Yeşilçam Ödülleri Sahiplerini Buldu
04.03.2009

Yeşilçam Ödülleri Sahiplerini Buldu

04 Mart Salı akşamı Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda düzenlenen görkemli bir törenle sahiplerini bulan "Yeşilçam Ödülleri" gecesinin yıldızı, “en iyi film” ve “en iyi yönetmen” dahil olmak üzere 6 dalda ödül kazanan “Üç Maymun” oldu. 2008’in en çok ses getiren filmlerinden “Sonbahar”ın “Turkcell İlk Film Ödülü”ne layık görüldüğü gecede, filmdeki rolüyle A. Onur Saylak “en iyi erkek oyuncu” ödülünü aldı. İşte 2009 Yeşilçam Ödülleri’nin Sahipleri En İyi Film: Üç Maymun Turkcell İlk Film: Sonbahar En İyi Yönetmen: Nuri Bilge Ceylan (Üç Maymun) En İyi Senaryo: Ebru Ceylan, Nuri Bilge Ceylan, Ercan Kesal (Üç Maymun) En İyi Kadın Oyuncu: Hatice Aslan (Üç Maymun) En İyi Erkek Oyuncu: A. Onur Saylak (Sonbahar) En İyi Görüntü Yönetmeni: Gökhan Tiryaki (Üç Maymun) En İyi Müzik: Issız Adam En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Yıldız Kültür (Issız Adam) En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Altan Erkekli (O… Çocukları) Digitürk Genç Yetenek: Ahmet Rıfat Şungar (Üç Maymun)
Slumdog Millionaire, Oscar’ın Formülünü Bulmuş!
03.03.2009

Slumdog Millionaire, Oscar’ın Formülünü Bulmuş!

Sizi dünya sinemasının yeni kahramanı ile tanıştırmak istiyorum bayanlar baylar: Karşınızda Jamal K. Malik... Amerikan sinema endüstrisinin yarattığı, doğa üstü güçlere sahip yapay kahramanlara hiç benzemiyor Jamal. Çizgi filmlerde değil, Hindistan’ın gecekondu mahallelerinde yaşıyor. Sefalet içinde bir çocukluk geçirmesine rağmen, yüzü hep gülüyor Jamal’in. Bu hali bana, caddelerde onlarcasına rastladığımız sokak çocuklarını hatırlatıyor. Buz gibi bir havada, titreyerek sizden para isterken bile gözlerinin içi gülen çocukları... Duygu sömürüsü yapmak değil amacım, hep merak etmişimdir bunu nasıl başardıklarını. Jamal da onlardan biri gibi. Etrafındaki kötülüklere kayıtsız kalabilen, gördüğü onca pisliğe rağmen hiç kirlenmeyen bir sokak çocuğu. Onun tek bir dileği var hayatta: Yağmurlu bir gecede tanıştığı Latika’sından hiç ayrılmamak...   Dinlediğiniz bu hikaye ne kadar tanıdık değil mi? Hint diplomat Vikas Swarup’un romanından uyarlanan “Slumdog Millionaire”, baştan sona “doğulu” bir öyküyü taşıyor beyazperdeye. İlk bakışta şanssız bir çocuk gibi görünse de, edindiği iyi-kötü her tecrübe ile kendisini bekleyen “büyük mucize”ye hazırlanan Jamal’in, çöplüklerden milyonerliğe uzanan hikayesi, “kader”in nelere “kadir” olduğunu eşsiz örneklerle ortaya koyuyor. Yaşadığımız herşeyin bir nedeni olduğunu ve bazen en ufak ayrıntıların bile hayatımızı değiştirecek kadar önemli olabileceğini anlatan film, ancak doğulu bir toplumda bu derece baskın olabilecek “kaderci” yaklaşımıyla dikkat çekiyor. (“Batılılar kadere inanmaz” şeklinde okumayınız lütfen!) Gözü çocukluk aşkı Latika’dan başkasını görmeyen Jamal’in tükenmeyen sevgisi ve sadakati ise, sadece sinemada değil, tüm sanat eserlerinde hafife alınmaya başlanan “aşk” kavramı üzerine düşündürüyor seyircisini. (Jamal’in henüz 18 yaşında olduğunu göz ardı etmeyelim bu arada. Daha ne Latika’lar çıkacaktır karşısına!) Amerika’nın tüm dünyaya empoze etmeye çalıştığı (en azından Obama’ya kadar!) materyalist değerlere ters düşen bir öze sahip olmasına rağmen, Akademi jürisinden 8 Oscar almayı başaran “Slumdog Millionaire”ın sırrı nerede peki? Üstelik kadrosunda hiçbir yıldız oyuncu bulunmuyorken... (Bırakın yıldızı, filmde tüm kadro Hintli çocuk oyunculardan oluşuyor neredeyse!) Bu noktada filmin olağanüstü kurgusundan ve sürükleyici anlatımından bahsetmek gerek. “Slumdog Millionaire” olay örgüsünü, Hindistan’ın en popüler yarışma programı “Kim Milyoner Olmak İster?”e katılan ve büyük ödüle bir adım kala, yarışmaya hile karıştırdığı şüphesiyle tutuklanan Jamal’in hikayesi üzerine kuruyor. Zaman atlamalı bir kurgu eşliğinde, Jamal’e yöneltilen her soru sonrasında geçmişe dönüyor ve farklı bir yaşanmışlığa tanık oluyoruz. Tahmin edebileceğiniz gibi, sorular ve anılar birbiri ile bağlantılı. “Trainspotting” (1996) ve “28 Gün Sonra” (2002) gibi “rahatsız edici” filmler ile ismini duyuran İngiliz yönetmen Danny Boyle, peşinden biri kovalıyormuşcasına hızlı hareket eden kamerasını, “Slumdog Millionaire”de de kullanıyor. Karanlık filmlerde görmeye alışkın olduğumuz bu anlatım tekniği, pek bir yakışıyor filmin sürükleyici hikayesine. Kalbinizde heyecan, içinizde kıpırtılar eşliğinde ayrılıyorsunuz salondan. “Slumdog Millionaire”e “en iyi film” ve “en iyi yönetmen” dahil olmak üzere 8 dalda Oscar kazandıran bu formülün, acilen Türk sinemasında da denenmesi gerektiği kanaatindeyim.  Çözüm ortada: “Doğulu”, sıcak bir hikaye; “batılı”, modern bir anlatım.   
U2 3D: 3 Boyutlu U2 Konseri
02.03.2009

U2 3D: 3 Boyutlu U2 Konseri

Rock dünyasının efsanevi grubu U2’nun dijital 3 boyutlu olarak çekilen 85 dakikalık konser kaydından oluşan ‘U2 3D’, 13 Mart’ta gösterime giriyor. Grubun gerçek konser deneyimini yaşatmak üzere, gnçtrkcll sponsorluğundaki REAL D 3D teknolojisi ile 3 boyutlu olarak gösterilecek film; İstanbul, Ankara ve İzmir’deki Cinebonus sinemalarında seyirci ile buluşacak. gnçtrkcll’liler için filmin gösterimde olduğu süre boyunca her gün tüm seanslarda “1 bilet alana 2.bilet bedava” olacak. Dünyanın en ünlü gruplarından U2 tarafından 2006 yılında “Vertigo” konser turu kapsamında Güney Amerika’da, Meksiko City, Sao Paulo, Santiago ve Buenos Aires’de gerçekleşen 7  stadyum konserinde, dijital 3 boyutlu kameralar ile çekilen görüntülerden oluşan film, sizi stadyum konserlerinin heyecan veren enerjisini yaşamaya davet ediyor. Üstün dijital 3 boyutlu görüntü teknolojisi ve multi-kanal dijital surround ses sistemi ile birleştiğinde olağanüstü gerçeklik duygusu ile kendinizi U2 konserinin tam ortasında hissedeceksiniz. U2 3D  gösterimlerinin yapılacağı salonlar: Cinebonus Kanyon, Levent  Istanbul / 0212 353 08 53 Cinebonus Nautilus, Kadıköy Istanbul/ 0216 339 85 85 Cinebonus Capacity,Bakırköy Istanbul/ 0212 559 49 49 Cinebonus Gmall,  Maçka Istanbul / 0212 232 44 40 Cinebonus Palladium, Kozyatağı Istanbul / 0216 663 11 41 Cinebonus Panora, Ankara / 0312 491 64 65 Cinebonus Arcadium, Ankara / 0312 241 1 241 Cinebonus Kipa Balcova, Izmır / 0232 278 87 87 Film hakkında detaylı bilgi ve görseller için tıklayın.
‘Bergman ve Kadınlar’ Festivali
27.02.2009

‘Bergman ve Kadınlar’ Festivali

Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali ve İsveç Büyükelçiliği, Ingmar Bergman filmlerinden oluşan mini bir festival düzenliyor. “Bergman ve Kadınlar” adlı festivalde Bergman’ın kadın karakterler üzerine kurulu filmleri gösterilecek. Kadın karakter yaratmaktaki hüneriyle tanınan İsveçli yönetmen Ingmar Bergman’ın 8 filminin yer alacağı gösterim programında, birbirinden farklı kadın öyküleri Ankara’da sinemaseverlerle buluşacak. 5 Mart’ta, ‘Bekleyen Kadınlar’ın gösterimiyle başlayacak olan festivalde, Bergman sinemasında yer etmiş, sinema tarihinin en önemli kadın karakterlerinin bazılarını yaratmış filmlerden özel bir seçki sunulacak. 50’lerden 70’lere Bergman başyapıtları Bergman filmografisinin 1950’lerden 1970 sonlarına uzanan döneminden seçilmiş filmler ise şöyle: Erken Bergman sinemasının en tipik örneklerinden biri olan ve kadınların erkekler hakkındaki keskin gözlemlerini eğlenceli bir dille anlatan ‘Bekleyen Kadınlar’ (Secrets Of Women); Jean-Luc Godard’ın “Yönetmenlerin en özgününün en özgün filmi” olarak tanımladığı ve Bergman’ın en erotik filmi sayılan ‘Monika’yla Geçen Yaz’ (Summer with Monika); Bergman’ın kadın erkek ilişkilerine kendine has üslubuyla yaklaştığı ve 20. yüzyılın önemli yapımları arasında yer alan Kadın Düşleri (Dreams); Cannes Film Festivali’nin dört oyuncusunu birden “en iyi kadın oyuncu ödülü”yle taçlandırdığı ‘Yaşamın Eşiğinde’ (Brink Of Life); Bergman’ın ilk renkli filmi de olan ve gözde aktrislerini ışıltılı bir grup olarak bir araya getiren ‘Bütün Bu Kadınlardan Söz Etmeden…’ (Now About These Women…); Kendisinden sonra sinemayı en çok etkilemiş ve hatta onu bizzat yaratmış olan filmlerden biri olan, Bibi Andersson ve Liv Ullmann’ın kusursuz oyunculuklarıyla hayat verdikleri Bergman başyapıtlarından ‘Persona’ (Persona); Sinema yazarı Roger Ebert’in “rahatsız edici ve korkutucu" olarak tanımladığı, sinemada insan ruhunun görüntülerini canlandıran en önemli film sayılan ‘Çığlıklar ve Fısıltılar’ (Cries And Whispers); Sven Nykvist'in yakın plan çekimlerinden oluşan olağanüstü görüntüleri yanında içtenliği ve tutkusuyla bütün duyularımızı esir alan öyküsü ve oyunculuklarıyla unutulmaz bir başyapıt olan ‘Güz Sonatı’ (Autumn Sonata). Bergman fotoğrafları Festival kapsamında ayrıca, “Bergman’la Buluşma” başlıklı bir fotoğraf sergisi düzenlenecek. Sanatçı Ove Wallin’in 23 yıllık arşivinden seçtiği fotoğraflardan oluşan sergi, Bergman’ın sinema ve tiyatro çalışmalarından unutulmaz kareler içeriyor. Sergi 12 Mart’a kadar Kızılırmak Sineması’nın fuayesinde görülebilir. Ayrıntılı bilgi için: Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali Tel: 0 312. 427 00 20 E-posta: festival@ucansupurge.org
5 Maddede 'Milyoner' (Slumdog Millionare)
27.02.2009

5 Maddede 'Milyoner' (Slumdog Millionare)

1)    Milyoner’in ilk dikkat çeken tarafı yönetmeninin Danny Boyle olması idi. “Shallow Grav” (Mezarını Derin Kaz), “Trainspotting”, “The Beach” (Kumsal) ve “28 Gün Sonra” gibi filmlerle ismini duyuran yönetmen, 8. filminde kamerasını Hindistan’a çeviriyor. Filmin yapımcıları arasında ABD ve İngiltere bulunsa da, Hint etkisi daha baskın. Gerek çekildiği ülke, gerek oyuncuları, gerekse senaryosu ve müziğiyle farklı bir filmle karşı karşıyayız. Alıştığımız Hollywood filmlerinden birini izlemiyoruz mesela. Bollywood’un Hollywood’la kesişmesi de denebilir. Bu arada film bir kitap uyarlaması. Orijinal kitap 12 tane, bazıları birbirinden bağımsız hikâyeden oluşuyor. Senaryo aşamasında da en çok bu durum zorlamış. Sonunda ise bölümler birbirine bağlanarak gayet güzel bir iş çıkmış ortaya. 2)    Filmin asıl kahramanı varoş bir Hindistan mahallesinde yaşayan 18 yaşındaki çaycı Jamal Malik. Jamal, ülkemizde de yayınlanan “Kim 500 Milyar İster” yarışmasına katılır ve yirmi milyon rupi kazanmak üzeredir. Finale bir adım kala ara verilir ve böyle bir çocuğun sorulara doğru cevap veremeyeceği düşünülerek sorgu altına alınır. Bu sorgu sırasında da Jamal çocukluktan başlayarak hikâyesini anlatır. Geçmişteki her olay sorularla bir şekilde kesişir ve ortaya enteresan bir hayat hikayesi çıkar. Bu arada hayatının en büyük aşkı Latika’nın da peşindedir. Tüm bu olaylara eşlik eden gizli kahraman da elbette Hindistan. 3)    Filmin kadrosuna bakıldığında Hint oyuncuları görüyoruz. Hatta çoğunun ilk başrol ya da oyunculuk deneyimi. Genç oyuncular Dev Patel (Jamal) ve Freida Pinto (Latika) iyi bir çift olurken (her ne kadar çok yan yana görünemeseler de) ilk başrol deneyimlerine göre de güzel bir performans sergilemişler. Ayrıca filmin en deneyimli ismi Hindistan’ın önemli aktörlerinden Anıl Kapor da sunucu rolüne gayet uygun ve yer yer Kenan Işık’ı hatırlatıyor. “Yarışmanın formatı neredeyse her ülkede aynı” diyoruz seyrederken. Çocuk oyuncular da gayet iyiler. Tavırlar ve bakışlar senaryoyu yukarı kaldıran nitelikte. Bu durumda elbette yönetmenin de iyi bir oyuncu yönlendiricisi olduğunu söyleyebiliriz. 4)    Hindistan’ı başka bir gözle görmek ya da keşfetmeye başlamak adına “Milyoner” faydalı bir film öncelikle. Bir yerde “dünyanın en büyük çamaşırhanesi” denen ülkenin bir İngiliz yönetmen tarafından böyle aktarılması önemli elbette. Hatta bir yerde gerçek Amerika ve gerçek Hindistan’ın tasvirleri de geçiyor. O anlamda da eleştirisini yapıyor film. Filmde dikkat çeken en büyük özelliklerden biri de kurgusu. Çok güzel geçişlerle film akıcı bir hale gelmiş. Renkli bir film gibi görünse de özellikle ilk yarıda kanınızı dondurabilecek soğuklukta sahneler de var. Ayrıca filmin Allah Rakkhha Rahman tarafından yapılan müzikleri de ayrı güzellikte. Hint müziğini modernize ederek çok iyi yedirmişler filme. Açılış şarkısı “O…Saya”dan final şarkısı “Jai Ho”ya kadar bir müzik şöleni içinde yer alıyorsunuz. 5)    Oscar dahil olmak üzere bir çok ödülü silip süpüren film, ödül alamasaydı da “iyi bir film” olarak anılmayı hakediyor. Bazıları filmin şişirildiğini söylese de ortada çok temiz bir iş var. Senaryo uyarlaması, oyunculukları, kurgusu, sanat yönetimi, müziği ve yönetmenliğiyle… Renkli bir finalle biten filmde gözyaşı da kahkaha da var. Umudun ve inanmanın ne kadar önemli olduğunu da anlayacaksınız belki de. Gerçek bir sinema filmi izlemeyeli uzun zaman oldu diyorsanız bu sezonun en dikkat çekici filmlerinden biri sizi en yakın sinemada bekliyor.
Hayallerin Peşinde: Kimdi Giden Kimdi Kalan?
27.02.2009

Hayallerin Peşinde: Kimdi Giden Kimdi Kalan?

Yıllar sonra Sam Mendes'in yeni alemeti farikası için bir araya gelen Kate Winslet ve Leonorda di Caprio, bu kez aşklarını her ne pahasına olursa olsun çılgınca yasayan genç aşıklar olarak değil, evlenip barklanmış orta yaşlı bir çift olarak karşımızda. “Hayallerin Peşinde” standart aşk filmlerinin aksine tehlikeli ve cazibesiz gibi görünen bir noktadan başlıyor hikayesini anlatmaya. “Ve evlenip mutlu oldular” diye bildiğimiz final anından sonrasını anlatıyor film. Belki de, film tüm cazibesini buradan alıyor. Nedir mi bu cazibe? Tabi ki sıradan olanı anlatmaya cesaret etmek. Frank (Leonardo di Caprio) ve April (Kate Winslet), yıllar içinde ilişkilerinin, evlilik-çocuk-iş denkleminde sıkışıp kaldığını dehşetle farkediyorlar. Sıradan olmamakla övünen çift, sıradanlığın en dibinde bir hayata saplanıp kaldıklarını anladıkları anda ise değişmeye karar veriyor. Herkesin şaşkın bakışları arasında çiftimiz işi gücü bırakıp, hayalleri ve sevgilerini sil baştan sınayabilmek için Paris'e yerleşmeye karar veriyor. Bu karar anından itibaren ikili birbirini yeniden keşfediyor. Hayallerin peşinde koşma fikri ikisine de güç veriyor. Sıradanlığın ortasında aldıkları kararla giderek yerleşik düzen için tehdit haline gelen çiftimiz, acaba hayallerinin peşinde daha nereye kadar koşabilecek? Son derece karanlık bir atmosfer üzerinden, evli bir çifti masaya yatıran Sam Mendes, Richard Yates'in çok satan romanını perdeye uyarlamakla çok isabetli bir karar vermiş. Holywood'da Amerikan ailesini masaya yatırarak kesip biçmede nam salmış yönetmen “American Beauty”den sonra yine bildik sularda yüzüyor. Üstelik bu sefer sular hiç de tekin değil. İhtiraslı bir şekilde kavga eden,yitip giden hayalleriyle beraber birbirlerini de yırtan, aldatan, sıkılan bir çift izliyoruz perdede. Seyirciyi hazmı zor, depresif ve irkiltici bir sinema deneyimi bekliyor. Gerek Kate Winslet gerekse Leonardo di Caprio çok başarılı bir oyun sergiliyor film boyunca. Tüm o buhran sahneleri, kavgalar, hepsi inanılmaz biçimde gerçek ve tanıdık. Belki de sırf bu yüzden bircok izleyici için hazmı zor bir deneyim “Hayallerin Peşinde”. Üzeri kremaya bulanmış tatlı aşk hikayeleri izlemeye alışmış izleyici için film sıkıcı ve depresif gelebilir ama bir kez içine girmeyi başarırsanız, size çok şey düşündüreceği bir gerçek. Özellikle finale yakın herkesi darmadağan eden kürtaj sahnesinin yıl boyu konuşulacağı aşikar. “Hayallerin Peşinde” birçok yönüyle övgüye değer bir film. Özellikle Kate Winslet'ın muhteşem performansıyla daha da yukarı çıkan filmin kalitesi yardımcı oyuncuların da en az başrol oyuncuları kadar iyi oyun vermesiyle iddiasını iyice pekiştiriyor. Leonardo di Caprio'nun Kate Winslet'ın yanında fiziksel olarak cılız ve yetersiz görünmesi ise belki de filmin tek açmazı. Kate Winslet gibi yuvarlak hatlı ve dişi bir oyuncunun yanına, ilerleyen yaşına rağmen liseli, yeni ergen bir oğlan çocuğu gibi görünen Leonardo di Caprio'nun reva görülmesi üzücü. Soruyorum, Ey “Titanic” sen nelere kadirsin? Sinemada katıksız bir dram, başarılı bir edebiyat uyarlaması izlemek isterim diyorsanız; “Hayallerin Peşinde” sizi salonlarda bekliyor. Herkese iyi seyirler.
Milyoner: Duygu Aforozu; Köpekler ve Para . Sokak
27.02.2009

Milyoner: Duygu Aforozu; Köpekler ve Para . Sokak

Kenar Mahalle : Şehrin merkezinden uzak ve çoğu kültürsüz , görgüsüz ve fakir halkın oturduğu semt , kenar semt. Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nün 2005 baskısı , İngilizce’deki “slum” kelimesinin karşılığı olan “kenar mahalle” nin anlamını yukarıdaki şekilde veriyor. Danny Boyle’un filmi de mevzuumuzla yakından alakalı olan kenar mahallelerin birinde yaşayan bir “köpek”! in milyoner olma serüvenini anlatıyor. Yaşadığımız zamanda insanların birbirlerini tamamıyla maddi sınıflandırma ile değerlendirdiğini göz önüne alırsak “köpek” kelimesinin duruşunu da az çok anlarız. Anlam çözümlemesine geçmeden önce kesinlikle atlamadan geçmemem gereken bir husus var. ”Slumdog Millionaire” konusu ne kadar sıra dışı olsa da gayet klasik bir başarı hikâyesi. Çok güzel , kaliteli , içten bir yapım ve fakat sekiz Oscar alacak kadar abartılacak bir film değil. Aslında filmin duruşu ile Oscar’ın duruşunu karşılaştırarak varıyorum bu yargıya. Ödülsüz kalmanın daha çok yakışacağı bir film(di) “Slumdog Millionaire”… //// Bilgin der ki : “ … hayatınızda hayale yer olsun , elzem duygulara ve bunları yansıtma imkanınız olduğu bir aynaya…” . Aynaların paramparça olduğu bir yer . Kirli ve görgüsüz çocuklar. Her şeye rağmen çocuklar. Yarışmada büyük ödüle uzanan Cemal Malik’in olanaksız olarak ithaf edilen başarısı. Kirli bir travma ve zorluğun , emekletmeye mahkum eden tiz sesleri. Çocuğun annesini kaybetmesi. Bir daha hiç bulamayacağını bildiği halde kaybetmesi. Kaybetmeye mahkum edilmesi. Tanrı:bir elinde yay.Tanrılar… Cemal Malik , kenar mahalle köpeğidir.Zaten milyoner olmayı da istememektedir. Çocuğun aşık olması : yağmurun zulüm gibi yağdığı bir gece . “LATİKA” Cemal Malik , yaşadığı ülkenin standart ! hayatındaki hiçbir mefhuma alışık değildir. Parıltısız dünyadır karşısındaki , çoğu kez sert ve zalim. Çocuğun, iyilik pazarlayan kötü niyetlilerle mücadele etmesi. Dilencilikten kaçması, Latika’dan zorla uzaklaşması, büyümeler, abinin ihaneti, Latika, girdaplar, pariteler. Amerikan insanını gereksiz şekilde övmeye kalkışan yönetmenin kifayetsizliği, anlamsızlığı. Gülersiniz ya da gülmezsiniz acı çekiyorum. Param olsa da kendimi kötü hissediyorum, olmasa da. Latika: altı harf DEĞİL. Cemal Malik’in alınyazısı. Kader… Aşkın dili tektir .Aşk , kişiden kişiye değişmez. Aşk: üç harf DEĞİL. //// “Milyoner” isminden daha çok “Sokak Köpeği” ismini yakıştırdığım bu film, fazlasıyla izlenmeye layık. Fakat kesinlikle Oscar’da sekiz dalda ödüle kavuştuğu için değil. Aksine; ödülün, kırmızı halıdakilerin, kırmızı halının çok çok dışında kaldığı için. Sınıflar arası o uçsuz farkı anlatan ve ödülsüzlüğe hayli yakışan bir film(di): Slumdog Millionaire. Sözü, acının kutsallığını etkileyici bir biçimde dile getiren şair Alper Gencer’in dizelerine emanet ediyorum. “senin ne güzel kamburun var onu al yanına” Vesselam…
Yıldız Kısa Film Festivali 6. Yılında!
26.02.2009

Yıldız Kısa Film Festivali 6. Yılında!

Yıldız Teknik Üniversitesi Sinema Kulübü tarafından düzenlenen, kısa film severlerin merakla beklediği “Yıldız Kısa Film Festivali”, 13 - 17 Nisan 2009 tarihleri arasında 6. kez izleyicisiyle buluşuyor. Katılımcılara, üretkenliklerini paylaşabilecekleri bir platform sunan festival, bu sene de sesini yükselterek duyurmaya devam ediyor. Bu yıl ilk olarak uluslararası alanda da kendini gösterecek olan festivale kısa film severler kurmaca, canlandırma, belgesel ve deneysel dalda ürettikleri eserleri ile katılabilecekler. Yarışmaya son katılım tarihi 13 Mart 2009. Katılan eserler festivalin bu yılki seçkin jüri üyeleri; Yeşim Ustaoğlu (Yönetmen), Meral Okay (Senarist), Engin Öztürk (Kurgu), Gökhan Atılmış (Görüntü Yönetmeni), Naz Erayda (Sanat Yönetmeni), Kerem Kurdoğlu (Animasyon), Yetkin Dikinciler (Oyuncu) ve Atilla Dorsay (Sinema Eleştirmeni) tarafından değerlendirilecek. Festival süresince gerçekleştirilecek etkinlikler ise şöyle; Kısa Film Yarışması: Festival kapsamında düzenlenecek yarışma bölümüne ulusal çapta tüm öğrenciler katılabilecekler. Yarışmaya katılan filmler, YTÜ Sinema Kulübü danışmanı Uğur Kutay başkanlığında, YTÜ Sinema Kulübü Yönetim Kurulu ve üyelerinden oluşan ön jüri tarafından değerlendirilecek. Ön jüri değerlendirmesinden geçen filmler arasından kurmaca, canlandırma ve deneysel dallarda ilk üçe giren filmler, esas jüri tarafından belirlenecek. Esas jürinin belirlediği her dalda en iyi üç film ve özel ödül olmak üzere toplam on film, gala gecesinde ödüllendirilecek. Bu yıl DFA, özel ödül olarak 4000 TL değerindeki DFA çekini ön elemeyi geçen filmler arasından en yaratıcı seçtiği filme verecek. Gala Gecesi (Kokteyl ve Ödül Töreni): 13.04.2009 tarihinde YTÜ Yıldız Kampüsü’nde düzenlenecek geceye sinema ve medya dünyasından seçkin konuklar ve festivalde gösterilecek filmlerin sahipleri katılacak. Kısa Film Gösterimleri: Festivale kabul edilen tüm filmlerin gösterimi yapılacak. Gösterimler YTÜ Yıldız Kampüsü içerisinde, diğer tüm etkinlikler gibi ücretsiz olarak izlenebilecek.    Özel Gösterimler: Festivale yollanan kısa filmlerden oluşturulan seçkinin yanı sıra, sinema tarihinden ve uluslararası festivallerde yayınlanmış nitelikli kısa filmlerden örnekler de festival izleyicisine sunulacak. Paneller, Söyleşiler ve Atölyeler: Festival kapsamında sinema dünyasından seçkin konukların katılımıyla sinema ve kısa film üzerine, panel ve söyleşiler düzenlenecek. Ayrıca festival süresince düzenlenecek atölye çalışmalarında, kısa filmin kamera arkası hakkında bilgi paylaşımı gerçekleştirilecek. Festival ile ilgili gelişmeleri takip etmek ve ayrıntılı bilgi edinmek için: www.yildizkisafilm.org
Oscar Gecesinden Akılda Kalanlar
25.02.2009

Oscar Gecesinden Akılda Kalanlar

Bir Oscar töreni daha geride kaldı. Basına sızdığı iddia edilen sonuçlarıyla, kırmızı halıda “kim şık, kim rüküş” yorumlarıyla ve hatta Mickey Rourke'un tekrar doğuşu iddialarıyla her zamanki ışıltısını gösterip, hoşçakal dedi akademi üyeleri. Amerika'da tüm şiddetiyle devam eden ekonomik kriz yüzünden sönük geçer mi kaygılarının egemen olmasına rağmen, Oscar gecesi her zamanki gibi görkemli ve eğlenceli anlara sahne oldu. Gelelim geceden akılda kalanlara:   Kate Winslet'ın “en iyi kadın oyuncu” ödülünü aldıktan sonra yaptığı ağlak ve heyecanlı konuşma, uzun süre daha tartışılacağa benziyor. Birçok yabancı gazete şimdiden "Kate filminde daha iyi iş çıkarmıştı" şeklinde başlıklar atmaya başladı.   “En iyi erkek oyuncu” dalında ödülü kapan Sean Penn'in eşcinsel haklarıyla ilgili yaptığı konuşma uzun uzun alkışlanırken, belki de seyircilerin aklında aynı şey vardı. Acaba eşcinsellikle ilgili tabu ve önyargılar bu tarz filmler yoluyla engellenebilir miydi?   Gecenin belki de en tartışmalı galibi “Slumdog Millionare” filmi oldu. Film ekibinin çocuk oyuncuları sömürdüğü ve Hindistan'daki sefaleti anlatırken samimi olmadığı iddiaları etrafta dolaşırken, David Fincher'ın çoktandır alması gereken “en iyi yönetmen” ödülünün bir başka bahara kalması birçok sinemaseveri üzdü.   Heath Ledger'in “en iyi yardımcı erkek oyuncu” ödülünü aldığının açıklanmasıyla kadınlı erkekli tüm Holywood yıldızlarının salya sümük ağlaması ise gecenin en hüzünlü anıydı belki de.   Gecede sunuculuk yapan Hugh Jackman ise çılgınca dans edip şarkılar söyleyerek herkesi şaşırttı. Genelde sert erkek rolleri ile hafızalarda yer edinen Jackman, izleyenleri kendisine hayran bırakırken, biz Türk izleyiciler ise sinirlenerek aynı soruyu soruyorduk. Sahi, her fırsatta “ben gay oynamam, rolüm için kilo almam, saçımı kazıtmam,onu yapmam bunu yapmam” diyen sözüm ona Türk starları ödül törenini izlerken acaba utanıyorlar mıydı?   Gecenin en sürpriz ödülü ise “en iyi yabancı film” dalında iddialı yapım “Beşir’le Wals”i geride bırakarak Oscar'ı kucaklayan  Japon yapımı “Departures” oldu.   Seneye yine görüşmek üzere altın heykelcik...
Sinema Yazarları ‘Sonbahar’ı Seçti
24.02.2009

Sinema Yazarları ‘Sonbahar’ı Seçti

22 Şubat Pazar akşamı Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda yapılan 41. Siyad Sinema Yazarları Ödülleri Töreni’nde, Özcan Alper’in yönettiği “Sonbahar”, “En İyi Film”, “En İyi Erkek Oyuncu”, “En İyi Senaryo” ve “En İyi Görüntü Yönetmeni” olmak üzere toplam dört dalda ödüle layık görüldü. Sinema dünyasının önemli  isimlerinin katıldığı gecede, Nuri Bilge Ceylan’ın yönettiği "Üç Maymun" ise “En İyi Yönetmen”, “En İyi Kadın Oyuncu”, “En İyi Kurgu” ve “En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu” ödüllerini kazandı. İşte sinema yazarlarının ödüle layık bulduğu filmler ve sanatçılar En İyi Film: Sonbahar (Yönetmen: Özcan Alper)
81. Oscar Ödülleri
23.02.2009

81. Oscar Ödülleri

Los Angeles Kodak Tiyatrosu’nda düzenlenen törenle sahiplerini bulan 81. Oscar Ödülleri gecesinde sonuçlar şaşırtmadı. “En iyi film” ve “en iyi yönetmen” dahil olmak üzere 8 dalda ödül kazanan “Slumdog Millionaire”, 81. Oscar Ödülleri gecesine damgasını vurdu. Gecede “en iyi erkek oyuncu” ödülü, “Milk” filminde, suikast sonucu öldürülen eşcinsel politikacı Harvey Milk’i canlandıran Sean Penn’in olurken; “En İyi Kadın Oyuncu” ödülüne “The Reader”daki performansıyla Kate Winslet layık görüldü. “En iyi yardımcı erkek oyuncu” dalında, “Kara Şövalye” filmindeki performansıyla ödüle layık görülen, geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz ünlü oyuncu Heath Ledger’ın ödülünü annesi, babası ve kız kardeşi aldı. İşte kazananların tam listesi En İyi Film: Milyoner (Slumdog Millionaire)
Yeşilçam Ödül Töreni 3 Mart'ta
20.02.2009

Yeşilçam Ödül Töreni 3 Mart'ta

Bu yıl 3 Mart’ta ikinci kez sahiplerini bulacak olan ve Türkiye’nin Oscar’ları olarak anılan “Yeşilçam Ödül Töreni”ni Halit Ergenç sunacak. Geçtiğimiz sene “Türk Filmleri Yarışıyor, Türk Sineması Kazanıyor” sloganıyla yola çıkan ödül töreninde bu yıl en iyi film kategorisinde “Üç Maymun”, “Sonbahar”, “Issız Adam”, “Devrim Arabaları” ve “A.R.O.G”; en iyi kadın oyuncu kategorisinde Hatice Aslan (Üç Maymun), Nurgül Yeşilçay (Vicdan), Demet Akbağ (O... Çocukları), Ayça Damgacı (Gitmek) ve Melis Birkan (Issız Adam); en iyi erkek oyuncu kategorisinde ise Onur Saylak (Sonbahar), Yavuz Bingöl (Üç Maymun), Cem Yılmaz (AROG), Çetin Tekindor (Ulak) ve Taner Birsel (Devrim Arabaları) yarışıyor. “En İyi Film”, “En İyi Yönetmen”, “En İyi Senaryo”, “En İyi Görüntü Yönetmeni”, “En İyi Müzik”, “En İyi Kadın Oyuncu”, “En İyi Erkek Oyuncu”, “En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu”, “En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu”, “Genç Yetenek” ve “Turkcell İlk Film” kategorilerinde verilecek Yeşilçam ödül heykelciklerinin yanı sıra, “En İyi Film” ödülünün sahibi 150 bin TL, “Turkcell İlk Film” ödülünün sahibi ise 30 bin TL’lik para ödülüyle desteklenecek.
Rotary Kısa Film Festivali Başlıyor
20.02.2009

Rotary Kısa Film Festivali Başlıyor

Sinemalar.com’un internet basın sponsorluğunu üstlendiği Rotary Kısa Film Festivali, 2430. Bölge Rotary Klüpleri tarafından genç sinemacıları motive etmek ve yeni heyecanlar oluşturmak amacıyla bu yıl ilk kez gerçekleştirilecek. Yaratıcı beyinleri, film ve film yapma sanatıyla biraraya getirerek, ülkeler arasındaki kardeşliği geliştirmeyi ve dünya barışına katkıda bulunmayı amaçlayan festival, 24 Şubat Salı günü başlıyor. 24- 27 Şubat 2009 tarihleri arasında Ankara Alman Kültür Merkezi’nde düzenlenecek festival, ücretsiz olarak izlenebilecek. 25 Şubat Çarşamba günü saat 16:00’da yönetmen Yücel Ünlü tarafından “Kısa Film”, 26 Şubat Perşembe günü saat 16:00’da yönetmen İsmail Güneş tarafından “Kısa Film Yönetimi” ve 27 Şubat Cuma günü Ankara Sinema Derneği Başkanı Ahmet Boyacıoğlu tarafından “Kısa Filmlerin Uluslararası Festivallere Katılımı” konulu çalıştaylar düzenlenecektir.. Her türlü bilgiye www.rofife.org adresinden ulaşabilir, sorularınızı rofife@gmail.com adresine yazabilirsiniz.
5 Maddede ‘The Spirit’
20.02.2009

5 Maddede ‘The Spirit’

1) 2005 tarihli “Sin City (Günah Şehri)” sayesinde yönetmen kimliğiyle tanıştığımız yazar-çizer Frank Miller’in yeni uyarlaması: The Spirit… Bu kez “Sin City” ve “300”de olduğu gibi kendi kitabından değil, Will Eisner’in 1940 tarihinde yarattığı kitabından yola çıkmış. Kitabı yazan Miller değil ancak senaryoya el atmış ve ortaya “Sin City”i anımsatacak bir film çıkmış. Son dönemde birçok çizgi romanı beyazperdede görüyoruz ancak çizgi roman karelerinin neredeyse birebir yansımalarını bu filmde görmek mümkün. Aynı durum “Sin City” için de geçerliydi. Hatta yer yer aynı filmi izliyormuş hissine de kapılmak mümkün. Görsellikleri çok güzel ancak birbirinden pek de bağımsız değil.Sanki birkaç değişiklikle “Sin City 2” olabilirmiş.  2) Filme adını da veren karakter “The Spirit”, aslında daha önce, kayıtlara göre ölmüş görünen eski polis memuru Denny Colt. Daha sonra bir şekilde bir güç tarafından hayata döndürülen Colt, ölmüş bilinmesinden faydalanarak yeni bir kimliğe bürünerek The Spirit olur ve Central City’i suçlulardan kurtaran, maskeli bir kahramana dönüşür. Bu tip filmlerde kahraman olan kişi genelde doğaüstü güçlere sahiptir ama Spirit’te durum farklı. Zira yaraları hemen iyileşse ve kurşunlardan etkilenmese de, bunun bir sebebi var ve ölümsüz değil. Eski hayatından ikinci hayatına nasıl geçtiği ve elindeki gücün sırrını film içerisinde öğreniyoruz zaten. Filmin kötüsü ise The Spirit’le “aslında aynı olduklarını savunan” Ahtapot (The Octopus). Artı kahramanımız ciddi bir kadın düşkünü. Bir dişi varlık karşısında hemen ekstra kibarlaşıp yelkenleri suya indirebiliyor. Öldüğünü sandığı bir sahnedeki “İnsanlar öldüğünde yaşadıkları gözünün önünden geçermiş ama benim tek gördüğüm kadınlardı” şeklindeki açıklaması da bunun işareti zaten.   3) ”The Spirit”in başrolünde yeni sayılabilecek bir isim, Gabriel Macht var. En popüler filmleri “Ben Sana Söylemiştim (Because I Said So)” ve “Çaylak (The Recruit)”  olarak sayılabilecek Macht’in ilk ciddi başrolü bu film. Yakışıklı, zaman zaman sıradan görünen hali (ki karakterde zaten güçler üstü bir varlık değil), kırmızı kravatı ve maskesinin altında parlayan mavi gözleriyle role yakışmış. Filmin en büyük artılarından biri ise şüphesiz “ahtapot” rolündeki Samuel L. Jackson. Birçok filmde iyi oyunculuğuna şahit olduğumuz aktör, bu filmde de parlamaya devam ediyor. Rolün üstüne bile çıkıyor hatta. Filmin kadınlarına gelince… Eva Mendes, “Sand Saref” rolü için biçilmiş kaftan gibi duruyor. Esmer güzelliği ve dişi ruhuyla canlandırdığı karakter çok iyi örtüşmüş. Filmde de parlak şeylere düşkün karakterine yakışır parlaklıkta görünüyor. Scarlett Johansson ise biraz daha kenarda kalmış. Ancak o da cool tavırları ile filmin iyilerinden.  4) Filmdeki, daha doğrusu kitaptaki “şehir” yaklaşımı enteresan. Zira The Spirit şehre, bir sevgiliye ya da bir anneye olan bağla bağlanmış durumda. Filmin açılışında da kapanışında da bunu dillendiriyor zaten. “En yalnız gecelerimde bile şehrim hep benim yanımdadır, beni hiç yalnız bırakmaz” derken, zaman zaman yalnızlığımızın suçunu tamamen yaşadığımız şehre atmamız geçti aklımdan. Herşey bir olaya baktığın yere bağlı aslında diye düşündürüyor. Bu arada filmde Batman, Robin ve Elektra gibi başka çizgi kahramanların da adının geçmesi sevimli olmuş.  5) “Sin City” ve “300”ü fazlasıyla sevenlerin dikkatini çekecek olan “The Spirit”, çok yeni bir şey anlatmayacak muhtemelen. Zira anlatılanları “Sin City”de görmüştük. Karanlık bir şehir, suçlular, gizemli kahramanlar... Aslında özleri aynı. Ancak yine de güzel bir seyirlik olduğunu söyleyebiliriz. (Zaten Miller’in Eisner’e bir saygı duruşu bu aslında.) İzlerken filme konsantrasyonunuzu kaybetmemeniz lazım. Zira diyaloglar arasında neredeyse hiç boşluk yok. Sürekli cümleler geçiyor önünüzden ve kaçırdığınız anda başka bir cümleyi okurken bulabilirsiniz kendinizi. Ayrıca film bittiğinde hemen salondan çıkmak yerine filmin finalinde Christina Aguilera tarafından seslendirilmiş “Falling In Love” şarkısını da sonuna kadar dinlemenizi öneririm. Son “James Bond” müziği keşke bu olsaymış diye düşünmedim değil.