‘Güz Sancısı’na Seyirci Kalmak!
26.01.2009

‘Güz Sancısı’na Seyirci Kalmak!

“Salkım Hanım\'ın Taneleri” ile başlayan, Türkiye’de azınlıklara karşı işlediğimiz ve unuttuğumuz suçları sinemasında anlatma girişimine devam ediyor Tomris Giritlioğlu. Bu kez fonda 1955 yılının çok kültürlü, çok dinli İstanbul’u var. Kıbrıs üzerinden rant elde etmeye çalışan aşırı milliyetçi grupların gerginliği tırmandırdığı bu ortamda, Behçet adlı taşradan İstanbul’a gelmiş bir gencin kendini keşfetme süreci gibi de algılanabilir film. Babasından öğrendiği milliyetçi duygularla olaylara yorum yapan Behçet, kardeş gibi büyüdükleri Suat’ın karşıt fikirleriyle sürekli gelgitler yaşamaya başlar. Karşı apartmanda gizlice fahişelik yapan Rum kızı Elena\'ya âşık olmasıyla tüm hayatı altüst olur. Aşkı yaşamasıyla paralel olarak kendini de yeniden tanır. Ama dönem öyle bir dönemdir ki, politik çıkarlar uğruna cinayetlerin işlendiği bu zamanda, azınlıklar çoktan gözden çıkarılmıştır. Atatürk’ün evine bomba atıldığı yalanıyla azınlık malları yağmalanır bir gecede...
Ankara’da Yarışacak Filmler Belli Oldu
26.01.2009

Ankara’da Yarışacak Filmler Belli Oldu

Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı tarafından 12 – 22 Mart 2009 tarihleri arasında gerçekleştirilecek 20. Ankara Uluslararası Film Festivali, Ulusal Uzun Film Yarışması’nda yarışacak filmler belli oldu. Sinema yazarı Okan Arpaç, Doç. Dr. Barış Bora Kılıçbay ve Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı Başkanı İnci Demirkol’dan oluşan Ulusal Uzun Film Yarışması Ön Seçiciler Kurulu, başvuruda bulunan 20 film arasından yaptığı değerlendirme sonucunda 11 filmin Ulusal Uzun Film Yarışması’na katılmasına karar verdi.Festivalde yarışacak filmler şöyle: Cemal Şan’ın Aşk Üçlemesi’nin son iki filmi Dilber’in Sekiz Günü ve Ali’nin Sekiz Günü; Daha çok belgeselleriyle tanınan Kazım Öz’ün yeni filmi Fırtına; Bağımsız fotoğrafçı İsmail Necmi’nin gerçekle kurgu, belgeselle kurmaca arasında gidip gelen filmi Bunu Gerçekten Yapmalı mıyım?; Tolga Örnek’in yönettiği Türkiye’nin ilk otomobili Devrim’in hikayesini ve karşılaştığı bürokratik çıkmazı gözler önüne seren filmi Devrim Arabaları; Bir Mevlevi Derviş’in mistik dünyasını anlatan, Jacques Deschamps’ın Dinle Neyden’i; Hüseyin Karabey’in pek çok uluslararası festivalden ödülle dönen ilk uzun filmi Gitmek; Raşit Çelikezer’in ilk uzun film denemesi olan ve ona En İyi Yönetmen ve En İyi Senaryo Ödüllerini kazandıran filmi Gökten Üç Elma Düştü; Daha çok kısa filmleriyle tanıdığımız Selim Evci’nin ilk uzun filmi İki Çizgi, Özcan Alper’in pek çok uluslararası festivalden ödülle dönen ilk uzun filmi Sonbahar; Belçika’da yaşayan yönetmen Sümeya Kökten’in farklı kültürlerden iki insan arasındaki sıradışı bir aşkın zorluklarını anlattığı ilk uzun filmi Yasak Hisler. Toplam 16 ayrı ödül kategorisinde yarışacak finalistlerin ödülleri Festival’in kapanış gecesi olan 22 Mart’ta sahiplerini bulacak. Festival hakkında detaylı bilgi için: http://www.filmfestankara.org.tr/
5 Maddede ‘Pandora\'nın Kutusu’
23.01.2009

5 Maddede ‘Pandora\'nın Kutusu’

1)  Yeşim Ustaoğlu, Türk sinemasında kendi tavrı olan nadir yönetmenlerden biri. "Güneşe Yolculuk"tan sonra yeni filmi "Pandora\'nın Kutusu" ile bir kez daha beyazperdede. Efsanelere göre Pandora\'nın, açmaması gereken bir kutuyu merakına yenilip açması sonucu kutunun içinden kötülük çıkması ve bunun dünyaya yayılması durumu söz konusu. Buradan yola çıkılarak da modern bir Pandora hikâyesi yaratılmış. "Açtırma kutuyu, söyletme kötüyü" sözü de filmi destekliyor bu anlamda. Burada kötülükten çok gerçeklerle yüzleşme üzerine gidilmiş. İlk gösterimi Toronto Film Festivali\'nde yapılan film, katıldığı festivallerde şimdiden birçok ödülün sahibi oldu bile. 2)  Filmde üç kardeşin birbirinden bağımsız ve hayatla farklı nedenlerden kavgalı yaşantılarının bir olayla beraber kesişmesi anlatılıyor temel olarak. Onları birleştiren olaysa, Karadeniz’de bir yaylada tek başına yaşayan 70’li yaşlarındaki anneleri Nusret\'in kaybolması. Üç kardeşin annelerini bulmak için çıktığı yolculuk sadece Karadeniz’e değil, kendi içlerine ve birbirlerine yaptıkları bir yolculuk oluyor aynı zamanda. Takıntılı ve evliliğinde cinsel/ruhsal sorunlar yaşayan bir anne, işinden mutsuz ve evli bir adamın peşinden sürüklenen gazeteci kız kardeş ve düzene kendince karşı koyan bir viranede hayatını sürdüren erkek kardeş. Bir de annesinin baskısına dayanamayıp soluğu sokakta alan bir oğul var ortada. 3)  “Pandora\'nın Kutusu" yaratılan karakterlerin gerçekçiliğiyle de güçlenen bir film. Özellikle her oyununda bir kez daha hayran kaldığım Derya Alabora yine yapmış yapacağını. Alabora\'yı değil, hayat verdiği karakter Nesrin\'i izlerken buluyorsunuz kendinizi. Her şeyin mükemmel olması için uğraşırken, diğerlerinin hayatını da kontrol altına alma arzusu, onu filmin bazen iyisi bazen kötüsü yapıyor. Oysa yaptığı her şey sevdiklerini korumak için. İşte bu halden hale geçişlerde gayet başarılı. Ayrıca ilk sinema deneyimlerini yaşayan diğer kardeşleri oynayan Övül Avkıran ve Osman Sonant\'ı da atlamamak gerekir. Hikâyenin merkezindeki isimse tabiî ki anne Nusret. Alzheimer hastalığı nedeniyle artık yalnız kalmaması ve yardım alarak hayatına devam etmesi gereken karakterin İstanbul\'a getirilmesiyle beraber yaşadığı bocalama, oldukça iyi anlatılmış. Ancak burada bir handikap var; o da Karadenizli yaşlı bir kadını Fransız bir oyuncunun oynaması. “Bu yaşta bir Türk oyuncu bulunamaması bu kadar mı zormuş gerçekten?” diyorsunuz. Ne kadar iyi bir oyunculuk da çıkarılsa bu beni rahatsız etti. Bu durumu düşünmeden yok sayarak izlerseniz zaten mesele yok. 4)  Film içerisinde sizi gülümsetebilecek birkaç ayrıntı da mevcut. Bunlardan ilki bir kitlenin şikayet edip bir kitlenin de bağrına bastığı sabah kuşağı kadın programlarından Petek Dinçöz\'ün "Arım Balım Peteğim"i. Filmin bir sahnesinde Dinçöz\'ün muhteşem(!) açıklamalarını izliyoruz, tabi televizyondan. Hele ki maske takarak çıktığı bir programı seçmeleri tesadüf müdür, merak ettim. Filmin içine girmişken karşınıza çıkan bu yapay şov neyin ne kadar gerçek olduğunu aslında bir güzel açıklıyor. Ayrıca filmde bir takside Müslüm Gürses çalıyor ve bu tabi ki tesadüf değil. Son dönemde müzisyen kimliği daha bir elitleştirilen(!) Gürses\'in Murathan Mungan destekli albümündeki "Döndür Yolumdan" şarkısı filme çok yakışmış. "Döndür, sapmayacak sandığım yolumdan beni döndür" derken, dönülmez bir sürü yolu düşünüyorsunuz hem kendiniz hem karakterler için. 5)  Doğduğu topraklardan uzaklaşıp büyükşehir hayatlarına sözde adapte olan insanların başka hikâyeleri, kesişmeleri bu film. Üstelik anlatılan kişiler o kadar içimizden ki, ne çok yüksek mevkilerde ne de çok zengin... Bir uzaklaşma, yabancılaşma, sorgulama filmi de diyebiliriz. Güzel karakter analizleri ve iyi bir film izlemek istiyorsanız elbette öneririm. Ama “ben sıkılganım, öyle ruh hallerini, iç yolculukları izleyemem, basit ve bildiğim şeyleri izlerim” diyorsanız "Ayakta Kal" gibi filmler sizi mesut edecektir.
5 Maddede \'Despero\'
23.01.2009

5 Maddede \'Despero\'

1)    Genelde animasyon filmlerinde bir kitap uyarlamasıyla karşılaşmayız, daha çok yeni bir dünya yaratılır. Zaten animasyonun da özgür tarafı burada, ne hayal ediyorsanız ekrana taşıyabilirsiniz. Ancak bu sefer ki animasyonumuz “Despero” ,bir kitap uyarlaması. Kate DiCamillo’nun 2004 senesinde çıkan ve çocuklardan olduğu kadar yetişkinlerden de ilgi gören kitabındaki masal dünyası filme aktarılmış. 60 milyon dolara mal olan filmin merkezinde fareler ve sıçanlar var. Ancak asıl kahramanımız filme de ismini veren fare “Despero”. Orijinal seslendirme kadrosunda Dustin Hoffman ve Emma Watson gibi isimler var ancak Türkçe izleyecekseniz “Despero” olarak “Komedi Dükkanı”nın yıldızı Tolga Çevik size eşlik edecek. 2)    Beraber yaşadığı diğer farelere göre oldukça ufak tefek ama onlara göre daha büyük kulaklı ve cesur olan Despero, farklı bir fare. Herkesle aynı şeyleri yapıp sürü halinde yaşamak istemeyip, başka animasyonlardan da alışık olduğumuz “sürüden ayrı olup, kendi dünyasından başka yerleri keşfetme” arzusuyla dolu. Bir diğer karakter ise aslında bir sıçan olan ancak o da Despero gibi sürüsünden bağımsız, denizlerde yaşayan, kulağı küpeli, karanlığı değil aydınlığı seven, insanlarla dost bir sıçan, Roscuro. Çorba şenlikleriyle ünlü bir ülkede, Roscuro kraliçenin ölümüne neden olduktan sonra, yolu “Sıçanlar Ülkesi”ne düşer. Bu sırada yukarıda kitapları kemirmek yerine okumayı tercih eden ve oradaki masallarda yaşayan Despero ile yolları kesişir ve prensesi bulunduğu durumdan kurtarmaya çalışırlar. Özetle bu eksende gelişen olayları izliyoruz. 3)    Özellikle animasyon filmlerindeki karakterler keskin olarak iyi ya da kötü olarak ayrılır. Ancak Despero’da durum farklı. Yaratılan birkaç tip, iyi başlayıp kötüye gidiyor ama yine iyiye doğru değişebiliyor. Yani bazı durumlarda ne kızabiliyor ne sevebiliyorsunuz. Bu da filmde, ‘canı yanan bir başkasının canını yakar’ gibi bir felsefeyle açıklanmış. (Prenses sıçanın, sıçan hizmetçinin, hizmetçi prensesin vs.) Diğer animasyonlardan farklı tarafı da bence bu. Bu arada, genelde başkarakterler hep neşeli, sakar, çok gülen, bağırarak konuşan zıpır tipler olur ancak Despero gayet “cool” bir fare. 4)    Sarayın altında yer alan yaşam alanlarının tasarımı gayet başarılı olmuş. “Fareler“ ve “sıçanlar” olarak ayrılan şehirlerdeki ayrıntılar ilgi çekici ve görülmeye değer. Ancak özelikle sıçanlar şehrinde daha önceden “Fare Şehri / Flushed Away” filminde gördüğümüz izleri görmek mümkün. E, başrolde fareler olunca, bu da kaçınılmaz sanırım. 5)    Animasyonların her gün biraz daha geliştiğini gözlemleyebiliyoruz ancak “Despero”da çok yenilikçi bir çizgiden söz etmek pek mümkün değil. Yeni bir şey anlatma derdi de yok (belki de var ama başaramıyor), zekice esprileri ve senaryosu da. Birkaç küçük ayrıntıyla da bunu başarmak zaten zor. Arada bir gülümsemekle yetiniyorsunuz. “Uzay Maymunları” ve “Beni Aya Uçur” gibi animasyonların yanında baş tacı edilmesi gereken film, iyi zaman geçirmek için iyi bir seçim. Aman beklentilere dikkat, zira yüksek olursa yerine gelecek hayal kırıklığı da o kadar yüksek olabilir.
Oscar Adayları Açıklandı
22.01.2009

Oscar Adayları Açıklandı

22 Şubat’ta sahiplerini bulacak 81. Oscar Ödülleri için yarışacak adaylar bugün Los Angeles’ta açıklandı. Bu yılki adaylar arasında Brad Pitt, Cate Blanchett ve Tilda Swinton’ın başrollerini paylaştığı, 6 Şubat’ta seyirci ile buluşacak “The Curious Case of Benjamin Button” (Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi), en iyi erkek oyuncu, en iyi yönetmen, en iyi yardımcı kadın oyuncu ve en iyi uyarlama senaryo da dahil olmak üzere tam 13 dalda aday gösterilerek dikkatleri üzerine çekti. “Yabancı Dilde En İyi Film” dalında adaylar arasında ilk dokuza kalmayı başaran Nuri Bilge Ceylan’ın “Üç Maymun” filmi ise bugün kesinleşen adaylar arasında yer alamadı.Bu yıl Oscar için yarışacak adaylar ise şöyle:En iyi film: The Curious Case of Benjamin Button Frost/Nixon Milk The Reader Slumdog Millionaire En iyi kadın oyuncu: Anne Hathaway (Rachel Getting Married) Angelina Jolie (Changeling) Melissa Leo (Frozen River) Meryl Streep (Doubt) Kate Winslet (The Reader) En iyi erkek oyuncu: Sean Penn (Milk) Brad Pitt (The Curious Case of Benjamin Button) Frank Langella (Frost/Nixon) Richard Jenkins (The Visitor) Mickey Rourke (The Wrestler) En iyi yardımcı kadın oyuncu: Amy Adams (Doubt) Penelope Cruz (Vicky Cristina Barcelona) Viola Davis (Doubt) Taraji P. Henson (The Curious Case of Benjamin Button) Marisa Tomei (The Wrestler) En iyi yardımcı erkek oyuncu: Josh Brolin (Milk) Robert Downey Jr. (Tropic Thunder) Philip Seymour Hoffman (Doubt) Heath Ledger (The Dark Knight) Michael Shannon (Revolutionary Road) En iyi yönetmen: David Fincher (The Curious Case of Benjamin Button) Ron Howard (Frost/Nixon) Gus Van Sant (Milk) Stephen Daldry (The Reader) Danny Boyle (Slumdog Millionaire) En iyi yabancı film: The Baader Meinhof Complex (Almanya) The Class (Fransa) Departures (Japonya) Revanche (Avusturya) Waltz With Bashir (İsrail) En iyi uyarlanmış senaryo: Eric Roth and Robin Swicord (The Curious Case of Benjamin Button) John Patrick Shanley (Doubt) Peter Morgan (Frost/Nixon) David Hare (The Reader) Simon Beaufoy (Slumdog Millionaire) En iyi özgün senaryo: Courtney Hunt (Frozen River) Mike Leigh (Happy-Go-Lucky) Martin McDonagh (In Bruges) Dustin Lance Black (Milk) Andrew Stanton, Jim Reardon and Pete Docter (WALL-E) Uzun metrajlı animasyon: Bolt Kung Fu Panda WALL-E Uzun metrajlı belgesel: The Betrayal (Nerakhoon) Encounters at the End of the World The Garden Man on Wire Trouble the Water
İşte Yeşilçam Ödülleri Adayları
22.01.2009

İşte Yeşilçam Ödülleri Adayları

2009 Yeşilçam Ödülleri’nin 11 kategorideki 5’er adayı, Ceyda Düvenci ve Levent Üzümcü’nün sunumuyla Garaj İstanbul’daki basın toplantısında açıklandı. Filmleri, ilk etapta Ulusal Sinema Platformu üyelerinin, sektör temsilcilerinin, sinema yazarlarının ve 2009 ödüllerine aday filmlerin yaratıcılarından oluşan 600 kişilik jüri değerlendirdi. Aday filmlerin yaratıcılarının hiçbir dalda kendi filmlerine oy kullanamadıkları bu ilk değerlendirmede, her kategori için 5’er aday basın kokteylinde noter huzurunda açıklandı. Yeşilçam Ödülleri’nin ikinci etap jürisi ise; sinema akademisyenleri ile iş, kültür, sanat ve medya dünyasının kamuoyu önderleri konumundaki sinemaseverleri de kapsayan 1500 saygın isimden oluşuyor.   TÜRSAK Vakfı tarafından Ocak ayının sonunda gönderilecek ikinci etap dosyaları oylayacak olan Türkiye’nin en geniş katılımlı jürisi, ilk jürinin seçtiği her daldaki beşer adaydan birincileri belirleyecek.İşte Yeşilçam Ödülleri AdaylarıEn İyi Film: -    Üç Maymun -    Sonbahar -    Issız Adam -    Devrim Arabaları -    A.R.O.G.  En İyi Yönetmen: -    Nuri Bilge Ceylan (üç Maymun) -    Özcan Alper (Sonbahar) -    Çağan Irmak (Issız Adam) -    Tolga Örnek (Devrim Arabaları) -    Cem Yılmaz/ Ali Taner Baltacı (AROG)Turkcell İlk Film: -    Sonbahar -    Devrim Arabaları -    Gitmek -    Bayrampaşa: Ben Fazla Kalmayacağım -    120En İyi Erkek Oyuncu: -    Onur Saylak (Sonbahar) -    Yavuz Bingöl (Üç Maymun) -    Cem Yılmaz (AROG) -    Çetin Tekindor (ulak) -    Taner Birsel (Devrim Arabaları)En İyi Kadın Oyuncu: -    Hatice Aslan (Üç Maymun) -    Nurgül Yeşilçay (Vicdan) -    Demet Akbağ (o Çocukları -    Ayça Damgacı (Gitmek), -    Melis Birkan (Issız Adam)En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: -    Ercan Kesal (Üç Maymun) -    Serkan Keskin (Sonbahar) -    Selçuk Yöntem (Devrim Arabaları) -    Volga Sorgu (Gitmek) -    Zafer Algöz (AROG) -    Altan Erkekli (O Çocukları)  En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: -    Megi Koboladze (Sonbahar) -    Selen Uçer (ara) -    Şerif Sezer (Ulak) -    Yıldız Kültür (Issız Adam) -    Özgü Namal (O Çocukları)   En İyi Senaryo: -    Özcan Alper (Sonbahar) -    Çağan Irmak (Issız Adam) -    Ebru Ceylan/ Ercan Kesal/ Nuri Bilge Ceylan (Üç Maymun), -    Tolga Örnek/ Murat Dişli (Devrim Arabaları) -    Sırrı Süreyya Önder (O Çocukları)En İyi Müzik: -    Aria Müzik (Issız Adam) -    Mazlum Çimen (Son Cellat) -    Demir Demirkan (Devrim Arabaları) -    Zülfü Livaneli (Vicdan) -    Cahit Berkay (Yağmurdan Sonra) -    Evanthia Reboutsika (Ulak)En İyi Görüntü Yönetmeni: -    Gökhan Tiryaki (Üç Maymun) -    Feza Çaldıran (Sonbahar) -    Soykut Turan (AROG) -    Hasan Gergin (Devrim Arabaları) -    Mirsad Heroviç (Ulak)  Genç Yetenek: -    Ahmet Rıfat Şungar (Üç Maymun) -    Onur Ünsal (Devrim Arabaları) -    Ozan Bilen (Girdap) -    Atakan Yağız (Ulak) -    Emrah Özdemir (Gitmek)  
Benjamin Button’ın Görkemli Galası
20.01.2009

Benjamin Button’ın Görkemli Galası

F. Scott Fitzgerald’ın 1920’lerde yazdığı ve seksenli yaşlarında doğup, geriye doğru yaşlanan bir adamı konu alan hikayesinden uyarlanan “Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi”, ülkemizde 6 Şubat’ta gösterime girecek. Başrollerini Brad Pitt, Cate Blanchett ve Tilda Swinton’ın paylaştığı film; pek de sıradan olmayan bu adamın yaşadığı serüven içinde karşısına çıkan kişilerin ve yerlerin, bulduğu ve kaybettiği aşkların muazzam öyküsünü ve hayatın keyifli ve hüzünlü yanlarını konu alıyor. “Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi” filminin 19 Ocak Pazartesi akşamı Berlin’de düzenlenen Avrupa prömiyerine, filmin başrol oyuncusu Brad Pitt, eşi Angelina Jolie ile birlikte katıldı. Sinema dünyasının iki ünlü yıldızının katılımıyla renklenen görkemli galadan çok özel görüntüler Türkiye’nin lider sinema sitesi Sinemalar.com’da.
6. İstanbul Japon Filmleri Festivali
19.01.2009

6. İstanbul Japon Filmleri Festivali

Bu yıl altıncısı düzenlenecek olan “İstanbul Japon Filmleri Festivali”, 22 - 25 Ocak 2009 tarihleri arasında İstanbul’da Levent Kültür Merkezi Onat Kutlar Sinema Salonu’nda gerçekleştirilecek. Bu seneki festivalde tüm filmler Japonca orijinal seslendirmeli ve Türkçe altyazılı olarak gösterilecek. Filmler konularına göre; “Büyük Ustalar- Japon Sinema Dünyasını Şekillendiren Yönetmenler”, “Tanınmayan Seçkin Japon Filmlerinden Örnekler”, “Günümüz Japon Sinemasından Kesitler” ve “Japon Animasyonunun Başyapıtları” olmak üzere 4 ana başlık altında toplanacak. Her kategoriden türünün en iyi örneklerinden seçilmiş toplam on bir yapıt seyircilerle buluşacak.6. İstanbul Japon Filmleri Festivali kapsamındaki film gösterimlerine ücretsiz olarak giriş yapılabilecek.
\'İz\' 3D Cinebonus\'larda!
16.01.2009

\'İz\' 3D Cinebonus\'larda!

Dünyada dijital 3 boyutlu sinema teknolojisi konusunda devrim yaratan REAL D 3D sinema sisteminin Türkiye’de uygulandığı tek yer olan Cinebonus sinemaları, merakla beklenen korku filmi “İz –Scar 3D”i izleyicilerle buluşturuyor. Film , Türkiye’de 7 şehirde yer alan 15 Cinebonus’ta Real D 3D teknolojisi ile 3 boyutlu olarak gösterilecek. 3 boyutlu korku filmi “İz” in konusu Colarodo\'nun küçük bir kasabasında yaşayan Ernie Bishop yörenin cenaze levazımatçısıdır... Ve yaşadığı sosyal çevrede gerçek ve asla silinmeyecek bir yara izidir. Onaltı yıl önce başlayan bu korku verici efsanenin ardından kasaba hala kendine gelememiştir. Ernie Bishop kasabanın gençlerinden birkaçını kendi evinin bodrumundaki ölüler için hazırlanmış olan morgda alı koyar... Onları bağlar, keser, doğrar ve vücutlarına verdiği her zararı, her yara izini küçük bir ayna ile kendilerine izlettirir. Kurbanlarından biri olan, Joan Burrows, onaltı yaşındadır ve kendisini keserek bağlandığı yerden kurtulup Bishop\'u öldürür. Bu korkunç efsanenin sonunu getirmiş ve kasabada kahraman ilan edilmiştir.  REAL D 3D Hakkında :NASA’ya 3D görüntüleme araçları sağlayan şirket REAL D 3D , alternatif 3D sinema sistemlerinden farklı olarak, en üst kalitede 2D ve 3D içerik gösterebilen sadece bir adet dijital projektör ve server kullanır. Sağ ve sol görüntüler, çok yüksek bir hızda, saniyede 144 kare olarak, sırasıyla perdeye yansıtılır. Her karede sağ ve sol göz için görüntü olarak değişirken, bu iki görüntünün birleşmesi, REAL D 3D sinema sisteminin ışığın yönünü değiştirerek REAL D 3D sinema gözlükleriyle buluşturması ile sağlanır.Gümüş Perde’ye yansıtılan görüntü 35 trilyon renk içerir. Kullanılan dijital ses sistemi ise 36,600 Watt ses gücüne sahiptir. 3D görüntüleme araçları sağlayan REAL D 3D, bu alanda dünyanın önde gelen şirketlerinden biri. İşbirliği içinde olduğu kuruluşlar arasında NASA ve Amerikan ordusunun yanı sıra BMW, Boeing ve Pfizer gibi dünya devleri bulunuyor. Baş ağrısı ve göz yorulması yaşanmıyor .  Dijital içerik dağıtım ağı içerisinde dijital filmlerin ve dijital 3 boyutlu filmlerin yanı sıra canlı konserler, ve spor organizasyonlarını izleyebilmek de mümkün. REAL D 3D şu anda 23 ülkede 5000’nin üzerinde salonla dünyanın en büyük dijital 3D platformunu temsil ediyor.
5 Maddede ‘Yes Man / Bay Evet’
15.01.2009

5 Maddede ‘Yes Man / Bay Evet’

1. “Yes Man”, bir kitaptan yola çıkılarak çekilen bir film. Filmin yapımcısının kitabı okuyup etkilenerek, kitabın yazarı Danny Wallace’a teklif götürmesiyle başlamış herşey ve kimse de itiraz etmeden işe koyulmuş. Bazı şeylerin daha da yolunda gitmesi için hayatta daha fazla “evet” demek gerektiği fikrinden yola çıkılarak, başrolünde Jim Carrey’nin oynadığı film yaratılmış. Filmin yönetmeni daha önce “Break-up” (Ayrılık) ve “Bring It On” (Gençlik Ateşi) gibi filmleri yöneten Peyton Reed. Romantik komediler konusunda giderek ustalaşan Reed, film öncesi hem senaristler hem de Carrey ile zaman geçirerek komik ve ciddi tarafları bir dengeye oturtmayı başarmış. İş sulu bir komedi olmaktan da çıkmış nihayetinde.2. Filmde baş kahramanımız Carl (Jim Carrey), hayatta karşısına çıkan herşeye “hayır” cevabı vererek yaşayan, bu yüzden de giderek yalnızlaşarak yerinde sayan bir karakter. Arkadaşlarının ısrarına rağmen sosyal ortamlara bile girmezken, bir gün birinin tavsiyesiyle özel bir “kendini geliştirme” toplantısına gider. Carl “önümüze çıkan fırsatları geri tepmeyip hepsine “evet” dersek, herşeyin düzeleceğini söyleyen” toplantıdan bu kararla çıkar ve işler değişmeye başlar. (“Yes Man” toplantısı, zamanında bizde olay yaratan “Titancılar”ın toplantılarını hatırlattı bana. Hep bir ağızdan tezahüratlar ve alkışlar vs.) Bu karardan sonra yeni bir kızla tanışır, işinde yükselmeye, arkadaşlarıyla daha çok zaman geçirmeye ve onlardan daha çok sevgi görmeye başlar.3. Komedi oyuncusu denince ilk akla gelenlerden Jim Carrey şüphesiz filmin lokomotifi. Eğer başrolde başka birisi olsa, bu kadar keyifle izlenir miydi, tartışılır. (Ki bu rol için önce Jack Black düşünülmüş) Ne kadar iyi bir oyuncu olduğuna zaten yıllardır tanıklık etiğimiz Carrey, burada da farklı bir çizgide duruyor. Ne “Salak ile Avanak” ne de “23 Numara” izliyorsunuz yani. Yer yer ciddileşen ama bir küçük hareketle bunu komik sahnelere çevirebilen bir oyuncu var karşımızda. Filmde hayatını değiştirmek için bir sürü kursa katılıp, birçok şey öğreniyor. Ve bunlar için de uzun süre uğraşmış. Mesela Korece konuştuğu sahneler için 10 haftasını vermiş ve bungee-jumping sahnesinin inandırıcı olması için atlayışı kendisi yapmış. (Bu sahne bir kerede 6 kamerayla çekilmiş.) Diğer oyuncular doğal olarak ve ne yazık ki Carrey’nin altında kalmışlar.4. Film içinde başka filmlere göndermeler yapılmasına alışkınız. “Yes Man”de de bu durum var. “Dövüş Kulübü”, “Harry Potter” ve “300 Spartalı” bundan nasibini alan filmler. Hatta “Harry Potter” ve “300 Spartalı” için evde özel partiler düzenleniyor. Partideki tiplemeler (hele ki Harry Potter) partiden tamamen bağımsız, bu nedenle de komik görünen tipler olmuş. Bu sahnelerin gerçekçi görünmesi için de partide kullanılan kostümler gerçekten ikinci el mağazalarından bulunmuş ve taklit havası iyi verilmiş.5. Dick ve Jane”, “Salak ile Avanak”, “Ben, Kendim ve Sevgilim” gibi Carrey filmlerini seven izleyici, bunu da eminim beğenecektir. Ancak “Truman Show” ya da “Sil Baştan”daki adam bu filmde yok. Film boyunca kahkaha krizine girmiyor ama kesinlikle iyi vakit geçiriyorsunuz. Bir “izle unut filmi” olduğu da söylenebilir. Sinemasal bir derinlik zaten beklenmiyor ancak filmin ana konusu olan “her şeye ne kadar açığım, hep hayır mı diyorum” gibi soruları kendinize sorabilir, bir iç hesaplaşma da yaşayabilirsiniz. Filmin başında “acaba ben de her şeye evet desem mi” düşüncesi muhtemelen filmin sonuna doğru değişecek. Eğlenceli bir seyirlikse seçiminiz, “Bay Evet” sizi bekler.
5 Maddede ‘Alacakaranlık’
15.01.2009

5 Maddede ‘Alacakaranlık’

1. Yurtdışında, özellikle Amerika’da aldığı iyi tepkilerden sonra “Alacakaranlık” ülkemizde de sinemaseverler tarafından merakla beklenen filmlerden biri oldu. Stephanie Meyer tarafından yazılan aynı adlı kitabın haftalarca en çok satanlar listesinde bir numarada kalmasıyla beraber, kitabın hayran kitlesi filmini de sabırsızlıkla bekledi ve filmle beraber aynı “Alacakaranlık” çılgınlığı devam etti. (Kitap serisinin devamı da geldi ve bu kitaplar da film projesi durumunda) Birçok fan sitesi açılan film, internette en çok aranılan 4 filmden biri olurken; oyuncuları da isimleri internette en çok aranan oyuncular haline geldiler, fragmanı ise yayımlanır yayımlanmaz milyonlarca kez tıklanarak “Harry Potter” ,”Spiderman” ve “Indiana Jones” gibi filmlerin fragmanlarının izlenme sayısına yaklaştı.2. Modern bir vampir hikayesini konu alan filmde, bir vampirin tüm içgüdülerini yenmeye çalışarak bir insanla aşk yaşama çabası anlatılıyor. Kahramanlarımız; iyi huylu, çok hızlı koşmak ve düşünce okuyabilmek gibi üstün özellikleri olan bir vampir (Edward) ile anne-babası ayrılmış ve bir süreliğine babasının yanına taşınan, yaşıtlarından daha olgun görünen bir kız (Bella). Bir şekilde yolları kesişiyor ve kaçma kovalama sonucunda kız, vampirin sırrını çözüp, onu olduğu gibi kabul ediyor. Bununla beraber sorunlar da başlıyor. Filmdeki anlatıma göre, (dengesiz – mazoşist) bir aslanın (aptal) bir kuzuya aşık olma hikayesi denebilir bu ilişkiye.3. Filmin başrolündeki Robert Pattinson (Vampir Edward) beklediğimden çok daha iyi bir iş çıkarmış. Verilmeye çalışılan; dış dünyayla bağlantısı genel olarak kopuk, havalı ve bir o kadar da soğuk görünen tavrı tüm hareketlerine yansımış. Gençlik filmlerinde görülen harikaya yakın yakışıklı adam tavrını bu anlamda kırmış. Yapılan vampir makyajı da etkili ancak ifadeler ve bakışlar da gayet başarılıydı. Fakat aynı şeyi Bella karakterini canlandıran Kristen Stewart için söylemek pek mümkün değil. Evet, sıradan olmayan iddiasızlığıyla iddialı bir karakter yaratılmaya çalışılmış ancak hiçbir özelliği olmayan sönük bir “başkız” haline gelmiş. Bu arada iki karakterin de babalarını oynayan isimlerin performansları da filme iyi bir katkı sağlamış.4. Filmde gerçek dünya ile bir masal arasında gidip geliyoruz aslında. Direkt olarak bir masal anlatılmasa da, seçilen renklerin tonları ve dikkat çekiciliği bunu destekler nitelikte. (Görüntü yönetimi başarılı bir film olmuş.) Zaten içinde vampir barındırmasıyla gerçek dünyada olmadığımızı biliyoruz. Filmdeki vampir karakterleri, alışık olduğumuz gibi dişleri uzayan, sadece insan kanıyla beslenen vahşi pelerinli tipler değil. Buna da yeni bir açılım getirilmiş. İlk bakışta normal bir insandan beyaza yakın tenleriyle ayrılıyorlar ve bu da “hem bu dünyadan hem değil” hissini veriyor.5. Filmin afişini görünce korku ve gerilim sevenler daha çok heyecanlanacaktır muhtemelen. Ancak filmi izlediğinizde sonucun böyle olmadığını görüyorsunuz.  Sürekli avları peşinde olan vampirler, onlardan kaçan insanlar ve bolca kan bu filmde yok. Bir çocuk filmi demek anlamsız hatta gençlik filmi demek te…  (Bir “Harry Potter” filmi izlemeyeceksiniz yani, ki o da yaşı büyük bir kitleyi yakalamıştı.) Yetişkin gençleri daha çok memnun edecek bu filmi, korku filmlerinden hoşlanmayanlar da izleyebilir gönül rahatlığıyla. Zira sizi hoplatıp gözünüzü kapatmanıza neden olacak sahneler yok filmde. Bir filmde hem aşk hem aksiyon, (ki efektli beysbol ve bale salonu sahneleri bu anlamda memnun edici) hem gerilim hem gençlik arıyor ve sıkılmadan izleyeyim diyorsanız “Alacakaranlık” doğru seçim olabilir.
Üç Maymun Oscar Yolunda!
14.01.2009

Üç Maymun Oscar Yolunda!

81. Akademi Ödülleri’nde “En İyi Yabancı Film Oscar”ı adaylığı için yarışan filmler içinde, Nuri Bilge Ceylan\'ın bol ödüllü filmi \'Üç Maymun\'un da dahil olduğu dokuz film bir sonraki oylamaya kalmayı başardı. Bu kategoride 65 film yarışıyordu. Ülkelerin alfabetik sırasına göre filmler şöyle:Avusturya, “Revanche,” Gotz SpielmannKanada, “The Necessities of Life,” Benoit PilonFransa, “The Class,” Laurent CantetAlmanya, “The Baader Meinhof Complex,” Uli Edelİsrail, “Waltz with Bashir,” Ari FolmanJaponya, “Departures,” Yojiro TakitaMeksika, “Tear This Heart Out,” Roberto Sneiderİsveç, “Everlasting Moments,” Jan TroellTürkiye, “3 Monkeys,” Nuri Bilge Ceylan Bu final listesi içinden, New York ve Los Angeles’ta özel olarak seçilmiş komiteler tarafından belirlenecek beş aday, 2008’in En İyi Yabancı Film Oscar’ı için yarışacak. 81. Akademi Ödülleri adayları 22 Ocak 2009 Perşembe günü saat 5:30’da Akademi’nin Samuel Goldwyn Tiyatrosu’nda açıklanacak.
Festivalciler için Fest Card Çıktı!
14.01.2009

Festivalciler için Fest Card Çıktı!

12-22 Şubat 2009 tarihleri arasında üçüncüsü gerçekleştirilecek olan, Türkiye’nin lider sinema sitesi Sinemalar.com’un basın sponsorluğunu üstlendiği 2. El Kısa Film Festivali, bu yıl da bir başka ilke imza atarak, izleyici ve katılımcıları için “Fest Card” uygulaması başlatıyor. Ankara’nın kent kimliğini taşımaya devam eden Yüksel Caddesi’ne kurulan festival standı ve Mülkiyeliler Birliği gibi mekânlardan temin edilmeye başlanan “fest card” sayesinde pek çok kitabevi, sahaf ve 2.el mağazasından indirimli alışveriş yapılabilecek, pek çok kafe ve barın hizmetinden de indirimli olarak yararlanılabilecek. Festival süresince devam edecek bu uygulama sayesinde festival atölye ve seminerlerine, festival parti ve konserlerine de indirimli olarak katılmak mümkün olacak. Festivale Başvurular Sürüyor Daha önce en az bir kısa film festivalinden hüsranla evine dönen, elenmiş kısa filmlerin katılabildiği 2. El Kısa Film Festivali’ne gönderilen her film festival boyunca gösterimde olacak, jüri tarafından değerlendirmeye alınacak ve bu değerlendirmeler yönetmenine aktarılacak. Bu yıl, Ahmet Uluçay, Derviş Zaim, Hüseyin Karabey, Selim Evci, Ümit Ünal, Yeşim Ustaoğlu ve Zeki Demirkubuz gibi sinema dünyasının önemli isimlerinden oluşan festival jürisinin seçeceği “ Övgüye Değer Film” ödülü, 22.02.2009 tarihinde Ankara-Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde yapılacak törenle sahibine verilecek. Film gönderimleri www.ikincielfestivali.org adresi üzerinden 1 Şubat 2009 tarihine kadar yapılabiliyor.
Farklı Çocuk Benjamin Button
13.01.2009

Farklı Çocuk Benjamin Button

Başrollerinde Brad Pitt ve Cate Blanchett\'in yer aldığı, yönetmen David Fincher\'ın son filmi “The Curious Case Of Benjamin Button”, 6 Şubat’ta seyirci ile buluşacak. Ülkemizde “Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi” adıyla vizyona girecek olan filmin, "Different Child / Farklı Çocuk" adlı özel klibini Sinemalar.com ayrıcalığıyla izlemek ister misiniz? Filmde Brad Pitt\'in canlandırdığı “Benjamin Button” karakterini büyüten, annesi “Queenie” rolündeki Taraji P.Henson ile diğer oyuncular ve yönetmenin yer aldığı özel klibi izlemek için aşağıdaki videoya tıklayın.
Doğmamış:  İkizin mi Var, Derdin Var!
12.01.2009

Doğmamış: İkizin mi Var, Derdin Var!

Adını “Blade” üçlemesi ile duyuran, daha sonra da “Batman” serisinin son iki filminde kameranın arkasında hatırı sayılı işler çıkartan  David Goyer bu sefer senaryosunu kendisinin yazıp yönettiği bir korku/gerilim filmi ile yılın bu ilk günlerinde sinemaseverlerin karşısında. Yönetmenin, filmin başlangıç noktası olarak belirlediği ikizler konusu, aslına bakılırsa tarih boyunca tıp dünyasında  karanlıkta kalmış bir dolu gizemi de beraberinde sürüklemiş. Zaten Goyer’i de bu doğrultuda bir film çekmeye iten etken de bu olmuş. Filmini oturtacağı temeli hemen hemen belirledikten sonra ve bu konu hakkında yakın tarihteki olayları araştırmaya başlayınca da Nazi Almanyası ve onların ikizler üzerinde uyguladığı acımasız deneyleri, film üzerinde yapılacak şekillendirme için kullanmaya karar vermiş. Bu paraleldeki araştırmalarına devam eden yönetmenin karşısına bu sefer de Yahudi halk hikayelerinde bahsi geçen “ Dibbuk” isimli lanetli ruhlar çıkıyor. “Öteki dünya ile dünyamız arasında mekik dokuyan ve cennete gidemedikleri için devamlı canlı bir beden arayan dibbuklar, kafamdaki kurguyu tamamlamak için bana lazım olan belki de en önemli unsurdu” diyor David Goyer.   Hikaye de Casey Beldon’ın (Odette Yustman) gördüğü garip bir rüya ile başlıyor. Gördüğü imgelerin gerçek hayatta belirmeye başlaması , bebek bakıcılığı yaptığı evde çocuklardan birinin saldırısına uğraması, olmadık yerden çıkan böcekler, arkasını döndükten sonra gelen tıkırtılar gibi daha önceki türdaşlarının sıkça kullandığı elementlerle de seyirciyi içine çekmeye çalışıyor film. Casey’nin, gittiği göz doktorundan da yıllardır kendisinden saklanan bir gerçeğin ilk ipuçlarını öğrenmeye başlaması ile de film belirli bir raya oturma çabalarına girişiyor.   Yan karakterlerin ortaya çıkmaya başlaması da işte tam bu noktada başlıyor. Bu yan karakterlerden Casey’nin en iyi arkadaşı Romy (Meagan Good) ve erkek arkadaşı Mark (Cam Gigandet) hikayenin gidişatı açısından etkili bir rol içinde olmasalar da, yaşlı bir Yahudi olan Sofi (Jane Alexander) kahramanımıza musallat olan bu ruhun çıkış noktasını bilen ve nihayete erdirmesine yardımcı olacak yegane insan olarak göze çarpıyor. Filmin oyuncu kadrosundaki en güçlü isim olarak gözüken Gary Oldman’ın varlığını açıklayabilecek en muhtemel cevap ise tamamen son iki “Batman” filmlerinden de görüleceği üzere David Goyer ile olan dostluğu. Adrenalinin yükseldiği ve temponun arttığı yegane anlardan biri de filmin sonundaki şeytan çıkarma ayini olarak göze çarpıyor. Toplam 45 günlük çekimlerin 10 gününün sadece bu sahne için harcanması, Odette Yustman’in devamlı attığı çığlıklar ve rolüne daha iyi konsantre olabilmek için Youtube’dan izlediği şeytan çıkarma videoları da çekimlerle alakalı üzerinde durulması gereken notlardan birkaçı. Korku filmlerinde kullanılacak elementlere izleyicilerin verdiği reaksiyonlar en önemli kıstaslardır değerlendirme için. Bu reaksiyon ya koltuğumuzdan zıplama şekliyle olur ya da müzikle beraber sahnede artan gerilimle vücudun verdiği kalp atışlarının hızlanması ve parmakların terlemesi  gibi tepkilerdir. “Doğmamış”, izleyenlere bu reaksiyonlardan hiçbirini yaşatmıyor. Görsel efekler neticesinde yaratılan bazı görüntüler insanı ürpertiyor, özellikle yaşlı adamın merdivenlerden emekleyerek geçerek girdiği bir kovalama gibi... Ama bu tarz sahneler film boyunca oldukça ender ki, filmin yaratmaya çalıştığı o atmosferde kopmalar yaratıyor.  Birçok noktada araya giren kısa geri dönüşler ve hemen akabindeki çığlık atan suratlara yapılan yakın çekimler, normal sahnelerde araya giren ürkütücü bir takım imgeler ve olmadık yerlerde ortaya çıkan küçük çocuk ise anı kurtarmaya yönelik cılız çabalar olarak kalıyor. Yönetmen Goyer daha önce yapılmış bir filmi olduğu gibi taklit etmek yerine tarihsel geçmişi baz alarak bir takım unsurlarla süslediği hikayesiyle yarattığı o ufak olumlu havayı da zayıf diyaloglar ve hikaye içindeki cevaplandırılamamış tutarsızlıklar ile kaybediyor.  Zaten kendisine fazlasıyla esin kaynağı olan “Şeytan Çarpması” ve “Rosemary’nin Bebeği” gibi türünün kült örneklerinin yanında “Doğmamış”, sadece kısa bir süre konuşulacak, ondan sonra da sabun köpüğü misali yokolup gidecek bir yapımdan fazlasını vaat etmiyor.