Sweeney Todd’dan Korkulur!
18.01.2008

Sweeney Todd’dan Korkulur!

Yönetmen Tim Burton ile oyuncu Johnny Depp’i altıncı kez aynı projede buluşturan “Sweeney Todd: Fleet Sokağının Şeytan Berberi” ile Johnny Depp ‘en iyi erkek oyuncu’ dalında Altın Küre kazanırken, “Sweeney Todd”a ‘en iyi film’ ödülü layık görüldü.   Ülkemizde 15 Şubat’ta vizyona girecek olan filmin yönetmeni Tim Burton haberi aldığında çok mutlu olduğunu belirterek, “Bu ödüller sayesinde birçok yetenekli oyuncu ve ekibin emeği fark ediliyor. Ümit ederim ki, bu ödül sayesinde böylesine sıradışı bir film daha büyük bir izleyici kitlesine ulaşır” dedi.   En iyi erkek oyuncu dalında ödül alan Johnny Depp ise Hollywood Yabancı Basın Birliği’ndeki arkadaşlarına, rol arkadaşı Helena Bonham Carter’a ve tüm film ekibine teşekkür ederek, “Tim Burton’ın güveni ve desteği olmasaydı bugün geldiğim yerde olamazdım” dedi. Efsanevi söz yazarı-besteci Stephen Sondheim’ın ödüllü müzikal başyapıtına dayanan film, zorlayıcı ve orijinal bir vizyona sahip. Filmde Depp, haksız yere hapse gönderilen ve sadece bu acımasız ceza için değil, karısı ile kızına olanların üzücü sonuçları için de intikam yemini eden Benjamin Barker/Sweeney Todd’u, Helena Bonham Carter ise onun saplantılı ölçüde kararlı suç ortağı Bayan Nellie Lovett’ı canlandırıyor.   Filmin başrollerinde Johnny Depp ve Helena Bonham Carter’ın yanısıra Alan Rickman, Timothy Spall ve Sacha Baron Cohen yer alıyorlar.
Amerikan Gangsteri: Bir Suç Yıldızının ‘Amerikan Rüyası’
17.01.2008

Amerikan Gangsteri: Bir Suç Yıldızının ‘Amerikan Rüyası’

Oscar ödüllü yıldızlar Denzel Washington ve Russell Crowe, Oscar ödüllü yapımcı Brian Grazer, yönetmen/yapımcı Ridley Scott ve Oscar ödüllü senaryo yazarı Steven Zaillian, uyuşturucu ticaretinin en acımasız gangsteri olarak tanınan Frank Lucas’ın Harlem sokaklarından başlayıp suç dünyasının zirvelerine tırmanışının ve Harlem sokaklarına adalet getirmeye kararlı bir polis tarafından alaşağı edilişinin gerçek öyküsünü anlatmak için güçlerini birleştirdiler. Ortaya muhteşem bir film çıktı: “Amerikan Gangsteri (American Gangster)”.
Birkaç Filmden Kolajla Zaman Durmuyor…
17.01.2008

Birkaç Filmden Kolajla Zaman Durmuyor…

Ülkemizde gösterime girmesini kuşkusuz “Horrorfest” festivaline borçlu olan bir film Ölüm Bekçisi, Amerika’da her yıl Kasım ayında yapılan korku filmleri festivalinde ironik olarak “Uğruna Ölünecek 8 Film” başlığı altında gösterildi. 9-18 Kasım tarihleri arasında gerçekleşen festivalde diğer yedi film arasından sıyrılmayı da başarmış görünüyor. O ana değin dağıtım problemleri yaşayan ekip bu sayede rahat bir nefes alıp, uluslararası arenaya çıkarak, fark edildi. Aslında bu sorunları tam olarak aştıkları da söylenemez. Hong-Kong, Singapur ve Almanya biletini alabildiler sadece. Filmin künyesine bakıldığında ise tüm bakışı değiştirecek dipnotlar fark etmek mümkün.  1999 yapımı Tv filmi “The Darklings” senaryosu ile pek dikkat çekmese de, 2002 yapımı “They (Onlar)” ile fark edilen senarist Brendon Hood korku filmlerine devam ediyor. 1988’de “Sotto il vestito niente 2” adlı İtalyan korku filmini hem yazıp, hem de yöneterek kariyerine başlayan Dario Pina da tıpkı senaristi gibi, kariyeri boyunca korku türüne hizmet etmiş bir isim. İrili ufaklı Tv yapımlarında, kalabalık senaryo ekibinde diğer türlerde de iş üretmesine rağmen, kendine ait üretimlerinde suç öğesini, korkudaki dramayı sıkça kullanıyor ya da kullanmıyor, seviyor! Pina-Hood ikilisinin korku sinemasına gönülden bağlı oluşları bu bakımdan filme bakışı biraz değiştiriyor. Biliyoruz ki, filmin başarısı ne olursa olsun, ikisi de üretmeye devam edecekler. Hali hazırda bilinen gerçeği burada söylemekte fayda var. Eğer korku filmi hayranı iseniz, korkmaya düşkün olduğunuz için, film boyunca kurulan atmosfere hayransınızdır. Türün janrına hayransınızdır. Kim ne derse desin, kötü olduğunu söyleseler bile izlersiniz filmi. Bu yönden bakıldığında, yönetmene de senariste de haki olan duygu aynı… İkilinin filmi yaparken amaçları muhtemelen türe bir şeyler katmak olmuştur. Bu yönde de birçok referans vermekten çekinmemişler. Ama bunların tadında kalması gerektiği kuralından anlaşılan haberleri yokmuş. Yeni yaratık üretme çabası ne kadar hoş olsa da, sanki melez gibi görünüyor. Ordan bir parça, buradan bir parça şeklinde. Hokey maçı sırasında topla belki de çok oynayan Ian, takımını kurtaran golü atar ama zaman dolmuştur, gol geçerli sayılmaz. Zaman ilerlemez Ian için... Arabasıyla giderken yolu kaplayan şeyi görür. Dokunur dokunmaz bambaşka bir yerde, başka bir hayata uyanır. Finale kadar zaman durmaya, Ian başka hayatlarda uyanmaya devam edecektir. Bu noktada da film orjinalliğinden kaybeder bolca… 1993 yapımı Harold Ramis filmi “Groundhog Day-Bugün Aslında Dündü” filmindeki haber sunucusu Phil Morris gibi aynı günü yaşamaktadır Ian Stone… 2004 yapımı “The Butterfly Effect-Kelebek Etkisi”ndeki Evan Treborn gibi farklı hayatlara uyanmaktadır. Tüm bunların arkasında da 1998 tarihli Alex Proyas başyapıtı “Dark City-Karanlık Şehir”deki gibi her şeyi değiştiren kötülerdir. Üstelik gariptir ki, bu ruh emici yaratıklar adeta “Matrix”ten kiralanan kostümler içinde dolanmaktadır. Hatırlattıklarına bir ekleme daha yapmakta fayda var. Paker-Stone ikilisinin kült çizgi serisi “South Park” karakterlerinden Kenny de her bölüm farklı şekillerde ölüyor, herkesin favori karakteri halini alıyordu. Fimin temel sorunlarından biri de bu zaten. Birçok filmi fazlaca hatırlatıyor olması. Daha da dallanıp budaklanacak detaylara ise hiç girmiyorlar. Örneğin Ian Stone hep aynı şekilde ölüyor. Farklı ölümler, gerilime kuşkusuz daha fazla katkı yapardı. Filmin her şeyi hatırlatması dışındaki diğer eksisi de her şeyi bilen adam faktörü. Ian’in sürekli karşılaştığı adam, her defasında bilgi veriyor, yardımcı oluyor ama izleyiciye azap veriyor adeta. Girdiği her sahneden sonra ne olacağını tahmin etmek hiç de zor değil. İlk önce Amerika’da çekilmesi planlanan film daha sonra İngiltere’de çekilmiş ama pek bir şey fark etmiyor. Amerikan havası filmin üzerinde olmaya devam etmiş. Oyuncular da senaryonun garipliğinden muzdarip çok karakterli, çok katmanlı oynamak zorunda kalıyor haliyle. Mike Vogel için ciddi bir çıkış mümkün olabilir, “Star Trek” filmi için Kaptan Kirk rolüne düşünülen isim olarak anılmaya başlanan oyuncu yakın zamanda daha sık görüneceğe benziyor. Dexter’in ikinci sezonunda ruh hastası alternatif kötümüz “Lila” karakteriyle öne çıkan Jamie Murray’ı yine kötülerden biri olarak görmek de gayet hoş. Dizideki karakterine benzer bir rolü oynamakta da zorlanmamış. Filmin yaratıklarını tasarlayan Stan Winston’u da anmakta fayda var. Beyazperdedeki yaratıkların efendisi, bilinen yaratıklara yeni eklemeler yapma denemelerini sürdürüyor. Bu anlamda özellikle karanlıkları seven Hood ile iyi bir ikili oluyorlar. Her ölümle yeni bir gerilme, yeni bir pencere açan filmin en büyük artısı ise sürekli tekrarlarla sıkıcı olmak çizgisini fazla zorlamadan bitmesi oluyor. Süre olarak tam da kıvamında... Birkaç absürd ayrıntıya rastlamak da mümkün. Bunlardan biri filmin finalinde görünen “Sonsuza dek yaşayacakmışsın gibi hayal kur, yarın ölecekmişsin gibi yaşa” sözü. Anlaşılan filmi izah eden amca yetmemiş ekibe, son bir mesaj vermek istemişler. Tüm bu notların sonunda birçok filmden yapılmış kolajlarla daha çok sıradan televizyon dizisi ya da filmi gibi duran “Ian Stone’un Ölümü” tadı tuzu olmayan bir film. Kurtaran tek noktası ise yapım ekibinin de korku gönüllüsü olması…
Beyaz Melek’ten Huzurevlerine Destek
17.01.2008

Beyaz Melek’ten Huzurevlerine Destek

Vizyona girdiği 9. haftada toplam 1.819.733 kişi tarafından izlenerek, tüm zamanların en çok izlenen 11.Türk filmi olan “Beyaz Melek”, huzurevlerine yapılacak bağış ile yeniden gündeme geldi. Devlet Bakanı Nimet Çubukçu, imzalanan protokol ile, gösterimi halen devam eden filmin 18 0cak- 7 Şubat tarihleri arasındaki gelirinin yapımcıya düşen payının yüzde 50’sinin huzurevlerine bağışlanacağını açıkladı. Beyaz Melek filminin, herkesin beğeniyle izlediği bir film olmanın yanı sıra, verdiği güçlü mesajla toplumda bir filmden çok daha öte anlamlar uyandırdığını belirten Devlet Bakanı Nimet Çubukçu, “Sömestr boyunca, haydi gençler sinemaya” dedi.  
2008 Sineması
16.01.2008

2008 Sineması

2007 yılını ‘bir şekilde’ geçirdikten sonra “yeni yıl, yeni yıl!” diye kutlayarak girdiğimiz 2008 senesi geldi, geçiyor bile...”2007’de sinema adına neler yaşadık, beklentilerimiz karşılandı mı, göze çarpan filmler hangileriydi” gibi soruların yanıtlarını yeni yıl haftasında yayınlanan pek çok kritikten okudunuz. O yüzden bu sorulara yanıt aramak yerine, önümüze, yani 2008 yılında sinemalarda neler yaşayacağız, onlara kısaca bir göz atalım...
Cloverfield’in Açılış Sahnesi
15.01.2008

Cloverfield’in Açılış Sahnesi

Bugüne kadar gizli tutulan, gizli çekilen ve sinemaseverlerin ilk defa “Transformers”ın ön gösterimi öncesinde haberdar olduğu bilimkurgu filmi “Cloverfield”(Canavar), 15 Şubat’ta gösterime giriyor. Yapımcılığını J.J. Abrams’ın, yönetmenliğini Matt Reeves’in üstlendiği; senaryosunu Drew Goddard’ın yazdığı filmde New York’a düzenlenen bir canavar saldırısına tanıklık eden insanların öyküsü anlatılıyor.
65. Altın Küre Ödülleri
14.01.2008

65. Altın Küre Ödülleri

Writers Guild of America (WGA) yazarlarının 5 Kasım 2007’den itibaren devam ettirdikleri grev  nedeniyle bu yıl geleneksel Altın Küre Ödül Töreni’nin yapılmaması yönünde alınan karar neticesinde, NBC televizyonundan yayınlanan 35 dakikalık sade bir basın toplantısı ile kamuoyuna duyurulan 65. Altın Küre Ödülleri sahiplerini buldu. Drama dalında Joe Wright'ın yönettiği "Atonement” (Kefaret); müzikal ya da komedi dalında ise Tim Burton imzalı “Sweeney Todd”un “en iyi film” seçildiği 65. Altın Küre Ödülleri’nde ödül kazananların tam listesi ise şöyle:
2007’ye Toplu Bakış
11.01.2008

2007’ye Toplu Bakış

Yeni bir yıla girmişken, geçen yılın değerlendirmesini yapmakta fayda var. Neler izledik, neleri beğendik ve nasıl uğurladık 2007’yi…Genel olarak bakıldığında ilk göze çarpan % 20’lik izleyici düşüşü. Geçen yıla oranla daha az insan film izlemek için sinemayı tercih etti. Büyük rakamlara erişen yıldız filmler olmadı maalesef. Özellikle de “Babam ve Oğlum” ve “Kurtlar Vadisi” gibi sinemaya gitme alışkanlığı olmayanları bile çekecek filmler çıkmadı. 2007 yılı genel olarak; fantastik filmlerin, çizgi roman uyarlamalarının ve devam filmlerinin yılı oldu. Büyük merakla gösterime giren “Shrek”, “Örümcek Adam”, “Karayip Korsanları”, “Testere” ve “Bourne” serilerinin şimdilik son filmlerini izledik. Aralarından ön plana çıkan, önceki iki filmi aratmayan “Bourne Ultimatom” oldu. “Devam filmleri kötü olur” önyargılarını da kırarak, senenin en iyi aksiyonlarından biri oluverdi. Roberto Rodriguez ile Tarantino ortaklığı ürünü “Grindhouse” projesi bizde pek değerini bulamasa da sinefillerin kucakladığı bir proje oldu. İki film de amaçlarına ulaşıyor, zevkle izleniyordu. Yeniden çevrim harikası olarak, ilk filmin açıklarını da kapatan” 3.10 to Yuma” iki iyi oyuncu ile ön plana çıktı. 1957 yapımı ilk filmden 50 yıl sonra bir klasik daha da güçlendirilip karşımıza geldi. Çizgi roman uyarlaması “300 Spartalı” tüm fanatiklerini memnun ederken, senenin en çok izlenen filmleri arasındaydı. Gücünü Beatles şarkılarından alan “Across the Universe” çok az şehirde ve sinemada gösterime girmesine rağmen izleyen herkesi mesteden filmlerdendi. 70’lerin müzikali gibi idi adeta… Bazı filmler de uzun süre beklendi. Bunlardan en önemlisi kuşkusuz “Kaynak”dı. Ölümsüzlüğün peşinde, aşkın gölgesinde bir adam ve mükemmel müzikleri ile “Kaynak” da çok fazla gösterim fırsatı bulamadı. Yine senenin sonlarına doğru gösterime giren ve oldukça uzun isimli “Korkak Robert Ford’un Jesse James Suikastı”, Brad Pitt faktörüne rağmen pek fazla izlenmedi, izleyenlerin de ortak görüşü entel dantel buğday sahneli bir film olduğu yönündeydi. Usta yönetmen David Fincher’ın bir tutkunun peşinden gittiği “Zodiac” seyirciyi ikiye bölse de senenin en iyilerindendi. 60 ve 70’lerde cinayetler işleyen ve asla yakalanamayan Zodiac lakaplı katilin izinden giden, izleyiciyi sürekli geren film Fincher’ın da iyice ustalaştığını kanıtlıyordu. Geçtiğimiz yıldan sarkan filmleri de anmak gerek. Gecikmeli gösterime giren ama Oscarların da gazıyla daha çok ilgi görmesine sevindiğimiz iki film senenin en iyileri arasında yerini aldı. Bağımsız yapım “Küçük Gün Işığım” Oscar’da hakkı yenenlerdendi. Zeki bir karamizah ve mükemmel bir ironi içeren film, genç bir oyuncuyu da sinema dünyasına kazandırdı. Bir başka usta David Cronenberg, bu sene kara film janrını değiştirerek izleyeni mest etti. Senenin en iyi filmlerinden “Şark Vaatleri” özellikle hamam sahnesi ile unutulmaz olacak. Senenin kuşkusuz en iyisi “Atonement-Kefaret” idi. İki aşığın parçalanan hayatları mükemmel bir kurgu ile işlenerek, harika bir film olarak seneye damgasını vurdu. Yankıları Oscar’da devam edecek kuşkusuz. Senenin Hollywood dışı yükselen seslerine bakıldığında göze çarpan, klişelerden uzak orijinal fikirler oluyor. Büyük çoğunluğu ödüllü olarak gösterime giren filmlerden öne çıkanlar da şunlar oldu: Balkanlar’dan acı dolu bir ana-kızın öyküsü “Esma’nın Sırrı”, çizgi roman uyarlaması, karakalem çizgileriyle saf sinema örneği “Persepolis” ve yıllardır çekilemez denen bir başyapıtı sinemaya kazandıran Tom Tykwer’in ustalığının kanıtı “Koku” en çok ön plana çıkanlardı. Uzakdoğu sineması elbette boş durmadı. Yine ince mizah barındıran ironik film harikası “Yaratık” ve Ang Lee ustanın cinselliği yoğun kullandığı “Dikkat Şehvet” izleyenleri memnun etti. 2006 yapımı mükemmel film “Pan’ın Labirenti” geç tanıştığımız nimetlerdendi. Özgün film denince seneye damgasını dev harflerle vuran film, yönetmenin yarattığı muhteşem atmosferi ile izleyenleri büyüledi. Belki de senenin birkaç defa izlenecek ender filmlerindendi. Oscar’lı “Başkalarının Hayatı”, sene içinde yitirdiğimiz oyuncu Ulrich Mühe’nin harika performansı ile ön plana çıkanlardandı. Berlin duvarının yıkılmasından öncesini anlatan filmler gelmeye devam ediyor. Hollywood’dan iyi filmler, başyapıtlar çok çıkmadığı gibi özgün işler de göremedik. Genelde klişelere dayanan senaryolarla karşılaştık. Özgün senaryo sıkıntısı çeken sektör, bir de senarist grevinin gölgesinde seneye kötü bir giriş yaptı. 2007’de en çok dikkat çeken ve “onların yılı oldu” denebilecek üç isim vardı. Özellikle “Transformers” ile çıkış yakalayan genç oynuncu Shia Labeouf, üç filmiyle dolu bir yıl geçiren Sienna Miller ve “Kefaret” ile dikkatleri çeken James McAvoy... Sinema açısından bir iki notu da belirtmekte fayda var. Martin Scorsese’in sonunda Oscar alabildiği yıldı 2007. “Olamaz, kötüdür” sesleri ile karşılanan “Rocky 6” ile Slyvester Stallone dostu düşmanı çatlattı. İlerleyen yaşına rağmen iyi bir film yaparak “Rambo 4” için özgüven tazelemiş de oldu. Kendi ilk üçümü vererek değerlendirmemi bitireyim…3.Kaynak 2. Şark Vaatleri 1.Kefaret.