadıya kadar… Yine filmde yer alan kolej öğrencileri sahneleri de müthiş. (Durup dururken burnu kanayan çocuğa bayıldım.) Filmin karakterlerinden başka teknik yönünde de gelişme gözden kaçmıyor. Araya girmiş üç senenin avantajlarından biri de bu. Hareketler daha akıcı, karakterler ve çevre çok detaylı. Filmin yer yer temposunun düştüğünü söylemek lazım. Her ne kadar espriler bizi bir an bile boş bırakmasa da, bilindik bir hikayenin -ters bir açıdan da olsa- işlenmiş olması bazen sıkabiliyor. Ama dedik ya, ne de olsa bu bir masal, hoş görmek lazım. Sonuç olarak, yine bol bol göndermelerle dolu -birine güleceğim derken diğerini kaçırabilirsiniz.- ince mizahı ile gerçekten hayran bırakan, eğlenceli bir iki saat vaat ediyor Şrek 3 bize. Zaten sırf o minicik Şrekleri ve Fionaları görmek için bile gidilir! Sinemayla kalın efendim…
Mersinema, ilk kısa film gösterimiyle sinemaseverlerin karşısına çıktı
25.06.2007

Mersinema, ilk kısa film gösterimiyle sinemaseverlerin karşısına çıktı

9 yönetmenden 9 film Farklı sanat ve meslek çevrelerinden insanların oluşturduğu ‘Mersinema Topluluğu’, ilk kısa film gösterimini gerçekleştirdi.  Mersin’de bir ilk olan kısa film gösteriminde 9 film beyaz perdeye yansıtıldı. Mersinema Topluluğunun düzenlediği kısa film gösterimine Mersinli gazeteciler damgasını vurdu. Gecede gösterilen 9 filmin 4’ü Mersin’de çeşitli basın kuruluşlarında çalışan gazeteciler tarafından çekildi. Mersinli gazetecilerin çektiği kısa filimler: Umut Koşan – Yitik Beşik; Esra Şasi – Umut Çiçekleri; Nilay Atılgan – Tuz Gölü; Soner Kan – Yüzleşme; Mersin’de sinema kültürünün gelişmesi amacıyla bir yıllık çalışmanın ardından 2 ay önce Gazeteci Umut Koşan, tiyatrocu Güler Cengiz, Erhan Sönmez ve İpek Yabanelli, ressam Mehmet Bayırhan, müzisyen Arif Adalı ve görüntü yönetmeni Yasin Korkmaz’ın bir araya gelerek kurdukları ‘Mersinema’nın hedefleri arasında Mersin’de nitelikli sinemanın oluşturulması yer alıyor. Mersinema’nın ilk çalışması ‘Yitik Beşik’,  13 ülke arasında birinci seçilirken, ikinci filmi ‘Liste’ ise Mersin’de yapılmış ilk gerilim filmi oldu. Akdeniz Belediyesi Konferans salonunda gerçekleştirilen Kısa film gösterimi öncesinde Mersinema Topluluğu’adına konuşan Kadir Baziki, “Birkaç kişi tarafından çekilen, birkaç kişi tarafından seyredilen ve birkaç gün içinde unutulan kısa metraj filmlerin daha geniş kitlelere ulaştırılması amacıyla düzenlenen bu etkinlik, kısa süre içinde başka yerlerde de gerçekleştirilecektir” dedi. Mersin’in bir kültür ve sanat kenti olması gerektiğini düşündüklerini ifade eden Baziki, şöyle konuştu: “Ancak bunun birkaç konserle gerçekleşeceğine inanmıyoruz. Bu anlamda sanatın her alanında yatırım yapılması gerekliliğini bir kez daha yineliyoruz. Mersin’de kısa metraj filmlerin festivaline yönelik ilk adımı atmış bulunuyoruz. Burada gösterilecek filmlerin bazıları, yönetmenlerinin ilk çalışması. Umuyoruz ki gelecekte daha nitelikli çalışmalara tanık olacağız. Tüm ekonomik zorluklara ve kısıtlamalara rağmen, sinema dilini kullanarak bir şeyleri ifade etmek çok güzel.” Gösterime katılan kısa filmler Yılmaz Şerif ‘in “Aydınlıktan Karanlığa” adlı filimi ile başlayan gecede sırasıyla şu filimler yer aldı. Yılmaz Şerif – Aydınlıktan Karanlığa; Umut Koşan – Yitik Beşik; Hasan Topuz – Deneme Beni; Nilay Atılgan – Tuz Gölü; Esra Şasi – Umut Çiçekleri; Soner Kan – Yüzleşme; Atilla Ertörer – Uyanış; Erkan Uzdur – Mış gibi; Yasin Korkmaz – Liste; Yoğun bir ilginin olduğu gecede, etkinliğin sadece gösterim olmaktan çıkıp festival haline dönüştürülmesi gerektiği görüşleri ifade edilirken, gecenin sonunda katılımcılara“Mersinema Topluluğu” tarafından birer teşekkür belgesi verildi.
22. Bond Filmini Marc Forster Yönetecek
22.06.2007

22. Bond Filmini Marc Forster Yönetecek

CULVER CITY, Kaliforniya, 21 Haziran 2007 – James Bond filmlerinin yapımcıları Michael G. Wilson ile Barbara Broccoli, Sony Pictures Entertainment ve Metro-Goldwyn-Mayer Stüdyoları tarafından 22. James Bond macerasını Marc Forster’ın yöneteceği açıklandı. Khaled Hosseini\'nin en çok satan romanından uyarlanan ve merakla beklenen “The Kite Runner” filminin de yönetmeni olan Forster, kısa süre önce de Sony Pictures için komedi hiti “Stranger Than Fiction’ı yönetti. Forster, ayrıca, En İyi Film de dahil olmak üzere yedi dalda Oscar® adayı “Finding Neverland” ve Halle Berry’ye En İyi Kadın Oyuncu dalında Oscar® getiren “Monster\'s Ball”a da yönetmen olarak imza attı. Forster çok yakında senarist Paul Haggis’le birlikte Neal Purvis ve Robert Wade’in yazdığı senaryonun taslağı üzerinde çalışmaya başlayacak. Daniel Craig, sinema tarihinin en başarılı film serisinin bugüne kadarki en yüksek hasılatını elde eden “Casino Royale”ın ardından, adı henüz konmamış olan 22. Bond yapımında, ünlü ajanı bir kez daha canlandıracak. Dünya çapında elde ettiği yaklaşık 600 milyon dolarlık gişe hasılatıyla, “Casino Royale” eleştirmenler tarafından bugüne kadarki en iyi Bond filmlerinden biri olarak değerlendirildi. Bond 22’nin çekimleri Aralık 2007’de Londra’daki Pinewood Stüdyoları’nda başlayacak. Columbia Pictures filmi tüm dünyada 7 Kasım 2008’de gösterime sunacak. Wilson ve Broccoli, "İstisnai bir yetenek ve eşsiz bir vizyon sahibi Marc Forster bir sonraki James Bond filmimizi yönetmeyi kabul ettiği için çok mutluyuz" dediler. Forster ise bu konuda şunları söyledi: "Her zaman için farklı türdeki hikayelere ilgi duymuşumdur ve hep bir Bond hayranı olmuşumdur; o yüzden, bu zorlu görevi üstlenmek çok heyecan verici. Bond karakterinin yeni çizgisi yönetmene yepyeni olasılıklar sunuyor. Daniel Craig, Barbara Broccoli, ve Michael Wilson’la, ayrıca Sony ve MGM’deki ekiplerle bu yeni filmde çalışacak olmaktan çok mutluyum". Sony Pictures Entertainment’ın Ortak Başkanı Amy Pascal’ın bu konudaki yorumları ise şöyle: “‘Stranger than Fiction’da Marc’la çalışmak harika bir deneyimdi; tekrar birlikte çalışacak olmaktan heyecan duyuyoruz. Kendisi oyuncu odaklı bir yönetmen; malzemeye yaklaşımı zekice ve zevkli. Onu Bond 22 için mükemmel seçim yapan şey, filme, aksiyon, mizah, gerilim ve heyecan gibi, Bond izleyicisinin beklediği tüm öğeleri katabilecek yeteneğe sahip olması". MGM’in Başkanı ve Yönetici Harry Sloan ise Pascal’ın sözlerine şunları ekliyor: "Bond serisi MGM\'in en değer verdiği miraslarından biri. Michael ile Barbara\'nın Marc Forster\'ın yönetmenlikteki yeteneklerine duyduğu güveni paylaşıyor, Bond hikayesinin günümüz izleyicisine ulaşması için göstereceği çabada kendisini destekliyoruz". Forster, CAA ve Management 360 şirketleri tarafından temsil ediliyor. EON Productions Hakkında Broccoli ailesine ait olan Eon Productions/Danjaq, LLC 1962 yılından bu yana “Casino Royale”ın de aralarında bulunduğu yirmi bir James Bond filmine imza attı. Michael G. Wilson ve Barbara Broccoli’nin yapımcılığını gerçekleştirdiği Bond filmleri sinema tarihinin en başarılı serisi. Bu serinin içinde “GoldenEye”, “Tomorrow Never Dies”, “The World Is Not Enough” ve “Die Another Day” gibi son dönem hitleri de bulunuyor. Eon Productions ve Danjaq, LLC birbirleriyle bağlantılı iki şirket olarak, James Bond markasının tüm dünyadaki ticari haklarını ellerinde bulunduruyorlar. Columbia Pictures Hakkında Columbia TriStar Motion Picture Group’un yan kuruluşu olan Columbia Pictures bir Sony Pictures Entertainment kuruluşu. Sony Pictures Entertainment (SPE) ise, Sony Corporation of America (SCA) ile Tokyo merkezli Sony Corporation’ın bir yan kuruluşu. SPE\'nin küresel operasyonları şöyle özetlenebilir: Sinema filmi yapımı ve dağıtımı; televizyon projeleri yapımı ve dağıtımı; dijital içerik yaratımı ve dağıtımı; dünya çapında kanal yatırımı; ev eğlence yapımları ve dağıtımı; stüdyo işletmeciliği; yeni eğlence projeleri, hizmeti ve teknolojileri geliştirme; ve 67 ülkede filme kaydedilmiş eğlence yapımları dağıtımı. Sony Pictures Entertainment’ı http://www.sonypictures.com adresinden ziyaret edebilirsiniz.