Deli Deli Olma, 17 Nisan’da Vizyonda!
11.03.2009

Deli Deli Olma, 17 Nisan’da Vizyonda!

Sinemamızın usta ve emektar oyuncuları arasında başı çeken, canlandırdığı onlarca unutulmaz karakterle hafızalara kazınan Tarık Akan, birkaç yıllık aradan sonra sinemaseverlerle “Deli Deli Olma” filmiyle buluşmaya hazırlanıyor. Senaryosu Hazel Sevim Ünsal tarafından kaleme alınan ve Kars’ın bir köyünde geçen sıcak bir hikayeyi beyazperdeye taşıyan “Deli Deli Olma”’, 17 Nisan’da gösterime giriyor. Son yıllarda canlandırdığı başarılı karakterlerle adından sıkça söz ettiren değerli oyuncu Şerif Sezer, bir kez daha Tarık Akan’la aynı filmde rol aldı. Filmin sinemaseverlere bir de sürprizi var. “YOL” filminden seneler sonra tekrar birlikte kamera karşısına geçen Tarık Akan ve Şerif Sezer’in filmdeki gençlik sahnelerini kendi çocukları Barış Üregül ve Deniz Arna canlandırdı. Murat Saraçoğlu’nun Üçüncü Filmi“Deli Deli Olma”, son dönemin ses getiren yapımları arasında yer alan “120” ve “O… Çocukları” filmlerini yöneten Murat Saraçoğlu’nun üçüncü uzun metrajlı filmi olacak. “Deli Deli Olma” filminin, çarpıcı senaryosu ve oyuncu kadrosu ile bu senenin ses getirecek filmlerinden birisi olması bekleniyor. * Filmin fotoğraf galerisi için tıklayın.
Festival Akılları Karıştırdı
09.03.2009

Festival Akılları Karıştırdı

Günlerdir yazılı ve görsel basında İstanbul Film Festivali'nin ulusal yarışma ayağında reddedilen filmlerle ilgili tartışmalar sürüp gidiyor. Uzunca bir süre konu hakkında açıklama yapmayan festivalin jüri üyeleri, reddedilen filmlerden biri olan “Güz Sancısı” ekibinin, filmin yarışma dışı bırakılmasına tepki göstererek festivalden ayrılması üzerine açıklama yapma ihtiyacı hissetti.Ama bu açıklama kafalarda daha büyük soru işaretlerine yol açtı. Reddedilen “Issız Adam” ve “Güz Sancısı” ekibi doğal olarak karara tepki gösterirken, sinema yazarları ikiye bölündü. Jüri red kararını açıklarken, “bu filmler sinemasal anlatım açısından diğer filmlerden farklı noktadaydı” dedi. Ek olarak, “bu filmlerin gişesi çok iyiydi, ödül almaya ihtiyaç duyacaklarını sanmıyoruz” açıklaması bunu takip etti. Şimdi kafalardaki soru işareti şu; “gişe ve sanat ilişkisi nerede başlar, nerede biter; jüri ‘bu filmlerin reklama ihtiyacı yok’ derken neyi hedefliyordu?”   Açıkcası Türk Sineması son yıllarda gerek sanatsal gerekse gişe filmleri açısından altın cağını yaşıyor denilebilir. Tüm bunların ışığı altında, böylesine kör bir entellektüel kibrin gerilerde kaldığını düşünüyordu coğu sinemasever. Maalesef son yaşanan bu sıkıntılı seçme süreci düşünülürse, Türk entellektüellerinin hala çok bağnaz bir noktada olduğu görülüyor. Yurtdışındaki hangi önemli festivalde bir film fazla gise yaptı ya da çok pahalı ve önemli oyuncular bünyesinde yer aldı diye yarışma dışına itildi? Açıkçası bir filmin değeri, gişesi ya da içindeki pırıltılı oyuncularıyla degil, anlatım biçimiyle ilgilidir. Mesela Cannes ya da Berlin gibi önemli festivallerde büyük bütçeli bir filmle minimum bütçeli bir sanat filminin aynı anda yarıştığını görebiliyoruz. Peki Türkiye’de bu algı neden yerleşemiyor? Ucuz bir şekilde sanat filmlerini küçümsemek değil derdimiz ama bu tarz bir entellektüel mahalle baskısının Türk Sineması’nı nereye götüreceğini düşünmek istiyoruz ve bu hepimizin hakkı.Yazı: Ahmet Önispir
5 Maddede ‘Watchmen’
06.03.2009

5 Maddede ‘Watchmen’

1)    Ve bir çizgi roman daha sayfalardan çıkıp beyazperdede yerini aldı: “Watchmen”. 80’li yılların ikinci yarısında yayınlanan ve filme çekilmesi imkansız olarak görülen bu çizgi roman, yapımcılarının 10 yıllık sabrı sonunda film haline gelebildi. Yönetmen koltuğunda ise “300 (Spartalı)” filmi ile bir anda gözleri üzerine çeviren Zack Snyder var. Türkiye’de bile 800 binin üzerinde izleyiciyi salonlara çekmeyi başaran bu filmin yönetmeninden bu kez de elbette büyük bir iş beklendi haliyle. 120 milyon dolarlık bütçesi de bu beklentiyi boş çıkarmamak için çalışıldığının ipucunu veriyor zaten. Ayrıca film için yaklaşık 200 farklı set kuruldu. Son dönemin en heyecanla beklenen filmlerden biri oldu, yayınlanan her haberi ve görüntüsü beklentiyi artırdı. 2)    “Watchmen” bir süper kahraman filmi gibi görünse de aslında değil. Film 1985 senesinde geçiyor. Bir dönem soyguncuların tanınmamak için süper kahraman kılığına girmesi üzerine bazı polisler de aynı yolu izleyerek suçluların arasına karışıp onları kolayca yakalamayı başarır. İşte “Watchmen” de, bu işi üstlenen süper kahraman görünümlü insanlar aslında. Bir zaman sonra kahramanların bu şekilde çalışması hükümetçe engellenir ve kimliklerini gizleyerek yaşamaya başlarlar. Hatta bir kısmı devlet için, normal görevlerde çalışır. İçlerinden  “Komedyen”in bir gece öldürülmesiyle beraber bu gruba bir komplo girişimi olduğu diğer üyeler tarafından anlaşılır ve eski arkadaşlar bir araya gelmeye başlar. İşin arkasında kimin olduğunu araştırmaya başlarlar. 3)    Fragmanlarına bakılırsa aksiyon sahneleri ve efektleri bol bir film vaat ediyor izleyiciye. Kısmen öyle olsa da, daha ağır ilerleyen bir film var ortada. Alt metinleri ve hatta normal diyaloglarında, görünenin ötesinde başka şeylerden; dünya düzeninden ve insanların korkularından bahsediliyor. Amerikan rüyasına eleştirel gözle bakarken, bir yandan da insanların aslında mevcut düzen olmasa ne kadar saldırgan hale geleceğinin de altını çiziyor. Özellikle ilk yarısında hareket yüzdesi oldukça düşük. İkinci yarıdaki hareketlenmeyle beraber bu kez ilk yarıdan uzaklaşma ihtimaliniz de var. Yani çizgi romana sadık kalalım derken, her şeyi anlatıp atlamama derdiyle bir dağılma yaşanıyor. Ne çok derin bir film izliyorsunuz ne de aksiyon sahneleriyle dolu bir macera filmi. Süper kahraman olarak gösterilen insanların biri hariç hiç birinin süper gücü yok mesela. Sadece kostümleri var. Bu da zaten alışkın olunan “süper kahraman” filmlerinden birini izlemediğinizi hatırlatıyor. 4)    Filmin oyuncu kadrosuna bakıldığında star olan kimseyi göremiyoruz. Böylesi büyük bütçeli bir filmin handikabı bu olabilir mesela. Bir kısmı tanıdık yüzler olsa da, beklenen ışığı alamıyorsunuz. Oyuncuların da sıradan görünmesine çalışılarak belki de “süper kahraman değiller, aslında insanlar” cümlesinin altı çizilmeye çalışılmış. Bu durumda da inandırıcılık sorunu çıkıyor ortaya. Aralarında “Komedyen” tiplemesini başarılı buldum. Radyoaktif bir ortamda kalınca tamamen değişen Dr. Manhattan’ı da ayrı bir yere koyabiliriz. Mavi ışık saçan hali ve üstün özellikleriyle diğerlerinden ayrılmayı başarıyor. Ancak aynı şeyi diğerleri için de söylemek pek mümkün değil. 5)    Görsel olarak çok iyi sahneler de barındıran “Watchmen”, bazı şiddet görüntüleri nedeniyle 18 yaş sınırıyla vizyona giriyor. Neredeyse 3 saati bulan süresi ise biraz sıkılmanıza neden olabilir. Ne bir “300”, ne “Matrix” ne de “Superman” izliyorsunuz. Yani ileriki yıllarda “bak bu da Watchmen’deki sahnelerden biri” denilebilecek, akılda kalıcı bir şey yok. Filmde çok tanıdık şarkılar ve şarkıcılar da size eşlik ediyor ki en keyifli taraflarından biri de bu. (“Nat King Cole – Unforgettable” gibi) Uzun süredir sabırsızlıkla beklediyseniz ve çok şey bekliyorsanız, biraz hayal kırıklığı yaşayabilirsiniz. Ancak “her türlü çizgi roman uyarlamasını severim” diyenlerdenseniz güzel bir görsel şölen sizi bekliyor.
Gran Torino: Çek Silahını Kovboy
06.03.2009

Gran Torino: Çek Silahını Kovboy

Amerika'da yaşayan en büyük yönetmenlerden biri kabul edilen Clint Eastwood, yeni filmi “Gran Torino”da hem yönetmen hem de oyuncu olarak seyirciye selam veriyor. Belki de yaşlandıkça verimi daha da artan bu ihtiyar adamın yıllar içinde ABD üzerine söylediği sözlerin tonu da giderek sertleşiyor. “Milyonluk Bebek”te yıkılan Amerikan rüyasından dem vururken, “Sahtekar”da çürümüş Amerikan sistemini yerden yere vuruyordu Eastwood. “Gran Torino” ise bütün bu filmler arasında sistemi en çok yerden yere vuran ve artık bu işin içinden çıkılmaz bir hale geldiğinin altını çizen önemli bir film.   Bir cenaze sahnesiyle sakin bir sekilde açılan film, bizi Walt Kwalski'nin (Clint Eastwood) ailesi ve özel dünyasıyla tanıştırıyor. Huysuz ve gerikafalı bir ihtiyar olarak resmedilen Walt, eski mahallesinde eski anılarıyla yaşayan Amerikan milliyetçisi bir adamdan daha fazlası değil aslında.Tek farkı ise mahalleye yeni taşınan Latin, Asyalı ve zenci göçmen grupların ardından yaşadığı evi terketmemesi. Açıkça koyu bir ırkçı olan Walt, gözü gibi baktığı eski model Gran Torino'su Asyalı yan komşularının oğlu Thao tarafından çalınmaya çalışılınca silahına davranıyor ve çetenin karşısına çıkıyor. Eski bir Kore gazisi olan Walt, arabayı çalmaya zorlanan çocuğu yakalayıp çetenin yoluna taş koyunca bir anda mahalledeki Asyalı gruplar arasında bir kahraman statüsüne erişiyor. Ani bir şekilde meydana gelen bu olaylar bir süre sonra Walt ile küçük çocuk arasında bir dostluğun temelini atıyor. Walt çetelerin elinde hayatı kararmak üzere olan bu çocuğun elinden tutuyor ve belki de kendi oğluyla kuramadığı baba-oğul ilişkisini Thao üzerinden kurmaya çalışıyor.   Eastwood yıllar sonra ilk kez kendi filminde Walt gibi bir karakteri oynayarak ilginç bir saptama yapmaya çalısmış. Filmde de gösterildiği gibi bugünün Amerika'sında kovboylara yer yok. Walt, Thao'ya erkek olmayı ve hayatını kurmayı öğretmeye çalısırken öyle bir noktaya geliyor ki, suç ve çete batağına savrulup gitmiş olan şehirlerinde bunu yapmanın pek de mümkün olmadığını kendi gözleriyle görüyor ve dehşete kapılıyor. Amerikan ideallerinin son temsilcisi olarak filmde resmedilen Walt, hiç düşünmeden kendisine çevrilmiş namluların üzerine yürüyor. Artık çok yaşlı, hasta ve hatta zamanın şartlarını kavrayamayan bu adam için belki de tek seçenek ölümden daha fazlası değil. Kendi ailesiyle hastalığını dahi paylaşmaya çekinen yaşlı adamın son dostları ise nefret ettiği Asyalı komşuları oluyor. Filmdeki kimi sahnelerde eski Western filmlerinde oynadığı karakterlere gönderme yaparak aslında finalde onları da öldüren Eastwood, bize bir devrin kapanmış olduğunu ve artık çözümün çok zor olduğunu bizzat kendisini öldürerek söylemeye çalışıyor. Bir ölümle açılan ve yine bir ölümle final yapan filmi herşeye rağmen “mutlu son” diye anlayan Amerikalı elestirmenlere katılmaksa mümkün değil. Belki Thao kurtuluyor ama “ya diğerleri” diye  düşünmekten alamıyor insan kendini. Onların böyle bir kovboy babaları olmadığına göre, sadece “umutsuzluk” var aslında finalde.   Neredeyse son günlerini yaşayan dünyaca ünlü bir yönetmenin Amerika için yaktığı bir ağıt gibi de algılanabilecek “Gran Torino”, hiç kuşkusuz tüm sinemaseverlerin ilgisini hakediyor. Herkese keyifli seyirler.  
Yeşilçam Ödülleri Sahiplerini Buldu
04.03.2009

Yeşilçam Ödülleri Sahiplerini Buldu

04 Mart Salı akşamı Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda düzenlenen görkemli bir törenle sahiplerini bulan "Yeşilçam Ödülleri" gecesinin yıldızı, “en iyi film” ve “en iyi yönetmen” dahil olmak üzere 6 dalda ödül kazanan “Üç Maymun” oldu. 2008’in en çok ses getiren filmlerinden “Sonbahar”ın “Turkcell İlk Film Ödülü”ne layık görüldüğü gecede, filmdeki rolüyle A. Onur Saylak “en iyi erkek oyuncu” ödülünü aldı.İşte 2009 Yeşilçam Ödülleri’nin Sahipleri En İyi Film: Üç Maymun Turkcell İlk Film: Sonbahar En İyi Yönetmen: Nuri Bilge Ceylan (Üç Maymun) En İyi Senaryo: Ebru Ceylan, Nuri Bilge Ceylan, Ercan Kesal (Üç Maymun) En İyi Kadın Oyuncu: Hatice Aslan (Üç Maymun) En İyi Erkek Oyuncu: A. Onur Saylak (Sonbahar) En İyi Görüntü Yönetmeni: Gökhan Tiryaki (Üç Maymun) En İyi Müzik: Issız Adam En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Yıldız Kültür (Issız Adam) En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Altan Erkekli (O… Çocukları) Digitürk Genç Yetenek: Ahmet Rıfat Şungar (Üç Maymun)
Slumdog Millionaire, Oscar’ın Formülünü Bulmuş!
03.03.2009

Slumdog Millionaire, Oscar’ın Formülünü Bulmuş!

Sizi dünya sinemasının yeni kahramanı ile tanıştırmak istiyorum bayanlar baylar: Karşınızda Jamal K. Malik... Amerikan sinema endüstrisinin yarattığı, doğa üstü güçlere sahip yapay kahramanlara hiç benzemiyor Jamal. Çizgi filmlerde değil, Hindistan’ın gecekondu mahallelerinde yaşıyor. Sefalet içinde bir çocukluk geçirmesine rağmen, yüzü hep gülüyor Jamal’in. Bu hali bana, caddelerde onlarcasına rastladığımız sokak çocuklarını hatırlatıyor. Buz gibi bir havada, titreyerek sizden para isterken bile gözlerinin içi gülen çocukları... Duygu sömürüsü yapmak değil amacım, hep merak etmişimdir bunu nasıl başardıklarını. Jamal da onlardan biri gibi. Etrafındaki kötülüklere kayıtsız kalabilen, gördüğü onca pisliğe rağmen hiç kirlenmeyen bir sokak çocuğu. Onun tek bir dileği var hayatta: Yağmurlu bir gecede tanıştığı Latika’sından hiç ayrılmamak...   Dinlediğiniz bu hikaye ne kadar tanıdık değil mi? Hint diplomat Vikas Swarup’un romanından uyarlanan “Slumdog Millionaire”, baştan sona “doğulu” bir öyküyü taşıyor beyazperdeye. İlk bakışta şanssız bir çocuk gibi görünse de, edindiği iyi-kötü her tecrübe ile kendisini bekleyen “büyük mucize”ye hazırlanan Jamal’in, çöplüklerden milyonerliğe uzanan hikayesi, “kader”in nelere “kadir” olduğunu eşsiz örneklerle ortaya koyuyor. Yaşadığımız herşeyin bir nedeni olduğunu ve bazen en ufak ayrıntıların bile hayatımızı değiştirecek kadar önemli olabileceğini anlatan film, ancak doğulu bir toplumda bu derece baskın olabilecek “kaderci” yaklaşımıyla dikkat çekiyor. (“Batılılar kadere inanmaz” şeklinde okumayınız lütfen!) Gözü çocukluk aşkı Latika’dan başkasını görmeyen Jamal’in tükenmeyen sevgisi ve sadakati ise, sadece sinemada değil, tüm sanat eserlerinde hafife alınmaya başlanan “aşk” kavramı üzerine düşündürüyor seyircisini. (Jamal’in henüz 18 yaşında olduğunu göz ardı etmeyelim bu arada. Daha ne Latika’lar çıkacaktır karşısına!) Amerika’nın tüm dünyaya empoze etmeye çalıştığı (en azından Obama’ya kadar!) materyalist değerlere ters düşen bir öze sahip olmasına rağmen, Akademi jürisinden 8 Oscar almayı başaran “Slumdog Millionaire”ın sırrı nerede peki? Üstelik kadrosunda hiçbir yıldız oyuncu bulunmuyorken... (Bırakın yıldızı, filmde tüm kadro Hintli çocuk oyunculardan oluşuyor neredeyse!) Bu noktada filmin olağanüstü kurgusundan ve sürükleyici anlatımından bahsetmek gerek. “Slumdog Millionaire” olay örgüsünü, Hindistan’ın en popüler yarışma programı “Kim Milyoner Olmak İster?”e katılan ve büyük ödüle bir adım kala, yarışmaya hile karıştırdığı şüphesiyle tutuklanan Jamal’in hikayesi üzerine kuruyor. Zaman atlamalı bir kurgu eşliğinde, Jamal’e yöneltilen her soru sonrasında geçmişe dönüyor ve farklı bir yaşanmışlığa tanık oluyoruz. Tahmin edebileceğiniz gibi, sorular ve anılar birbiri ile bağlantılı. “Trainspotting” (1996) ve “28 Gün Sonra” (2002) gibi “rahatsız edici” filmler ile ismini duyuran İngiliz yönetmen Danny Boyle, peşinden biri kovalıyormuşcasına hızlı hareket eden kamerasını, “Slumdog Millionaire”de de kullanıyor. Karanlık filmlerde görmeye alışkın olduğumuz bu anlatım tekniği, pek bir yakışıyor filmin sürükleyici hikayesine. Kalbinizde heyecan, içinizde kıpırtılar eşliğinde ayrılıyorsunuz salondan. “Slumdog Millionaire”e “en iyi film” ve “en iyi yönetmen” dahil olmak üzere 8 dalda Oscar kazandıran bu formülün, acilen Türk sinemasında da denenmesi gerektiği kanaatindeyim.  Çözüm ortada: “Doğulu”, sıcak bir hikaye; “batılı”, modern bir anlatım.   
U2 3D: 3 Boyutlu U2 Konseri
02.03.2009

U2 3D: 3 Boyutlu U2 Konseri

Rock dünyasının efsanevi grubu U2’nun dijital 3 boyutlu olarak çekilen 85 dakikalık konser kaydından oluşan ‘U2 3D’, 13 Mart’ta gösterime giriyor. Grubun gerçek konser deneyimini yaşatmak üzere, gnçtrkcll sponsorluğundaki REAL D 3D teknolojisi ile 3 boyutlu olarak gösterilecek film; İstanbul, Ankara ve İzmir’deki Cinebonus sinemalarında seyirci ile buluşacak. gnçtrkcll’liler için filmin gösterimde olduğu süre boyunca her gün tüm seanslarda “1 bilet alana 2.bilet bedava” olacak. Dünyanın en ünlü gruplarından U2 tarafından 2006 yılında “Vertigo” konser turu kapsamında Güney Amerika’da, Meksiko City, Sao Paulo, Santiago ve Buenos Aires’de gerçekleşen 7  stadyum konserinde, dijital 3 boyutlu kameralar ile çekilen görüntülerden oluşan film, sizi stadyum konserlerinin heyecan veren enerjisini yaşamaya davet ediyor. Üstün dijital 3 boyutlu görüntü teknolojisi ve multi-kanal dijital surround ses sistemi ile birleştiğinde olağanüstü gerçeklik duygusu ile kendinizi U2 konserinin tam ortasında hissedeceksiniz.U2 3D  gösterimlerinin yapılacağı salonlar: Cinebonus Kanyon, Levent  Istanbul / 0212 353 08 53 Cinebonus Nautilus, Kadıköy Istanbul/ 0216 339 85 85 Cinebonus Capacity,Bakırköy Istanbul/ 0212 559 49 49 Cinebonus Gmall,  Maçka Istanbul / 0212 232 44 40 Cinebonus Palladium, Kozyatağı Istanbul / 0216 663 11 41 Cinebonus Panora, Ankara / 0312 491 64 65 Cinebonus Arcadium, Ankara / 0312 241 1 241 Cinebonus Kipa Balcova, Izmır / 0232 278 87 87 Film hakkında detaylı bilgi ve görseller için tıklayın.
‘Bergman ve Kadınlar’ Festivali
27.02.2009

‘Bergman ve Kadınlar’ Festivali

Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali ve İsveç Büyükelçiliği, Ingmar Bergman filmlerinden oluşan mini bir festival düzenliyor. “Bergman ve Kadınlar” adlı festivalde Bergman’ın kadın karakterler üzerine kurulu filmleri gösterilecek. Kadın karakter yaratmaktaki hüneriyle tanınan İsveçli yönetmen Ingmar Bergman’ın 8 filminin yer alacağı gösterim programında, birbirinden farklı kadın öyküleri Ankara’da sinemaseverlerle buluşacak. 5 Mart’ta, ‘Bekleyen Kadınlar’ın gösterimiyle başlayacak olan festivalde, Bergman sinemasında yer etmiş, sinema tarihinin en önemli kadın karakterlerinin bazılarını yaratmış filmlerden özel bir seçki sunulacak.50’lerden 70’lere Bergman başyapıtları Bergman filmografisinin 1950’lerden 1970 sonlarına uzanan döneminden seçilmiş filmler ise şöyle: Erken Bergman sinemasının en tipik örneklerinden biri olan ve kadınların erkekler hakkındaki keskin gözlemlerini eğlenceli bir dille anlatan ‘Bekleyen Kadınlar’ (Secrets Of Women); Jean-Luc Godard’ın “Yönetmenlerin en özgününün en özgün filmi” olarak tanımladığı ve Bergman’ın en erotik filmi sayılan ‘Monika’yla Geçen Yaz’ (Summer with Monika); Bergman’ın kadın erkek ilişkilerine kendine has üslubuyla yaklaştığı ve 20. yüzyılın önemli yapımları arasında yer alan Kadın Düşleri (Dreams); Cannes Film Festivali’nin dört oyuncusunu birden “en iyi kadın oyuncu ödülü”yle taçlandırdığı ‘Yaşamın Eşiğinde’ (Brink Of Life); Bergman’ın ilk renkli filmi de olan ve gözde aktrislerini ışıltılı bir grup olarak bir araya getiren ‘Bütün Bu Kadınlardan Söz Etmeden…’ (Now About These Women…); Kendisinden sonra sinemayı en çok etkilemiş ve hatta onu bizzat yaratmış olan filmlerden biri olan, Bibi Andersson ve Liv Ullmann’ın kusursuz oyunculuklarıyla hayat verdikleri Bergman başyapıtlarından ‘Persona’ (Persona); Sinema yazarı Roger Ebert’in “rahatsız edici ve korkutucu" olarak tanımladığı, sinemada insan ruhunun görüntülerini canlandıran en önemli film sayılan ‘Çığlıklar ve Fısıltılar’ (Cries And Whispers); Sven Nykvist'in yakın plan çekimlerinden oluşan olağanüstü görüntüleri yanında içtenliği ve tutkusuyla bütün duyularımızı esir alan öyküsü ve oyunculuklarıyla unutulmaz bir başyapıt olan ‘Güz Sonatı’ (Autumn Sonata).Bergman fotoğrafları Festival kapsamında ayrıca, “Bergman’la Buluşma” başlıklı bir fotoğraf sergisi düzenlenecek. Sanatçı Ove Wallin’in 23 yıllık arşivinden seçtiği fotoğraflardan oluşan sergi, Bergman’ın sinema ve tiyatro çalışmalarından unutulmaz kareler içeriyor. Sergi 12 Mart’a kadar Kızılırmak Sineması’nın fuayesinde görülebilir.Ayrıntılı bilgi için: Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali Tel: 0 312. 427 00 20 E-posta: festival@ucansupurge.org
5 Maddede 'Milyoner' (Slumdog Millionare)
27.02.2009

5 Maddede 'Milyoner' (Slumdog Millionare)

1)    Milyoner’in ilk dikkat çeken tarafı yönetmeninin Danny Boyle olması idi. “Shallow Grav” (Mezarını Derin Kaz), “Trainspotting”, “The Beach” (Kumsal) ve “28 Gün Sonra” gibi filmlerle ismini duyuran yönetmen, 8. filminde kamerasını Hindistan’a çeviriyor. Filmin yapımcıları arasında ABD ve İngiltere bulunsa da, Hint etkisi daha baskın. Gerek çekildiği ülke, gerek oyuncuları, gerekse senaryosu ve müziğiyle farklı bir filmle karşı karşıyayız. Alıştığımız Hollywood filmlerinden birini izlemiyoruz mesela. Bollywood’un Hollywood’la kesişmesi de denebilir. Bu arada film bir kitap uyarlaması. Orijinal kitap 12 tane, bazıları birbirinden bağımsız hikâyeden oluşuyor. Senaryo aşamasında da en çok bu durum zorlamış. Sonunda ise bölümler birbirine bağlanarak gayet güzel bir iş çıkmış ortaya. 2)    Filmin asıl kahramanı varoş bir Hindistan mahallesinde yaşayan 18 yaşındaki çaycı Jamal Malik. Jamal, ülkemizde de yayınlanan “Kim 500 Milyar İster” yarışmasına katılır ve yirmi milyon rupi kazanmak üzeredir. Finale bir adım kala ara verilir ve böyle bir çocuğun sorulara doğru cevap veremeyeceği düşünülerek sorgu altına alınır. Bu sorgu sırasında da Jamal çocukluktan başlayarak hikâyesini anlatır. Geçmişteki her olay sorularla bir şekilde kesişir ve ortaya enteresan bir hayat hikayesi çıkar. Bu arada hayatının en büyük aşkı Latika’nın da peşindedir. Tüm bu olaylara eşlik eden gizli kahraman da elbette Hindistan. 3)    Filmin kadrosuna bakıldığında Hint oyuncuları görüyoruz. Hatta çoğunun ilk başrol ya da oyunculuk deneyimi. Genç oyuncular Dev Patel (Jamal) ve Freida Pinto (Latika) iyi bir çift olurken (her ne kadar çok yan yana görünemeseler de) ilk başrol deneyimlerine göre de güzel bir performans sergilemişler. Ayrıca filmin en deneyimli ismi Hindistan’ın önemli aktörlerinden Anıl Kapor da sunucu rolüne gayet uygun ve yer yer Kenan Işık’ı hatırlatıyor. “Yarışmanın formatı neredeyse her ülkede aynı” diyoruz seyrederken. Çocuk oyuncular da gayet iyiler. Tavırlar ve bakışlar senaryoyu yukarı kaldıran nitelikte. Bu durumda elbette yönetmenin de iyi bir oyuncu yönlendiricisi olduğunu söyleyebiliriz. 4)    Hindistan’ı başka bir gözle görmek ya da keşfetmeye başlamak adına “Milyoner” faydalı bir film öncelikle. Bir yerde “dünyanın en büyük çamaşırhanesi” denen ülkenin bir İngiliz yönetmen tarafından böyle aktarılması önemli elbette. Hatta bir yerde gerçek Amerika ve gerçek Hindistan’ın tasvirleri de geçiyor. O anlamda da eleştirisini yapıyor film. Filmde dikkat çeken en büyük özelliklerden biri de kurgusu. Çok güzel geçişlerle film akıcı bir hale gelmiş. Renkli bir film gibi görünse de özellikle ilk yarıda kanınızı dondurabilecek soğuklukta sahneler de var. Ayrıca filmin Allah Rakkhha Rahman tarafından yapılan müzikleri de ayrı güzellikte. Hint müziğini modernize ederek çok iyi yedirmişler filme. Açılış şarkısı “O…Saya”dan final şarkısı “Jai Ho”ya kadar bir müzik şöleni içinde yer alıyorsunuz. 5)    Oscar dahil olmak üzere bir çok ödülü silip süpüren film, ödül alamasaydı da “iyi bir film” olarak anılmayı hakediyor. Bazıları filmin şişirildiğini söylese de ortada çok temiz bir iş var. Senaryo uyarlaması, oyunculukları, kurgusu, sanat yönetimi, müziği ve yönetmenliğiyle… Renkli bir finalle biten filmde gözyaşı da kahkaha da var. Umudun ve inanmanın ne kadar önemli olduğunu da anlayacaksınız belki de. Gerçek bir sinema filmi izlemeyeli uzun zaman oldu diyorsanız bu sezonun en dikkat çekici filmlerinden biri sizi en yakın sinemada bekliyor.
Hayallerin Peşinde: Kimdi Giden Kimdi Kalan?
27.02.2009

Hayallerin Peşinde: Kimdi Giden Kimdi Kalan?

Yıllar sonra Sam Mendes'in yeni alemeti farikası için bir araya gelen Kate Winslet ve Leonorda di Caprio, bu kez aşklarını her ne pahasına olursa olsun çılgınca yasayan genç aşıklar olarak değil, evlenip barklanmış orta yaşlı bir çift olarak karşımızda. “Hayallerin Peşinde” standart aşk filmlerinin aksine tehlikeli ve cazibesiz gibi görünen bir noktadan başlıyor hikayesini anlatmaya. “Ve evlenip mutlu oldular” diye bildiğimiz final anından sonrasını anlatıyor film. Belki de, film tüm cazibesini buradan alıyor. Nedir mi bu cazibe? Tabi ki sıradan olanı anlatmaya cesaret etmek. Frank (Leonardo di Caprio) ve April (Kate Winslet), yıllar içinde ilişkilerinin, evlilik-çocuk-iş denkleminde sıkışıp kaldığını dehşetle farkediyorlar. Sıradan olmamakla övünen çift, sıradanlığın en dibinde bir hayata saplanıp kaldıklarını anladıkları anda ise değişmeye karar veriyor. Herkesin şaşkın bakışları arasında çiftimiz işi gücü bırakıp, hayalleri ve sevgilerini sil baştan sınayabilmek için Paris'e yerleşmeye karar veriyor. Bu karar anından itibaren ikili birbirini yeniden keşfediyor. Hayallerin peşinde koşma fikri ikisine de güç veriyor. Sıradanlığın ortasında aldıkları kararla giderek yerleşik düzen için tehdit haline gelen çiftimiz, acaba hayallerinin peşinde daha nereye kadar koşabilecek? Son derece karanlık bir atmosfer üzerinden, evli bir çifti masaya yatıran Sam Mendes, Richard Yates'in çok satan romanını perdeye uyarlamakla çok isabetli bir karar vermiş. Holywood'da Amerikan ailesini masaya yatırarak kesip biçmede nam salmış yönetmen “American Beauty”den sonra yine bildik sularda yüzüyor. Üstelik bu sefer sular hiç de tekin değil. İhtiraslı bir şekilde kavga eden,yitip giden hayalleriyle beraber birbirlerini de yırtan, aldatan, sıkılan bir çift izliyoruz perdede. Seyirciyi hazmı zor, depresif ve irkiltici bir sinema deneyimi bekliyor. Gerek Kate Winslet gerekse Leonardo di Caprio çok başarılı bir oyun sergiliyor film boyunca. Tüm o buhran sahneleri, kavgalar, hepsi inanılmaz biçimde gerçek ve tanıdık. Belki de sırf bu yüzden bircok izleyici için hazmı zor bir deneyim “Hayallerin Peşinde”. Üzeri kremaya bulanmış tatlı aşk hikayeleri izlemeye alışmış izleyici için film sıkıcı ve depresif gelebilir ama bir kez içine girmeyi başarırsanız, size çok şey düşündüreceği bir gerçek. Özellikle finale yakın herkesi darmadağan eden kürtaj sahnesinin yıl boyu konuşulacağı aşikar. “Hayallerin Peşinde” birçok yönüyle övgüye değer bir film. Özellikle Kate Winslet'ın muhteşem performansıyla daha da yukarı çıkan filmin kalitesi yardımcı oyuncuların da en az başrol oyuncuları kadar iyi oyun vermesiyle iddiasını iyice pekiştiriyor. Leonardo di Caprio'nun Kate Winslet'ın yanında fiziksel olarak cılız ve yetersiz görünmesi ise belki de filmin tek açmazı. Kate Winslet gibi yuvarlak hatlı ve dişi bir oyuncunun yanına, ilerleyen yaşına rağmen liseli, yeni ergen bir oğlan çocuğu gibi görünen Leonardo di Caprio'nun reva görülmesi üzücü. Soruyorum, Ey “Titanic” sen nelere kadirsin? Sinemada katıksız bir dram, başarılı bir edebiyat uyarlaması izlemek isterim diyorsanız; “Hayallerin Peşinde” sizi salonlarda bekliyor. Herkese iyi seyirler.
Milyoner: Duygu Aforozu; Köpekler ve Para . Sokak
27.02.2009

Milyoner: Duygu Aforozu; Köpekler ve Para . Sokak

Kenar Mahalle : Şehrin merkezinden uzak ve çoğu kültürsüz , görgüsüz ve fakir halkın oturduğu semt , kenar semt. Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nün 2005 baskısı , İngilizce’deki “slum” kelimesinin karşılığı olan “kenar mahalle” nin anlamını yukarıdaki şekilde veriyor. Danny Boyle’un filmi de mevzuumuzla yakından alakalı olan kenar mahallelerin birinde yaşayan bir “köpek”! in milyoner olma serüvenini anlatıyor. Yaşadığımız zamanda insanların birbirlerini tamamıyla maddi sınıflandırma ile değerlendirdiğini göz önüne alırsak “köpek” kelimesinin duruşunu da az çok anlarız. Anlam çözümlemesine geçmeden önce kesinlikle atlamadan geçmemem gereken bir husus var. ”Slumdog Millionaire” konusu ne kadar sıra dışı olsa da gayet klasik bir başarı hikâyesi. Çok güzel , kaliteli , içten bir yapım ve fakat sekiz Oscar alacak kadar abartılacak bir film değil. Aslında filmin duruşu ile Oscar’ın duruşunu karşılaştırarak varıyorum bu yargıya. Ödülsüz kalmanın daha çok yakışacağı bir film(di) “Slumdog Millionaire”… //// Bilgin der ki : “ … hayatınızda hayale yer olsun , elzem duygulara ve bunları yansıtma imkanınız olduğu bir aynaya…” . Aynaların paramparça olduğu bir yer . Kirli ve görgüsüz çocuklar. Her şeye rağmen çocuklar. Yarışmada büyük ödüle uzanan Cemal Malik’in olanaksız olarak ithaf edilen başarısı. Kirli bir travma ve zorluğun , emekletmeye mahkum eden tiz sesleri. Çocuğun annesini kaybetmesi. Bir daha hiç bulamayacağını bildiği halde kaybetmesi. Kaybetmeye mahkum edilmesi. Tanrı:bir elinde yay.Tanrılar… Cemal Malik , kenar mahalle köpeğidir.Zaten milyoner olmayı da istememektedir. Çocuğun aşık olması : yağmurun zulüm gibi yağdığı bir gece . “LATİKA” Cemal Malik , yaşadığı ülkenin standart ! hayatındaki hiçbir mefhuma alışık değildir. Parıltısız dünyadır karşısındaki , çoğu kez sert ve zalim. Çocuğun, iyilik pazarlayan kötü niyetlilerle mücadele etmesi. Dilencilikten kaçması, Latika’dan zorla uzaklaşması, büyümeler, abinin ihaneti, Latika, girdaplar, pariteler. Amerikan insanını gereksiz şekilde övmeye kalkışan yönetmenin kifayetsizliği, anlamsızlığı. Gülersiniz ya da gülmezsiniz acı çekiyorum. Param olsa da kendimi kötü hissediyorum, olmasa da. Latika: altı harf DEĞİL. Cemal Malik’in alınyazısı. Kader… Aşkın dili tektir .Aşk , kişiden kişiye değişmez. Aşk: üç harf DEĞİL. //// “Milyoner” isminden daha çok “Sokak Köpeği” ismini yakıştırdığım bu film, fazlasıyla izlenmeye layık. Fakat kesinlikle Oscar’da sekiz dalda ödüle kavuştuğu için değil. Aksine; ödülün, kırmızı halıdakilerin, kırmızı halının çok çok dışında kaldığı için. Sınıflar arası o uçsuz farkı anlatan ve ödülsüzlüğe hayli yakışan bir film(di): Slumdog Millionaire. Sözü, acının kutsallığını etkileyici bir biçimde dile getiren şair Alper Gencer’in dizelerine emanet ediyorum. “senin ne güzel kamburun var onu al yanına” Vesselam…
Yıldız Kısa Film Festivali 6. Yılında!
26.02.2009

Yıldız Kısa Film Festivali 6. Yılında!

Yıldız Teknik Üniversitesi Sinema Kulübü tarafından düzenlenen, kısa film severlerin merakla beklediği “Yıldız Kısa Film Festivali”, 13 - 17 Nisan 2009 tarihleri arasında 6. kez izleyicisiyle buluşuyor. Katılımcılara, üretkenliklerini paylaşabilecekleri bir platform sunan festival, bu sene de sesini yükselterek duyurmaya devam ediyor. Bu yıl ilk olarak uluslararası alanda da kendini gösterecek olan festivale kısa film severler kurmaca, canlandırma, belgesel ve deneysel dalda ürettikleri eserleri ile katılabilecekler. Yarışmaya son katılım tarihi 13 Mart 2009. Katılan eserler festivalin bu yılki seçkin jüri üyeleri; Yeşim Ustaoğlu (Yönetmen), Meral Okay (Senarist), Engin Öztürk (Kurgu), Gökhan Atılmış (Görüntü Yönetmeni), Naz Erayda (Sanat Yönetmeni), Kerem Kurdoğlu (Animasyon), Yetkin Dikinciler (Oyuncu) ve Atilla Dorsay (Sinema Eleştirmeni) tarafından değerlendirilecek. Festival süresince gerçekleştirilecek etkinlikler ise şöyle;Kısa Film Yarışması: Festival kapsamında düzenlenecek yarışma bölümüne ulusal çapta tüm öğrenciler katılabilecekler. Yarışmaya katılan filmler, YTÜ Sinema Kulübü danışmanı Uğur Kutay başkanlığında, YTÜ Sinema Kulübü Yönetim Kurulu ve üyelerinden oluşan ön jüri tarafından değerlendirilecek. Ön jüri değerlendirmesinden geçen filmler arasından kurmaca, canlandırma ve deneysel dallarda ilk üçe giren filmler, esas jüri tarafından belirlenecek. Esas jürinin belirlediği her dalda en iyi üç film ve özel ödül olmak üzere toplam on film, gala gecesinde ödüllendirilecek. Bu yıl DFA, özel ödül olarak 4000 TL değerindeki DFA çekini ön elemeyi geçen filmler arasından en yaratıcı seçtiği filme verecek.Gala Gecesi (Kokteyl ve Ödül Töreni): 13.04.2009 tarihinde YTÜ Yıldız Kampüsü’nde düzenlenecek geceye sinema ve medya dünyasından seçkin konuklar ve festivalde gösterilecek filmlerin sahipleri katılacak. Kısa Film Gösterimleri: Festivale kabul edilen tüm filmlerin gösterimi yapılacak. Gösterimler YTÜ Yıldız Kampüsü içerisinde, diğer tüm etkinlikler gibi ücretsiz olarak izlenebilecek.   Özel Gösterimler: Festivale yollanan kısa filmlerden oluşturulan seçkinin yanı sıra, sinema tarihinden ve uluslararası festivallerde yayınlanmış nitelikli kısa filmlerden örnekler de festival izleyicisine sunulacak. Paneller, Söyleşiler ve Atölyeler: Festival kapsamında sinema dünyasından seçkin konukların katılımıyla sinema ve kısa film üzerine, panel ve söyleşiler düzenlenecek. Ayrıca festival süresince düzenlenecek atölye çalışmalarında, kısa filmin kamera arkası hakkında bilgi paylaşımı gerçekleştirilecek. Festival ile ilgili gelişmeleri takip etmek ve ayrıntılı bilgi edinmek için: www.yildizkisafilm.org
Oscar Gecesinden Akılda Kalanlar
25.02.2009

Oscar Gecesinden Akılda Kalanlar

Bir Oscar töreni daha geride kaldı. Basına sızdığı iddia edilen sonuçlarıyla, kırmızı halıda “kim şık, kim rüküş” yorumlarıyla ve hatta Mickey Rourke'un tekrar doğuşu iddialarıyla her zamanki ışıltısını gösterip, hoşçakal dedi akademi üyeleri. Amerika'da tüm şiddetiyle devam eden ekonomik kriz yüzünden sönük geçer mi kaygılarının egemen olmasına rağmen, Oscar gecesi her zamanki gibi görkemli ve eğlenceli anlara sahne oldu. Gelelim geceden akılda kalanlara:  Kate Winslet'ın “en iyi kadın oyuncu” ödülünü aldıktan sonra yaptığı ağlak ve heyecanlı konuşma, uzun süre daha tartışılacağa benziyor. Birçok yabancı gazete şimdiden "Kate filminde daha iyi iş çıkarmıştı" şeklinde başlıklar atmaya başladı.   “En iyi erkek oyuncu” dalında ödülü kapan Sean Penn'in eşcinsel haklarıyla ilgili yaptığı konuşma uzun uzun alkışlanırken, belki de seyircilerin aklında aynı şey vardı. Acaba eşcinsellikle ilgili tabu ve önyargılar bu tarz filmler yoluyla engellenebilir miydi?   Gecenin belki de en tartışmalı galibi “Slumdog Millionare” filmi oldu. Film ekibinin çocuk oyuncuları sömürdüğü ve Hindistan'daki sefaleti anlatırken samimi olmadığı iddiaları etrafta dolaşırken, David Fincher'ın çoktandır alması gereken “en iyi yönetmen” ödülünün bir başka bahara kalması birçok sinemaseveri üzdü.  Heath Ledger'in “en iyi yardımcı erkek oyuncu” ödülünü aldığının açıklanmasıyla kadınlı erkekli tüm Holywood yıldızlarının salya sümük ağlaması ise gecenin en hüzünlü anıydı belki de.   Gecede sunuculuk yapan Hugh Jackman ise çılgınca dans edip şarkılar söyleyerek herkesi şaşırttı. Genelde sert erkek rolleri ile hafızalarda yer edinen Jackman, izleyenleri kendisine hayran bırakırken, biz Türk izleyiciler ise sinirlenerek aynı soruyu soruyorduk. Sahi, her fırsatta “ben gay oynamam, rolüm için kilo almam, saçımı kazıtmam,onu yapmam bunu yapmam” diyen sözüm ona Türk starları ödül törenini izlerken acaba utanıyorlar mıydı?   Gecenin en sürpriz ödülü ise “en iyi yabancı film” dalında iddialı yapım “Beşir’le Wals”i geride bırakarak Oscar'ı kucaklayan  Japon yapımı “Departures” oldu.   Seneye yine görüşmek üzere altın heykelcik...
Sinema Yazarları ‘Sonbahar’ı Seçti
24.02.2009

Sinema Yazarları ‘Sonbahar’ı Seçti

22 Şubat Pazar akşamı Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda yapılan 41. Siyad Sinema Yazarları Ödülleri Töreni’nde, Özcan Alper’in yönettiği “Sonbahar”, “En İyi Film”, “En İyi Erkek Oyuncu”, “En İyi Senaryo” ve “En İyi Görüntü Yönetmeni” olmak üzere toplam dört dalda ödüle layık görüldü. Sinema dünyasının önemli  isimlerinin katıldığı gecede, Nuri Bilge Ceylan’ın yönettiği "Üç Maymun" ise “En İyi Yönetmen”, “En İyi Kadın Oyuncu”, “En İyi Kurgu” ve “En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu” ödüllerini kazandı. İşte sinema yazarlarının ödüle layık bulduğu filmler ve sanatçılar En İyi Film: Sonbahar (Yönetmen: Özcan Alper)
81. Oscar Ödülleri
23.02.2009

81. Oscar Ödülleri

Los Angeles Kodak Tiyatrosu’nda düzenlenen törenle sahiplerini bulan 81. Oscar Ödülleri gecesinde sonuçlar şaşırtmadı. “En iyi film” ve “en iyi yönetmen” dahil olmak üzere 8 dalda ödül kazanan “Slumdog Millionaire”, 81. Oscar Ödülleri gecesine damgasını vurdu. Gecede “en iyi erkek oyuncu” ödülü, “Milk” filminde, suikast sonucu öldürülen eşcinsel politikacı Harvey Milk’i canlandıran Sean Penn’in olurken; “En İyi Kadın Oyuncu” ödülüne “The Reader”daki performansıyla Kate Winslet layık görüldü. “En iyi yardımcı erkek oyuncu” dalında, “Kara Şövalye” filmindeki performansıyla ödüle layık görülen, geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz ünlü oyuncu Heath Ledger’ın ödülünü annesi, babası ve kız kardeşi aldı. İşte kazananların tam listesiEn İyi Film: Milyoner (Slumdog Millionaire)