Yeşilçam Ödül Töreni 3 Mart'ta
20.02.2009

Yeşilçam Ödül Töreni 3 Mart'ta

Bu yıl 3 Mart’ta ikinci kez sahiplerini bulacak olan ve Türkiye’nin Oscar’ları olarak anılan “Yeşilçam Ödül Töreni”ni Halit Ergenç sunacak. Geçtiğimiz sene “Türk Filmleri Yarışıyor, Türk Sineması Kazanıyor” sloganıyla yola çıkan ödül töreninde bu yıl en iyi film kategorisinde “Üç Maymun”, “Sonbahar”, “Issız Adam”, “Devrim Arabaları” ve “A.R.O.G”; en iyi kadın oyuncu kategorisinde Hatice Aslan (Üç Maymun), Nurgül Yeşilçay (Vicdan), Demet Akbağ (O... Çocukları), Ayça Damgacı (Gitmek) ve Melis Birkan (Issız Adam); en iyi erkek oyuncu kategorisinde ise Onur Saylak (Sonbahar), Yavuz Bingöl (Üç Maymun), Cem Yılmaz (AROG), Çetin Tekindor (Ulak) ve Taner Birsel (Devrim Arabaları) yarışıyor. “En İyi Film”, “En İyi Yönetmen”, “En İyi Senaryo”, “En İyi Görüntü Yönetmeni”, “En İyi Müzik”, “En İyi Kadın Oyuncu”, “En İyi Erkek Oyuncu”, “En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu”, “En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu”, “Genç Yetenek” ve “Turkcell İlk Film” kategorilerinde verilecek Yeşilçam ödül heykelciklerinin yanı sıra, “En İyi Film” ödülünün sahibi 150 bin TL, “Turkcell İlk Film” ödülünün sahibi ise 30 bin TL’lik para ödülüyle desteklenecek.
Rotary Kısa Film Festivali Başlıyor
20.02.2009

Rotary Kısa Film Festivali Başlıyor

Sinemalar.com’un internet basın sponsorluğunu üstlendiği Rotary Kısa Film Festivali, 2430. Bölge Rotary Klüpleri tarafından genç sinemacıları motive etmek ve yeni heyecanlar oluşturmak amacıyla bu yıl ilk kez gerçekleştirilecek. Yaratıcı beyinleri, film ve film yapma sanatıyla biraraya getirerek, ülkeler arasındaki kardeşliği geliştirmeyi ve dünya barışına katkıda bulunmayı amaçlayan festival, 24 Şubat Salı günü başlıyor. 24- 27 Şubat 2009 tarihleri arasında Ankara Alman Kültür Merkezi’nde düzenlenecek festival, ücretsiz olarak izlenebilecek. 25 Şubat Çarşamba günü saat 16:00’da yönetmen Yücel Ünlü tarafından “Kısa Film”, 26 Şubat Perşembe günü saat 16:00’da yönetmen İsmail Güneş tarafından “Kısa Film Yönetimi” ve 27 Şubat Cuma günü Ankara Sinema Derneği Başkanı Ahmet Boyacıoğlu tarafından “Kısa Filmlerin Uluslararası Festivallere Katılımı” konulu çalıştaylar düzenlenecektir.. Her türlü bilgiye www.rofife.org adresinden ulaşabilir, sorularınızı rofife@gmail.com adresine yazabilirsiniz.
5 Maddede ‘The Spirit’
20.02.2009

5 Maddede ‘The Spirit’

1) 2005 tarihli “Sin City (Günah Şehri)” sayesinde yönetmen kimliğiyle tanıştığımız yazar-çizer Frank Miller’in yeni uyarlaması: The Spirit… Bu kez “Sin City” ve “300”de olduğu gibi kendi kitabından değil, Will Eisner’in 1940 tarihinde yarattığı kitabından yola çıkmış. Kitabı yazan Miller değil ancak senaryoya el atmış ve ortaya “Sin City”i anımsatacak bir film çıkmış. Son dönemde birçok çizgi romanı beyazperdede görüyoruz ancak çizgi roman karelerinin neredeyse birebir yansımalarını bu filmde görmek mümkün. Aynı durum “Sin City” için de geçerliydi. Hatta yer yer aynı filmi izliyormuş hissine de kapılmak mümkün. Görsellikleri çok güzel ancak birbirinden pek de bağımsız değil.Sanki birkaç değişiklikle “Sin City 2” olabilirmiş.  2) Filme adını da veren karakter “The Spirit”, aslında daha önce, kayıtlara göre ölmüş görünen eski polis memuru Denny Colt. Daha sonra bir şekilde bir güç tarafından hayata döndürülen Colt, ölmüş bilinmesinden faydalanarak yeni bir kimliğe bürünerek The Spirit olur ve Central City’i suçlulardan kurtaran, maskeli bir kahramana dönüşür. Bu tip filmlerde kahraman olan kişi genelde doğaüstü güçlere sahiptir ama Spirit’te durum farklı. Zira yaraları hemen iyileşse ve kurşunlardan etkilenmese de, bunun bir sebebi var ve ölümsüz değil. Eski hayatından ikinci hayatına nasıl geçtiği ve elindeki gücün sırrını film içerisinde öğreniyoruz zaten. Filmin kötüsü ise The Spirit’le “aslında aynı olduklarını savunan” Ahtapot (The Octopus). Artı kahramanımız ciddi bir kadın düşkünü. Bir dişi varlık karşısında hemen ekstra kibarlaşıp yelkenleri suya indirebiliyor. Öldüğünü sandığı bir sahnedeki “İnsanlar öldüğünde yaşadıkları gözünün önünden geçermiş ama benim tek gördüğüm kadınlardı” şeklindeki açıklaması da bunun işareti zaten.   3) ”The Spirit”in başrolünde yeni sayılabilecek bir isim, Gabriel Macht var. En popüler filmleri “Ben Sana Söylemiştim (Because I Said So)” ve “Çaylak (The Recruit)”  olarak sayılabilecek Macht’in ilk ciddi başrolü bu film. Yakışıklı, zaman zaman sıradan görünen hali (ki karakterde zaten güçler üstü bir varlık değil), kırmızı kravatı ve maskesinin altında parlayan mavi gözleriyle role yakışmış. Filmin en büyük artılarından biri ise şüphesiz “ahtapot” rolündeki Samuel L. Jackson. Birçok filmde iyi oyunculuğuna şahit olduğumuz aktör, bu filmde de parlamaya devam ediyor. Rolün üstüne bile çıkıyor hatta. Filmin kadınlarına gelince… Eva Mendes, “Sand Saref” rolü için biçilmiş kaftan gibi duruyor. Esmer güzelliği ve dişi ruhuyla canlandırdığı karakter çok iyi örtüşmüş. Filmde de parlak şeylere düşkün karakterine yakışır parlaklıkta görünüyor. Scarlett Johansson ise biraz daha kenarda kalmış. Ancak o da cool tavırları ile filmin iyilerinden.  4) Filmdeki, daha doğrusu kitaptaki “şehir” yaklaşımı enteresan. Zira The Spirit şehre, bir sevgiliye ya da bir anneye olan bağla bağlanmış durumda. Filmin açılışında da kapanışında da bunu dillendiriyor zaten. “En yalnız gecelerimde bile şehrim hep benim yanımdadır, beni hiç yalnız bırakmaz” derken, zaman zaman yalnızlığımızın suçunu tamamen yaşadığımız şehre atmamız geçti aklımdan. Herşey bir olaya baktığın yere bağlı aslında diye düşündürüyor. Bu arada filmde Batman, Robin ve Elektra gibi başka çizgi kahramanların da adının geçmesi sevimli olmuş.  5) “Sin City” ve “300”ü fazlasıyla sevenlerin dikkatini çekecek olan “The Spirit”, çok yeni bir şey anlatmayacak muhtemelen. Zira anlatılanları “Sin City”de görmüştük. Karanlık bir şehir, suçlular, gizemli kahramanlar... Aslında özleri aynı. Ancak yine de güzel bir seyirlik olduğunu söyleyebiliriz. (Zaten Miller’in Eisner’e bir saygı duruşu bu aslında.) İzlerken filme konsantrasyonunuzu kaybetmemeniz lazım. Zira diyaloglar arasında neredeyse hiç boşluk yok. Sürekli cümleler geçiyor önünüzden ve kaçırdığınız anda başka bir cümleyi okurken bulabilirsiniz kendinizi. Ayrıca film bittiğinde hemen salondan çıkmak yerine filmin finalinde Christina Aguilera tarafından seslendirilmiş “Falling In Love” şarkısını da sonuna kadar dinlemenizi öneririm. Son “James Bond” müziği keşke bu olsaymış diye düşünmedim değil.
Bir Alışverişkoliğin İtirafları: Bayan Alışverişin Gündüz Düşleri
20.02.2009

Bir Alışverişkoliğin İtirafları: Bayan Alışverişin Gündüz Düşleri

Rebecca, tek özelliği alışveriş yapmak olan genç bir kızdır. Kızcağız kredi kartlarıyla yatar, ünlü markaların yeni sezon mallarını düşleyerek uyanır. Tabi her buna benzeyen kız gibi, bir de takip ettiği moda dergisi vardır. En büyük mesleki hayali ise, bayıldığı bu dergide bir şekilde çalışmaktır. Lakin değil bu dergide çalışmak, kapısından içeri bile girememektedir. Ama Rebecca'nın karşısına bir fırsat  çıkar ve o yayın grubuna bağlı olan bir finans dergisinde çalışmaya başlar. Dergi için yapması gereken tek şey ucuza bolca alışveriş yapmanın sırlarını okuyucularına anlatmaktır. Acaba bir alışverişkolik olan Rebecca bunu başarabilecek midir? Amerika'da uzunca bir süre çok satanlar raflarını süsleyen bir kitabın uyarlaması olan "Bir Alışverişkoliğin İtirafları" şimdi de beyazperdede. Kitabının neden bu kadar ilgi çektiği bir muamma olan filmin kendisi de en az romanı kadar sıkıcı ve yavan. Başrol oyuncusunun bir moda ikonu olabilecek hiçbir pırıltısı ve ihtişamı yok. Üzerine geçirdiği onca pahalı markaya rağmen, tuhaf ve sıradan görünmeye devam ediyor. Komik ve sevimli görünse ona da ses etmeyeceğiz ama açıkcası romantik komedilerin olmazsa olmazı o sevimli yüze de sahip değil Rebacca. Dolayısıyla bir sıfır yenik başlıyor film seyirci karşısında. Tabi bir de filmin bize ne anlatmaya çalıştığıyla ilgili ciddi sıkıntılar var. Haddinden fazla alışveriş yapan bu kızı neredeyse mahvolmaya sürükleyen alışveriş tutkusuna gülmemiz gerekiyor. Aklı başında bir izleyicinin, bu hareketlere gülmesinin imkanı yok. Romantik komedilerin olmazsa olmazı yakışıklı ve zengin gencin ortaya çıkışıyla yeni bir finansör bulan Rebecca, tabi ki en sonunda daha az para harcamayı ve kredi kartlarının kötülüğünü öğreniyor. Ama bu yaşta bir genç kızın bütün bunları anlayabilmesi için böylesine saçma şeylerin yaşanması mı lazım, bunu seyircinin takdirine bırakıyorum. Bütün bunlara ek olarak uzunca bir süre film de, tıpkı Rebecca gibi tüketim ahlakıyla ilgili fikirlerinde oradan oraya savrulup duruyor. Bir yandan Rebecca'nın bu halini sempatik bulmamız sağlanırken, bir yandan da aşırı tüketimin ne kötü birşey olduğu gözümüze sokulup duruyor. Tabi biz seyircilere de, “bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” demek düşüyor. ABD'de yeni bir “Bridget Jones” gişesi yaratır umuduyla sinemalarda boy gösteren "Bir Alısveriskoliğin İtirafları" maalesef halefinin fersah fersah gerisinde. Film ne güldürmeyi ne de mesaj vermeyi başarabiliyor.Ve pek tabi ki, sürpriz olmayan bir sekilde ekonomik krizin en şiddetli günlerini yaşayan Avrupa ve ABD halkı da gişede alışveriş hastası bir kızın güncesine sırt çevirdi. Tüm dünyada seyirci bazında çuvallayan bu yapımdan tüm romantik komedi severlerin uzak durmasını öneriyorum. Herkese iyi seyirler.
!f istanbul’dan Online Festival
18.02.2009

!f istanbul’dan Online Festival

!f İstanbul 8. AFM Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali bu yıl iki yeni online bölümüyle sinema salonlarından dışarı taşıyor. Festival www.ifistanbul.com adresinde, “Kendin Gör” başlığı altında; ekonomi, savaş ve çevre konusunda derlediği ufuk açıcı filmleri, internet üzerinden izleme imkanı sunuyor.   Festivale dair bir diğer yenilik ise festival organizatörlerinin, festival hazırlık süreci ve günlük gelişmeler hakkındaki izlenimlerini paylaştıkları !f Blog. (blog.ifistanbul.com).  Kendin Gör   Festivale yeni eklenen bu online bölüm, internette dolaşan serbest içerikli film, belgesel, animasyon ve projelerin derlemesinden oluşuyor. Bir yandan politik, isyankar ve bir o kadar da zihin açıcı konuları bir araya getirirken; diğer yandan da bilgi teknolojilerinin hızına ayak uydurup bir adım ötede duran, kimi açık-içerikli (open-content) kimi ise değindiği noktalar açısından artık insanlığa mal olması gereken projelerin ve filmlerin ulaşılabilirliğini !f izleyicilerinin dikkatine sunuyor. “Kendin Gör” üç başlık altında toplanıyor:
Recep İvedik 2 İlk Rekorunu Kırdı!
17.02.2009

Recep İvedik 2 İlk Rekorunu Kırdı!

Şahan Gökbakar’ın yarattığı ve fenomen haline gelen "Recep İvedik" serisinin ikinci filmi “Recep İvedik 2”, gösterime girdiği ilk hafta sonunda, iki günde 1.209.453 kişi tarafından izlenerek, tüm zamanlar hafta sonu seyirci rekorunu kırdı. Tüm zamanların en çok izlenen filmi olarak seyirci ve hasılat rekorunu elinde bulunduran, komedi filmi “Recep İvedik”in devam filmi ‘Recep İvedik 2’, 13 Şubat Cuma günü 390 kopya ile 750 salonda gösterime girdi. Yapımcılığını Faruk Aksoy’un üstlendiği  bu müthiş komedi filminde Şahan Gökbakar, yine izleyicisini kahkahaya boğuyor. Togan Gökbakar’ın yönetmen koltuğunda oturduğu filmin çekimlerinin tamamı İstanbul’da gerçekleştirildi,   Recep İvedik’in birbirinden komik olaylar yaşadığı şehir hayatının anlatıldığı filmde Şahan Gökbakar’ın babaannesi rolündeki Gülsen Özbakan da izleyicinin gönlünde taht kurdu.
Kısa Filmciler Ankara’da
16.02.2009

Kısa Filmciler Ankara’da

Sinemalar.com’un internet basın sponsorluğunu üstlendiği, bu yıl üçüncüsü yapılan “2.El Kısa Film Festivali” devam ediyor. 12- 22 Şubat tarihleri arasında gerçekleşecek festivale katılan kısa film severler; festival kapsamında düzenlenen söyleşi, sergi, workshop ve atölye çalışmalarını takip edebilecek ve elenmiş kısa filmleri Ankara’da izleme olanağı bulacaklar.   Yönetmenliğini Deniz Duygu Vural’ın üstlendiği, Güven Kıraç ve Fadik Sevin Atasoy’un oynadığı “Red255” adlı kısa filmin galası, yönetmen ve oyuncuların katılımıyla 21 Şubat Cumartesi günü saat 14.00’de Ankara-Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde yapılacak.   Festival, 22 Şubat Pazar akşamı; Barış Bayraktar, Can Kılcıoğlu, Cem Özer, Deniz Duygu Vural, Derviş Zaim, Erkan Can, Fadik Sevin Atasoy, Gökçe Pehlivanoğlu, Güven Kıraç, Halim Ercan, Hüseyin Karabey, Mehmet Ali Arslan, Murat Asker, Nejat İşler, Nilüfer Açıkalın, Özcan Alper, Saadet Işıl Aksoy, Selim Demirdelen, Suzan Kardeş, Tan Tolga Demirci ve Zeki Demirkubuz gibi isimlerin katılacağı ödül töreni ile sona erecek.
Üç Yeni Film Vizyonda!
13.02.2009

Üç Yeni Film Vizyonda!

Bu hafta sinema seyircisi salonlarda 3 yeni film izleme şansı bulacak. Haftanın en dikkat çeken yapımı şüphesiz ilkiyle olay yaratan “Recep İvedik 2”. Böyle iddialı bir yapım gösterime girince haklı olarak film dağıtım şirketleri de bu hafta çok fazla dikkat çekecek yapımlara yer vermeyerek, ortalığın biraz sakinleşmesini beklemeyi tercih etti. “Recep İvedik 2”nin yanı sıra bir gerilim, bir de romantik komedi filmi izleyiciyi bekliyor.Kısa kısa filmlere değinirsek;Recep İvedik 2: Uzun süredir merakla beklenen bir yerli devam filmi. Hakkında olumlu ya da olumsuz birçok şey söylenebilir ancak nereye oynadığını çok iyi bilen bir film var ortada. Ninesinin isteğiyle iş bulmak, evlenmek ve saygınlık kazanmak gibi maddeleri yerine getirmeye çalışan “halk kahramanı” Recep’in sosyal hayata adapte çabalarını izliyoruz. “İzle, eğlen, unut” filmlerine iyi bir örnek.  Gelinlerin Savaşı (Bride Wars): İlle de romantik komedi filmi izlemek isteyenlerin dikkatini çekecek bir yapım. Anne Hathaway ve Kate Hudson gibi iki ismi bir araya getiren film, izleyiciye yeni hiçbir şey sunmuyor. Hatta her anını ve repliğini tahmin edebiliyorsunuz. Klişelerle dolu bu filmde çok yakın iki kız arkadaşın düğün tarihlerinin aynı güne denk gelmesiyle aralarında başlayan komik savaşı izliyoruz.  Sevgililer Günü Katliamı (My Bloody Valentine): Haftanın korku gerilim türüne ait filmi. Gerçi ne kadar korku ve gerilim denebilir bu tartışılır. Zira bir kazma yardımıyla havada uçuşan çeşitli organları ve bolca kanı görmek korku filmi yapmak için yeterli değil. Hele ki gençlerin sırayla öldüğü klişe dolu filmlerden birini izlemek daha korkutucu olabilir. Ancak üç boyutlu olması nedeniyle bir nebze mutlu ayrılabilirsiniz salondan, yeni bir deneyim olabilir. Eski bir katilin yeniden ortaya çıkıp katliamlarına devam etmesi sizin için cazipse izlenebilir.
5 Maddede ‘Recep İvedik 2’
12.02.2009

5 Maddede ‘Recep İvedik 2’

1)  Birincisi vizyona girdiğinde ilk başta herkesin yerden yere vurduğu ancak elde ettiği gerçek gişe rekoruyla da herkesi şaşırtan “Recep İvedik”in devam filmi vizyonda. İlkinin başarısından sonra devamının hatta devamlarının çekilmesi hiç de sürpriz olmayan filmin yönetmeni yine ilk filmdeki gibi Togan Gökbakar, başrolünde ise elbette Şahan Gökbakar var. Yönetmenin kendi çektiği 3. uzun metrajlı filminde, zamanında çekmiş olduğu kısa filmlerdeki sinemasal tat yerine ticari tatlar başrolde. Bu da “sanat filmi yapıp parasız olmaktansa, popüler bir film yapar köşeyi dönerim” mantığının en iyi örneklerinden biri olmuş aslında.
1. Altın Bamya Ödülleri Kimin Olacak?
12.02.2009

1. Altın Bamya Ödülleri Kimin Olacak?

“Altın Bamya”, Türkiye sinemasında, erkek egemen bakışın ağırlığına, kadınlara dair alanların daraltılmasına, kadınlara dair oluşan yanlış mitlerin, algıların, cinsiyetçi bakışın yeniden üretilip temsil edilmesine ve bu ayrımcılığın kanıksanır kılınmasına bir eleştiri, bir karşı duruş, bir söz söyleme isteğiyle ortaya çıktı. “Altın Bamya” ön jürisi, 2008 yılında vizyona giren yerli sinema filmlerini bu bakışla değerlendirerek “1. Altın Bamya Ödülleri” adaylarını belirledi. 1. Altın Bamya Ödülleri kategori ve adayları: 1.Erkek Karakter: Erkek karakteri canlandıran oyuncunun yorumu göz önüne alınmadan, erkek karakterin mutlaklaştırıp onayladığı ‘erkek’ rol ve modelleri ve bunlarla özdeşleşildiği takdirde yaratacakları çok riskli anlamlar ve sonuçlar göz önüne alınmaktadır. “Erkek Karakter” kategorisinde 2008 Altın Bamya adayları: - Aşk Tutulması - Issız Adam - Recep İvedik2. Kadın Karakter: Bu kategori değerlendirilirken, kadın karakteri canlandıran oyuncunun yorumu göz önüne alınmadan, kadın karakterin ürettiği anlamlar, dolaşıma soktuğu okumalar, cinsiyetçi tutum, rol ve kalıpları ne derecede pekiştirip onayladığı göz önüne alınmaktadır.  Kadın Karakter kategorisinde 2008 Altın Bamya adayları: - Aşk Tutulması - Osmanlı Cumhuriyeti - Üç Maymun3. Senaryo: Senaryo, sinemasal tüm öğeleri soyutlandığında ve sadece filme çekilmiş senaryo olarak okunduğunda bile cinsiyetçi izler taşıması, kadın ve erkek karakterlere adil ve eşitlikçi yaklaşmaması, bu tutumun diyaloglardan, karakterlere kadar her sahnesine sinmiş olması ve içerdiği cinsiyetçi unsurlar göz önüne alınarak değerlendirilmektedir.  Senaryo kategorisinde 2008 Altın Bamya adayları:   - Issız Adam - Üç Maymun - Vesaire Vesaire4. Film: Film, ışıktan kadraja, kadın ve erkek karakterlerden yönetmenin yorumuna kadar tüm unsurlar bir arada toplu bir şekilde ele alındığında, parçaların yarattığı çelişki içermeyen cinsiyetçi ‘bütün’ göz önüne alınarak değerlendirilmektedir. Film kategorisinde 2008 Altın Bamya adayları: - Aşk tutulması - Issız Adam - Recep İvedik Bu dört kategorideki adaylardan geniş jürinin oylaması sonucu, kategorisinde en çok oyu alanlara ödülleri, ön jürinin özel ödülleriyle birlikte 15 Mart’taki “1. Altın Bamya Ödül Töreni”nde verilecek.
Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi’nden Tuhaf Notlar
10.02.2009

Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi’nden Tuhaf Notlar

Her şey Mark Twain’in şu sözüyle başladı: “Seksen yaşında doğup yavaş yavaş 18’imize doğru ilerlesek hayat sonsuz mutluluk olurdu”. 1940 yılında hayatını kaybeden Amerikalı yazar F. Scott Fitzgerald işte bu sözden ilham alarak 1920 senesinde Benjamin Button isimli seksenli yaşlarında doğup,  geriye doğru yaşlanan bir adamı konu alan kısa hikayesini kaleme aldı. Fitzgerald’ın hikayesi büyük bir fantazi ve bir o kadar da hayal ürünüydü. Bu yüzden hikayeyi beyaz perdeye taşımak için çok iddaalı ve hevesli olmak gerekiyordu. Proje yaklaşık 40 yıl ortalıkta dolandı. Bir zamanlar filmi Spike Jonze’nin yöneteceği konuşuluyordu. Ardından 1998 yılında Ron Howard filmi çekme girişiminde bulundu, başrol içinse John Travolta düşünülüyordu. Film yapma hayalleri yaklaşık 10 yıl önce yapımcılar Kathleen Kennedy ve Frank Marshall’ın hikayeye el atmasına dek sürdü. Aynı proje Eric Roth, David Fincher ve Brad Pitt’in de ilgisini çekiyordu. Böylelikle proje hayata geçirildi ve F. Scott Fitzgerald’ın kısa öyküsüne dayanan hikayeyi Eric Roth ve Robin Swicord yazdı, Eric Roth senaryolaştırdı. Filmde Kathleen Kennedy, Frank Marshall ve Ceán Chaffin yapımcı olarak görev aldı. Yönetmenliğini David Fincher’ın üstlendiği filmin kamera arkası ekibi, görüntü yönetiminde Claudio Miranda, yapım tasarımında Donald Graham Burt, kurguda Kirk Baxter ve Angus Wall, kostüm tasarımında ise Jacqueline West’ten oluşuyor. Filmin müziği Alexandre Desplat’nın imzasını taşıyor. David Fincher ve ekibi; tıp dilindeki ismi ‘Hutchinson-Gilford Progeria Sendromu’ olarak bilinen, genç hastaları yaşından daha olgun gösteren ve çok seyrek rastlanan ‘progeria’ hastalığının ileri aşamalarına kapılmış bir çocuğu andıran Benjamin’i kurguladılar. Progeria hastalığının kurgusal bir versiyonunun kullanıldığı başka bir film de Robin Williams’ın rol aldığı 1996 yapımı ‘Jack’  filmidir. Bu ekip, pek de sıradan olmayan bir adamın yaşadığı serüven içinde karşısına çıkan kişilerin ve yerlerin, bulduğu ve kaybettiği aşkların muazzam öyküsünü, hayatın keyifleri ile ölümün hüznünü ve zamanın ötesine uzanan şeyleri konu alan bir film yaptı. Ayrıca bu eser akademinin de dikkatini çekti ve en iyi erkek oyuncu, en iyi yönetmen, en iyi yardımcı kadın oyuncu ve en iyi uyarlama senaryo da dahil olmak üzere tam 13 dalda adaylıkla bu seneki Oscar’ın en iddialı ismi olduğunu gösterdi. Film, İngiliz kamuoyunun da dikkatini çekmeye başardı ve İngiliz Oscar’ı olarak bilinen İngiliz Film ve Televizyon Sanatları Akademisi (BAFTA) ödüllerine 11 dalda aday gösterildi. Filmin senaristi Eric Roth, hikayeyi kurarken ve yazarken, anne babasının kaybını yaşadı. “Ölümleri benim için elbette çok acı vericiydi ve hayata başka türlü bakmama yol açtı. Bence insanların bu hikayede etkilenecekleri şeyler beni etkilemiş olan şeyler olacak”. Ayrıca Roth şu sözleri ile adeta filmin ana temasını çıkarıyor: “Yüzeyde, harika bir şey olacağını düşünürsünüz ama bu farklı türde bir hayat. Bence hikayeyi zorlayıcı kılan da bu. Benjamin hayatı geriye doğru yaşadığı halde, ilk öpüşmesi ve ilk aşkı onun için yine de aynı ölçüde önemli ve anlamlı. Hayatı ileriye doğru mu geriye doğru mu yaşadığınız fark etmez, hayatınızı nasıl yaşadığınız önemli”. Filmin ilk hazırlıklarında, Fincher’ın Kennedy ve Marshall’la toplantıları çoğu zaman fazlasıyla kişiseldi. Yönetmen bu toplantılar hakkında şunları söylüyor: “Hikaye hakkında konuşmaya başlıyorduk fakat daha on beş dakika geçmeden, sevdiğimiz ama kaybettiğimiz, sevdiğimiz ama bize dikkat etmeyen ya da peşinden koştuğumuz veya bizim peşimizden koşan kişilerden söz ediyor oluyorduk. Film bu açıdan ilginç; hepimizde böyle bir etki yarattı”.   Film açısından en büyük zorluklardan biri Benjamin Button karakterini canlandırmanın tek yolu olarak Brad Pitt’in her yaşı bizzat kendisinin canlandırmasını istemesiydi. Yönetmen Fincher, “Brad karakterin hayatını baştan sonra oynayamayacaksa rolün ilgisini çekmeyeceğini söyledi” diyor. Ancak filmde Benjamin Button karakterini Brad Pitt dahil 7 aktör canlandırdı. Sette Brad Pitt’i rolüne hazırlamak için her gün 5 saat Brad’in bu rol için mükemmel bir seçim olduğunu ve rolün daha az yetkin ellerde pasifleşebileceğini söyleyen Fincher, Pitt’e rol arkadaşı olarak Cate Blanchett’ı seçti. Yönetmen, “’Elizabeth’teki performansından beri aktrise bir rol vermeyi düşünüyordum. ‘Sunset 5’e gidip, ‘Aman Tanrım, kim bu?’ diye düşündüğümü çok iyi hatırlıyorum. Böylesine bir güce ve beceriye sahip kişilerle her gün karşılaşmıyorsunuz” diyor. Fakat Daisy rolü için güzel oyuncu Rachel Weisz düşünüldüğü, ancak oyuncunun programı diğer film çekimleri ile çakıştığı için geri çevrildiği Hollywood kamuoyunda dedikodular arasında. Blanchett, her ne kadar bale dersleri çocukluğunda kalsa da, Daisy’yi bir dansçının duruşu ve tutkusuyla canlandırdı. Daisy’nin oynadığı ve Benjamin’in o oynarken izlediği müzikalin ismi ‘Rodgers ve Hammerstein’ın Müzikali’. Bu sahneler, orijinal müzikalin sahnelendiği 1945 ve 1947 tarihleri arasında gerçekleşmek zorundaydı. Ayrıca daisy ikinci olarak çiftle sergilenen bir bale çeşidi olan ‘Pas De Deux’ dansını sergiliyor. Ekipte babasını yeni kaybeden bir diğer isim ise filmde ‘Queenie’ rolünü canlandıran Taraji P. Henson. Henson kendi rolünü şöyle tarif ediyor: “Ölümle nasıl başa çıkılacağını bilen bir kadın o. Aynı zamanda, adeta bir koşulsuz sevgi abidesi. Irkçılığın söz konusu olduğu bir dönemde, kendisinin olmayan, beyaz ve böylesine sıradışı şartlarda doğmuş bir çocuğu eve alabiliyor. Tüm bunları gözardı edip onu seviyor. Babamı yeni kaybetmiştim, ve onu çok fazla özlememe rağmen, sanki ölümü Queenie’ye uzanan serüvenimin bir parçası gibiydi. Bu rol acımın dinmesine, acım ise performansımı şekillendirmeme yardımcı oldu. Sanat çok iyileştirici olabiliyor”. Benjamin Button’a gerçek babası Thomas Button (Jason Flemyng) babalık yapmıyor. Daha doğar doğmaz bebeğin görüntüsü karşısına dehşete düşer ve onu bir emekliler evi olan Nolan Evi’nin basamaklarına terk eder. Benjamin’e ilk babalık görevini Tizzy (Mahershalalhashbaz Ali) yapar. Ali rolü için ise şunları söylüyor: “O, Benjamin için bir tür bayrak direği, erkekliği için bir barometre. Tizzy ona rehberlik ediyor ve onu büyütüyor. Okumayı yazmayı öğretiyor; Shakespeare’i öğretiyor. Ama bence her şeyden önce ona erkek olmak nedir onu öğretiyor. Tizzy, Benjamin’e bu temeli veriyor ki Benjamin’in hayatında bir erkek modeli olabilsin”. Benjamin için bir diğer baba figürü ise Jared Harris’ın canlandırdığı Kaptan Mike’dır. Harris bu konuda şunları söylüyor: “Babanız hayatınızda çok güçlü bir figürdür. Bu hikayenin örgüsünde de erkek karakterler ve babalar ile oğullar arasındaki ilişkiler çok önemli yer tutuyor. Kaptan Mike, Benjamin’i bir baba-amca gibi hayatın kötülükleriyle ve zevkleriyle tanıştırıyor. Ayrıca onu denizde bir yaşamla tanıştırıyor ve böylece Benjamin dünyayı görme fırsatı elde ediyor”. Film, Montreal ve Karayipler’in de aralarında bulunduğu çeşitli mekanlarda çekildi. Karakterin doğum yeri olan New Orleans da bunlardan biriydi. Fakat New Orleans şehri Katrina kasırgasının yıkımını yeni yeni atlatıyordu. Bu yüzden film seti Baltimore’a kurulacaktı. Ancak, şehir yönetimi kasırgadan iki gün sonra yapımcıları arayıp planlarına sadık kalmalarını söyleyerek film ekibini yüreklendirdi. Böylelikle Hurricane Katrina’sının ardından, New Orleans’ta Danzel Washington’ın Deja Vu filminden sonra çekilen ikinci Hollywood filmi oluyordu. Kostümler döneme uygun ve stilizeydi. Kostüm tasarımcısı Jacqueline West, hayatının başından sonuna Benjamin Button’ı giydirmek için 20. yüzyılın sinema ikonlarından yararlandığını söylüyor: “40’lardaki Gary Cooper’ı, 50’lerdeki Brando’yu, 60’lardaki Steve McQueen’i kullandım. Müthiş birer ilham kaynağıydılar. Brad’de de aynı karizma olduğu için o kıyafetleri taşıyabileceğini biliyordum”. Pitt için gençliliğinden yaşlılığına Benjamin performansını destekleyecek bir diğer fiziksel öğe de dijital tekniklerdi. Uzun zamandır Fincher’la çalışmış olan görsel efektler amiri Eric Barba, Oscar ödüllü özel makyaj tasarımcısı Greg Cannom’la omuz omuza çalıştı. Cannom film süresince yaşlanma ve geriye dönük yaşlanma etkilerini destekleyecek protezleri yaratmakla sorumluydu.   Filmde ışıklandırmalar genellikle karede ampuller kullanılarak yapıldı ve çekimlerin doğal olması sağlandı. Doğal ışık kaynaklarını kullanabilmek, aynı zamanda hızlı hareket edebilmek için çoğunlukla dijital çekim yapıldı. En son ‘Slumdog Millionaire’ filmiyle Altın Küre ödülünü kazanan ünlü yönetmen Danny Boyle, bir çizgi roman olan “Solomon Grundy” projesini hikayenin Benjamin Button’a benzemesi nedeniyle geri çekti. Her kelimesi anlam yüklü replikleri ve hayatımızın her döneminde karşımıza çıkabilecek olaylar ile filmden kareleri hatırlayacağımız unutulmayacak bir başyapıt, sinema tarihinin unutulmaz filmleri arasına girmeye aday Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi, filmin açılış sahnesindeki doğuştan kör olan ve güneyin en iyi saatçisi ünvanına sahip Bay Gateau’nın yaptığı ve kaybettiklerimizi geri kazanma umuduyla geriye doğru işleyen ancak 2002 senesinden sonra tren istasyonuna yeni bir digital saat alınmasıyla hurdaya ayrılan saatin Katrina Kasırgası nedeni ile sular altında kalışıyla dramatik bir final buluyor.    
Recep İvedik 2\'nin Galasından Notlar
10.02.2009

Recep İvedik 2\'nin Galasından Notlar

İstanbul Film Festivali dahil olmak üzere, birçok sanat etkinliğine ev sahipliği yapan Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı, 9 Şubat Pazartesi akşamı, en kalabalık ve hareketli günlerinden birini yaşadı. Binlerce insanı Lütfi Kırdar’da buluşturan olay, ilki izlenme rekoru kıran “Recep İvedik” serisinin devam filmi “Recep İvedik 2”nin galasıydı. 13 Şubat Cuma günü tüm Türkiye’de gösterime girecek filmi, herkesten önce izlemenin heyecanını yaşayan davetliler arasında biz de yerimizi aldık. “Recep İvedik”in dev kartonetleri ile çevrili kırmızı halı üzerinde yürüyerek girdik salona. Galaya katılacak ünlü konuklardan görüntü alabilmek için kuyruk oluşturan kameramanlar çarptı gözümüze ilk olarak. Film öncesinde düzenlenen kokteyl, ünlü konukların da katılımı sayesinde oldukça hareketli geçti. İşte “Recep İvedik 2”nin galasında gözümüze takılanlar -    Filmin galasına sinema dünyasının yıldızları ilgi göstermedi. Galaya Orhan Gencebay, Cem Özer, Metin Şentürk, Tolga Karel, Ece Gürsel ve Tuğba Ekinci gibi müzik-magazin camiasından ünlü isimler katıldı. -    Galada izdiham yaşanması nedeniyle, birçok konuk filmi ayakta izledi; bir kısmı da filmi izleyemeden salondan ayrıldı. -    Şahan Gökbakar galaya, sevgilisi Doğa Rutkay ile birlikte katıldı. Girişte bir basın ordusu ile karşılaşan Gökbakar, “İstanbul’da bu kadar çok kameraman var mı?” sözleriyle şaşkınlığını dile getirdi. -    Şahan Gökbakar’ı görüntüleyen kameramanlar ve kendisine soru yöneltmek isteyen muhabirlerden oluşan kalabalık içinde bazı basın görevlileri işlerini yapmakta zorlandı. -    Film başlamadan önce salona giren Şahan Gökbakar, alkışlar eşliğinde karşılandı. Sahneye çıkıp konukları selamlayan Gökbakar, filmine yönelik eleştirilere, “Bu filmi izlediğiniz için sosyal çevrenizden dışlanacaksınız” sözüyle karşılık verdi. -    Filmin oyuncu kadrosunda yer alan, “Hakan İvedik” rolündeki Efe Babacan ve “Ali Kemal” rolündeki Çağrı Büyüksayar’ın basın önüne çıkarılmayışı ve basının sadece Şahan Gökbakar üzerine yoğunlaşarak diğer oyuncuları göz ardı etmesi, gala gecesinde dikkat çekici hatalardan biriydi. -    Doğa Rutkay’ın, filmde hiçbir görevi olmadığı halde, sürekli basının karşısında olması ise malzeme arayan magazincilerin işine yaradı. -    “Recep İvedik 2”yi binlerce seyirci Şahan Gökbakar ile birlikte kahkahalar atarak izledi.   -    Film sonrasında fotoğraf çektirmek isteyen hayranlarının akınına uğrayan Şahan Gökbakar’a, sevgilisi Doğa Rutkay yardımcı oldu. -    Gecenin sonunda Cem Özer, Yüksel Aytuğ ve Ömür Gedik’in tebriklerini kabul eden Şahan Gökbakar ve yapımcısı Faruk Aksoy oldukça keyifli görünüyorlardı.
Bu Hafta Ne İzlesek?
06.02.2009

Bu Hafta Ne İzlesek?

Bu hafta vizyon programı, Oscar’a aday gösterilen iddialı filmler ve genç kitleye hitap eden eğlenceli yapımlardan oluşuyor.     Benjamin Button\'ın Tuhaf Hikayesi (The Curious Case Of Benjamin Button), gerçek hayatta karşılaşılması zor olan orijinal hikayesi, yönetmeni ve oyuncularıyla dikkat çekerken; gerçek bir sinema filmi izleme şansını da sunuyor. 80 yaşında doğup, giderek gençleşen bir adamın hikayesi ve kendini keşfi bile izlemek için yeterli bir sebep.Gerçek Masallar (Bedtime Stories) ise daha çok çocuklara ve gençlere hitap eden Adam Sandler katkılı masalımsı bir film. Yeğenlerine anlattığı masalların yaşamında da gerçekleştiğini gören kahramanımızın hikayesi yakın zamanda gösterime giren “Mürekkep Yürek”i de andırıyor bu açıdan. Sandler hayranıysanız sizi memnun edecek film, aksi durumda sizi pişman da edebilir. Şüphe (Doubt) Meryl Streep ve Philip Seymour Hoffman’ın oyunculukları ve şaşırtıcı senaryosuyla bu haftanın en fazla ilgiyi hak edenlerinden biri. Aynı okulda görevli bir rahip ve ondan bir taciz nedeniyle şüphelenen bir rahibenin hikayesi özetle. Oyunculuklarla kuvvetlenen ve etkileyici bir sinema yolculuğu için ideal bir seçim.Öldür Beni, bu haftanın tek yerli filmi. Yönetmeni Korhan Uğur’un ilk filminde gizemli bir köyde bir şerbet içerek ölümsüz olan ve o köyden çıkamayan Ozan’ın hikayesi anlatılıyor. Fantastik bir hikaye anlatılmaya çalışılmış ancak ne yazık ki acemiliklerle dolu bir ilk film bu. Hele ki oyunculukların yapaylığı ve seslendirmelerin kötülüğü filmin eksileri. “The Others”ı hatırlatan hikayesiyle yine de bazı izleyiciler için enteresan olabilir. Beşir’le Vals (Waltz With Bashir), bu sene İsrail’in Oscar’daki adayı olan gayet başarılı bir animasyon. Lübnan savaşını, bir yönetmenin gözünden, savaşa katıldığı arkadaşlarıyla konuştukça ortaya çıkan ayrıntılarıyla izliyoruz. Tüm karakterlerin gerçek olduğu film, hala savaşlar altındaki dünya düzenini de sorguluyor.  Güzel bir anlatım ve güzel kareler görmek isteyen yetişkinlere iyi bir fırsat.Dünya ve Desie (Dunya & Desie) 18 yaşlarında biri Faslı diğeri Hollandalı iki genç kızın hikayesi. Ailesi tarafından kuzeniyle evlendirilmek için Fas’a gönderilen Dunya’nun peşinden Desie de gider ve bu yolculukla hayatın kendilerince anlamlarını keşfederler. Ancak bu keşif sıkıcı ve klişelerle dolu ne yazık ki. Daha önce çok daha iyilerini izlediğimiz bu film, bir diziden uyarlama.