Vampir Mitine Boş Atış...
18.07.2007

Vampir Mitine Boş Atış...

Sinemanın vampir macerası bir hayli eskiye dayanır. Gerçekte olmayan ama filmler gördüklerimiz dolayısıyla inandığımız vampir miti sinemanın gücünün kanıtıdır. Öyle ya daha sinemanın emekleme döneminde başlayan Boris Karloff’lu Frankensteinlar, Vampirler o kadar inandırıcıdır, o kadar ilgi çekicidir ki ilerleyen zamanlarda bu mite sürekli bir şeyle ekler sinema. Avrupa sineması Ölümü ete kemiğe büründürüp her şeyi ciddiye alırken, Amerikan sineması sürekli vampir mitine ekleme yapar. Ama ne gariptir ki ne kadar gerçek dışı olursa o kadar çok inanırız. 1922 tarihli F.W. Murnau klasiği “Nosferatu” halen sinema okuyanların gözdesi. Filmdeki ekspresyonizm dalgası halen sinemanın başyapıtlarında olmasını sağlıyor.1932 tarihli Carl Theodor Dryer klasiği “Vampyr” de ekspresyonizm başyapıtlarından. 1931 yılında Bela Lugosi’nin canlandırdığı “Dracula” o kadar etkileyiciydiki, Lugosi kariyeri boyunca korku filmlerinin aranan oyuncusu ve efsanesi olarak kaldı. Yine başka bir efsane 1979’da Werner Herzog filmi “Nosferatu”da “Dracula”yı muhteşem bir oyunla canlandıran ayrıksı star Klaus Kinski idi. Yine korku sinemasının kült oyuncularından Christopher Lee 1966’da Terence Fisher filminde “Dracula” olanlardan biri idi. Ve bu rol uzunca bir süre onunla özdeşleşti.
Oda da boş filmde (Boş Oda)
16.07.2007

Oda da boş filmde (Boş Oda)

Sinema dünyasında otellerin önemi büyüktür. Büyük usta Alfred Hitchcock Sapık filminin başkarakteri Norman Bates’i metruk bir otele hapseder. Kimsenin uğramadığı terkedilmiş bu otele uğrayan kadının öldürülüş sahnesi sinema tarihine geçer. Daha sonra ustanın açtığı yoldan gidilir. Otellerde geçen film örnekleri çoğalır. Geçtiğimiz aylarda izlediğimiz Böcek tamamen Otelde geçer. Karakterlerimiz odadan dışarı adım atmaz neredeyse. Yalnız korku sinemasına ev sahipli yapmaz oteller. Meşhur Ocean serisi de Las Vegas’ın o hiç kapanmayan muhteşem otellerinde geçer. Casusluk filmlerininde ev sahipliğini yapar oteller. James Bonda otel odalarında fingirdeşir bond kızlarıyla. Yine büyük klasik The Graduate’de Mrs. Robinson genç aşığını otele atar sıklıkla. Balayına çıkan ve başına binbir türlü şey gelen karakterlerimiz de alır nasibin otellerden. Hatta 70’lerin sonunda yüzen otellere gelir sıra. Aşk Gemisi dizisi kült olur. Açtığı oldan Posedion’a kadar geliriz. Döner kapılarıyla da fon olur sinemaya oteller. Peter Sellers muhteşem Cluose karakteri şle otelin altını üstüne getirir. Türk sinemasında da otelleri görürüz. Henüz bir korku filmine kaynaklık etmese de sıklıkla otellerde geçen filmlere rastlarız. Yusuf Atılgan şaheseri özgün başyapıt Anayurt Oteli’nde de “Zebercet” de hayatını otelde hapsedenlerdendir. Hayatına son verişi de otel odasında olur. Yeni dönem sinemamızın başyapıtı Masumiyetde de otelin önemi çok büyüktür. Tüm film otelde geçer neredeyse. Otel girişinde birlikte sürekli eski türk filmleri izlenir. Özellikle bir dönem Kadir İnanır filmlerinde fon olarak kullanılır lüks otellerin yürüyen merdivenleri. Merdiven yürür sonunda Kadirizm tüm sert bakışıyla yakın çekime alınır. Son dönemde Çılgın Dershane filminde de ancak bizim aklımıza gelebilecek otelde hem tatil hemde eğitim fikri de notlardan biri olsun. Örnekler daha da çoğaltılabilir.   Gelelim Boş Oda filmine. Girişten daha her şey belli bir bakıma. Dağılmış aile. Geride kalan tam açıklanmayan çocuk da cabası. Karşılıklı suçlamalar. Gecenin köründe uykusu gelen adamın inatla arabayı sürmek istemesi ve mantık dışı yol seçimi yüzünden anayoldan sapıp kaybolmasıyla açıyoruz filmi. Sürekli birbirine sataşan çiftimizi görünce tamam diyoruz başlarına kötü bir şey gelecek ve bu didişmenin yerini sevgi alacak. Daha ilk baştan türün tüm klişelerine başvuran film bunu yapmakta hiç sakınca görmüyor. Aralarında pek uyum kimya olmayan iki oyuncuda buna eklenince o gece yolculuğu bizim içinde sıkıcı oluyor. Yine klasik numaraya başvuruluyor. Arabadan ses geliyor. Petrol da tamirat safası yola devam ama hemen araba bozulması. Bu arada da ikili arasında ipler geriliyor beklendiği gibi. Film işte burada başlamaya niyetleniyor. Bir otele adım atıyor çiftimiz. Ve gelen çığlıklarla başlıyor film. Ama otel görevlisi gelir gelmez her şey ortada. Öyle bir tip seçilmiş ki filmin sonunu adeta adamın suratına yazmışlar neredeyse. Çiftin odasına girişi ve adamımızın kasetleri taktıktan sonra, kasetteki görüntüler ile odayı karşılaştırması filmin zeka parıltısı taşıyan tek anı belki de. Sonrası malum kaçıp kovalamaca. Neredeyse tempo hiç düşmüyor ama onca çabalamadan sonra o kadar saçma sapan bir şekilde haklanıyor ki kötüler öylece kalakalıyorsunuz. En azından resepsiyonun arkasındaki odada bulunan yüzlerce kasetten bu işin artık uzmanı olduğunu düşündüğümüz 3 kişilik kötü adam grubumuz iki sevgilinin sevgilerini ve güçlerini birleştirmeleri nedeniyle haklanıyorlar?! Resepsiyon görevlimiz kadın tarafından o kadar kolay haklanıyor ki tüm gerilim boşa gidiyor. Sonuç olarak boş oda tüm beklentileri boşa çıkarıp ağızda ekşi tad bırakan 2 günlük yaş pasta gibi adeta, biri çöpe dökmeyi unutmuş, kabak bizim başımıza patlamış.
Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı Sektörün ve Stüdyonun Rekorlarını Kırıyor
13.07.2007

Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı Sektörün ve Stüdyonun Rekorlarını Kırıyor

 BURBANK, Kaliforniya, 12 Temmuz 2007 – Dünyanın dört bir yanındaki sinemalarda henüz ikinci gününe giren Warner Bros. Pictures filmi “Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı” gerek sektörün gerek stüdyonun gişe rekorlarını kırıyor. Açıklama bugün Yerel Dağıtım’ın başkanı Dan Fellman ile Warner Bros. Pictures Uluslar arası Dağıtım Bölümü başkanı Veronika Kwan-Rubinek tarafından yapıldı.             “Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı” Çarşamba günkü açılışında 44.2 milyon dolarla (daha önceki 2004 tarihli 40.4 milyon dolarlık) sektör rekorunu kırdı. Bu ciroya filmin 12 milyon dolarlık geceyarısı seansları hasılatı da dahil ki bu da sektörde bir başka rekor.             “Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı” Çarşamba günü gösterildiği 29 ülkede 29.2 milyon dolarlık açılış cirosuyla uluslararası gişe rekorlarını da elde etti: Hollanda ve Belçika’da sektörün en büyük, Fransa, İtalya ve Brezilya’da ise ikinci en büyük açılış hasılatını elde eden “Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı”, ayrıca, aralarında Fransa, İtalya, İspanya, Hollanda, Belçika, Avustralya, Kore ve Brezilya’nın da bulunduğu 22 ülkede en büyük “Harry Potter” açılışına da imza attı. Uluslararası rakamlar filmin bugün gösterime girdiği İngiltere ve Meksika’yı, Cumartesi günü gösterime gireceği Japonya’yı kapsamıyor.             Stüdyonun kendi ulusal rekorlarını da kıran “Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı” şimdiden, Warner Bros. Pictures’ın en yüksek geceyarısı hasılatı, en yüksek günlük hasılatı ve bugüne kadarki en yüksek “Harry Potter” açılış hasılatı rekorlarını ele geçirdi. Daha önce de ilan edildiği gibi, Warner Bros. Pictures, filmi ulus çapında 4.285 yerde 9.000 salonda gösterime sundu ki bu hiçbir Warner Bros. filminde olmadığı kadar geniş çaplı bir gösterim oldu. Ayrıca, “Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı” için Warner Bros. 22.000 adet master kopya basarak dünyanın dört bir yanına gönderdi. Bu şu ana kadarki en yüksek kopya sayısıydı. Film dünya çapında 1350 dijital salonda gösterilerek Warner Bros.’un en yüksek dijital sinema rekorunu da ele geçirdi.                    IMAX cephesinde de, “Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı” sektörün rekorlarını yerle bir ederek 90 Kuzey Amerika sinema salonunda 1.9 milyon dolar ciroyla en yüksek hasılatı elde etti. Bu rekor 450.000 dolarla geceyarısı gösterimi rekorunu da içeriyor. Film 91’i Amerika’da olmak üzere 126 IMAX salonunda gösterime girecek ki bu da şimdiye kadarki en yüksek rakam. Çoğu IMAX salonu filmin final sahnelerini 3-boyutlu olarak sunulacak.  “Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı”nda, Harry beşinci öğretim yılı için Hogwarts’a döndüğünde, büyücü camiasının büyük çoğunluğunun, onun kötü Lord Voltemort’la karşılaştığı gerçeğinin bir yalan olduğuna inandırıldıklarını görür ve onuru kırılır. Daha da kötüsü, Sihir Bakanı Cornelius Fudge yeni bir Karanlık Sanatlara Karşı Savunma öğretmeni atamıştır: İki yüzlü Profesör Dolores Umbridge. Ama Profesör Umbridge’in “Bakanlık onaylı” savunma sihri dersleri genç büyücüleri kendilerini tehdit eden Karanlık güçlere karşı hazırlıksız ve savunmasız bırakır. Bunun üzerine, arkadaşları Hermione ve Ron’un teşvikiyle,  Harry dizginleri eline almaya ikna olur. Kendilerine “Dumbledore’un Ordusu” adını veren bir grup öğrenciyle gizlice buluşan Harry, onlara Karanlık Sanatlara Karşı Savunma dersleri vermeye ve bu cesur genç büyücüleri önlerinde uzanan muazzam savaşa hazırlamaya başlar.               Warner Bros. Pictures bir Heyday Films yapımı olan “Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı”nı sunar. Filmin başrollerini Daniel Radcliffe, Rupert Grint, Emma Watson, Helena Bonham Carter, Robbie Coltrane, Warwick Davis, Ralph Fiennes, Michael Gambon, Brendan Gleeson, Richard Griffiths, Jason Isaacs, Gary Oldman, Alan Rickman, Fiona Shaw, Maggie Smith, Imelda Staunton, David Thewlis, Emma Thompson ve Julie Walters paylaşıyor.              David Heyman ve David Barron’ın yapımcılığını, Lionel Wigram’ın yönetici yapımcılığını gerçekleştirdiği filmi David Yates yönetti. J.K. Rowling’in aynı adlı kitabına dayanan filmin senaryosunu Michael Goldenberg kaleme aldı.    “Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı”nın dünya çapındaki dağıtımını bir Warner Bros. Entertainment kuruluşu olan Warner Bros. Pictures gerçekleştiriyor. Film Türkiye’de 10 Ağustos’ta vizyona girecek.
Haydi Transformer’lar, Dönüşün!
12.07.2007

Haydi Transformer’lar, Dönüşün!

Not: Bu yazı altı yaşındaki bir erkek çocuk tarafından yazılmıştır. Altı yaşındaki bir çocuğun hayal gücü çok geniştir. Altı yaşındaki bir çocuk, o kendine has evreninde her şeyin şeklini değiştirebilir. Yatağı bir uzay aracına dönüşebilir, kendine mandallardan arabalar, uçaklar yapabilir. On tanesi bir kutuda satılan o ucuz, minicik ve rengârenk arabalarından kendine bir ordu kurabilir. Hayal gücünü kapatan tek şey muhtemelen annesinin “yemek vakti” diye çağırmasıdır. Altı yaşındaki bir çocuğun aklını başından alabilecek şey ise, herhalde, bir araba, tank ya da gemiyken her tarafından asalet akan bir robota “dönüşen” oyuncaklardır. Hem bir araç, hem de robot olan, ama en güzel tarafı da şekil değiştirmesi olan bu oyuncaklar, bir çocuk için olağanüstüdür. “Transformers” isimli müthiş yaratıklarla tanışmam altı yaşıma rastlar. Çok severdik onları. Uğruna sabahların köründe kalkan, bir saniyesini bile kaçırmamak için uyanıp yüzünü bile yıkamadan televizyonun başına kurulan bir kuşaktan bahsediyoruz. Dolaplarının kapaklarına çıkartmalarını yapıştıran,  uyduruk maketlerini almak için ilk harçlığıyla bakkallara koşan (hani büyük robotu hiç tamamlayamazdık!) altı yaşındaki çocuklardan söz ediyoruz. Televizyonlarda çizgi filminden sonra çıkan, “Transformers!”, “İntertoy’dan!” diye beyinlerimize işleyen oyuncağının reklâmlarını ağzımız açık, neredeyse nefes almadan izlerdik. Üç kişilik velet grubumuzun hatırı sayılır bir Transformer ordusu bile vardı. Onlar bizim çocukluk kahramanlarımızdı. Böyle geçen bir çocukluktan sonra, o çizgi filmleriyle büyüdüğüm, üçüncü kalite maketlerini biriktirdiğim (ah o maketlerden yine bulabilsem!) defterlerimi bile onlarla kapladığım Transformer’ları, on altı yaşından sonra aşık olduğum sinema perdesinde görmek benim için nasıl büyük bir olaydır, anlatamam. İşte bu aylardır beklediğim, beklerken de fotoğraflarıyla avunduğum filme sonunda kavuştum. Hani uzun süredir kayıp köpeğine kavuşan bir çocuk düşünün. Ya da her zaman vitrinde izlediği ayakkabıya sahip olan bir kız… İşte bizimkisi de böyle bir kavuşma oldu. Sıkı sıkı sarıldık birbirimize. Filme dönecek olursak, film 150 milyon dolarlık bütçesiyle zaten kendini belli ediyordu. İzleyince gördük ki, yapımcı Spielberg ve yönetmen Michael Bay hakkını veren bir film yapmışlar. Film Decepticon’lardan Blackout’un bir ABD üssüne saldırması ile başlıyor. İşte ilk Transformer’ı, ilk dönüşümü bu nefes kesen açılış sahnesinde görüyoruz. Blackout’un dönüşümü gerçekten çok güzel. Daha sonra başrollerdeki karakterlerimizi tanıyacağımız ve saldırı sonrası ABD’nin durumunu göreceğimiz bir yolculuğa çıkıyoruz. Daha sonra Sam’in Bumblebee ile tanışması ve diğerlerinin dünyaya düşmesini izliyoruz. Buradan itibaren serüven başlıyor. Bir yanda Otobot’lar, diğer yanda Decepticon’lar… İki tarafın robotları çatışırken insan inanılmaz gaza geliyor. Soluksuz kovalamaca sahneleri, savaş anında bir anda form değiştiren robotlar çok estetik. Adamlar robotların tasarımına uğraşmışlar ve ortaya komplike, göz zevkimizi okşayan tasarımlar çıkmış. Robotların dönüşürken çıkardığı sesler çizgi filmiyle aynı. Savaşmak için yola çıkan otobotların otobanda arka arkaya dizilmesi tam da çizgi film ruhuna uygun. Hele Optimus Prime’ın “Otobotlar, dönüşün!” diye kükremesi tüylerimi diken diken etti. Zaten o kadar robot arasında zarafetle dikilen Optimus Prime’nin asaletine hayran kalmamak elde değil. Onun olduğu yerde insana bir güven duygusu geliyor. Aslında film hakkında söyleyecek çok şey var, ama ben daha çok Transformer’lardan bahsetmek istedim. Mesela, filmin özellikle ilk yarısındaki gereksiz yere uzatılmış sahneler var. Ciddi ve takım elbiseli adamların, askerlerin oradan oraya koşuşturdukları, emirler yağdırdıkları sahneler tempoyu yerle bir ediyor. Tamam, hikayeyi destekleyen unsurlara ihtiyaç var, ama böyle bir çizgi film uyarlamasında çok fazla inandırıcılığa da gerek yok. Bu sahnelerde göze sokulurcasına, resmen bir gövde gösterisi olarak Amerika’nın nasıl da üstün, hızlı, akıllı vs. olduğu anlatılıp duruyor. Ne yapalım, gülü seven dikenine katlanır. Bunun haricinde film insana deyim yerindeyse soluk aldırmıyor. Katıksız, saf aksiyon, tam da Bay’ın sevdiği şekilde, gözlerimize, dahası ruhlarımıza ziyafet çekiyor. Dikkatimi çeken bir diğer şey filmin mizah düzeyinin beklediğimden yukarılarda olmasıydı. Bazı sahneler gerçekten kahkahalara boğuyor. Filmin sonu ise beklediğim gibi, çizgi film ruhundan vazgeçmeden bitiyor. Tabi o kadarla sınırlı değil, muhtemelen bir devam filmi gelecek. (Şimdiden heyecanlandım!) Film bittiğinde koltukta çakılı kalmış ben nemli gözlerle altı yaşımı, çocukluğumu düşündüm. Altı yaşındaki bir çocuğun hayallerini ve hiç sahip olamadığım, o şekil değiştiren kocaman oyuncakların reklamlarını (“İntertoy’dan!”) düşündüm. Bana bu 140 dakikalık katıksız aksiyonu, zevki, nostaljiyi yaşattığı için emeği geçenlere teşekkür etmekten başka bir şey yapamadım. O zaman: Haydi Transformer’lar, dönüşün!
Altın Portakal\'ın Afişinde Başrol: Küçük Prens
10.07.2007

Altın Portakal\'ın Afişinde Başrol: Küçük Prens

Real’in ana sponsorluğunda, TÜRSAK ve AKSAV’ın işbirliğinde bu yıl 44.’sü gerçekleştirilecek olan Altın Portakal Film Festivali’nde, Hollywood’un ünlü grafik sanatçısı Emrah Yücel’in geleneksel imzası bu kez “Küçük Prens” esintisi ile sürüyor. Hollywood’un ünlü filmleri için tasarladığı afişlerle film yapımcılarının gözdesi olan Yücel, sinema reklâmcılığının Oscar’ı sayılan Key Art ödülünü iki kez üst üste kazandı. Festival başkanı Engin Yiğitgil ile birlikte Hollywood’da Türk Film Konseyi’nde başarılı çalışmalara imza atan Emrah Yücel’in tasarladığı 44. Altın Portakal Film Festivali’nin ve 3. Uluslararası Avrasya Film Festivali’nin afişleri, sadece görsellikleri ile değil, afişlerin ardındaki hikâyelerle de büyük ilgi çekiyor…  AFİŞ ÜÇLEMESİ   Uluslararası Antalya Film Festivali bünyesinde yaptığı yaratıcı ve yenilikçi çalışmalarıyla festivale yepyeni bir ruh kazandıran afişlerin sahibi Emrah Yücel, Antalya Altın Portakal Film Festivali ve Uluslararası Avrasya Film Festivali afişlerinin bu sene bir üçlemenin son halkasını oluşturduğunu ve son iki yılda oluşturulan kimliğin bir devamı olarak bu yıl da hem renk hem de kompozisyonlardaki figür bütünlüğünü koruduğunu belirtti. Yücel, afişlerde bu yıl kullanılan kahramanın Antoine de Saint-Exupéry’nin eserinden “Küçük Prens" olduğuna değinerek. “Kendisine ait portakal gezegeninde ve yine portakal güneşinin altında kuyruğuna film şeritlerini bağladığı uçurtmasını uçuruyor. Bu çocuksu coşku ve eğlenceli uçurtma oyunu festivalin heyecan verici enerjisini yansıtırken, öte yandan Küçük Prens karakteri hem izleyiciyi ve hem de sanatçıları temsil ediyor. Alıcı (izleyici) açısından filmleri izleme oyunu bir yana, yaratıcı (yönetmen, oyuncu ve film ekibi) tarafından da marifeti sergileme ve uçurtma uçurma becerisi resmediliyor.”dedi.  AVRUPA VE ASYA İKİZ KARDEŞ GİBİ   Festivalin uluslararası ayağını oluşturan Uluslararası Avrasya Film Festivali’nin afişini de hazırlayan Emrah Yücel, Asya ile Avrupa’yı buluşturan festivali anlatmak için farklı bir yol seçmiş. Vizontele Tuuba’nın genç oyuncusu Tuba Ünsal’ın modelliğini yaptığı afiş için Yücel “Geçen yıl olduğu gibi ikili (ikiz) figürler gene sahnede. Avrupa ve Asya aslında birbirleri ile ayni kimliklere sahip karakterler. Her ne kadar farklı olduklarını düşünseler de. Tıpkı Orhan Pamuk\'un "Kara Kitap”ındaki Galip ve Celal ikilemesi ya da Umberto Eco\'nun "Önceki Günün Adası"\'ndaki ikizini arayan karakteri gibi. Bizim karakterlerimiz ise içinde bulundukları mekan ile anlamlanıyor. Geçtiğimiz yıl ayni ipte oynayan ve denge oyunu kuran iki cambaz iken bu yıl tahterevallinin iki ucunda bu oyunun ve festivalin coşkusu içindeler.” dedi.  BİR BAŞARI ÖYKÜSÜ: EMRAH YÜCEL   1995 yılında Amerika’ya yerleşen Emrah Yücel şu anda Iconius adlı kendi reklam ajansında Amerika’nın en büyük kablolu televizyon kanalı HBO’nun yanı sıra Miramax, MGM, Fox, Paramount, Universal, Warner Brothers, Dreamworks, Intermedia ve Lions Gate Home Entertainment gibi dünyanın önde gelen yapım şirketleri için işler yapıyor.   ‘Kill Bill I ve II’, ‘Frida’, ‘Cold Mountain’, ‘Hero’, ‘The Hours’, ‘Star Wars Trilogy’, ‘I Robot’, ‘Talented Mr. Ripley’ ve ‘Tailor of Panama’ gibi ünlü filmlerin ve ‘Sopranos’, ‘The Wire’, Robin Williams’ın ‘Broadway’, ‘Oz’ ve ‘Six Feet Under’ gibi dizilerin afişlerine de imza atan Yücel; Türkiye’de ise ‘Vizontele’, ‘G.O.R.A.’ gibi filmlerin afişlerinin tasarımını gerçekleştirdi.
Bitmeyen Güven Sorunu (Şrek 3)
04.07.2007

Bitmeyen Güven Sorunu (Şrek 3)

İlk shrek’i izlediğim anı hatırlıyorum. Daha ön sıraya geçip tamamen tekniğine bakmıştım. Animasyonda yaratılan bu yenilik ve gerekçilik konuya ilgi duyanlar için devrimdi. Hele birde filmin güzel olması bu sevinci ikiye katlamıştı. Eski masal kahramanları ile sevimli bir yeşil dev (kendisi sevimsiz olduğunu iddia etse de) konuşma artık sus diyeceğimiz geveze bir eşek zorunlu bir işbirliğine gidiyorlardı. Müthiş zeki senaryoda kullanılan ana materyalin tersyüz edilmesi hayranlık uyandırıyordu. Sonunda kerevetine çıktığımız masalın animasyon dünyasını değiştirdiği muhakkak. Her yaşa hitap eden ve güldüren katıksız bir eğlence.
Yaratık
04.07.2007

Yaratık

2000 yılında Güney Kore’nin başkenti Seul’daki bir amerikan üssünde çalışan Amerikalı bir ordu mensubu bol miktarda Formaldehiti lağıma dökmüş ve kimyasal şehri ortasından ikiye bölen Han nehri’ne karışmış. Bunun neticesinde şehrin doğal yapısında meydana gelen çeşitli olumsuz etkiler, ülkede amerikaya karşı büyük bir nefret dalgası yaratmış. Üstüne üstlük Amerikan ordusu yetkililerinin olay sonrası gayet umursamaz tavırları tüm bunlara tuz biber olmuş. Kore halkını en çok sinirlendiren şey ise kendi hükümetlerinin olayda oynadıkları pasif rol sonucu Amerikan ordusuna sözlerini geçirememeleri olmuş. Olaya sebep olan McFarland adındaki görevlinin olaydan sorumlu olduğu belirlenmesine rağmen Kore hükümetinin hiçbir yetki gücünü kullanamaması halkı kızdırmış. Kısa sürede ortadan kaybolan McFarland’ın yaklaşık beş yıl sonra uzun pazarlıklar sonucu mahkemeye çıkması ve umut verse de, cezası sabit bulunduğu halde ceza almaması kore halkını öfkelendirmiş.