Sibirya Ekspresi: Yalanlarla Gidersen, Asla Geri Dönemezsin!
29.12.2008

Sibirya Ekspresi: Yalanlarla Gidersen, Asla Geri Dönemezsin!

90’ların sonunda komedi ağırlıklı filmleriyle sinemaya giriş yapan Brad Anderson, kazandığı görece popcorn başarı sonrasında 2000 yılında “Session 9”la sinemasında keskin bir dönüşe imza attı. Korku ağrılıklı olsa da birçok türün kırması olan filmle birlikte şimdiki sinema anlayışını da oturtmaya başlamış oldu. Özellikle 2004 yılı filmi “Makinist” ile büyük çıkış yapan, adını saygın yönetmenler hanesine yazdırmayı da başaran Anderson, gerilim filmlerine adım atmaya da başlamış oldu. “Masters of Horror” dizisinin bir bölümüne imza atarak da bunu pekiştirmiş oldu. Anderson’un makinist’te yarattığı ilüzyon hala canlılığını korumakta. Kurduğu yapıyla, yarattığı gerilimli atmosferle takip edilesi yönetmen oldu… "Makinist"ten 4 yıl sonra gelen “Sibirya Ekspresi”, temelde Bowdoin Üniversitesi’nde antropoloji ve Rus dili eğitimi alan yönetmenin bu eğitim sonrasında Rusya’da yaptığı tren yolculuğuna, o yolculuktaki gözlemlerine dayanıyor. Elbette söz konusu tren yolculuğu olduğunda Alfred Hitchcock hayranlığının da etkisi var. Özellikle “Strangers on a train” ve “The Lady Vanishes” gibi trende geçen Hitchcock klasiklerinin senaryoda etkisi büyük. Karlarla kaplı bir ortamda, rayların üzerinde geçen bir klostrofobik bir ortam yaratılıp, birde yabancı yerde olmak söz konusu olunca gerilim otomatik olarak yaratılmış oluyor. “Her zaman trende geçen film çekmek istedim” diyen Anderson’un bir diğer etkisinde olduğu isim de Dostoyevski… Ana karakterlerden Grinko, “Suç ve Ceza”daki polis karakterinden izler taşımakta… Anderson bu şekilde bildiği kültürde, bildiği ve hayran olduğu esin kaynaklarıyla oluşturmuş senaryoyu… Yaratılan doğu Avrupa atmosferi, kırıcı kışın soğuğundaki tren yolculuğu da istediği atmosferi kurmasına yardımcı olmak bir yana, bir karakter de eklemiş oluyor. Filmin başında tanıdığımız Amerikalı çift ise bu tip filmler için biraz klişe olarak adlandırılabilir. Her yolculuk temalı filmdeki çiftler gibi, aralarında soğukluk olan, çatırdamakta olan evliliğin içindeki yalnız iki ruh Roy ve Jessie üzerine girişilen derinlikte görünenlerde bir parça kusurlu… Roy biraz karikatürize bir Amerikan erkeği olarak resmedilmiş. Tipik bir Amerikan ailesi tablosu uğraşında çocuk isteyen, ama hala çocuk kalanlardan… Jessie ise biraz daha güçlü, ayaklarının üzerinde duran kadınlardan. Zaman geçtikçe, tanıdıkça Jessie’yi evliliğin değiştirdiğine de şahit oluyoruz. Arsız kızdan, evlilik yardımıyla uslu kıza dönüşmüş, belli ki çocuk isteğine bu değişimin tamamlanmaması adına karşı çıkıyor. Tam da bu sırada çifte eklenen yeni arkadaşlar başlatıyor hikayeyi… İlk yolculuklarına çıkan Jessie-Roy çiftinin aksine, hayatları yolculuklarda geçen çift Abby ve Carlos kompartıman arkadaşları oluyor. O andan itibaren derinleşen senaryoda yeni çifti tanımak da, yabancıları tanımak gibi bir güvensizlik ortamını yaratmış oluyor. Abby pek konuşkan değil ama, Carlos’u tutabilene aşk olsun… Jessie ve Carlos arasındaki diyaloglarla kurulmaya başlayan gerilim de yavaş yavaş filmin dinamiklerinden biri oluveriyor. Carlos üzerindeki sis bulutu da kamera açılarıyla ustaca kuruluyor. Diğer karakterlerde güven veren sakin kamera açıları varken, Carlos söz konusu olduğunda kullanılan açılarla bu adamda bir şey var hissi de yaratılmış oluyor. Votkaların ve eğlencenin eksik olmadığı yemek bölümlerinde de ne kadar eğlence olsa da, Anderson Rusya üzerindeki gözlemlerini de iletiyor… “Amerika’yı tanımak istersen bir kitap al, Rusya’yı tanımak istersen bir kürek al” sözüyle başlayan bu gözlemler her şeyin ortasındaki Amerikalı çiftin yabancılaşmasını da arttırmış oluyor. Bir durakta yollar ayrılıyor. Roy treni kaçırıyor ve bir sonraki adım geliyor hikayede… Tamamen yapayalnız kalan Jessie, Carlos ve Abby’den destek de görüyor… Anderson yine kamerası yardımıyla gerilimi arttırıyor... Carlos ve Jessie arasında geçen tüm sahnelerde bir tekinsizlik hakim ama taraf tutulmaksızın yaratılan bir gerilim bu. Kim ak kim kara belli değil. Kimseyle bir yakınlık kurmaya izin vermeyen bu yapı üzerine yaşanılanlarda tüm planın parçası zaten… Roy’un en son Carlos’la görüldüğü sahneden sonra kayboluşu, Carlos’un tuhaflıkları ile iyice belirginleşen gerilim, karlar üzerindeki kilit sahneyle birlikte daha da artıyor… Ama filmin başarısı da burada zaten, Carlos’un Jessie’ye öve öve gösterdiği matruşka’lar gibi gitgide derinleşen bir yapı söz konusu filmde. Hikaye derinleştikçe, filmin başında görünüp kaybolan Grinko’nun eklenmesiyle Jessie Grinko’nun filmine dönüşen “Sibirya Ekspresi”, yarattığı tren geriliminden birkaç sahne haricinde uzaklaşmıyor… Anderson’un filmin çevrilme sebebine ışık tutan diyalogları da Roy ve Grinko arasındaki diyalogda saklı…
Uçan Süpürge’den ‘12 Eylül’ Sergisi
26.12.2008

Uçan Süpürge’den ‘12 Eylül’ Sergisi

7-14 Mayıs 2009 tarihleri arasında Ankara’da gerçekleştirilecek olan Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali, 12. Festivale özgü bir çalışmayla seyircisinin karşısına çıkıyor ve bir "Mektup Sergisi" hazırlıyor. Gerçek veya kurgusal anlatılar üzerinden bir döneme ayna tutmayı, farklı hikâyeleri bir araya getirerek 12 Eylül’ü hatırlamayı ve hatırlatmayı amaçlayan festival, her yaştan kadınlara “Mektup Çağrısı” yapıyor. Yalnızca kadınların katılımına açık olan sergiye gönderilecek mektuplar; el yazısıyla herhangi bir kağıda yazılarak, bilgisayarda yazılıp herhangi bir kağıda çıktı alınarak, video, ses kaydı, resim, fotoğraf, grafik ya da istenen başka bir formatta hazırlanabilecek. Çağrı, bilinen mektup formunun yanı sıra, katılımcıların yaratıcılıklarını kullanarak farklı mektup formları yaratmalarını da teşvik ediyor.   Gönderilecek mektuplar Ayşegül Devecioğlu, Gülden Treske, Halime Güner, Latife Tekin ve Umut Tümay Arslan’dan oluşan jüri tarafından değerlendirilecek. Jürinin bu eserler içinden oluşturacağı seçki, 7-14 Mayıs 2009 tarihleri arasında yapılacak 12. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali kapsamında sergilenecek. Başvuru koşulları için: www.ucansupurge.org
5 Maddede \'Avustralya\'
26.12.2008

5 Maddede \'Avustralya\'

1) “Avustralya” bir kere yönetmeniyle dikkat çekiyor: Baz Luhrmann… “Romeo Ve Juliet” ve çok daha fazla ses getiren “Moulin Rouge” filmlerinin ardındaki isimdi. Uzun süredir de yeni filmi bekleniyordu. Özellikle görsellikleriyle dikkat çeken bu iki filmden sonra Nicole Kidman ve Hugh Jackman’li “Avustralya” fimi dört gözle bekleyenleri çok üzmeyecek gibi. Özellikle filmin açılışı gayet başarılı olmuş.2) Filmde asil bir İngiliz’i, Lady Sarah Ashley’i canlandıran Nicole Kidman iyi bir oyuncu olduğunu daha önceki filmlerinde kanıtlamıştı zaten. Bu kez de bunu destekleyen bir iş çıkarmış. Bir insan güzel ya da yakışıklı olunca, sanki iyi bir oyuncu olduğunu kabul etmek güçleşir ya... Sanırım bu durum Kidman için çoktan geride kaldı. Bir asilzadeden, kırsal alanda yaşayan bir köylüye geçişinde başarılı bir iş çıkarıyor. Başroldeki aktör Hugh Jackman da “X Men” ile başlayan kariyerine iyi bir iş daha eklemiş. Rolün içine girip izleyiciyi (en azından beni) inandırmayı başarıyor. (Bu arada Pierce Brosnan’dan sonra Bond adayları arasında ismi geçen Jackman, sanki Daniel Craig’ten daha fazla yakışırdı Bond olmaya) Kidman ile kimyalarının %100 uyumlu olduğu söylenemese de fena bir çift olmamışlar.3) Filmin en dikkat çeken oyuncularından biri ise 12 yaşındaki  Brandon Walters ya da filmdeki adıyla Nullah... Bu rol için Avustralya’da uzun bir oyuncu arayışına girilmiş ve Walters’ın ailesiyle de uzun bir zaman geçirilmiş. Sonunda aile de yönetmen de onaylamış ve Walters’in ilk filmi olmuş “Avustralya”. Film boyunca gayet iyi bir iş çıkaran küçük oyuncunun özellikle kapkara gözleriyle bakışları sizi kolayca etki altına  almaya yetiyor. Filmde melez olan Nullah, ne beyazlara ne de siyahlara ait olmayan bir dünyada, arada kalmanın sıkıntısını yaşıyor. Bu arada kalmışlık, aslında o dönem ülke olarak Avustralya için de geçerli.4) Baştan sona izleyicinin ilgisini perdede tutan filmin en önemli handikaplarından birisi 166 dakikalık uzun süresi. Hele ki sinemadaki reklam ve ara süreleri eklenince, sinemada geçireceğiniz süre 3,5 saati buluyor. Bu yüzden filmi izlerken üç bölümlük bir dizi izliyormuş hissine kapıldım. Biraz daha kısa olabilirmiş. 5) Aydınlıktan karanlığa doğru giden film, hem romantik film sevenleri hem de maceracıları mutlu edecek gibi. Bu romantik macerayla beraber Avustralya topraklarının da başka bir hikâyesine tanık oluyoruz; başka topraklara ve yaşamlara… Savaş sahnelerinde duygusallığın doruğa çıkıp, gözyaşına neden olabileceği filmden çıkarken, birilerini şarkınızı söyleyerek kendinize getirebileceğinize inanabilirsiniz. Tabi söylediğiniz kişi bunu duyarsa…
Teoman ile Sinema Sohbeti
24.12.2008

Teoman ile Sinema Sohbeti

1996 yılında piyasaya çıkardığı, kendi ismini taşıyan ilk albümünden itibaren yaptığı çalışmalarla, bugünlerde adına “Türk rock müziği” dediğimiz bir türün oluşumuna büyük katkılarda bulunan Teoman, sinemaya da oldukça ilgili bir sanatçı. 2005 yılında gösterime giren “Balans ve Manevra”nın senaryosunu yazıp, müziklerine imza atan Teoman;  aynı zamanda filmin yönetmenliğini ve yapımcılığını da üstlenmişti. “Balans ve Manevra”nın yanı sıra, "Mumya Firarda", "Banka" ve "Romantik" filmlerinde de rol alan sanatçının aklında yepyeni bir film projesi var. Bugünlerde yeni albüm çalışmaları ile ilgilendiği için, senaryosu iki yıldır hazır olan yeni film projesini erteleyen Teoman ile sadece sinema üzerine kısa ve keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.Sinemalar.com: Yönetmenlik ve oyunculukta da deneyim edinmiş bir sanatçı olarak Türk sinemasında yaşanan hareketliliği nasıl değerlendiriyorsunuz? Neredeyse her hafta bir Türk filmi vizyona giriyor...Teoman: Hakikaten öyle. Bir arkadaşım anlattı. Geçen hafta sinemaya gitmiş, oynayan 8 filmden 6’sı Türk filmiymiş. On yıl önce de “Türk sineması patladı” deniliyordu. Şu anda Türk sineması çok daha iyi bir yerde. Ayrıca filmlerin kalitesi yükseliyor. Geçmiş yıllara nazaran oyunculukları daha çok beğenmeye başladım. Bunda dizilerin bile etkisi olabilir. Sektör kendini geliştirmeye başladı. Finansal koşullar çok daha iyi. Dolayısıyla sinemanın gelişimi açısından çok daha rahat bir ortam söz konusu. Sinemaya ilginizi de biliyoruz. Sektördeki bu canlılık sizi nasıl etkiledi? Yeni bir filme başlamayı düşünüyor musunuz? İki senedir hazır olan bir senaryom var fakat yatıyor ne yazık ki. Ara ara onu çekmek için hevesleniyorum ancak sonra geri adım atıyorum. Açıkçası çok zor bir iş sinema ve ben şu anda o güçte değilim. Yeni bir albüm hazırlıyorum. Albümü bitirip, biraz dinlenmeye, rahatlamaya ihtiyacım var. Daha sonra filme başlamak istiyorum.
Recep İvedik 2’nin Fragmanı Yayında!
22.12.2008

Recep İvedik 2’nin Fragmanı Yayında!

Tüm zamanların en çok izlenen filmi olarak seyirci ve hasılat rekorunu elinde bulunduran komedi filmi “Recep İvedik”in ikinci filmi ‘Recep İvedik 2’nin fragmanı yayınlandı. Yapımcılığını Faruk Aksoy’un üstlendiği  bu müthiş komedi filminde Şahan Gökbakar, yine izleyicisini kahkahaya boğacak. İlk olarak televizyon şovlarında yarattığı Recep İvedik karakterini beyazperdeye taşıyarak bir fenomen haline gelen Gökbakar, 13 Şubat 2009’da izleyicileriyle yeniden buluşacak. Togan Gökbakar’ın yine yönetmen koltuğunda oturduğu çekimlerin tamamı İstanbul’da gerçekleştirildi. Recep İvedik’in birbirinden komik durumlar yarattığı şehir hayatının anlatıldığı filmde, Şahan Gökbakar’in babaannesi rolündeki Gülsen Özbakan’ın izleyiciden büyük ilgi görmesi bekleniyor. Filmin merakla beklenen fragmanını izlemek için aşağıdaki videoya tıklayın!
Issız Adam: Gidemem , Bilirsin Beni...
18.12.2008

Issız Adam: Gidemem , Bilirsin Beni...

Çağan Irmak’ın altıncı filmi “Issız Adam”; psikolojik, sosyolojik ve metaforik açılımlarıyla vizyona girdiği andan itibaren gündemde. Çağan Irmak’ın “Issız Adam” dan önce çekmiş olduğu filmlere bakarsak, bu gündemi meşgul etme olayının pek de sürpriz olmadığını anlayacağız. Filmin teknik kısmıyla fazla ilgilenmek istemiyorum bu yazıda. Zira; Çağan Irmak da tekniği bir köşeye itip, filmde manaya ehemmiyet vermiş. Ama yine de tekniğe kısaca değineceğim. Çağan Irmak yönetmen olarak kamerayı nereye koyacağını, görüntüyü nereden alacağını bilen birisi. Bu konudaki ustalığına yorum yapmanın gereksiz olduğunu düşünüyorum. Oyuncular gerçek manada duyguları seyirciye hissettiriyor. Başrolleri paylaşan Cemal Hünal ve Melis Birkan, görevlerini hakkıyla yerine getirmişler. Filmin her müziği şaheser değerinde, her birine ayrı bir yazı lutfedilebilir. İçimde Nuri Bilge Ceylan ve Zeki Demirkubuz’un karışımı olarak nitelendirdiğim Çağan Irmak’ın, bu filmde Demirkubuz tarafı ağır basmış ve ortaya çekim tekniği üst bir film değil de, mana bakımından üstlüğü yakalamaya çalışan! bir film çıkmış. Kısacası senaryo çok iyi olmasa da, iyi bir örgüye sahip ve geçer not alıyor.ISSIZ ADAM İSMİNİN AÇILIMI:Issız Adam: Filmin ana karakteri Alper’e seyirci tarafından yakıştırılan ünvan. Seyircilerin aklına gelen ilk anlam budur. Ana karakterimiz, yalnızlığından ve çaresizce psikolojik girdap içinde sürüklenişinden dolayı “Issız Adam”dır.Issız Ada\'m: Alper’in Ada ile olan ilişkisi irdelendiği zaman, Alper’de var olan ıssızlığın, Ada’da da var olduğu gözlenecektir. Yani Alper’in gözünde de Ada ıssızdır ve böylece filmin ismi ikinci manasına kavuşur-şimdilik-.Issız Ada\'m: Birinci manada seyircinin perspektifinden, ikincisinde ise Alper’in gözünden filmin ismini açıklamıştık. Üçüncü mana ise “Ada ve Alper’e göre Issız Ada nedir?” sorusunun cevabı ile ortaya çıkıyor. “Metropol”. Şehir. Kargaşası, yoruculuğu, yiyip bitiriciliği ve inanılmaz enerjisi ile şehir. Hepimizin ıssız adası. /*/*/*/* Mesafelerin yitirilmesi ile başlar herşey. Bir görüntü. Sanal ortamda başka nesnelerle tanışıp kendini seks ile tatmin etmeye çalışan bir erkek. Seksin, cinselliğin ve kadının cazibesine dayanamayan bir erkek: Alper. Aşkı, Ada’yı gördükten sonra değişen bir erkek: Alper. Mana ile maddenin ruhunun derinliklerinde devamlı çatışma içinde olduğu bir erkek: Alper. Azlığın-kanaatkarlığın- ve insani duyguların tamamiyle terk edildiği bir yer tanıyorum ben. İçinde binlerce ıssız adamların dolaştığı bir yer. Metropol. Boynu bükülmüş bir aşk gibi içimizde geziniyor. İlişkiye girdiği bedenlerde Ada’nın kalbine rastlayamıyor Alper. Paralarıyla, Ada’nın gülücüklerini yaratamıyor. Maddenin tamamiyle insan ruhuna ve bünyesine tahakküm ettiği 21.yüzyılda bilinmesi gereken o kadar çok psikolojik travma var ki. Bunlardan sadece birisini dile getiriyor Çağan Irmak, “Issız Adam”da. Flört çağı, evlenmeden ilişkiye girme, seks, modernizm, çağdaşlık ve metropol hayatının cazip koşullarında bir mikrop. Alper , mikroptan korktuğu için mi, yoksa Ada’yı tamamiyle istediği için mi terk ediyor? Ada’yı istediği için Adayı terk ediyor Alper. ”giderken / yanımda unutma seni”... /*/*/*/* Film en az bu yazı kadar karmaşık, anlaşılması güç ve ağır. Basit birkaç gözyaşı ile “Babam ve Oğlum”a yaptığımız o boş muameleyi hak etmeyen hayat bir film. Hayat kadar gerçek bir film. Ya da film kadar gerçek bir hayat mı demeliydim..“gideceksin git, umrumda bile değilsin güleceksin gül, umrumda bile değilsin özlemek isteyeceksin iste, farkı yokgeleceksin gelme, umrumdasın” Gelmenin hasretlere olan öldürücü tesiri ne acıdır... Ne acıdır gidecek bir yolunun dahi olmaması. Bakınız:(Hayat) Sevgiyle...
Yılın En İyi Filmlerini Seçiyoruz!
18.12.2008

Yılın En İyi Filmlerini Seçiyoruz!

2008’in en iyi filmlerini Sinemalar.com kullanıcıları seçiyor! Geçtiğimiz yıl olduğu gibi bu yıl da, yılın en iyi yerli ve yabancı filmi sizlerin oylarıyla belirlenecek. Yerli ve yabancı film kategorilerinde listelenen filmler içinden kendi favorilerinize oy vererek, “2008’in en iyi filmleri” oylamasına katılın; binlerce Sinemalar.com puanı ve özel hediyelerin sahibi olun! 8 Aralık 2008 – 8 Ocak 2009 tarihleri arasında yapılacak oylamaya katılan herkes 2008 Sinemalar.com puanı, her 209. kişi ise yepyeni Play Station oyunları (12 adet) kazanacak.  
‘Bolt’un Özel Videosu Yayında!
17.12.2008

‘Bolt’un Özel Videosu Yayında!

Walt Disney Animasyon Stüdyoları’nda hayata geçirilen ve Amerika’da çok ses getiren animasyon film “Bolt”, Türkiye’de 26 Aralık’ta gösterime girecek. Orijinal dublajını John Travolta’nın yaptığı “Bolt”, ülkemizde Türkçe seslendirmeli olarak da gösterilecek. Filmin konusu kısaca şöyle: Süper köpek Bolt için her yeni gün macera, tehlike ve entrikalarla doludur. En azından kameralar stop edinceye kadar… Çok sevilen bir televizyon dizisinin starı olan Bolt’un yanlışlıkla Hollywood’dan New York’a götürülmesiyle hayatında yepyeni bir sayfa açılır. Biricik sahibesi ve rol arkadaşı Penny’e yeniden kavuşabilmek için ülke sınırlarını aşan bir yolculuk yapmak zorundadır. Öncelikle kamera karşısındaki tüm yeteneklerinin aslında bir yalan olduğunu anlar. Mittens adlı sokağa atılmış bir ev kedisiyle Rhino adlı televizyon delisi bir hamsterin yardımını alan Bolt, kahraman olmak için süper güçlerle donatılmaya gerek olmadığını keşfedecektir. Süper köpek “Bolt”un maceralarını izlemeden önce, filmin Türkçe dublajlı özel videosuna göz atmaya ne dersiniz?
Dünyanın Durduğu Gün, Sizi Değil Dünyayı Kurtaracağım...
15.12.2008

Dünyanın Durduğu Gün, Sizi Değil Dünyayı Kurtaracağım...

İlk olarak, 1951 yılında efsanevi yönetmen Robert Wise tarafından çekilen film, bilimkurgu severler ve film yapımcıları için bir klasik haline gelmişti. 20 yıl aradan sonra yeniden çekme fikri, birçok yapımda Keanu Reeves ile çalışan yapımcı Erwin Stoff’la geldi. Yönetmenliğini Scott Derrickson’ın üstlenip, başrollerini Keanu Reeves ve Jennifer Connelly’nin paylaştığı ‘Dünyanın Durduğu Gün’ yıllar sonra yeniden vizyondaki yerini aldı. Keanu Reeves fanatikleri kadar birçok sinemasever de, övgüyle söz edilen filmi merakla bekliyordu. Film için özellikle efekt ve kamera açılarındaki başarısından ötürü görüntü yönetmeni David Tattersall takdir edilmeli. Filmin yeniden çevriminde bu tür zenginlikler olması elbette olağan. Senaryosundaki deformeleri ise olumlu yönde karşılamak gerekir. Filmin konusu, dünyayı insanlardan kurtarmak için gizemli bir UFO ile yeryüzüne ayak basan Klaatu ile gelişiyor. Klaatu’nun amacı, nasıl olursa olsun dünyayı kurtarmaktır. İlginç olan ise bunun sadece insanlığın sonuyla mümkün olmasıdır. Günümüzde de dünyanın sonunu hazırlayanların, nükleer savaşlara ve bir takım doğal tepkimelere sebep olan insanlar olduğu kabul ediliyor. İnsanlığın dünyaya verdiği zararı gözler önüne seren onlarca gerçek ve sona giden; dünyanın yok oluşuna dair teori, ilgi çekmeyen bir genel kültür bilgisi halini almış. Yapım ise bunu farklı bir açıdan tekrar sunmayı deniyor. “Milenyum Ekosistem Değerlendirmesi” adlı grup, 1360 uzmanın katılımıyla yapılan araştırmanın sonuçlarına dayanarak hazırladığı bir raporda Klaatu gibi insanlığı suçluyor. Uzmanlar 4 yılda hazırladıkları raporu `dünya felaketin eşiğinde` sözü ile özetliyor. Rapora göre, artan insan nüfusu, son 50 yıl içinde, temiz havadan temiz suya kadar yaşamın bağlı olduğu ekolojik sistemin üçte ikisini kirletti ya da istismar etti. Raporda, insanların dünyaya bu kadar zarar vermesiyle, gelecek nesiller için ekolojik sistemi korumanın artık mümkün olmayacağı ileri sürülüyor. Dünyanın yaşam destek sistemlerinin büyük çapta değerlendirildiği raporda, memeliler, kuşlar ve hem karada hem de suda yaşayan türlerin yüzde 10 ile yüzde 30\'unun yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğu belirtiliyor. İnsanların, geçtiğimiz 50 yıl içinde gittikçe artan gıda, taze su, kereste, lif ve yakıt taleplerini karşılamak için ekolojik sistemi değiştirdiği gerçeğinin belirtildiği raporda, dünyada yaşam çeşitliliğinde meydana gelen geri dönülmez büyük kayıplar da hatırlatılıyor. Rapora göre tüketimde önemli değişiklikler, iyi eğitim ve yeni teknolojileri kullanma gibi unsurlar, bu hasarı aza indirgeyecek nitelikte. Ancak bunun için Klaatu’nun tehdidini duymak gerekiyor. Öyle ki film, insanların değişmesinin de, sonu görmekle mümkün olacağını ima ediyor. Keanu Reeves, “filmi aklımızda yeni haliyle canlandırırken, insanlığın bugün yaşıyor olduğu gerçek bir korkuyu yakalama şansımız oldu; şu anda yaşadığımız hayatın, evren için korkunç sonuçları olabileceği korkusu.”Erwin Stoff ise, “hikâyenin en can alıcı noktası da, direkt olarak uzaylının gözünden anlatılıyor olması. Uzaylılarla ilgili çok film izledik, fakat kendimizi uzaylı (alien) olarak gördüğümüz pek olmamıştı.” şeklinde konuşuyor. Filmi birçok benzeri yapımdan ayıran en önemli özelliği ise sorgusuz, sualsiz insanlığı suçlaması.. Diğer birçok yapımda şahit olduğumuz, “masum insanlık, kurtarıcı Amerika” yaklaşımı bu filmde söz konusu değil. “Dünyanın Durduğu Gün”, bu farklılık için bile izlenmeye değer.            Grup Kritik
A.R.O.G: Taş Gibi Sımsıkı Bir Film!
15.12.2008

A.R.O.G: Taş Gibi Sımsıkı Bir Film!

Öncelikle Türk seyircisinin sinemaya olan yaklaşımını ele almak istiyorum. Türkiye’de gişe ve hasılat rekorlarına baktığımızda(istisnalar hariç) ilk sıralarda salt komedi işlenmiş ya da silahlı, dövüşlü, cinayetli aksiyon ve mafya filmlerinin olduğunu görüyoruz. Bu veriler Türk izleyici kitlesinin özelliğini ve türlere eğilim potansiyelini ortaya koyuyor. İzleyicilerimizi yabancı izleyici kitlesiyle karşılaştırmak ne kadar doğru olur bilmiyorum ama fark ortada. Yapımcıların arz-talep dengesini bozmayacak şekilde hareket edeceğini ele alırsak, bir toplumun isteğine göre o türdeki kaliteli ve pahalı filmlerin her geçen sene artacağı kanısına varabiliriz.
Uçan Süpürge’den ‘Genç Cadı’ Ödülü
15.12.2008

Uçan Süpürge’den ‘Genç Cadı’ Ödülü

Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali; genç kadın oyuncuları yüreklendirmek, onların sinema yolculuklarını destekleyerek bu alandaki üretimlerine dikkat çekmek ve Türkiye sinemasında kadınlara yönelik güçlü, olumlu kadın rollerinin yazılmasını teşvik etmek amacıyla “Genç Cadı Ödülü”nü verecek. 7-14 Mayıs 2009 tarihleri arasında 12. kez düzenlenecek olan festivalin kapanış gecesinde verilecek ödül için 2007-2008 Mayıs ayları arasında gösterime girmiş Türk filmleri değerlendirilecek. Başrol ya da yardımcı rol kıstası olmadan yapılacak seçimde kadın oyuncuların oyunculukları kadar oynadıkları karakter de değerlendirmeye alınacak. ‘Genç Cadı’ kim olacak? Yapılacak değerlendirmede; ‘Gitmek’teki rolüyle pek çok ödül alan Ayça Damgacı’dan ‘Vicdan’daki oyunuyla olumlu eleştiriler alan Tülin Özen’e, ‘Issız Adam’ın Melis Birkan’ından ‘Pazar: Bir Ticaret Masalı’ndan Şenay Aydın’a pek çok önemli kadın oyuncudan birisi “Genç Cadı Ödülü”nün sahibi olacak. Festivalin danışma kurulunun oylarıyla seçilecek olan Türkiye sinemasının ‘Genç Cadısı’nın kim olacağı 14 Mayıs gecesi yapılacak kapanış töreninde açıklanacak.
AROG: Cem Yılmaz’dan Tek Kişilik Komedi!
06.12.2008

AROG: Cem Yılmaz’dan Tek Kişilik Komedi!

İzlemek için yıl boyunca beklediğimiz ve vizyon tarihi yaklaşırken yoğunlaşan PR çalışmaları sayesinde daha çok merak ettiğimiz “A.R.O.G”, nihayet gösterime girdi. Aslında “A.R.O.G”u, dramatik yapısı ya da senaryosu gibi özelliklerinden yola çıkarak, bir “sinema filmi” olarak değerlendirmek yersiz. Seyircinin merak içinde takip edeceği bir olay örgüsünden yoksun olan film, sadece güldürmeye odaklanarak, tek kişilik bir Cem Yılmaz gösterisi tadında ilerliyor.