Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye Alan En Unutulmaz Filmler

Avrupa’nın en büyük üç film festivalinden biri olan ve 72.sinin bu yıl 14-25 Mayıs tarihleri arasında düzenlenmesine karar verilen Cannes Film Festivali henüz yeni başlamışken, bugüne kadar festival kapsamındaki en büyük ödül olarak kabul edilen Altın Palmiye (Palme D'or)’yi kazanmış olan filmlerden bazılarını sizler için listeleştirdik.

Meraklısına: Grand Prix ve Jüri Özel Ödülleri, Altın Palmiye’den sonra, festival kapsamında verilen en önemli iki ödüldür.

1. Kış Uykusu (2014)

Yönetmenliğini dünyaca ünlü Türk yönetmen Nuri Bilge Ceylan’ın üstlendiği ve Cannes Film Festivali kapsamında en büyük ödül sayılan Altın Palmiye’nin 2014 yılında sahibi olan "Kış Uykusu"nun başrolünde Haluk Bilginer yer alıyor. Filmin oyuncu kadrosundaki diğer isimler ise Türkiye’nin önde gelen oyuncularından Demet Akbağ, Melisa Sözen, Ayberk Pekcan, Tamer Levent, Nejat İşler ve Nadir Sarıbacak.

Filmde, hayatının geri kalanını Kapadokya’da geçirmeye karar vermiş olan fakat entelektüel fakat sorumsuz tavırlarıyla etrafındaki iki kadınla iletişim sorunları yaşayan emekli oyuncu Aydın'ın hikâyesi anlatılıyor. 

Ayrıca ödülü almak için sahneye çıkan Nuri Bilge Ceylan, "Ödülümü son bir yılda Türkiye'de hayatını kaybeden gençlere adıyorum." diyerek de barışçıl bir açıklamada bulunmuştur.

2. Mavi En Sıcak Renktir (2013)

Prömiyerini yaptığı Cannes Film Festivali’nde hem eleştirmenler hem de seyirciler tarafından beğeni ve ilgi görerek festivalin büyük ödülünü almaya hak kazanan, Abdellatif Kechiche’nin yönetmenliği üstlendiği "Mavi En Sıcak Renktir/ Blue Is The Warmest Colour/ La Vie d’ Adèle"in başrol oyuncuları Adele Exarchopoulos ile Lea Seydoux da, 2013 yılındaki festivalde Altın Palmiye ödülüne layık görülmüştü. 

İki genç kızın yıllar boyu boyut değiştirerek devam eden birliktelikleri üzerinden hayatı ve “aşk” kavramını sorgulayan film, cinselliğe olan yaklaşımı ve sansürsüz sahneleri nedeniyle tartışmalara yol açmış olsa da, etkileyici bir LGBTİ filmi olarak sinema dünyasındaki geçerliliğini uzun yıllar kaybetmeyeceğe benziyor. 

3. Kare (2017)

2017 yılında 70.si düzenlenmiş olan Cannes Film Festivali’nden, favoriler arasında yer almamasına rağmen Altın Palmiye ödülü ile ayrılmış olan ve İsveçli yönetmen Ruben Östlund’ın yazıp yönettiği taşlama niteliğine sahip “The Square” filminde cep telefonunu kaybeden bir müze küratörünün (müze yöneticisinin) davranışlarının kontrolden çıkması konu ediliyor.  

Filmin Danimarkalı başrol oyuncusu Claes Bang‘in “Christian” rolü ile uluslararası camiada büyük bir çıkış yaptığı biliniyor. "The Square"in oyuncu kadrosunda yer alan diğer isimlerden bazıları ise; Elisabeth Moss, Dominic West, Terry Notary ve Christopher Læssø.

4. Ben, Daniel Blake (2016)

Yönetmen koltuğunda politik sinemanın en önemli isimlerinden Ken Loach’un oturduğu, politik dram filmi “I, Daniel Black”te saplandığı bürokratik bataktan kurtulmaya çalışan Daniel Blake’in hikâyesi anlatılıyor. 

Ken Loach’a 2006 yapımı “Özgürlük Rüzgarı”ndan sonra ikinci kez Altın Palmiye Ödülü kazanma şerefini yaşatan film, Ken Loach ve yıllardır birlikte çalışmaktan zevk aldığını her fırsatta dile getirdiği senaristi Paul Laverty’yle işbirlirliğinin bir başka ürünü. İkili, son yıllarda çektikleri en iyi film olarak saydıkları “I, Daniel Blake”te, gerçekçi yaklaşımlarından güç alırlarken bozuk sisteme ve boğucu bürokrasiye karşı dayanışmayı da ustalıkla yücelterek kendi dünya görüşlerini de yansıtmış oluyorlar. 

5. Aşk (2012)

65. Cannes Film Festivali’nde favoriler arasında olan ve festival sonunda da Altın Palmiye Ödülü’ne layık görülen Michael Haneke'nin “Amour”unda, yaşlı bir çiftin tutku dolu aşk hikâyesine odaklanılıyor. Kadının bunaması ve eşiyle yakınlaşmasının anlatıldığı filmin başrollerinde 81 yaşındaki Jean-Louis Trintignant ve 85 yaşındaki Emmanuelle Riva oynuyor. 

Avusturyalı yönetmen Michael Haneke, 2009 yılında da "Das weiße Band" (Beyaz Bant) filmi ile Altın Palmiye ödülüne layık görülmüştü.

6. Piyanist (2002)

Otoritelerce "Milenyum Çağı’nın En İyi Filmlerinden Biri" olarak kabul edilen, yalnızca Cannes’da Altın Palmiye’ye layık görülmekle kalmayan; ayrıca Oscar’da Adrien Brody’ye "En İyi Erkek Oyuncu"; Roman Polanski’ye "En iyi Yönetmen" ve son olarak Ronald Harwood’a "En İyi Uyarlama Senaryo" Oscar’ını kazandıran 2002 yapımı “The Pianist”, Yahudi soykırımını anlatan klasikleşmiş bir sinema eseridir. 

Uzun zaman geçse de hafızalardan silinmeyeceğini tahmin ettiğimiz filmde, savaşın içinde kalan ancak savaştan tamamen uzak bir insanın öyküsünün, Adrien Brody’nin kusursuza yakın oyunculuğu ile daha da çarpıcı hale geldiğini söylemek mümkün. 

7. Karanlıkta Dans (2000)

Sahip olduğu kalıtımsal hastalık nedeniyle görme yetisini zaman içerisinde kaybeden ve aynı kaderi oğlunun da yaşamaması için manevi olduğu kadar maddi de bir savaş veren bir annenin hikayesinin anlatıldığı film, 60'lı yılların Amerika’sında geçiyor.

Björk’ün hayat verdiği Selma karakterinin hayatını trajik bir hikâyeyle, dram ve şarkıların yer aldığı bir müzikal olarak iki farklı açıdan anlatan film, bu kadar farklı iki tarzı Danimarkalı yönetmen Lars Von Trier’in dâhiyane zekâsı ve üstün yeteneği sayesinde birleştirilebilmiş.

8. Sonsuzluk ve Bir Gün (1998)

Bundan tam 11 yıl önce 61. Cannes Film Festivali’nde büyük ödülü alan "Eternity and a Day" filmi Avrupa Sineması’nın en önemli hikâye anlatıcılarından biri olan Theodoros Angelopoulos’un kendine has üslubu ile oluşturup yönettiği masalsı bir başyapıttır. 

Ünlü yazar Alexander, ciddi bir hastalık nedeniyle bir gün sonra hastaneye yatması gerektiğinden, vefat eden eşi Anna’dan kalan mektupları teslim etmek ve köpeğini emanet etmek için kızının evine doğru çıktığı yolda arabasının camını silmeye çalışan mülteci bir çocuğu polisin elinden kurtarır. Film sıradan bir hikâyeye sahipken bu karşılaşma sonrasında, Alexander ve adını hiç öğrenemediğimiz mülteci bir çocuğun bir gün içinde yaşadıklarını konu alır.

Özellikle sınır metaforu üzerinde durulan filmde, okunan mektuplarla ve anlatılan hikâyelerle zamana dair sınırlar kaybolur ve iki farklı zaman dilimi birbirine harmanlanır. Eleni Karaindrou‘nun muhteşem piyano resitaliyle daha da can alıcı bir hal alan "Eternity and a Day"de muhteşem bir masalın tam ortasında yer almaya hazır olmanızı öneririz.

9. Ucuz Roman (1994)

1994 yılında düzenlenen 57. Cannes Film Festivali, döneminin altın çocuğu olarak anılan Quentin Tarantino için aslında pek de iyi başlamamıştı. O yılki favori olan Krzysztof Kieślowski filmi "Trois couleurs: Rouge"u “Pulp Fiction” ile geride bırakan Tarantino, ödülünü almak için sahneye çıktığında törende bulunan izleyiciler arasında bu kararı beğenmeyenler de vardı. Ünlü yönetmen ve film ekibi seyirciler tarafından yuhalandı, hatta olay o kadar abartılı bir hal aldı ki bir kadın; “Bu bir skandal!” diye bağırdı ve bununla yetinmeyip üstüne bir de küfür etti. Tarantino’nun tüm bu yaşanılanlara tepkisi ise kendisini yuhalayanlara orta parmağını kaldırmak oldu. 

Quentin Tarantino’nun yalnızca yönetmenliğini üstlenmediği, ayrıca senaryosunu da Roger Avary ile birlikte yazdığı 1994 yapımı “Pulp Fiction”, postmodern sinemanın kült kabul edilen filmlerinden biridir. Kadrosunda John Travolta, Samuel L. Jackson, Uma Thurman, Bruce Willis gibi yıldız isimleri barındıran film, birbirine âşık küçük çaplı iki soyguncunun hayatlarına heyecan katmak için atıldıkları kovalamacada başlarına gelen olayları konu alıyor. 

10. İyi Niyetler (1992)

Yönetmen koltuğunda Bille August’un oturduğu, senaryosunu Ingmar Bergman’ın yazdığı; 55. Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye Ödülü’ne layık görülen “Den Goda Viljan”, usta yönetmen Ingmar Bergman‘ın anne ve babası olan Hendrick ve Anna Bergman’ın inişli çıkışlı ilişkilerini anlatıyor. Yani aslında bu film için Ingmar’ın otobiyografisi demek yanlış olmayacaktır. İlk olarak 1991 yılında İsveç’de mini bir televizyon serisi olarak yayınlanmaya başlayan “Den Goda Viljan”, bir yıllık aranın ardından yaklaşık 5 saatlik bir diziye dönüşmüş ve sonra da yeniden kurgulanarak 1992 yılında ödül almıştır.

Ülkemizde “İyi Niyetler” adıyla gösterilen yapım, aile, ikili ilişkiler, dönemin siyasi ve toplumsal sorunları, sosyolojik yaklaşımlar gibi birçok konuya değiniyor.