Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi’nden Tuhaf Notlar
10.02.2009

Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi’nden Tuhaf Notlar

Her şey Mark Twain’in şu sözüyle başladı: “Seksen yaşında doğup yavaş yavaş 18’imize doğru ilerlesek hayat sonsuz mutluluk olurdu”. 1940 yılında hayatını kaybeden Amerikalı yazar F. Scott Fitzgerald işte bu sözden ilham alarak 1920 senesinde Benjamin Button isimli seksenli yaşlarında doğup,  geriye doğru yaşlanan bir adamı konu alan kısa hikayesini kaleme aldı. Fitzgerald’ın hikayesi büyük bir fantazi ve bir o kadar da hayal ürünüydü. Bu yüzden hikayeyi beyaz perdeye taşımak için çok iddaalı ve hevesli olmak gerekiyordu. Proje yaklaşık 40 yıl ortalıkta dolandı. Bir zamanlar filmi Spike Jonze’nin yöneteceği konuşuluyordu. Ardından 1998 yılında Ron Howard filmi çekme girişiminde bulundu, başrol içinse John Travolta düşünülüyordu. Film yapma hayalleri yaklaşık 10 yıl önce yapımcılar Kathleen Kennedy ve Frank Marshall’ın hikayeye el atmasına dek sürdü. Aynı proje Eric Roth, David Fincher ve Brad Pitt’in de ilgisini çekiyordu. Böylelikle proje hayata geçirildi ve F. Scott Fitzgerald’ın kısa öyküsüne dayanan hikayeyi Eric Roth ve Robin Swicord yazdı, Eric Roth senaryolaştırdı. Filmde Kathleen Kennedy, Frank Marshall ve Ceán Chaffin yapımcı olarak görev aldı. Yönetmenliğini David Fincher’ın üstlendiği filmin kamera arkası ekibi, görüntü yönetiminde Claudio Miranda, yapım tasarımında Donald Graham Burt, kurguda Kirk Baxter ve Angus Wall, kostüm tasarımında ise Jacqueline West’ten oluşuyor. Filmin müziği Alexandre Desplat’nın imzasını taşıyor. David Fincher ve ekibi; tıp dilindeki ismi ‘Hutchinson-Gilford Progeria Sendromu’ olarak bilinen, genç hastaları yaşından daha olgun gösteren ve çok seyrek rastlanan ‘progeria’ hastalığının ileri aşamalarına kapılmış bir çocuğu andıran Benjamin’i kurguladılar. Progeria hastalığının kurgusal bir versiyonunun kullanıldığı başka bir film de Robin Williams’ın rol aldığı 1996 yapımı ‘Jack’  filmidir. Bu ekip, pek de sıradan olmayan bir adamın yaşadığı serüven içinde karşısına çıkan kişilerin ve yerlerin, bulduğu ve kaybettiği aşkların muazzam öyküsünü, hayatın keyifleri ile ölümün hüznünü ve zamanın ötesine uzanan şeyleri konu alan bir film yaptı. Ayrıca bu eser akademinin de dikkatini çekti ve en iyi erkek oyuncu, en iyi yönetmen, en iyi yardımcı kadın oyuncu ve en iyi uyarlama senaryo da dahil olmak üzere tam 13 dalda adaylıkla bu seneki Oscar’ın en iddialı ismi olduğunu gösterdi. Film, İngiliz kamuoyunun da dikkatini çekmeye başardı ve İngiliz Oscar’ı olarak bilinen İngiliz Film ve Televizyon Sanatları Akademisi (BAFTA) ödüllerine 11 dalda aday gösterildi. Filmin senaristi Eric Roth, hikayeyi kurarken ve yazarken, anne babasının kaybını yaşadı. “Ölümleri benim için elbette çok acı vericiydi ve hayata başka türlü bakmama yol açtı. Bence insanların bu hikayede etkilenecekleri şeyler beni etkilemiş olan şeyler olacak”. Ayrıca Roth şu sözleri ile adeta filmin ana temasını çıkarıyor: “Yüzeyde, harika bir şey olacağını düşünürsünüz ama bu farklı türde bir hayat. Bence hikayeyi zorlayıcı kılan da bu. Benjamin hayatı geriye doğru yaşadığı halde, ilk öpüşmesi ve ilk aşkı onun için yine de aynı ölçüde önemli ve anlamlı. Hayatı ileriye doğru mu geriye doğru mu yaşadığınız fark etmez, hayatınızı nasıl yaşadığınız önemli”. Filmin ilk hazırlıklarında, Fincher’ın Kennedy ve Marshall’la toplantıları çoğu zaman fazlasıyla kişiseldi. Yönetmen bu toplantılar hakkında şunları söylüyor: “Hikaye hakkında konuşmaya başlıyorduk fakat daha on beş dakika geçmeden, sevdiğimiz ama kaybettiğimiz, sevdiğimiz ama bize dikkat etmeyen ya da peşinden koştuğumuz veya bizim peşimizden koşan kişilerden söz ediyor oluyorduk. Film bu açıdan ilginç; hepimizde böyle bir etki yarattı”.   Film açısından en büyük zorluklardan biri Benjamin Button karakterini canlandırmanın tek yolu olarak Brad Pitt’in her yaşı bizzat kendisinin canlandırmasını istemesiydi. Yönetmen Fincher, “Brad karakterin hayatını baştan sonra oynayamayacaksa rolün ilgisini çekmeyeceğini söyledi” diyor. Ancak filmde Benjamin Button karakterini Brad Pitt dahil 7 aktör canlandırdı. Sette Brad Pitt’i rolüne hazırlamak için her gün 5 saat Brad’in bu rol için mükemmel bir seçim olduğunu ve rolün daha az yetkin ellerde pasifleşebileceğini söyleyen Fincher, Pitt’e rol arkadaşı olarak Cate Blanchett’ı seçti. Yönetmen, “’Elizabeth’teki performansından beri aktrise bir rol vermeyi düşünüyordum. ‘Sunset 5’e gidip, ‘Aman Tanrım, kim bu?’ diye düşündüğümü çok iyi hatırlıyorum. Böylesine bir güce ve beceriye sahip kişilerle her gün karşılaşmıyorsunuz” diyor. Fakat Daisy rolü için güzel oyuncu Rachel Weisz düşünüldüğü, ancak oyuncunun programı diğer film çekimleri ile çakıştığı için geri çevrildiği Hollywood kamuoyunda dedikodular arasında. Blanchett, her ne kadar bale dersleri çocukluğunda kalsa da, Daisy’yi bir dansçının duruşu ve tutkusuyla canlandırdı. Daisy’nin oynadığı ve Benjamin’in o oynarken izlediği müzikalin ismi ‘Rodgers ve Hammerstein’ın Müzikali’. Bu sahneler, orijinal müzikalin sahnelendiği 1945 ve 1947 tarihleri arasında gerçekleşmek zorundaydı. Ayrıca daisy ikinci olarak çiftle sergilenen bir bale çeşidi olan ‘Pas De Deux’ dansını sergiliyor. Ekipte babasını yeni kaybeden bir diğer isim ise filmde ‘Queenie’ rolünü canlandıran Taraji P. Henson. Henson kendi rolünü şöyle tarif ediyor: “Ölümle nasıl başa çıkılacağını bilen bir kadın o. Aynı zamanda, adeta bir koşulsuz sevgi abidesi. Irkçılığın söz konusu olduğu bir dönemde, kendisinin olmayan, beyaz ve böylesine sıradışı şartlarda doğmuş bir çocuğu eve alabiliyor. Tüm bunları gözardı edip onu seviyor. Babamı yeni kaybetmiştim, ve onu çok fazla özlememe rağmen, sanki ölümü Queenie’ye uzanan serüvenimin bir parçası gibiydi. Bu rol acımın dinmesine, acım ise performansımı şekillendirmeme yardımcı oldu. Sanat çok iyileştirici olabiliyor”. Benjamin Button’a gerçek babası Thomas Button (Jason Flemyng) babalık yapmıyor. Daha doğar doğmaz bebeğin görüntüsü karşısına dehşete düşer ve onu bir emekliler evi olan Nolan Evi’nin basamaklarına terk eder. Benjamin’e ilk babalık görevini Tizzy (Mahershalalhashbaz Ali) yapar. Ali rolü için ise şunları söylüyor: “O, Benjamin için bir tür bayrak direği, erkekliği için bir barometre. Tizzy ona rehberlik ediyor ve onu büyütüyor. Okumayı yazmayı öğretiyor; Shakespeare’i öğretiyor. Ama bence her şeyden önce ona erkek olmak nedir onu öğretiyor. Tizzy, Benjamin’e bu temeli veriyor ki Benjamin’in hayatında bir erkek modeli olabilsin”. Benjamin için bir diğer baba figürü ise Jared Harris’ın canlandırdığı Kaptan Mike’dır. Harris bu konuda şunları söylüyor: “Babanız hayatınızda çok güçlü bir figürdür. Bu hikayenin örgüsünde de erkek karakterler ve babalar ile oğullar arasındaki ilişkiler çok önemli yer tutuyor. Kaptan Mike, Benjamin’i bir baba-amca gibi hayatın kötülükleriyle ve zevkleriyle tanıştırıyor. Ayrıca onu denizde bir yaşamla tanıştırıyor ve böylece Benjamin dünyayı görme fırsatı elde ediyor”. Film, Montreal ve Karayipler’in de aralarında bulunduğu çeşitli mekanlarda çekildi. Karakterin doğum yeri olan New Orleans da bunlardan biriydi. Fakat New Orleans şehri Katrina kasırgasının yıkımını yeni yeni atlatıyordu. Bu yüzden film seti Baltimore’a kurulacaktı. Ancak, şehir yönetimi kasırgadan iki gün sonra yapımcıları arayıp planlarına sadık kalmalarını söyleyerek film ekibini yüreklendirdi. Böylelikle Hurricane Katrina’sının ardından, New Orleans’ta Danzel Washington’ın Deja Vu filminden sonra çekilen ikinci Hollywood filmi oluyordu. Kostümler döneme uygun ve stilizeydi. Kostüm tasarımcısı Jacqueline West, hayatının başından sonuna Benjamin Button’ı giydirmek için 20. yüzyılın sinema ikonlarından yararlandığını söylüyor: “40’lardaki Gary Cooper’ı, 50’lerdeki Brando’yu, 60’lardaki Steve McQueen’i kullandım. Müthiş birer ilham kaynağıydılar. Brad’de de aynı karizma olduğu için o kıyafetleri taşıyabileceğini biliyordum”. Pitt için gençliliğinden yaşlılığına Benjamin performansını destekleyecek bir diğer fiziksel öğe de dijital tekniklerdi. Uzun zamandır Fincher’la çalışmış olan görsel efektler amiri Eric Barba, Oscar ödüllü özel makyaj tasarımcısı Greg Cannom’la omuz omuza çalıştı. Cannom film süresince yaşlanma ve geriye dönük yaşlanma etkilerini destekleyecek protezleri yaratmakla sorumluydu.   Filmde ışıklandırmalar genellikle karede ampuller kullanılarak yapıldı ve çekimlerin doğal olması sağlandı. Doğal ışık kaynaklarını kullanabilmek, aynı zamanda hızlı hareket edebilmek için çoğunlukla dijital çekim yapıldı. En son ‘Slumdog Millionaire’ filmiyle Altın Küre ödülünü kazanan ünlü yönetmen Danny Boyle, bir çizgi roman olan “Solomon Grundy” projesini hikayenin Benjamin Button’a benzemesi nedeniyle geri çekti. Her kelimesi anlam yüklü replikleri ve hayatımızın her döneminde karşımıza çıkabilecek olaylar ile filmden kareleri hatırlayacağımız unutulmayacak bir başyapıt, sinema tarihinin unutulmaz filmleri arasına girmeye aday Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi, filmin açılış sahnesindeki doğuştan kör olan ve güneyin en iyi saatçisi ünvanına sahip Bay Gateau’nın yaptığı ve kaybettiklerimizi geri kazanma umuduyla geriye doğru işleyen ancak 2002 senesinden sonra tren istasyonuna yeni bir digital saat alınmasıyla hurdaya ayrılan saatin Katrina Kasırgası nedeni ile sular altında kalışıyla dramatik bir final buluyor.    
Recep İvedik 2\'nin Galasından Notlar
10.02.2009

Recep İvedik 2\'nin Galasından Notlar

İstanbul Film Festivali dahil olmak üzere, birçok sanat etkinliğine ev sahipliği yapan Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı, 9 Şubat Pazartesi akşamı, en kalabalık ve hareketli günlerinden birini yaşadı. Binlerce insanı Lütfi Kırdar’da buluşturan olay, ilki izlenme rekoru kıran “Recep İvedik” serisinin devam filmi “Recep İvedik 2”nin galasıydı. 13 Şubat Cuma günü tüm Türkiye’de gösterime girecek filmi, herkesten önce izlemenin heyecanını yaşayan davetliler arasında biz de yerimizi aldık. “Recep İvedik”in dev kartonetleri ile çevrili kırmızı halı üzerinde yürüyerek girdik salona. Galaya katılacak ünlü konuklardan görüntü alabilmek için kuyruk oluşturan kameramanlar çarptı gözümüze ilk olarak. Film öncesinde düzenlenen kokteyl, ünlü konukların da katılımı sayesinde oldukça hareketli geçti. İşte “Recep İvedik 2”nin galasında gözümüze takılanlar -    Filmin galasına sinema dünyasının yıldızları ilgi göstermedi. Galaya Orhan Gencebay, Cem Özer, Metin Şentürk, Tolga Karel, Ece Gürsel ve Tuğba Ekinci gibi müzik-magazin camiasından ünlü isimler katıldı. -    Galada izdiham yaşanması nedeniyle, birçok konuk filmi ayakta izledi; bir kısmı da filmi izleyemeden salondan ayrıldı. -    Şahan Gökbakar galaya, sevgilisi Doğa Rutkay ile birlikte katıldı. Girişte bir basın ordusu ile karşılaşan Gökbakar, “İstanbul’da bu kadar çok kameraman var mı?” sözleriyle şaşkınlığını dile getirdi. -    Şahan Gökbakar’ı görüntüleyen kameramanlar ve kendisine soru yöneltmek isteyen muhabirlerden oluşan kalabalık içinde bazı basın görevlileri işlerini yapmakta zorlandı. -    Film başlamadan önce salona giren Şahan Gökbakar, alkışlar eşliğinde karşılandı. Sahneye çıkıp konukları selamlayan Gökbakar, filmine yönelik eleştirilere, “Bu filmi izlediğiniz için sosyal çevrenizden dışlanacaksınız” sözüyle karşılık verdi. -    Filmin oyuncu kadrosunda yer alan, “Hakan İvedik” rolündeki Efe Babacan ve “Ali Kemal” rolündeki Çağrı Büyüksayar’ın basın önüne çıkarılmayışı ve basının sadece Şahan Gökbakar üzerine yoğunlaşarak diğer oyuncuları göz ardı etmesi, gala gecesinde dikkat çekici hatalardan biriydi. -    Doğa Rutkay’ın, filmde hiçbir görevi olmadığı halde, sürekli basının karşısında olması ise malzeme arayan magazincilerin işine yaradı. -    “Recep İvedik 2”yi binlerce seyirci Şahan Gökbakar ile birlikte kahkahalar atarak izledi.   -    Film sonrasında fotoğraf çektirmek isteyen hayranlarının akınına uğrayan Şahan Gökbakar’a, sevgilisi Doğa Rutkay yardımcı oldu. -    Gecenin sonunda Cem Özer, Yüksel Aytuğ ve Ömür Gedik’in tebriklerini kabul eden Şahan Gökbakar ve yapımcısı Faruk Aksoy oldukça keyifli görünüyorlardı.
Bu Hafta Ne İzlesek?
06.02.2009

Bu Hafta Ne İzlesek?

Bu hafta vizyon programı, Oscar’a aday gösterilen iddialı filmler ve genç kitleye hitap eden eğlenceli yapımlardan oluşuyor.     Benjamin Button\'ın Tuhaf Hikayesi (The Curious Case Of Benjamin Button), gerçek hayatta karşılaşılması zor olan orijinal hikayesi, yönetmeni ve oyuncularıyla dikkat çekerken; gerçek bir sinema filmi izleme şansını da sunuyor. 80 yaşında doğup, giderek gençleşen bir adamın hikayesi ve kendini keşfi bile izlemek için yeterli bir sebep.Gerçek Masallar (Bedtime Stories) ise daha çok çocuklara ve gençlere hitap eden Adam Sandler katkılı masalımsı bir film. Yeğenlerine anlattığı masalların yaşamında da gerçekleştiğini gören kahramanımızın hikayesi yakın zamanda gösterime giren “Mürekkep Yürek”i de andırıyor bu açıdan. Sandler hayranıysanız sizi memnun edecek film, aksi durumda sizi pişman da edebilir. Şüphe (Doubt) Meryl Streep ve Philip Seymour Hoffman’ın oyunculukları ve şaşırtıcı senaryosuyla bu haftanın en fazla ilgiyi hak edenlerinden biri. Aynı okulda görevli bir rahip ve ondan bir taciz nedeniyle şüphelenen bir rahibenin hikayesi özetle. Oyunculuklarla kuvvetlenen ve etkileyici bir sinema yolculuğu için ideal bir seçim.Öldür Beni, bu haftanın tek yerli filmi. Yönetmeni Korhan Uğur’un ilk filminde gizemli bir köyde bir şerbet içerek ölümsüz olan ve o köyden çıkamayan Ozan’ın hikayesi anlatılıyor. Fantastik bir hikaye anlatılmaya çalışılmış ancak ne yazık ki acemiliklerle dolu bir ilk film bu. Hele ki oyunculukların yapaylığı ve seslendirmelerin kötülüğü filmin eksileri. “The Others”ı hatırlatan hikayesiyle yine de bazı izleyiciler için enteresan olabilir. Beşir’le Vals (Waltz With Bashir), bu sene İsrail’in Oscar’daki adayı olan gayet başarılı bir animasyon. Lübnan savaşını, bir yönetmenin gözünden, savaşa katıldığı arkadaşlarıyla konuştukça ortaya çıkan ayrıntılarıyla izliyoruz. Tüm karakterlerin gerçek olduğu film, hala savaşlar altındaki dünya düzenini de sorguluyor.  Güzel bir anlatım ve güzel kareler görmek isteyen yetişkinlere iyi bir fırsat.Dünya ve Desie (Dunya & Desie) 18 yaşlarında biri Faslı diğeri Hollandalı iki genç kızın hikayesi. Ailesi tarafından kuzeniyle evlendirilmek için Fas’a gönderilen Dunya’nun peşinden Desie de gider ve bu yolculukla hayatın kendilerince anlamlarını keşfederler. Ancak bu keşif sıkıcı ve klişelerle dolu ne yazık ki. Daha önce çok daha iyilerini izlediğimiz bu film, bir diziden uyarlama.
5 Maddede \'Benjamin Button’un Tuhaf Hikayesi\'
06.02.2009

5 Maddede \'Benjamin Button’un Tuhaf Hikayesi\'

1)    “Seksen yaşında doğup yavaş yavaş 18’imize doğru ilerlesek hayat sonsuz mutluluk olurdu”. “Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi”nin başlangıcı aslında Mark Twain’in bu sözü olmuş. F. Scott Fitzgerald’ın bu söz üzerine kaleme aldığı kısa hikayesinin filme aktarılması zor gibi görülüp, ortalarda dolaşmış ancak vazgeçilememiş. Derken proje Eric Roth, David Fincher ve Brad Pitt’in el atmasıyla hayata geçebilmiş. Ve ortaya enteresan bir film çıkmış. Daha önce çektiği “Seven”, “Fight Club” gibi filmleriyle adını iyice ortaya çıkaran David Fincher son filmi “Zodiac”tan bambaşka bir şey anlatıyor bu kez. Oradaki karanlık yapı sinema izleyicisini biraz bunaltırken, burada üç saate yakın süresine rağmen izleyiciyi içine alan bir film var. (Düğmelerle açılan filmde, düğmelerin kerametini ilerde anlıyorsunuz.) 2)    Filmde normal insan yaşamına göre tersten bir hayat yaşayan Benjamin, merkezdeki karakter.  Çok çirkin olarak doğunca, babası tarafından korkularak başka bir eve bırakılan Benjamin’i, huzurevinde çalışan, dini inancı yüksek bir zenci kadın sahiplenir. Herkesin dışlayabileceği bir durumu “Tanrıdan” kabul ederek ona annelik yapar. 7 yaşındayken 70’lerinde görünen Benjamin, bu arada huzurevine büyükannesini ziyarete gelen küçük bir kızla (Daisy) güzel bir bağ kurar. Görünüş farklarına rağmen güçlenen ilişkileri, hayatlarını da etkileyecek birşeyin başlangıcı olur. Evden ilk kez, bir gemide çalışmak için ayrılan Benjamin, bu arada da gerçek dünyayla tanışır. Herkesin yaşlı görünüşü yüzünden tecrübeli sandığı adam, aslında herşeyden bihaberdir ve bu yolculuk onun hem dünyayı hem kendini keşif yolculuğu olur. Kendi kararlarını vermeyi, ilk aşkını, ilk maceralarını hep bu arada yaşar. Film boyunca hep bir olgunluk, sakinlik gözlemliyoruz. Çünkü çocukken bile, görünen yaşından dolayı şımarma şansı olamıyor. Her yaştan izleyicinin de farklı şeyler düşünmesine neden oluyor tüm bu yaşananlar. 3)    Benjamin karakterini canlandıran ve önce yakışıklı bir genç oyuncu olarak tanıdığımız Brad Pitt, oyunculukta döktürüyor. “Dövüş Kulübü”, “Jesse James” ve “Burn After Reading” gibi filmlerde zaten sınıfı geçen Pitt, bu kez daha zor bir işin altına girmiş. 80 yaşından başlayarak, bir insanın her evresini canlandırmış. Ve filmde oynama şartlarından biri de “her zaman dilimini kendisinin oynaması” olmuş. Başarılı makyajlar ve iyi bir oyunculukla bu işin altından kalkılmış. Hele ki 20’li yaşlardaki hali “Pitt’in sinemadaki ilk dönemini izliyoruz” hissi veriyor. Benzer sözleri Cate Blanchett için de söylemek gerek. Son yılların kesinlikle en başarılı aktristlerinden olan Blanchett, baştan sona ilgi çekecek bir performans sergiliyor. Bu anlamda kimyaları da Pitt’le uyuşmuş durumda. Hastane yatağındaki yaşlı hali de, sahnede dans ederken ki genç hali de başka güzellikte. Bu arada Benjamin’in ilk aşkını oynayan Tilda Swinton ve annesini oynayan Taraji P. Henson da çok çok iyi bir iş çıkarmışlar. Aslında filmin tümündeki karakterlerin çok yerli yerinde olduğunu da söyleyebiliriz. 4)    Fincher’in filminde en çok dikkat çekenlerden biri görselliği ve makyajları. Çoğu filmde yaşlandırılmış insanlar görürüz ancak burada durum biraz daha farklı. Zira bir insanın neredeyse her dönemini görüyoruz ve hepsi içinde tüm ayrıntılar düşünülmüş. Yani 80’li, 60’lı, 40’lı ve 20’li yaşlardaki Benjamin’e inanıyorsunuz. Gemiyle savaşa denk geldikleri sahne ise bir başka etki yaratıyor. Hele ki sinemada dev bir perdede bu sahneyi izlerseniz tüylerinizin ürpermemesi zor. Gece, deniz, savaş, telaş; hepsi çok iyi harmanlanmış.   5)    Perdede aslında gerçek olmayacak bir olay izliyoruz. Bu bir anlamda artı olabilir aslında. Çünkü bu kez zaten başka bir dünya yaratıldığını bildiğinizden, gerçeğe aykırı şeyleri ya da kusurları aramak yerine kendinizi filme kaptırabilirsiniz.  Tamamen sinemasal bir tatla salondan çıkıyorsunuz. Güzel bir sinema dili, iyi performanslar, orijinal bir konu, sizi sıkmayacak görsellik… E bi filmden daha ne istersiniz ki? Filmde annesi Benjamin’e “Seni neyin beklediğini asla bilemezsin” dese de, ben sizi iyi bir filmin beklediğini söyleyebilirim.
Şüphe: Kedi Fare Oyunu
06.02.2009

Şüphe: Kedi Fare Oyunu

1964 yılının New York\'unda St. Nicholas kilisesi ilk siyahi ögrencisini okula kabul eder. Okulu demir yumruğuyla yöneten rahibe Aloysius (Merrly Streep) ise gidişattan memnun değildir. Öğrencilerle beraber rahipler ve rahibelerde de birtakım değisim sinyalleri görülmektedir. Okulu yönetirken deneyimlerine son derece güvenen rahibe Aloysisus, okula yeni atanmış yenilikçi rahip Flynn\'in (Philip Seymour Hoffman) düşüncelerinden hiç hoşlanmaz. İkisi arasında şüpheye dayalı temkinli bir savaş başlar. Savaşın fitili ögrenci tacizi iddiasıyla farklı bir boyut alır. Acaba bu nedensiz bir şüphe yüzünden ortaya atılmış bir iftira mıdır? Ya da rahip Flynn, yenilikçi yüzü ardında bir çocuk tacizcisini mi barındırıyordur? “Şüphe”, çocuk tacizi gibi bıçak sırtı bir konuyu sürükleyici bir dille anlatırken; ahlak, din, ırkçılık ve muhafazakarlık gibi konuları da tartışmaya açıyor. Klasik bir “iyi -kötü çarpışması” gibi açılan film, bir süre sonra bambaşka bir noktaya varıyor. Film, adı gibi izleyiciyi süphede bırakarak, gelgitli havasıyla seyirciyi sarsmayı başarıyor. Katı ve ahlakçı anlayışıyla seyircinin şimşeklerini üzerine çeken rahibe Aloysius, kişisel hırsı yüzünden yenilikçi grubu tasfiye etmeye çalışırken, farkında olmadan büyük bir trajedinin kapısını da aralıyor. “Şüphe”, çok önemli şeyler söyleyen ve bunları yaparken yer yer sembollere de başvuran, çok iddialı bir yapım. Film, olaylar patlak verdiğinde başlayan rüzgardan tutun da, rahibe odasındaki tartışma sırasında patlayan ampullere kadar, ara ara sembollere başvuruyor. Bütün bunlar “Şüphe”yi daha da derinleştirerek, ona şık ve entellektüel bir hava katıyor. Rahibe Aloysius\'un tacize uğradığı iddia edilen çocuğun annesiyle konuştuğu sahne ise belki de filmi anlamak için en dikkat kesilmemiz sahneleri barındırıyor kendi içinde. Annenin böyle bir olayın yaşanmış olma ihtimaline karşın ısrarla çocuğunu okulda tutmak istemesi, ABD toplumundaki “derin ırkçılığı” yüzümüze çarpması bakımından sarsıcı. Bir zenci olarak tacize uğrasa da, bu zavallı çocuğun toplumda yer edinebilmesi için tek şansı böylesi bir okuldan mezun olabilmesi belki de. Film bir noktadan sonra hiçbir karaktere sempati duymamıza izin vermiyor. Böyle bir anlatımı tercih edince, yukarıdan bakarak tüm karakterleri yargılamamız daha kolay bir hale geliyor. Neredeyse her karakterin kendi içinde derin şüpheleri ve zaafları var. “Şüphe”, bu açıdan insanı sürekli olarak çok boyutlu düşünmeye zorluyor. Sezonun en önemli filmlerinden biri olan “Şüphe”, her yönüyle izlenmeyi hakediyor. Meryl Streep ve Philip Seymour Hofmann\'ın  sade ve gösterişsiz oyunculuğu çok başarılı. Ahlaki bir “kedi fare oyunu”nu andıran bu başarılı filmi izlerken tüm sinemaseverlerin keyif alacağı aşikar. Oscar yarışında da iddialı olan filmi herkese tavsiye ederim. Tüm sinemaseverlere iyi seyirler.
2. El’in Ünlü Konukları
05.02.2009

2. El’in Ünlü Konukları

Bu yıl, 12-22 Şubat tarihleri arasında üçüncüsü gerçekleştirilecek olan, Türkiye’nin lider sinema sitesi Sinemalar.com’un internet basın sponsorluğunu üstlendiği “2.El Kısa Film Festivali”, festival kapsamında ağırlayacağı ünlü konukları ile de dikkat çekiyor. Festivalin, 22 Şubat Pazar günü Ankara-Çağdaş Sanatlar Merkezi\'nde düzenlenecek ödül törenine; Nejat İşler, Erkan Can, Cem Özer, Fadik Sevin Atasoy, Nilüfer Açıkalın, Saadet Işıl Aksoy, Güven Kıraç, Halim Ercan, Suzan Kardeş, Selim Demirdelen, Zeki Demirkubuz, Özcan Alper, Derviş Zaim ve Hüseyin Karabey gibi ünlü oyuncu ve yönetmenler katılacak. Festival kapsamında düzenlenecek özel söyleşiler, birinci el film gösterimleri, açılış ve kapanış konserleri ve atölye çalışmaları da, festival katılımcı ve takipçilerine hareketli günler yaşatacak. Festivalin etkinlik ve atölye programı hakkında bilgi almak için tıklayın. Festivalin resmi web sitesi: www.ikincielfestivali.org
‘İki Çizgi’ 27 Şubat’ta Vizyonda
05.02.2009

‘İki Çizgi’ 27 Şubat’ta Vizyonda

Senaristliğini ve yönetmenliğini Selim Evci’nin yaptığı ‘İki Çizgi’ 27 Şubat’ta vizyona giriyor. Filmin başrollerini Gülçin Santırcıoğlu ve Kaan Keskin paylaşıyor. “İki Çizgi” dünya prömiyerini 65. Venedik Uluslararası Film Festivali’nde, Türkiye prömiyerini ise 45. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde gerçekleştirmişti. İstanbul’unda yaşayan genç bir çiftin öyküsünün anlatıldığı filmde, iş kadını olan Selin, kendisinden yaşça küçük fotoğrafçı sevgilisi Mert ile birlikte yaşamaktadır. Yaz dönemidir ve çift arabalarıyla güneye doğru yola çıkar. Selin ve Mert, birbirinin aynısı günlerin ardından çıktıkları bu yolculukta, şehirden uzaklaştıkça, farkında olmadıkları bir şekilde ilişkileri ile oynamaya başlarlar.Filmin fragmanını izlemek için tıklayın.
Sinema Kültürüne Katkı Ödülleri
03.02.2009

Sinema Kültürüne Katkı Ödülleri

Anadolu Üniversitesi, 1-11 Mayıs 2009 tarihleri arasında gerçekleştirilecek “11. Uluslararası Eskişehir Film Festivali” kapsamında Sinema Kültürüne Katkı Ödülleri Yarışması düzenliyor. Türkiye’de sinema kültürünün gelişmesine, sinemanın düşünsel boyutunun zenginleşmesine katkıda bulunmak üzere, bu alanda çalışan yazar ve akademisyenleri desteklemek amacıyla düzenlenen yarışmada, “En İyi Sinema Kitabı” ve “En İyi Sinema Makalesi” ödülleri  verilecek. Sinema alanında çalışan yazar ve akademisyenlere açık olan yarışmaya katılacak kitap ve makalelerin, sinema konusunda araştırma, inceleme ve değerlendirme kapsamında yazılmış olmaları gerekiyor. Yarışmaya Başvuru Koşulları ise şöyle: 1-  Kitap Başvuruları 2008 ve sonrasında basılmış kitaplar için geçerlidir. 2- Makaleler, bilimsel dergilerde, sinema/kültür/sanat dergilerinde 2008 ve sonrası yayınlanmış olmalıdır. 3 - Çeviri eserler yarışmaya giremez 4- Başvuru eser sahipleri tarafından yapılacaktır. 5- Birden fazla yazarı olan eserlerde ödül kitabın editörüne verilecektir. 6- Herhangi bir hukuki durum karşısında sorumluluk editör ya da kitap yazarının kendisine aittir. 7- Yarışmaya birden fazla eserle katılabilinir. 8- Daha önce ödül kazanmış kitap ve makaleler yarışmaya katılamazlar. 9- Kitap ve makalelerin dili Türkçe olmalıdır. 10- Elektronik ortamda yayınlanmış kitap ve makaleler yarışmaya katılamazlar. 11- Değerlendirme jürisi yarışma için aday gösterebilir. 12- Başvurulara eser sahiplerinin özgeçmişleri (tek sayfa) eklenecektir. 13- Kitap ve makaleler: Anadolu Üniversitesi/ İletişim Bilimleri Fakültesi/ Yunusemre Kampusü “SİNEMA KÜLTÜRÜNE KATKI YARIŞMASI” Eskişehir adresine elden, kurye veya taahhütlü posta ile altı (6) adet gönderilmelidir, e-maille yapılan başvurular ve postadaki gecikmeler kabul edilmeyecektir. 14- Katılım için son tarih 15 marttır. 15- Yarışma sonuçları 2 Mayıs 2009 tarihinde 11. Uluslararası Eskişehir Film Festivali açılış töreninde duyurulacak ve ödüller sahiplerine verilecektir.Seçici Kurul 1-Prof.Dr. Merih Zıllıoğlu / Galatasaray Üniversitesi 2-Yard.Doç.Dr. Hakan Savaş / Anadolu Üniversitesi 3- Handan İpekçi / Yönetmen 4-Sevin Okyay / Sinema Yazarı 5-Ali Ulvi Uyanık / Sinema Yazarı Ödüller En İyi Sinema Kitabı ödülü: 5000 YTL En İyi Sinema Makalesi ödülü: 3000 YTL
Benjamin Button Olmak Kolay mı?
03.02.2009

Benjamin Button Olmak Kolay mı?

Seksenli yaşlarında doğup geriye doğru yaşlanan bir adamın hikayesini konu alan, 13 dalda Oscar’a aday gösterilen “Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi”, ülkemizde 6 Şubat’ta gösterime girecek. En İyi Film dalında Oscar’a aday gösterilen filmin başrolünde yer alan ve “Benjamin Button” karakterini canlandıran Brad Pitt “En İyi Erkek Oyuncu”, yönetmeni David Fincher “En iyi Yönetmen”, Taraji P. Henson ise “En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu” dallarında Oscar adayı oldular. “En İyi Makyaj” dalında da Oscar adaylığı olan filmin makyaj efektleri, Oscar ödüllü makyaj tasarımcısı Greg Cannom tarafından yapıldı. Filmde “Benjamin Button” olabilmesi için Brad Pitt\'e uygulanan özel makyaj ile ilgili klibi sizlerle paylaşıyoruz.
!f İstanbul İçin Geri Sayım Başladı
30.01.2009

!f İstanbul İçin Geri Sayım Başladı

Bu yıl 12-22 Şubat 2009 tarihleri arasında Beyoğlu AFM Fitaş, AFM İstinyePark, AFM Caddebostan Budak ve Emek sinemalarında gerçekleşecek “!f İstanbul AFM Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali” için geri sayım başladı. Birbirinden leziz, bol ödüllü 70’e yakın yapımın gösterileceği “!f İstanbul” programında herkes için bir film bulunuyor. Toronto ve Sundance gibi prestijli festivallerde gösterimleriyle büyük ses getiren, uluslarası platformda ve gösterildiği diğer ülkelerde çok beğenilen yeni yapımların da yer aldığı zengin film programı ile dikkat çeken “!f İstanbul”da gösterilecek filmlerden bazıları bu yıl 12 ayrı kategoride Oscar ödülü için yarışacak. Oscar ödüllerinin sahipleri 22 Şubat’ta (!f İstanbul’un kapanış günü) açıklanıyor.!f Ankara ise 26 Şubat – 1 Mart tarihlerinde Ankara AFM Cepa Sineması’nda izleyicisiyle buluşuyor. Festival programını incelemek ve film tercihlerinizi yapmak için festivalin web sitesini ziyaret edebilirsiniz.
5 Maddede ‘Operasyon Valkyrie’
30.01.2009

5 Maddede ‘Operasyon Valkyrie’

1)    “Operasyon Valkyrie” ile beraber sinema izleyicisi yeniden ikinci dünya savaşına dönüyor. Bu kez savaş fonda, mevzu ise bambaşka. Hitler Almanya’sında Hitler’e karşı olan bir askerin suikast hikayesi özetle. Filmin yönetmen koltuğunda “Süperman”, “Olağan Şüpheliler” ve “X Men” filmlerinden de hatırlanabilecek bir isim, Bryan Singer oturuyor. Senaryo yazarları (Christopher MCQuarrie & Nathan Alexander), Singer projeye dahil olana kadar yapım şirketlerinin kapısından geri dönmüş, yapımcılar sıcak bakmamış ancak Singer’ın dahil olmasıyla beraber neredeyse sorgusuz sualsiz kapılar açılmış. 2)    Film gerçek bir hikayeden uyarlama. Onuru herşeyden önde gelen ve ülkesine kendini adamış Colonel Stauffenberg’in, Hitler’in yaptıkları karşısında onu ortadan kaldırıp yönetimi devralmaya çalışması olarak da özetlenebilir. O dönemde her Alman’ın Nazi olmadığının da altını çizen filmde bir suikast planı, bu suikastın gerçekleşmesi ve sonuçlarını izliyoruz. Filme adını veren “Valkyrie” kelimesi de zaten Hitler’in ölümü durumunda devreye yedek ordunun sokulması ve yönetimin başka biri tarafından devralınmasını kapsayan operasyonun adı. Tek kurtuluşu bu gibi gören Stauffenberg de kendi safındaki adamlarıyla Hitler’i bir suikastla ortadan kaldırmak istiyor. Filmin başlarında duvardaki bir Hitler resmine bakıp “Duvarda asılı resim inecek, resimdeki adam asılacak” sözü de olayı özetliyor aslında. 3)    Filmin gündeme gelmesinin en önemli nedenlerinden birisi şüphesiz başrolde Tom Cruise gibi bir oyuncunun bulunması. “Sadece yakışıklı” olmadığını her yeni filminde kanıtlamaya çalışan Cruise, bu kez de başka bir rolde karşımızda: “Colonel Stauffenberg”. Bir bombalama sonucunda bir gözünü ve ellerindeki yedi parmağını kaybeden bir askeri oynayabilmek pek kolay bir iş değil ve Cruise bunun altından kalkıyor. Yani burada yakışıklı bir adamı değil, sakatlığına rağmen ülkesi adına bir şeyler yapmaya çalışan bir askeri izliyoruz. Bu arada normal hayatında “Scientology” tarikatına üte olan Cruise’nin bu rolü oynamasına başta Colonel Stauffenberg’in ailesi ve Almanya hükümeti karşı çıkmış. Ancak stüdyonun ısrarlı görüşmeleri neticesinde kabul edilmiş. Benzer bir sorun filmdeki orijinal mekanların kullanımında da yaşanmış. 4)    Bir suikast hikayesi izlediğinizi biliyorsunuz ve sanki siz de onlarla beraber suikasta hazırlanıyorsunuz. Adım adım suikast gününe giderken gerilim parça parça artıyor ve sizi de yukarı çekiyor. Hele ki malum günde Cruise’nin kimsenin dikkatini çekmeden bombayı üç parmağıyla hazırladığı ve masanın altına yerleştirdiği sahne, bu anlamda filmin zirvesi. Diğer oyuncuların performansları da tabi ki bu sahnelerin inanınırlığını destekliyor. (Bill Nighy, Kenneth Branagh ve Tom Wilkinson gibi) 5)    Afişe bakınca kanlı bir savaş filmi ya da tek gözü bantlı Cruise yüzünden bir korsan filmi izleyeceğinizi düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Evet, ikinci dünya savaşındayız ancak sürekli çatışmaların, patlamaların, kopan kol ve bacakların içinde değiliz. Daha çok planların yapıldığı iç mekanlarda iyi anlatılmış bir “operasyon” filmi denebilir. “Er Ryan’ı Kurtarmak”ı ilk sahneleri nedeniyle izleyemeyenler korkmasınlar yani. Bir tarihin neredeyse değişebileceğini farklı bir anlatımla izlemek için güzel bir fırsat “Operasyon Valkyrie”.
Sahtekar: Kadın Olmak!
30.01.2009

Sahtekar: Kadın Olmak!

1928 yılında Los Angeles kentinde Christine, yöneticilik de yaptığı telefon santralından acil bir telefon alır. İstemeyerek de olsa işine gider. Herşey rutin gibi görünmektedir. Her zamanki gibi işten çıkacak, oğluyla beraber söz verdiği sinemaya gideceklerdir. Ama işler hiç de düşündüğü gibi gitmez. Sıradan gibi görünen gün aniden bir kabusa dönüşür. Oğlu evde yoktur, kaybolmuştur. Polise derdini anlatmaya çalışır. Önüne önce prosedürler, daha sonraysa ilgisiz polis teşkilatı set çeker. Zaman ilerlemektedir ve çocuk yoktur. Bir süre sonra olayı halkın gözünde kendini aklamak için bir firsat gibi gören Los Angeles polisi, Christine\'e başka bir çocuğu kendi çocuğu diye zorla kabul ettirir. Çocuğun kendi çocuğu olmadığını iddia eden kadının sıradan hayatı bir anda kabusa dönüşür. “Sahtekar” filminin ana hatlarıyla konusu bu. Filmin nerdeyse gerçek olamayacak kadar tuhaf ve ilgi çekici bir konusu var. İnsan zorla başka bir çocuğun bir anneye kabul ettirilmesi meselesine şaşıp kalıyor. Ama filmde anlatılan herşey gerçek. Sırf bu yüzden bile film insanı derinden sarsıyor. Ortada sahip olduğu tek önemli varlığı oğlu olan bir kadının dramı var.  Üstelik bizimki gibi ailevi değerlere önem veren toplumlarda böylesi dramların insanda bıraktığı etki çok daha sarsıcı oluyor.Bunun yanında filmin tek derdi bir annenin dramInı anlatmak degil. Toplumdaki farklı sorunların altını çizen ve buna uygun farklı anlatımlarla konusunu ayakta tutan bir film "Sahtekar". Yalnız yaşayan ve çalışan bir anne olarak sunulan “Christine”, kendi dramıyla uğraşırken erkek egemen kültürün duvarlarına bir bir toslamaya başlıyor. İşte patronları kadın yönetici olarak başarısına şaşarken, polis teşkilati sahte çocuğu reddetmesini, onun özgür hayatına bağlıyor. İşler öyle bir noktaya geliyor ki; Christine polise karşı gelmeye cüret etmis diğer uyumsuz kadınlar ve akıl hastalarıyla beraber bir tımarhaneye kapatılıyor. Film bizi burada tekrar erkek egemen sisteme ve onun kolluk gücü polise karşı gelmiş başka uyumsuz kadınlarla karşı karşıya getiriyor. Christine kayıp çocuğunu bulmaya calışırken farkında olmadan bağnaz bir toplumla ve yozlaşmış devlet otoritesiyle çarpışmaya başlıyor. Filmin gizliden gizliye böyle bir feminist dili var. Ama “Sahtekar” filminde herşey belli bir ölçü içinde anlatılıyor. Bir taraftan feminist bir dil tutturulurken, bir diğer yandan aile olmanın ne kadar özel birşey olduğunun altı çiziliyor. Bütün bunlara ek olarak film öylesine özenle çekilmiş ki,  3 saate varan süresine rağmen temposundan hiç birşey kaybetmiyor. Kah dram halini alıyor, kah kaybolan çocukların akibetini öğrendiğimiz anda yönünü polisiyeye çeviriyor. Türkiye ile belirli paralellikler kurulabilecek bir yozlaşma hikayesi gibi de algılanabilecek "Sahtekar", kesinlikle sezonun önemli filmlerinden biri. Filmde herşey cok ölçülü ve zarif. Oyunculuklardan, dönem atmosferini yakalamadaki başarısına kadar herşey filmde dört dörtlük. Anjelina Jolie “Christine” rolünde son derece inandırıcı ve etkileyici. Belki bir başyapıt değil ama Clint Eastwood sinemasının olgun ve çarpıcı bir meyvesi. Herkese şimdiden iyi seyirler….
Recep İvedik 2\'nin Kamera Arkası
28.01.2009

Recep İvedik 2\'nin Kamera Arkası

Geçtiğimiz yıla damgasını vurarak fenomen haline gelen komedi filmi “Recep İvedik”in devam filmi ‘Recep İvedik 2’nin gösterime girmesine sayılı günler kaldı. 13 Şubat’ta seyirci ile buluşacak filmde, babannesinin istekleri doğrultusunda adam olma gayretleri sergileyen Recep İvedik’in İstanbul’u birbirine katan maceraları anlatıyor. Filmi sabırsızlıkla bekleyenlerin merakını biraz olsun gidermek amacıyla hazırlanan kamera arkası görüntülerini sizlerle paylaşıyoruz.
Gerçek Masallar’ın Türkçe Fragmanı
28.01.2009

Gerçek Masallar’ın Türkçe Fragmanı

Başrolünde dünya sinemasının günümüzdeki en ünlü komedi yıldızlarından biri olan Adam Sandler’ın yer aldığı “Bedtime Stories / Gerçek Masallar”, 6 Şubat’ta gösterime giriyor. İki küçük yeğenine anlattığı uyku öncesi hikayelerinin gizemli şekilde gerçeğe dönüşmeye başlaması üzerine hayatı sonsuza kadar değişen Skeeter Bronson adlı otel görevlisinin başından geçen macera dolu komik olaylar serisinin anlatıldığı film, kahkahalarla gülmek ve keyifli vakit geçirmek isteyenler için birebir… Adam Sandler, Keri Russell, Courteney Cox ve Guy Pearce gibi yıldızlardan oluşan oyuncu kadrosu ile dikkat çeken filmin 20 saniyelik Türkçe fragmanı Sinemalar.com’da yayında. İzlemek için aşağıdaki videoya tıklayın.