Kısa Filmciler Ankara’da
16.02.2009

Kısa Filmciler Ankara’da

Sinemalar.com’un internet basın sponsorluğunu üstlendiği, bu yıl üçüncüsü yapılan “2.El Kısa Film Festivali” devam ediyor. 12- 22 Şubat tarihleri arasında gerçekleşecek festivale katılan kısa film severler; festival kapsamında düzenlenen söyleşi, sergi, workshop ve atölye çalışmalarını takip edebilecek ve elenmiş kısa filmleri Ankara’da izleme olanağı bulacaklar.   Yönetmenliğini Deniz Duygu Vural’ın üstlendiği, Güven Kıraç ve Fadik Sevin Atasoy’un oynadığı “Red255” adlı kısa filmin galası, yönetmen ve oyuncuların katılımıyla 21 Şubat Cumartesi günü saat 14.00’de Ankara-Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde yapılacak.   Festival, 22 Şubat Pazar akşamı; Barış Bayraktar, Can Kılcıoğlu, Cem Özer, Deniz Duygu Vural, Derviş Zaim, Erkan Can, Fadik Sevin Atasoy, Gökçe Pehlivanoğlu, Güven Kıraç, Halim Ercan, Hüseyin Karabey, Mehmet Ali Arslan, Murat Asker, Nejat İşler, Nilüfer Açıkalın, Özcan Alper, Saadet Işıl Aksoy, Selim Demirdelen, Suzan Kardeş, Tan Tolga Demirci ve Zeki Demirkubuz gibi isimlerin katılacağı ödül töreni ile sona erecek.
Üç Yeni Film Vizyonda!
13.02.2009

Üç Yeni Film Vizyonda!

Bu hafta sinema seyircisi salonlarda 3 yeni film izleme şansı bulacak. Haftanın en dikkat çeken yapımı şüphesiz ilkiyle olay yaratan “Recep İvedik 2”. Böyle iddialı bir yapım gösterime girince haklı olarak film dağıtım şirketleri de bu hafta çok fazla dikkat çekecek yapımlara yer vermeyerek, ortalığın biraz sakinleşmesini beklemeyi tercih etti. “Recep İvedik 2”nin yanı sıra bir gerilim, bir de romantik komedi filmi izleyiciyi bekliyor.Kısa kısa filmlere değinirsek;Recep İvedik 2: Uzun süredir merakla beklenen bir yerli devam filmi. Hakkında olumlu ya da olumsuz birçok şey söylenebilir ancak nereye oynadığını çok iyi bilen bir film var ortada. Ninesinin isteğiyle iş bulmak, evlenmek ve saygınlık kazanmak gibi maddeleri yerine getirmeye çalışan “halk kahramanı” Recep’in sosyal hayata adapte çabalarını izliyoruz. “İzle, eğlen, unut” filmlerine iyi bir örnek.  Gelinlerin Savaşı (Bride Wars): İlle de romantik komedi filmi izlemek isteyenlerin dikkatini çekecek bir yapım. Anne Hathaway ve Kate Hudson gibi iki ismi bir araya getiren film, izleyiciye yeni hiçbir şey sunmuyor. Hatta her anını ve repliğini tahmin edebiliyorsunuz. Klişelerle dolu bu filmde çok yakın iki kız arkadaşın düğün tarihlerinin aynı güne denk gelmesiyle aralarında başlayan komik savaşı izliyoruz.  Sevgililer Günü Katliamı (My Bloody Valentine): Haftanın korku gerilim türüne ait filmi. Gerçi ne kadar korku ve gerilim denebilir bu tartışılır. Zira bir kazma yardımıyla havada uçuşan çeşitli organları ve bolca kanı görmek korku filmi yapmak için yeterli değil. Hele ki gençlerin sırayla öldüğü klişe dolu filmlerden birini izlemek daha korkutucu olabilir. Ancak üç boyutlu olması nedeniyle bir nebze mutlu ayrılabilirsiniz salondan, yeni bir deneyim olabilir. Eski bir katilin yeniden ortaya çıkıp katliamlarına devam etmesi sizin için cazipse izlenebilir.
5 Maddede ‘Recep İvedik 2’
12.02.2009

5 Maddede ‘Recep İvedik 2’

1)  Birincisi vizyona girdiğinde ilk başta herkesin yerden yere vurduğu ancak elde ettiği gerçek gişe rekoruyla da herkesi şaşırtan “Recep İvedik”in devam filmi vizyonda. İlkinin başarısından sonra devamının hatta devamlarının çekilmesi hiç de sürpriz olmayan filmin yönetmeni yine ilk filmdeki gibi Togan Gökbakar, başrolünde ise elbette Şahan Gökbakar var. Yönetmenin kendi çektiği 3. uzun metrajlı filminde, zamanında çekmiş olduğu kısa filmlerdeki sinemasal tat yerine ticari tatlar başrolde. Bu da “sanat filmi yapıp parasız olmaktansa, popüler bir film yapar köşeyi dönerim” mantığının en iyi örneklerinden biri olmuş aslında.
1. Altın Bamya Ödülleri Kimin Olacak?
12.02.2009

1. Altın Bamya Ödülleri Kimin Olacak?

“Altın Bamya”, Türkiye sinemasında, erkek egemen bakışın ağırlığına, kadınlara dair alanların daraltılmasına, kadınlara dair oluşan yanlış mitlerin, algıların, cinsiyetçi bakışın yeniden üretilip temsil edilmesine ve bu ayrımcılığın kanıksanır kılınmasına bir eleştiri, bir karşı duruş, bir söz söyleme isteğiyle ortaya çıktı. “Altın Bamya” ön jürisi, 2008 yılında vizyona giren yerli sinema filmlerini bu bakışla değerlendirerek “1. Altın Bamya Ödülleri” adaylarını belirledi. 1. Altın Bamya Ödülleri kategori ve adayları: 1.Erkek Karakter: Erkek karakteri canlandıran oyuncunun yorumu göz önüne alınmadan, erkek karakterin mutlaklaştırıp onayladığı ‘erkek’ rol ve modelleri ve bunlarla özdeşleşildiği takdirde yaratacakları çok riskli anlamlar ve sonuçlar göz önüne alınmaktadır. “Erkek Karakter” kategorisinde 2008 Altın Bamya adayları: - Aşk Tutulması - Issız Adam - Recep İvedik2. Kadın Karakter: Bu kategori değerlendirilirken, kadın karakteri canlandıran oyuncunun yorumu göz önüne alınmadan, kadın karakterin ürettiği anlamlar, dolaşıma soktuğu okumalar, cinsiyetçi tutum, rol ve kalıpları ne derecede pekiştirip onayladığı göz önüne alınmaktadır.  Kadın Karakter kategorisinde 2008 Altın Bamya adayları: - Aşk Tutulması - Osmanlı Cumhuriyeti - Üç Maymun3. Senaryo: Senaryo, sinemasal tüm öğeleri soyutlandığında ve sadece filme çekilmiş senaryo olarak okunduğunda bile cinsiyetçi izler taşıması, kadın ve erkek karakterlere adil ve eşitlikçi yaklaşmaması, bu tutumun diyaloglardan, karakterlere kadar her sahnesine sinmiş olması ve içerdiği cinsiyetçi unsurlar göz önüne alınarak değerlendirilmektedir.  Senaryo kategorisinde 2008 Altın Bamya adayları:   - Issız Adam - Üç Maymun - Vesaire Vesaire4. Film: Film, ışıktan kadraja, kadın ve erkek karakterlerden yönetmenin yorumuna kadar tüm unsurlar bir arada toplu bir şekilde ele alındığında, parçaların yarattığı çelişki içermeyen cinsiyetçi ‘bütün’ göz önüne alınarak değerlendirilmektedir. Film kategorisinde 2008 Altın Bamya adayları: - Aşk tutulması - Issız Adam - Recep İvedik Bu dört kategorideki adaylardan geniş jürinin oylaması sonucu, kategorisinde en çok oyu alanlara ödülleri, ön jürinin özel ödülleriyle birlikte 15 Mart’taki “1. Altın Bamya Ödül Töreni”nde verilecek.
Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi’nden Tuhaf Notlar
10.02.2009

Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi’nden Tuhaf Notlar

Her şey Mark Twain’in şu sözüyle başladı: “Seksen yaşında doğup yavaş yavaş 18’imize doğru ilerlesek hayat sonsuz mutluluk olurdu”. 1940 yılında hayatını kaybeden Amerikalı yazar F. Scott Fitzgerald işte bu sözden ilham alarak 1920 senesinde Benjamin Button isimli seksenli yaşlarında doğup,  geriye doğru yaşlanan bir adamı konu alan kısa hikayesini kaleme aldı. Fitzgerald’ın hikayesi büyük bir fantazi ve bir o kadar da hayal ürünüydü. Bu yüzden hikayeyi beyaz perdeye taşımak için çok iddaalı ve hevesli olmak gerekiyordu. Proje yaklaşık 40 yıl ortalıkta dolandı. Bir zamanlar filmi Spike Jonze’nin yöneteceği konuşuluyordu. Ardından 1998 yılında Ron Howard filmi çekme girişiminde bulundu, başrol içinse John Travolta düşünülüyordu. Film yapma hayalleri yaklaşık 10 yıl önce yapımcılar Kathleen Kennedy ve Frank Marshall’ın hikayeye el atmasına dek sürdü. Aynı proje Eric Roth, David Fincher ve Brad Pitt’in de ilgisini çekiyordu. Böylelikle proje hayata geçirildi ve F. Scott Fitzgerald’ın kısa öyküsüne dayanan hikayeyi Eric Roth ve Robin Swicord yazdı, Eric Roth senaryolaştırdı. Filmde Kathleen Kennedy, Frank Marshall ve Ceán Chaffin yapımcı olarak görev aldı. Yönetmenliğini David Fincher’ın üstlendiği filmin kamera arkası ekibi, görüntü yönetiminde Claudio Miranda, yapım tasarımında Donald Graham Burt, kurguda Kirk Baxter ve Angus Wall, kostüm tasarımında ise Jacqueline West’ten oluşuyor. Filmin müziği Alexandre Desplat’nın imzasını taşıyor. David Fincher ve ekibi; tıp dilindeki ismi ‘Hutchinson-Gilford Progeria Sendromu’ olarak bilinen, genç hastaları yaşından daha olgun gösteren ve çok seyrek rastlanan ‘progeria’ hastalığının ileri aşamalarına kapılmış bir çocuğu andıran Benjamin’i kurguladılar. Progeria hastalığının kurgusal bir versiyonunun kullanıldığı başka bir film de Robin Williams’ın rol aldığı 1996 yapımı ‘Jack’  filmidir. Bu ekip, pek de sıradan olmayan bir adamın yaşadığı serüven içinde karşısına çıkan kişilerin ve yerlerin, bulduğu ve kaybettiği aşkların muazzam öyküsünü, hayatın keyifleri ile ölümün hüznünü ve zamanın ötesine uzanan şeyleri konu alan bir film yaptı. Ayrıca bu eser akademinin de dikkatini çekti ve en iyi erkek oyuncu, en iyi yönetmen, en iyi yardımcı kadın oyuncu ve en iyi uyarlama senaryo da dahil olmak üzere tam 13 dalda adaylıkla bu seneki Oscar’ın en iddialı ismi olduğunu gösterdi. Film, İngiliz kamuoyunun da dikkatini çekmeye başardı ve İngiliz Oscar’ı olarak bilinen İngiliz Film ve Televizyon Sanatları Akademisi (BAFTA) ödüllerine 11 dalda aday gösterildi. Filmin senaristi Eric Roth, hikayeyi kurarken ve yazarken, anne babasının kaybını yaşadı. “Ölümleri benim için elbette çok acı vericiydi ve hayata başka türlü bakmama yol açtı. Bence insanların bu hikayede etkilenecekleri şeyler beni etkilemiş olan şeyler olacak”. Ayrıca Roth şu sözleri ile adeta filmin ana temasını çıkarıyor: “Yüzeyde, harika bir şey olacağını düşünürsünüz ama bu farklı türde bir hayat. Bence hikayeyi zorlayıcı kılan da bu. Benjamin hayatı geriye doğru yaşadığı halde, ilk öpüşmesi ve ilk aşkı onun için yine de aynı ölçüde önemli ve anlamlı. Hayatı ileriye doğru mu geriye doğru mu yaşadığınız fark etmez, hayatınızı nasıl yaşadığınız önemli”. Filmin ilk hazırlıklarında, Fincher’ın Kennedy ve Marshall’la toplantıları çoğu zaman fazlasıyla kişiseldi. Yönetmen bu toplantılar hakkında şunları söylüyor: “Hikaye hakkında konuşmaya başlıyorduk fakat daha on beş dakika geçmeden, sevdiğimiz ama kaybettiğimiz, sevdiğimiz ama bize dikkat etmeyen ya da peşinden koştuğumuz veya bizim peşimizden koşan kişilerden söz ediyor oluyorduk. Film bu açıdan ilginç; hepimizde böyle bir etki yarattı”.   Film açısından en büyük zorluklardan biri Benjamin Button karakterini canlandırmanın tek yolu olarak Brad Pitt’in her yaşı bizzat kendisinin canlandırmasını istemesiydi. Yönetmen Fincher, “Brad karakterin hayatını baştan sonra oynayamayacaksa rolün ilgisini çekmeyeceğini söyledi” diyor. Ancak filmde Benjamin Button karakterini Brad Pitt dahil 7 aktör canlandırdı. Sette Brad Pitt’i rolüne hazırlamak için her gün 5 saat Brad’in bu rol için mükemmel bir seçim olduğunu ve rolün daha az yetkin ellerde pasifleşebileceğini söyleyen Fincher, Pitt’e rol arkadaşı olarak Cate Blanchett’ı seçti. Yönetmen, “’Elizabeth’teki performansından beri aktrise bir rol vermeyi düşünüyordum. ‘Sunset 5’e gidip, ‘Aman Tanrım, kim bu?’ diye düşündüğümü çok iyi hatırlıyorum. Böylesine bir güce ve beceriye sahip kişilerle her gün karşılaşmıyorsunuz” diyor. Fakat Daisy rolü için güzel oyuncu Rachel Weisz düşünüldüğü, ancak oyuncunun programı diğer film çekimleri ile çakıştığı için geri çevrildiği Hollywood kamuoyunda dedikodular arasında. Blanchett, her ne kadar bale dersleri çocukluğunda kalsa da, Daisy’yi bir dansçının duruşu ve tutkusuyla canlandırdı. Daisy’nin oynadığı ve Benjamin’in o oynarken izlediği müzikalin ismi ‘Rodgers ve Hammerstein’ın Müzikali’. Bu sahneler, orijinal müzikalin sahnelendiği 1945 ve 1947 tarihleri arasında gerçekleşmek zorundaydı. Ayrıca daisy ikinci olarak çiftle sergilenen bir bale çeşidi olan ‘Pas De Deux’ dansını sergiliyor. Ekipte babasını yeni kaybeden bir diğer isim ise filmde ‘Queenie’ rolünü canlandıran Taraji P. Henson. Henson kendi rolünü şöyle tarif ediyor: “Ölümle nasıl başa çıkılacağını bilen bir kadın o. Aynı zamanda, adeta bir koşulsuz sevgi abidesi. Irkçılığın söz konusu olduğu bir dönemde, kendisinin olmayan, beyaz ve böylesine sıradışı şartlarda doğmuş bir çocuğu eve alabiliyor. Tüm bunları gözardı edip onu seviyor. Babamı yeni kaybetmiştim, ve onu çok fazla özlememe rağmen, sanki ölümü Queenie’ye uzanan serüvenimin bir parçası gibiydi. Bu rol acımın dinmesine, acım ise performansımı şekillendirmeme yardımcı oldu. Sanat çok iyileştirici olabiliyor”. Benjamin Button’a gerçek babası Thomas Button (Jason Flemyng) babalık yapmıyor. Daha doğar doğmaz bebeğin görüntüsü karşısına dehşete düşer ve onu bir emekliler evi olan Nolan Evi’nin basamaklarına terk eder. Benjamin’e ilk babalık görevini Tizzy (Mahershalalhashbaz Ali) yapar. Ali rolü için ise şunları söylüyor: “O, Benjamin için bir tür bayrak direği, erkekliği için bir barometre. Tizzy ona rehberlik ediyor ve onu büyütüyor. Okumayı yazmayı öğretiyor; Shakespeare’i öğretiyor. Ama bence her şeyden önce ona erkek olmak nedir onu öğretiyor. Tizzy, Benjamin’e bu temeli veriyor ki Benjamin’in hayatında bir erkek modeli olabilsin”. Benjamin için bir diğer baba figürü ise Jared Harris’ın canlandırdığı Kaptan Mike’dır. Harris bu konuda şunları söylüyor: “Babanız hayatınızda çok güçlü bir figürdür. Bu hikayenin örgüsünde de erkek karakterler ve babalar ile oğullar arasındaki ilişkiler çok önemli yer tutuyor. Kaptan Mike, Benjamin’i bir baba-amca gibi hayatın kötülükleriyle ve zevkleriyle tanıştırıyor. Ayrıca onu denizde bir yaşamla tanıştırıyor ve böylece Benjamin dünyayı görme fırsatı elde ediyor”. Film, Montreal ve Karayipler’in de aralarında bulunduğu çeşitli mekanlarda çekildi. Karakterin doğum yeri olan New Orleans da bunlardan biriydi. Fakat New Orleans şehri Katrina kasırgasının yıkımını yeni yeni atlatıyordu. Bu yüzden film seti Baltimore’a kurulacaktı. Ancak, şehir yönetimi kasırgadan iki gün sonra yapımcıları arayıp planlarına sadık kalmalarını söyleyerek film ekibini yüreklendirdi. Böylelikle Hurricane Katrina’sının ardından, New Orleans’ta Danzel Washington’ın Deja Vu filminden sonra çekilen ikinci Hollywood filmi oluyordu. Kostümler döneme uygun ve stilizeydi. Kostüm tasarımcısı Jacqueline West, hayatının başından sonuna Benjamin Button’ı giydirmek için 20. yüzyılın sinema ikonlarından yararlandığını söylüyor: “40’lardaki Gary Cooper’ı, 50’lerdeki Brando’yu, 60’lardaki Steve McQueen’i kullandım. Müthiş birer ilham kaynağıydılar. Brad’de de aynı karizma olduğu için o kıyafetleri taşıyabileceğini biliyordum”. Pitt için gençliliğinden yaşlılığına Benjamin performansını destekleyecek bir diğer fiziksel öğe de dijital tekniklerdi. Uzun zamandır Fincher’la çalışmış olan görsel efektler amiri Eric Barba, Oscar ödüllü özel makyaj tasarımcısı Greg Cannom’la omuz omuza çalıştı. Cannom film süresince yaşlanma ve geriye dönük yaşlanma etkilerini destekleyecek protezleri yaratmakla sorumluydu.   Filmde ışıklandırmalar genellikle karede ampuller kullanılarak yapıldı ve çekimlerin doğal olması sağlandı. Doğal ışık kaynaklarını kullanabilmek, aynı zamanda hızlı hareket edebilmek için çoğunlukla dijital çekim yapıldı. En son ‘Slumdog Millionaire’ filmiyle Altın Küre ödülünü kazanan ünlü yönetmen Danny Boyle, bir çizgi roman olan “Solomon Grundy” projesini hikayenin Benjamin Button’a benzemesi nedeniyle geri çekti. Her kelimesi anlam yüklü replikleri ve hayatımızın her döneminde karşımıza çıkabilecek olaylar ile filmden kareleri hatırlayacağımız unutulmayacak bir başyapıt, sinema tarihinin unutulmaz filmleri arasına girmeye aday Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi, filmin açılış sahnesindeki doğuştan kör olan ve güneyin en iyi saatçisi ünvanına sahip Bay Gateau’nın yaptığı ve kaybettiklerimizi geri kazanma umuduyla geriye doğru işleyen ancak 2002 senesinden sonra tren istasyonuna yeni bir digital saat alınmasıyla hurdaya ayrılan saatin Katrina Kasırgası nedeni ile sular altında kalışıyla dramatik bir final buluyor.    
Recep İvedik 2\'nin Galasından Notlar
10.02.2009

Recep İvedik 2\'nin Galasından Notlar

İstanbul Film Festivali dahil olmak üzere, birçok sanat etkinliğine ev sahipliği yapan Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı, 9 Şubat Pazartesi akşamı, en kalabalık ve hareketli günlerinden birini yaşadı. Binlerce insanı Lütfi Kırdar’da buluşturan olay, ilki izlenme rekoru kıran “Recep İvedik” serisinin devam filmi “Recep İvedik 2”nin galasıydı. 13 Şubat Cuma günü tüm Türkiye’de gösterime girecek filmi, herkesten önce izlemenin heyecanını yaşayan davetliler arasında biz de yerimizi aldık. “Recep İvedik”in dev kartonetleri ile çevrili kırmızı halı üzerinde yürüyerek girdik salona. Galaya katılacak ünlü konuklardan görüntü alabilmek için kuyruk oluşturan kameramanlar çarptı gözümüze ilk olarak. Film öncesinde düzenlenen kokteyl, ünlü konukların da katılımı sayesinde oldukça hareketli geçti. İşte “Recep İvedik 2”nin galasında gözümüze takılanlar -    Filmin galasına sinema dünyasının yıldızları ilgi göstermedi. Galaya Orhan Gencebay, Cem Özer, Metin Şentürk, Tolga Karel, Ece Gürsel ve Tuğba Ekinci gibi müzik-magazin camiasından ünlü isimler katıldı. -    Galada izdiham yaşanması nedeniyle, birçok konuk filmi ayakta izledi; bir kısmı da filmi izleyemeden salondan ayrıldı. -    Şahan Gökbakar galaya, sevgilisi Doğa Rutkay ile birlikte katıldı. Girişte bir basın ordusu ile karşılaşan Gökbakar, “İstanbul’da bu kadar çok kameraman var mı?” sözleriyle şaşkınlığını dile getirdi. -    Şahan Gökbakar’ı görüntüleyen kameramanlar ve kendisine soru yöneltmek isteyen muhabirlerden oluşan kalabalık içinde bazı basın görevlileri işlerini yapmakta zorlandı. -    Film başlamadan önce salona giren Şahan Gökbakar, alkışlar eşliğinde karşılandı. Sahneye çıkıp konukları selamlayan Gökbakar, filmine yönelik eleştirilere, “Bu filmi izlediğiniz için sosyal çevrenizden dışlanacaksınız” sözüyle karşılık verdi. -    Filmin oyuncu kadrosunda yer alan, “Hakan İvedik” rolündeki Efe Babacan ve “Ali Kemal” rolündeki Çağrı Büyüksayar’ın basın önüne çıkarılmayışı ve basının sadece Şahan Gökbakar üzerine yoğunlaşarak diğer oyuncuları göz ardı etmesi, gala gecesinde dikkat çekici hatalardan biriydi. -    Doğa Rutkay’ın, filmde hiçbir görevi olmadığı halde, sürekli basının karşısında olması ise malzeme arayan magazincilerin işine yaradı. -    “Recep İvedik 2”yi binlerce seyirci Şahan Gökbakar ile birlikte kahkahalar atarak izledi.   -    Film sonrasında fotoğraf çektirmek isteyen hayranlarının akınına uğrayan Şahan Gökbakar’a, sevgilisi Doğa Rutkay yardımcı oldu. -    Gecenin sonunda Cem Özer, Yüksel Aytuğ ve Ömür Gedik’in tebriklerini kabul eden Şahan Gökbakar ve yapımcısı Faruk Aksoy oldukça keyifli görünüyorlardı.
Bu Hafta Ne İzlesek?
06.02.2009

Bu Hafta Ne İzlesek?

Bu hafta vizyon programı, Oscar’a aday gösterilen iddialı filmler ve genç kitleye hitap eden eğlenceli yapımlardan oluşuyor.     Benjamin Button\'ın Tuhaf Hikayesi (The Curious Case Of Benjamin Button), gerçek hayatta karşılaşılması zor olan orijinal hikayesi, yönetmeni ve oyuncularıyla dikkat çekerken; gerçek bir sinema filmi izleme şansını da sunuyor. 80 yaşında doğup, giderek gençleşen bir adamın hikayesi ve kendini keşfi bile izlemek için yeterli bir sebep.Gerçek Masallar (Bedtime Stories) ise daha çok çocuklara ve gençlere hitap eden Adam Sandler katkılı masalımsı bir film. Yeğenlerine anlattığı masalların yaşamında da gerçekleştiğini gören kahramanımızın hikayesi yakın zamanda gösterime giren “Mürekkep Yürek”i de andırıyor bu açıdan. Sandler hayranıysanız sizi memnun edecek film, aksi durumda sizi pişman da edebilir. Şüphe (Doubt) Meryl Streep ve Philip Seymour Hoffman’ın oyunculukları ve şaşırtıcı senaryosuyla bu haftanın en fazla ilgiyi hak edenlerinden biri. Aynı okulda görevli bir rahip ve ondan bir taciz nedeniyle şüphelenen bir rahibenin hikayesi özetle. Oyunculuklarla kuvvetlenen ve etkileyici bir sinema yolculuğu için ideal bir seçim.Öldür Beni, bu haftanın tek yerli filmi. Yönetmeni Korhan Uğur’un ilk filminde gizemli bir köyde bir şerbet içerek ölümsüz olan ve o köyden çıkamayan Ozan’ın hikayesi anlatılıyor. Fantastik bir hikaye anlatılmaya çalışılmış ancak ne yazık ki acemiliklerle dolu bir ilk film bu. Hele ki oyunculukların yapaylığı ve seslendirmelerin kötülüğü filmin eksileri. “The Others”ı hatırlatan hikayesiyle yine de bazı izleyiciler için enteresan olabilir. Beşir’le Vals (Waltz With Bashir), bu sene İsrail’in Oscar’daki adayı olan gayet başarılı bir animasyon. Lübnan savaşını, bir yönetmenin gözünden, savaşa katıldığı arkadaşlarıyla konuştukça ortaya çıkan ayrıntılarıyla izliyoruz. Tüm karakterlerin gerçek olduğu film, hala savaşlar altındaki dünya düzenini de sorguluyor.  Güzel bir anlatım ve güzel kareler görmek isteyen yetişkinlere iyi bir fırsat.Dünya ve Desie (Dunya & Desie) 18 yaşlarında biri Faslı diğeri Hollandalı iki genç kızın hikayesi. Ailesi tarafından kuzeniyle evlendirilmek için Fas’a gönderilen Dunya’nun peşinden Desie de gider ve bu yolculukla hayatın kendilerince anlamlarını keşfederler. Ancak bu keşif sıkıcı ve klişelerle dolu ne yazık ki. Daha önce çok daha iyilerini izlediğimiz bu film, bir diziden uyarlama.
5 Maddede \'Benjamin Button’un Tuhaf Hikayesi\'
06.02.2009

5 Maddede \'Benjamin Button’un Tuhaf Hikayesi\'

1)    “Seksen yaşında doğup yavaş yavaş 18’imize doğru ilerlesek hayat sonsuz mutluluk olurdu”. “Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi”nin başlangıcı aslında Mark Twain’in bu sözü olmuş. F. Scott Fitzgerald’ın bu söz üzerine kaleme aldığı kısa hikayesinin filme aktarılması zor gibi görülüp, ortalarda dolaşmış ancak vazgeçilememiş. Derken proje Eric Roth, David Fincher ve Brad Pitt’in el atmasıyla hayata geçebilmiş. Ve ortaya enteresan bir film çıkmış. Daha önce çektiği “Seven”, “Fight Club” gibi filmleriyle adını iyice ortaya çıkaran David Fincher son filmi “Zodiac”tan bambaşka bir şey anlatıyor bu kez. Oradaki karanlık yapı sinema izleyicisini biraz bunaltırken, burada üç saate yakın süresine rağmen izleyiciyi içine alan bir film var. (Düğmelerle açılan filmde, düğmelerin kerametini ilerde anlıyorsunuz.) 2)    Filmde normal insan yaşamına göre tersten bir hayat yaşayan Benjamin, merkezdeki karakter.  Çok çirkin olarak doğunca, babası tarafından korkularak başka bir eve bırakılan Benjamin’i, huzurevinde çalışan, dini inancı yüksek bir zenci kadın sahiplenir. Herkesin dışlayabileceği bir durumu “Tanrıdan” kabul ederek ona annelik yapar. 7 yaşındayken 70’lerinde görünen Benjamin, bu arada huzurevine büyükannesini ziyarete gelen küçük bir kızla (Daisy) güzel bir bağ kurar. Görünüş farklarına rağmen güçlenen ilişkileri, hayatlarını da etkileyecek birşeyin başlangıcı olur. Evden ilk kez, bir gemide çalışmak için ayrılan Benjamin, bu arada da gerçek dünyayla tanışır. Herkesin yaşlı görünüşü yüzünden tecrübeli sandığı adam, aslında herşeyden bihaberdir ve bu yolculuk onun hem dünyayı hem kendini keşif yolculuğu olur. Kendi kararlarını vermeyi, ilk aşkını, ilk maceralarını hep bu arada yaşar. Film boyunca hep bir olgunluk, sakinlik gözlemliyoruz. Çünkü çocukken bile, görünen yaşından dolayı şımarma şansı olamıyor. Her yaştan izleyicinin de farklı şeyler düşünmesine neden oluyor tüm bu yaşananlar. 3)    Benjamin karakterini canlandıran ve önce yakışıklı bir genç oyuncu olarak tanıdığımız Brad Pitt, oyunculukta döktürüyor. “Dövüş Kulübü”, “Jesse James” ve “Burn After Reading” gibi filmlerde zaten sınıfı geçen Pitt, bu kez daha zor bir işin altına girmiş. 80 yaşından başlayarak, bir insanın her evresini canlandırmış. Ve filmde oynama şartlarından biri de “her zaman dilimini kendisinin oynaması” olmuş. Başarılı makyajlar ve iyi bir oyunculukla bu işin altından kalkılmış. Hele ki 20’li yaşlardaki hali “Pitt’in sinemadaki ilk dönemini izliyoruz” hissi veriyor. Benzer sözleri Cate Blanchett için de söylemek gerek. Son yılların kesinlikle en başarılı aktristlerinden olan Blanchett, baştan sona ilgi çekecek bir performans sergiliyor. Bu anlamda kimyaları da Pitt’le uyuşmuş durumda. Hastane yatağındaki yaşlı hali de, sahnede dans ederken ki genç hali de başka güzellikte. Bu arada Benjamin’in ilk aşkını oynayan Tilda Swinton ve annesini oynayan Taraji P. Henson da çok çok iyi bir iş çıkarmışlar. Aslında filmin tümündeki karakterlerin çok yerli yerinde olduğunu da söyleyebiliriz. 4)    Fincher’in filminde en çok dikkat çekenlerden biri görselliği ve makyajları. Çoğu filmde yaşlandırılmış insanlar görürüz ancak burada durum biraz daha farklı. Zira bir insanın neredeyse her dönemini görüyoruz ve hepsi içinde tüm ayrıntılar düşünülmüş. Yani 80’li, 60’lı, 40’lı ve 20’li yaşlardaki Benjamin’e inanıyorsunuz. Gemiyle savaşa denk geldikleri sahne ise bir başka etki yaratıyor. Hele ki sinemada dev bir perdede bu sahneyi izlerseniz tüylerinizin ürpermemesi zor. Gece, deniz, savaş, telaş; hepsi çok iyi harmanlanmış.   5)    Perdede aslında gerçek olmayacak bir olay izliyoruz. Bu bir anlamda artı olabilir aslında. Çünkü bu kez zaten başka bir dünya yaratıldığını bildiğinizden, gerçeğe aykırı şeyleri ya da kusurları aramak yerine kendinizi filme kaptırabilirsiniz.  Tamamen sinemasal bir tatla salondan çıkıyorsunuz. Güzel bir sinema dili, iyi performanslar, orijinal bir konu, sizi sıkmayacak görsellik… E bi filmden daha ne istersiniz ki? Filmde annesi Benjamin’e “Seni neyin beklediğini asla bilemezsin” dese de, ben sizi iyi bir filmin beklediğini söyleyebilirim.
Şüphe: Kedi Fare Oyunu
06.02.2009

Şüphe: Kedi Fare Oyunu

1964 yılının New York\'unda St. Nicholas kilisesi ilk siyahi ögrencisini okula kabul eder. Okulu demir yumruğuyla yöneten rahibe Aloysius (Merrly Streep) ise gidişattan memnun değildir. Öğrencilerle beraber rahipler ve rahibelerde de birtakım değisim sinyalleri görülmektedir. Okulu yönetirken deneyimlerine son derece güvenen rahibe Aloysisus, okula yeni atanmış yenilikçi rahip Flynn\'in (Philip Seymour Hoffman) düşüncelerinden hiç hoşlanmaz. İkisi arasında şüpheye dayalı temkinli bir savaş başlar. Savaşın fitili ögrenci tacizi iddiasıyla farklı bir boyut alır. Acaba bu nedensiz bir şüphe yüzünden ortaya atılmış bir iftira mıdır? Ya da rahip Flynn, yenilikçi yüzü ardında bir çocuk tacizcisini mi barındırıyordur? “Şüphe”, çocuk tacizi gibi bıçak sırtı bir konuyu sürükleyici bir dille anlatırken; ahlak, din, ırkçılık ve muhafazakarlık gibi konuları da tartışmaya açıyor. Klasik bir “iyi -kötü çarpışması” gibi açılan film, bir süre sonra bambaşka bir noktaya varıyor. Film, adı gibi izleyiciyi süphede bırakarak, gelgitli havasıyla seyirciyi sarsmayı başarıyor. Katı ve ahlakçı anlayışıyla seyircinin şimşeklerini üzerine çeken rahibe Aloysius, kişisel hırsı yüzünden yenilikçi grubu tasfiye etmeye çalışırken, farkında olmadan büyük bir trajedinin kapısını da aralıyor. “Şüphe”, çok önemli şeyler söyleyen ve bunları yaparken yer yer sembollere de başvuran, çok iddialı bir yapım. Film, olaylar patlak verdiğinde başlayan rüzgardan tutun da, rahibe odasındaki tartışma sırasında patlayan ampullere kadar, ara ara sembollere başvuruyor. Bütün bunlar “Şüphe”yi daha da derinleştirerek, ona şık ve entellektüel bir hava katıyor. Rahibe Aloysius\'un tacize uğradığı iddia edilen çocuğun annesiyle konuştuğu sahne ise belki de filmi anlamak için en dikkat kesilmemiz sahneleri barındırıyor kendi içinde. Annenin böyle bir olayın yaşanmış olma ihtimaline karşın ısrarla çocuğunu okulda tutmak istemesi, ABD toplumundaki “derin ırkçılığı” yüzümüze çarpması bakımından sarsıcı. Bir zenci olarak tacize uğrasa da, bu zavallı çocuğun toplumda yer edinebilmesi için tek şansı böylesi bir okuldan mezun olabilmesi belki de. Film bir noktadan sonra hiçbir karaktere sempati duymamıza izin vermiyor. Böyle bir anlatımı tercih edince, yukarıdan bakarak tüm karakterleri yargılamamız daha kolay bir hale geliyor. Neredeyse her karakterin kendi içinde derin şüpheleri ve zaafları var. “Şüphe”, bu açıdan insanı sürekli olarak çok boyutlu düşünmeye zorluyor. Sezonun en önemli filmlerinden biri olan “Şüphe”, her yönüyle izlenmeyi hakediyor. Meryl Streep ve Philip Seymour Hofmann\'ın  sade ve gösterişsiz oyunculuğu çok başarılı. Ahlaki bir “kedi fare oyunu”nu andıran bu başarılı filmi izlerken tüm sinemaseverlerin keyif alacağı aşikar. Oscar yarışında da iddialı olan filmi herkese tavsiye ederim. Tüm sinemaseverlere iyi seyirler.
2. El’in Ünlü Konukları
05.02.2009

2. El’in Ünlü Konukları

Bu yıl, 12-22 Şubat tarihleri arasında üçüncüsü gerçekleştirilecek olan, Türkiye’nin lider sinema sitesi Sinemalar.com’un internet basın sponsorluğunu üstlendiği “2.El Kısa Film Festivali”, festival kapsamında ağırlayacağı ünlü konukları ile de dikkat çekiyor. Festivalin, 22 Şubat Pazar günü Ankara-Çağdaş Sanatlar Merkezi\'nde düzenlenecek ödül törenine; Nejat İşler, Erkan Can, Cem Özer, Fadik Sevin Atasoy, Nilüfer Açıkalın, Saadet Işıl Aksoy, Güven Kıraç, Halim Ercan, Suzan Kardeş, Selim Demirdelen, Zeki Demirkubuz, Özcan Alper, Derviş Zaim ve Hüseyin Karabey gibi ünlü oyuncu ve yönetmenler katılacak. Festival kapsamında düzenlenecek özel söyleşiler, birinci el film gösterimleri, açılış ve kapanış konserleri ve atölye çalışmaları da, festival katılımcı ve takipçilerine hareketli günler yaşatacak. Festivalin etkinlik ve atölye programı hakkında bilgi almak için tıklayın. Festivalin resmi web sitesi: www.ikincielfestivali.org
‘İki Çizgi’ 27 Şubat’ta Vizyonda
05.02.2009

‘İki Çizgi’ 27 Şubat’ta Vizyonda

Senaristliğini ve yönetmenliğini Selim Evci’nin yaptığı ‘İki Çizgi’ 27 Şubat’ta vizyona giriyor. Filmin başrollerini Gülçin Santırcıoğlu ve Kaan Keskin paylaşıyor. “İki Çizgi” dünya prömiyerini 65. Venedik Uluslararası Film Festivali’nde, Türkiye prömiyerini ise 45. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde gerçekleştirmişti. İstanbul’unda yaşayan genç bir çiftin öyküsünün anlatıldığı filmde, iş kadını olan Selin, kendisinden yaşça küçük fotoğrafçı sevgilisi Mert ile birlikte yaşamaktadır. Yaz dönemidir ve çift arabalarıyla güneye doğru yola çıkar. Selin ve Mert, birbirinin aynısı günlerin ardından çıktıkları bu yolculukta, şehirden uzaklaştıkça, farkında olmadıkları bir şekilde ilişkileri ile oynamaya başlarlar.Filmin fragmanını izlemek için tıklayın.
Sinema Kültürüne Katkı Ödülleri
03.02.2009

Sinema Kültürüne Katkı Ödülleri

Anadolu Üniversitesi, 1-11 Mayıs 2009 tarihleri arasında gerçekleştirilecek “11. Uluslararası Eskişehir Film Festivali” kapsamında Sinema Kültürüne Katkı Ödülleri Yarışması düzenliyor. Türkiye’de sinema kültürünün gelişmesine, sinemanın düşünsel boyutunun zenginleşmesine katkıda bulunmak üzere, bu alanda çalışan yazar ve akademisyenleri desteklemek amacıyla düzenlenen yarışmada, “En İyi Sinema Kitabı” ve “En İyi Sinema Makalesi” ödülleri  verilecek. Sinema alanında çalışan yazar ve akademisyenlere açık olan yarışmaya katılacak kitap ve makalelerin, sinema konusunda araştırma, inceleme ve değerlendirme kapsamında yazılmış olmaları gerekiyor. Yarışmaya Başvuru Koşulları ise şöyle: 1-  Kitap Başvuruları 2008 ve sonrasında basılmış kitaplar için geçerlidir. 2- Makaleler, bilimsel dergilerde, sinema/kültür/sanat dergilerinde 2008 ve sonrası yayınlanmış olmalıdır. 3 - Çeviri eserler yarışmaya giremez 4- Başvuru eser sahipleri tarafından yapılacaktır. 5- Birden fazla yazarı olan eserlerde ödül kitabın editörüne verilecektir. 6- Herhangi bir hukuki durum karşısında sorumluluk editör ya da kitap yazarının kendisine aittir. 7- Yarışmaya birden fazla eserle katılabilinir. 8- Daha önce ödül kazanmış kitap ve makaleler yarışmaya katılamazlar. 9- Kitap ve makalelerin dili Türkçe olmalıdır. 10- Elektronik ortamda yayınlanmış kitap ve makaleler yarışmaya katılamazlar. 11- Değerlendirme jürisi yarışma için aday gösterebilir. 12- Başvurulara eser sahiplerinin özgeçmişleri (tek sayfa) eklenecektir. 13- Kitap ve makaleler: Anadolu Üniversitesi/ İletişim Bilimleri Fakültesi/ Yunusemre Kampusü “SİNEMA KÜLTÜRÜNE KATKI YARIŞMASI” Eskişehir adresine elden, kurye veya taahhütlü posta ile altı (6) adet gönderilmelidir, e-maille yapılan başvurular ve postadaki gecikmeler kabul edilmeyecektir. 14- Katılım için son tarih 15 marttır. 15- Yarışma sonuçları 2 Mayıs 2009 tarihinde 11. Uluslararası Eskişehir Film Festivali açılış töreninde duyurulacak ve ödüller sahiplerine verilecektir.Seçici Kurul 1-Prof.Dr. Merih Zıllıoğlu / Galatasaray Üniversitesi 2-Yard.Doç.Dr. Hakan Savaş / Anadolu Üniversitesi 3- Handan İpekçi / Yönetmen 4-Sevin Okyay / Sinema Yazarı 5-Ali Ulvi Uyanık / Sinema Yazarı Ödüller En İyi Sinema Kitabı ödülü: 5000 YTL En İyi Sinema Makalesi ödülü: 3000 YTL
Benjamin Button Olmak Kolay mı?
03.02.2009

Benjamin Button Olmak Kolay mı?

Seksenli yaşlarında doğup geriye doğru yaşlanan bir adamın hikayesini konu alan, 13 dalda Oscar’a aday gösterilen “Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi”, ülkemizde 6 Şubat’ta gösterime girecek. En İyi Film dalında Oscar’a aday gösterilen filmin başrolünde yer alan ve “Benjamin Button” karakterini canlandıran Brad Pitt “En İyi Erkek Oyuncu”, yönetmeni David Fincher “En iyi Yönetmen”, Taraji P. Henson ise “En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu” dallarında Oscar adayı oldular. “En İyi Makyaj” dalında da Oscar adaylığı olan filmin makyaj efektleri, Oscar ödüllü makyaj tasarımcısı Greg Cannom tarafından yapıldı. Filmde “Benjamin Button” olabilmesi için Brad Pitt\'e uygulanan özel makyaj ile ilgili klibi sizlerle paylaşıyoruz.