Orijinal Cinayetler: Çek Tetiği; Rahatla!
13.10.2008

Orijinal Cinayetler: Çek Tetiği; Rahatla!

İlk kez 1974’de “Baba 2”de aynı filmin kadrosunda yer alan yaşayan en büyük iki oyuncuyu aynı karede görmek için 21 sene sonrasını beklemek zorunda kalmıştı izleyici. Michael Mann başyapıtı “Heat”de karşılıklı döktürdükleri bir restoran sahnesi ile final dışında elde bir şey yoktu maalesef. Kariyerlerinin inişe geçtiği zamanlarda aynı karede yer almaları hayali nihayet gerçekleşiyor. Sadece iki oyuncu sayesinde gelen bekleyişe katılan isimlerde bir hayli iyi… “Inside Man” senaryosu ile çıkış yapan senarist Russell Gewirtz’de bizimle aynı heyecanı paylaşanlardan. “Ne zaman senaryo Jon Avnet ve ardından Robert De Niro’ya gitti, o zaman yazdığım senaryonun film olacağına inandım. Ne zaman Al Pacino’nun takıma katıldığını duydum, o zaman filmin gerçekten olay olacağını düşündüm” diyerek paylaşıyor heyecanını Gewirtz. Kağıt üzerindeki künye de bu olay olacağını düşündürüyor gerçekten. Ne de olsa iki büyük oyuncu bolca aynı karede görünecek, çıkışta bir senarist yazacak ve özellikle “Kızarmış Yeşil Domatesler” filmi ile tanınan ve sevilen, Richard Gere’li Uzakdoğu gerilimi “Red Corner” ile de sağlam bir referans vermiş Jon Avnet yönetecek. Polis filmi olacaksa zaten yönetmen kendini “Boomtown” dizisini yöneterek kanıtlamış durumda üstelik. Eksiler de yok değil aslında, örneğin yönetmenin yine Al Pacino’lu son filmi “88 Minutes”in yarattığı hayalkırıklığı. Sözü filme bıraktığımızda daha ilk sahneden ikiliyi atış taliminde yan yana aynı karede görmek keyfin başlangıcı oluyor. Birbirlerini uyarmalarıyla, tetiği çekişleri sırasındaki heyecanlarını da izleyiciye geçirerek pozitif bir başlangıç yapıyorlar. Hemen ardından ara sıra karlanan, kayan siyah beyaz görüntüde De Niro sahne alıyor. “Ben David Fisk. 30 yılı aşkın süredir NYPD’de görev yapan, birinci sınıf dedektifim. 14 kişi öldürdüm.” İtirafı geliyor. Oysa De Niro Turk, Pacino da Rooster. Peki öyleyse bu itiraf neyin nesi ve David Fisk kim? sorusunun peşine takılmamız isteniyor. Hay hay… Söz konusu cinayetler tamamen kötüleri öldürmek üzerine şartlanmış bir seri katilce işleniyor ve cinayet sonrası silah ve bir de şiir bırakılıyor cesedin yanında. Filmin açılış sahnesinde gördüğümüz attığını vuran De Niro ya da filmdeki adıyla Turk, demek ki katilmiş yargısıyla çok erken karşılaşmamız isteniyor. Ama o kadar yavan şekilde ilerleyen filmde ve başarısız senaryoda bunun hedef şaşırtma olduğu ve sürpriz finalin geleceği çok açık. Peki ona da tamam deyip izlemeye devam ediyoruz… Araya katılmaya çalışılan, senaryonun gittiği finale açılacak yan yollar için yaratılmak istenilen yan öykücüklerle başlıyor filmin zaafları. Turk’ün cinselliğe dayalı ilişkisi başta olmak üzere anlamsız yan öykülerle ortaya çıkan yan öykücükler zaafı, sürpriz finale de zarar veriyor. Bir polisin, seri katil olduğuna inanmak, üstelik ilk sahnede gördüğümüz kişi değil de başka bir polis olduğuna inanmak için, seyircinin başka bir şeylerle oyalanması gerekiyor. Ama bu konuda “koca bir hiç” var izleyicinin karşısında. Sürpriz final için hazırlanan her şeye ihanet edermişcesine ıskalanan çok fazla şey var. Bir gece kulübün erkek tuvaletinde uyuşturucu kullanan güzel avukat kadınla, karanlık sokaklar, seri cinayetlerle doldurulması gereken arka planda sadece kartondan görüntüler var maalesef. Filmin ortalarında ortaya çıkan terapistle, iki genç dedektifle temposu artması beklenen film aksine olduğu yerde saymak konusunda direniyor adeta. İki büyük oyuncuya odaklı filmde en azından meslekte uzun süre birlikte çalışmış, birbirini çok iyi tanıyan ikilinin aralarındaki dostluk bağını görmek de mümkün değil. Biri sinirli, biri uysal iki adam diye geçiştirilmiş profil var fonda. Terapist sahnelerinde bölünmüş ekranda yan yana gördüğümüz ikiliye dair daha dişe dokunur replikler olsa biraz daha derlenip toparlanabilirdi belki ama en azından ikilinin silah üzerine, tetiği çekme anındaki hisleri üzerine söyledikleri bir parça ümit veriyor. Sözüm ona sürpriz son hatrına katilin profiline de odaklanmak mümkün olamıyor. Özellikle kötüleri öldüren polis denildiğinde akla gelen dizinin başkarakteri “Dexter”da gördüğümüz ayrıntılar, karakter profilinin çeyreğine bile razı olunabilirdi. Hikayeye derinlik kazandırmak yerine yönetmen Avnet, “Heat”deki restoran sahnesine gönderme yapmak adına durmadan benzer sahne arayışına giriyor. Finalini de “Heat”in finaline benzeterek, muhtemelen filmi izlediğinde kurduğu fantezinin peşinden koşuyor. Heat’de gördüğümüz kovalamaca sahnesi bir havaalanında son bulurken, Mann gölgelerden ve seslerden ustalıkta faydalanıyordu. Oysa Avnet, finalini Açıkhava yerine, demiryolu civarındaki bir depoda yine ışık oyunlarıyla, uçak yerine tren sesi ile süsleyerek ikiliye rövanş maçı ayarlıyor. Senaryodaki zaafları yüzünden, inandırıcılıktan uzak “Kopya Cinayetler”, mantıklı bir film de olamıyor, anlaşılabilir de… Kötü senaryo ve köyü yönetmenlik yüzünden temposu da bir türlü yükselemeyen film, ortalarından sonra seyircide sonu belli bir filmi izleme sıkıntısını yaşatıyor sürpriz olmayan finaline kadar. Böylece iki büyük oyuncuyu iyi filmde yan yana görme hasreti bir başka bahara kalıyor…
Üç Maymun: Görmedim, Duymadım, Söylemiyorum!
10.10.2008

Üç Maymun: Görmedim, Duymadım, Söylemiyorum!

Mizaru, Kikazaru ve Iwazaru. Görmeyen, duymayan ve konuşmayan üç maymunun adlarından bahsederek başlamak lazım anlatmaya. Her ne kadar Japon efsanelerinde şeytanı, yani kötülüğü görmemek, işitmemek; fakat görülüp, işitilse de söylememek olarak anlatılsa da, günümüzde bu üç maymun, gerçeklerden kaçmak için görmemek, duymamak, söylememek anlamında kullanılagelmiştir. Peki, bizlerde kendi hayatlarımızda üç maymunu oynamış mıyızdır hiç?   Türk sineması son 10 yılda gittikçe yükselen bir grafik eğrisinde ilerliyor. Sinemamızda Yeşilçam döneminden “Türk Sineması” olgusuna geçişin kuvvetlendiği, görsellik, kalite ve içerik esaslarında gözle görülen bir artışın olduğu gerçeğini kabul etmeliyiz. İşte son dönemde sinemamızı yükselten ve uluslar arası arenada adım adım ilerleten bir isme bu sebepten hakkını teslim etmek gerekir. Çektiği filmlerin sayısına bakıldığında “Nuri Bilge Ceylan Sineması” kavramına hayret edilebilir. Fakat göz ardı edilmemesi gereken önemli bir detay vardır ortada. O da Koza’yı da dâhil edersek yönetmiş olduğu altı filmde de başından beri süregelen kendine has bir üsluba sahip oluşudur. “Üç Maymun”dan önce çekmiş olduğu diğer dört filmin hem senaristliğini hem de yapımcılığını hatta “İklimler” filmindeki oyunculuğunu da hesaba katarsak, “Üç Maymun” filmindeki başarısının zemininin çok önceden bu yana hazırlanmakta olduğunu görebiliriz. Fakat diğer filmlerine oranla bu filme olan merak ve ilginin fazlalığı ve yönetmenin sanatını ikinci planda bırakan iki sebebi, Cannes jürisinden “en iyi yönetmen” ödülü ile ayrılması ve birazda ödül alırken yapmış olduğu konuşması sebebiyle kendisinden bihaber Türk izleyicisinin filme karşı duyguları olarak gösterebiliriz. Bu zamana kadar ismi duyulduğunda çok sanatsal veya sıkıcı filmlerin yönetmeni olarak Türk seyircisinden reaksiyon alan yönetmenin ödülünü ithaf ediş şekli birden dikkat çekmesine sebep olmuştur ki, bu özellikle sinema adına üzücüdür.    Yönetmenin fotoğraf sanatçılığının getirdiği bir görsel anlayışı var. Başarılı bir fotoğraf sanatçısı olarak fotoğraflarında da sıkça kullandığı ve yakalamaya çalıştığı kasvetli, karanlık ve tüm sıkıcılığının gerçekliğiyle hayatı anlatma düsturu ve birçok eleştiriye rağmen filmlerinde de bu üsluba devam etme kararlılığı kendisini değerli kılmaktadır. Belirli sahnelerdeki sanki bir fotoğrafa bakıyormuşsunuz izlenimi yaratan şey; aslında gerçek hayatta zaman durdurulabilse saklamak istenen, ama zamanın durdurulamadığı o anın seyirciye sunuluşudur. “Üç Maymun” filminde aynı teknikle daha çok diyalogun harmanlanması bizlere daha farklı bir deneyim yaşatacaktır emin olabiliriz.   Filmdeki oyuncuların sözleriyle ilgili en önemli bir detayı aktarmak gerekir ki, bu da Nuri Bilge Ceylan’la çalışırken rol yapmamaları gerektiğini kendisinden işitmeleridir. N.B. Ceylan’ın filmlerinde ki gerçeklik duygusunun anahtar noktasının da rol yapmaktan ziyade karakteri gerçek kılmaktan kaynaklandığını gösterir bir açıklama bu. Tabii bunun üstüne birde bu gerçekliği izleyiciye yansıtmaya çalışan fotografik sahneleri sayarsak izleyici için sadece Türk Sineması adına değil, sinema adına farklı bir deneyim olduğunu söylememiz gerekir.
Aysun Kayacı ile Sinema Sohbeti
09.10.2008

Aysun Kayacı ile Sinema Sohbeti

NTV’de yayınlanan “Haydi Gel Bizimle Ol” programında aklına geleni söylemekten çekinmeyen Aysun Kayacı; Müjde Ar ve Pınar Kür gibi, kendi alanında zirveye ulaşmış sanatçılar ile birlikte sunduğu bu program sayesinde, ‘magazin figürü’ imajını yıkmayı başardı. Artık sadece görüntüsü ile değil, sözleriyle de dikkat çeken Kayacı, kendini ifade edebileceği bir platforma sahip olduğu için çok mutlu. Televizyonda yakaladığı bu başarıyı, oyunculuk alanında da sürdürmeyi hedefleyen Aysun Kayacı, çekimlerine Eylül ayında başlanan “Şeytanın Pabucu” adlı komedi filminde başrolde oynuyor. Yapımcılığını Mia Film’in üstlendiği, Turgut Yasalar ve Hilal Bakkaloğlu yönetmenliğinde çekilen “Şeytanın Pabucu”, 26 Aralık 2008’de gösterime girecek. Bir ay geceli gündüzlü süren çekimlerin ardından rahat bir nefes alan Aysun Kayacı ile, vizyona girmeden ses getirmeyi başaran “Şeytanın Pabucu” filmindeki rolü ve oyunculuk alanındaki hedefleri üzerine konuştuk.Sinemalar.com: Sürekli magazin basınının gündeminde olman nedeniyle insanların seni yanlış tanıdığını ya da kendini ifade edemediğini düşünüyor musun?Aysun Kayacı: Ne yazık ki evet! Fakat ben ne yaparsam yapayım, buna engel olamıyorum. Sözlerim çarpıtılıyor, hatta hiç söylemediğim sözler benim beyanım gibi aktarılıyor. Okuyucu ve izleyici hiç sorgulamadan çıkan tüm haberlere ya da açıklamalara inanıyor. Bu durumu değiştirmek için ne yapabilirim, bilmiyorum.Ekranda gördüğümüz Aysun Kayacı, seni tam olarak yansıtıyor mu? NTV’deki programda söz alabildiğim ve anlatmaya çalıştığım mesaj kesilmediği sürece kendimi yansıtabildiğimi düşünüyorum. Sadece o programda kendim gibi  olabiliyorum. Magazin programlarındaki görüntümden ben de hiç mutlu değilim. Çünkü ekrana yansıyan görüntü beni ifade etmiyor aslında. Hakkında çıkan haberleri takip ediyor musun? Olumsuz yorumlardan etkileniyor musun? Takip ediyorum tabii ki ve çok etkileniyorum inan. İşimi severek yapmama engel oluyorlar. Hevesimi kaçırıyorlar. Yayınlanan haber olumlu bile olsa, gerçek dışı bilgiler beni üzüyor ve yıpratıyor. Olmadığım biri gibi gösteriliyorum insanlara.Show dünyasının farklı alanlarında çalışmış biri olarak, hangisini daha çok sevdiğini merak ediyorum; mankenlik mi, sunuculuk mu, oyunculuk mu? Benim için en keyiflisi oyunculuk. Özellikle komedi oyunculuğundan çok büyük keyif alıyorum. Çok sevdiğim için, işime iyice konsantre olabiliyorum.Kendini oyunculuk konusunda başarılı buluyor musun? Bu alanda nasıl bir hedefin var? Samimi olmak gerekirse, oyunculuk konusunda tam anlamıyla olgunlaştığımı düşünmüyorum. Daha çok tecrübe edinmem gerekiyor bu alanda. Zaman içinde kendimi iyice geliştirerek, komedi filmlerinin en çok aranan oyuncusu olmak istiyorum. Ne kadar zamanda gerçekleşir bilmiyorum ama hedefim bu. Yeni filminden konuşalım. Nasıl bir karakteri canlandırıyorsun ‘Şeytanın Pabucu’nda? Bir kere, benden çok farklı bir karakter. İlk defa böyle bir karakter canlandırıyorum. Kendimden bir parça bulamıyorum bu karakterde. Çünkü, Aysel tam bir mahalle kızı, yani mahallesinden hiç dışarı çıkmamış bir ev kızı. Bana hiç benzemiyor Bu nedenle hazırlık sürecinde çok zorlandığımı itiraf etmeliyim. Umarım sonuç güzel olacak.Bu rol için neden seni tercih ettiler?
New York Film Ekolü Film Atölyesi
09.10.2008

New York Film Ekolü Film Atölyesi

1950’lerde Hollywood’a karşı doğan New York Film Ekolü’nün temsilcilerinden olan ünlü yönetmen-yapımcı Fehmi Gerçeker, Brezilya ve Amerika’dan sonra, Türkiye’deki üçüncü atölyesini Çengel Sanat’ta düzenliyor. New York Film Ekolü Atölyesi’nde bir filmin bütün yapım aşamaları katılımcılar tarafından ortak çalışmayla gerçekleştiriliyor. Tamamen etkileşimli ve paylaşımcı olan atölyede, grup aktif bir şekilde kendi yönünü kendisi belirliyor. “Film yapılarak öğrenilir” yönteminin önemini vurgulayan Fehmi Gerçeker, bu nedenle ilk günden itibaren kamerayı katılımcıların kullanımına sunuyor. Katılımcıların bilgi ve deneyimlerini ortaya koymalarına imkan tanıyan atölye için Gerçeker, "Hata yapmaktan korkmadan, kişinin özverisini ve kendine güvenini ortaya çıkaran bir çalışma " diyor. Çengel Sanat, katılımcılara atölye saatleri dışında kaynak araştırma ve film izleme konusunda da yardımcı oluyor. Çalışmaların verimi açısından atölyeye sadece 10 kişi kabul ediliyor. Atölye için kayıtlar 19 Ekim’e kadar devam edecek. Atölye Programı • Hollywood sineması • New York Film Ekolü • Amerikan bağımsız sineması • Film yapım biçimleri • Sinema- insan iletişimi • Senaryo yazımı • Casting/ oyuncu seçimi • Mekan seçimi • Çekim • Kamera, ses ve ışık kullanımı • Oyuncu yönetimi • Kurgu teknikleri • Ses ve müzik efektleri • Film gösterimi ve incelemesi Atölye Tarihi: 25 Ekim - 6 Aralık 2008 Her hafta Cumartesi 10:00/ 17:00 arası (7 hafta toplam 50 saat ve üzeri) Fehmi Gerçeker hakkında bilgi için: www.fehmigerceker.com Detaylı bilgi için: www.cengelsanat.com
Can Dündar’dan ‘Mustafa’ Belgeseli
07.10.2008

Can Dündar’dan ‘Mustafa’ Belgeseli

Atatürk’ü Tanıyoruz, Peki ya “Mustafa” Nasıl Biriydi? Elinize bir kağıt kalem verip, Atatürk’ü anlatmanızı istesek, neler yazardınız o kağıda? İlkokuldan beri, hakkında sayfalar dolusu bilgi edindiğiniz Mustafa Kemal Atatürk ile ilgili ne biliyorsunuz gerçekten? “Atatürk”ün lider ruhlu, mücadeleci ve güçlü bir kahraman olduğuna şüphe yok. Peki ya “Mustafa” nasıl biriydi dersiniz? Ne gibi zaafları vardı? Umutsuzluğa kapıldığı olur muydu? Hayalleri nelerdi? Aynaya baktığında kendini beğenir miydi? Sevdiği kadın için gözyaşı döker miydi? En çok hangi mevsimi severdi?... Günümüz gençliğinin, resmi bayramlarda adı sıkça anılan, okul kitaplarının ilk sayfaları ile devlet dairelerinin duvarlarını süsleyen bir “ikon” olarak tanıdığı Mustafa Kemal Atatürk hakkında çok şey anlatıldı yıllarca. Ancak hiçbiri “Zübeyde Hanım’ın oğlu Mustafa”nın iç dünyasını tasvir edemedi bizlere. Atatürk’ün siyasi ve askeri başarılarının haricinde, insani yönlerini de ele alan kapsamlı bir çalışma yapılamamıştı bugüne kadar. Bu eksikliği hisseden Can Dündar, Atatürk’ün ölümünün 70. yıldönümünde, sadece Atatürk’ü değil, “Mustafa”yı da tanımak isteyenler için, özel bir belgesel film hazırladı. 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda, Türkiye çapında gösterime girecek “Mustafa” adlı bu çalışma; yeni nesile Atatürk’ü keşfetme imkanı sunarken, bizleri de onu yeniden tanımaya davet ediyor. 15 yıldır konu ile ilgili çalışmalar yapan Can Dündar, 1993 yılında hazırladığı “Sarı Zeybek” adlı belgesel ile Atatürk’ün insani unsurları hakkında fikir edinmemize yardımcı olmuştu. Ancak “Mustafa”, Atatürk’ün tüm hayatını mercek altına alan ve onu alışılagelmiş formatların dışında anlatmaya çalışan bir film. “Mustafa”yı yazan ve yöneten Can Dündar, bu filmin özellikle yeni kuşağa Atatürk’ü daha samimi bir üslupla anlatarak, ona yakınlık duymalarını sağlayacağına inanıyor. Bu amaç doğrultusunda, filmde eski, siyah beyaz görüntüler yerine modern animasyon teknikleri kullanılmış. “Mustafa”nın dikkat çeken diğer bir özelliği de, filmin müziklerinin uluslararası üne sahip müzisyen Goran Bregoviç imzasını taşıyor olması. “Atatürk’ün hayatını konu alan bir filmde neden bir Türk besteci ile çalışılmadığı” yönündeki eleştirilere şu cevabı veriyor Can Dündar: “Sonuçta Atatürk Rumelili bir Balkan çocuğu ve Balkan kanını taşıyan bir müzisyenin ona çok daha yakın olacağını hissettim. Onun duygularını çok daha iyi dile getirebileceğini düşündüm. Onun dışında, Goran Bregoviç uluslararası bir müzisyen. Atatürk\'ü dünyaya tanıtmakta, böyle bir müzisyen seçiminin yardımcı olacağını düşündüm. Ayrıca, genlerinde Osmanlı izlerini taşıyan bir müzisyen Bregoviç...”Atatürk’ü en saf haliyle beyazperdeye taşımayı amaçlayan “Mustafa”, film için seçilen isimden de anlaşılacağı gibi, yıllardır izlediğimiz Atatürk belgesellerine kıyasla, daha şahsi bir Atatürk portresi çiziyor. Atatürk’ün kendi sesinden çok önemli konuşmalar, kendi fotoğrafçılarının fotoğraf arşivleri, duygularını ve izlenimlerini not ettiği not defterlerinden tutun da, yazdığı mektuplara kadar birçok özel bilgi “Mustafa” belgeselinde seyirci ile paylaşılıyor. Atatürk’ü sadece bir lider olarak değil, herşeyden önce bir “insan” olarak tanımak ve zaferlerle dolu yaşantısında sergilediği insani duruşu gözlemleyerek, kendi hayatınıza dair dersler çıkarmak için “Mustafa”yı izlemenizi öneriyoruz. ‘Mustafa’nın Hazırlık Aşaması •    Film için Cumhurbaşkanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı arşivleri başta olmak üzere, yerli ve yabancı pek çok arşiv özel izinle açıldı. •    Atatürk’ün daha önce görülmemiş fotoğraflarına, hatıralarını yazdığı not defterlerine, yakınlarına yolladığı çok özel mektuplarına, günlüğüne ve elyazmalarına ulaşıldı. •    Çekim ekibi Atatürk’ün ayak bastığı Selanik’ten Manastır’a, Şam’dan Berlin’e, Sofya’dan Karlsbad’a kadar her coğrafyaya giderek; onun hayatını yerinde görüntüledi. •    Geniş ve deneyimli bir kadro, Atatürk’e dair yazılmış kitapları, yerli - yabancı basını ve diplomatik yazışmaları tarayarak, onlardan sahici, objektif ve sıcak bir hayat hikayesi anlatmaya çalıştı. •    Ondan kalan eşyalar, onu anlatan anılar, çalıştığı karargahlar, yaşadığı evler, geride bıraktığı belgeler, sevdiği şarkılar ve söylediği sözler titizlikle derlendi.
Fest-i Kült 4. Yılında
06.10.2008

Fest-i Kült 4. Yılında

Bu yıl dördüncüsü gerçekleştirilecek olan Fest-i Kült / AFSGD Kültürlerarası Film Festivali, festival kapsamında ilk kez düzenlenecek film yarısmaları ile daha canlı bir akışla, 14-20 Kasım 2008 tarihleri arasında Ankara Kızılay Büyülü Fener Sineması’nda, sinemaseverler ile bulusmayı hedefliyor. Festival sırasında gerçeklestirilen “Film nasıl çekilir?” ve “Ankara Kültür Avı” başlıklı atölye çalısmalarıyla, sinemaseverlere bire bir film çekme keyfini yasatan festival, bu özelliği ile Ankara festivalleri arasındaki farkını da ortaya koyuyor. Üç yıldır gerçeklestirilen festival, iki yıl önce 27-28 Ocak 2007 tarihlerinde Alaska ABD’de düzenlenen yan proje ile sınırların ötesine açılmayı da başarmıştı.Fest-i Kült 4 Etkinlikleri: Ödül Töreni ve Açılıs Kokteyli: 13 Kasım 2008 Film Gösterimleri: 14-20 Kasım 2008 Film Nasıl Çekilir Atölye Çalısması: 15-16 Kasım 2008 Ankara Kültür Avı Atölye Çalısması: 17-19 Kasım 2008 Kapanıs Partisi: 20 Kasım 2008 Festival hakkında detaylı bilgi için:  www.festikult.com
Altın Karagöz Kısa Film Yarışması
25.09.2008

Altın Karagöz Kısa Film Yarışması

İpek Yolu Film Festivali kapsamında düzenlenen Ulusal Altın Karagöz Kısa Film Yarışması’na başvurular sürüyor. Diyalogsuz kısa filmlerin katılabileceği yarışmanın son başvuru tarihi 10 Ekim 2008. Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin 28 Kasım - 04 Aralık 2008 tarihleri arasında düzenlediği 3. Uluslararası Bursa İpek Yolu Film Festivali, ‘Ulusal Altın Karagöz Kısa Film Yarışması’ ile kısa film çeken sinemacıları desteklemeye devam ediyor. Bu yarışma ile Türkiye’de kısa film üretimini özendirmeyi ve kısa filmin gelişimine katkıda bulunmayı hedefliyor. Daha önce 3 Ekim 2008 olarak duyurulan, Türkiye’nin ilk diyalogsuz kısa film yarışmasının son başvuru tarihi, kısa filmcilerden gördüğü yoğun ilgi üzerine 10 Ekim 2008 tarihine uzatıldı. ‘Ulusal Altın Karagöz Kısa Film Yarışması’nın diğer kısa film yarışmalarından ayrılan özelliği, hikâyelerini diyaloglarla anlatmak yerine, sinemanın görsel gücünü kullanarak anlatan diyalogsuz filmlerin yarışacak olması. Festivalin bu bölümünde ön elemeyi geçen toplamda 10 film ‘Altın Karagöz Ödülü’ için yarışacak ve birinci gelen kısa filmin sahibi ‘8.000 YTL Para Ödülü’nü almaya hak kazanacak. 01 Ocak 2007 tarihinden sonra çekilmiş, diyalog ve dış ses gibi sözlü ifade içermeyen ve 20 dakikayı aşmayan, yönetmelikte belirtilen özelliklere uygun olan kurmaca filmlerin katılabileceği yarışmaya, tüm amatör ve profesyonel kısa filmciler başvurabilir. Yarışmaya katılması uygun görülen ve ön elemeden geçen filmler 20 Ekim 2008 tarihinde yarışma sahiplerine ve basına duyurulacak. Birinci gelen filmin sahibi ödülünü Bursa Belediyesi Merinos Kültür Merkezi’nde yapılacak festival kapanış gecesinde alacak. Katılımcılar yarışma ile ilgili ayrıntılı bilgiye ve katılım formlarına festival merkezinden ya da festivalin www.ipekyolufilmfest.com web adresinden ulaşabilirler.
‘Güneşin Oğlu’nun Çekimleri Bitti
23.09.2008

‘Güneşin Oğlu’nun Çekimleri Bitti

Haluk Bilginer ve Özgü Namal, “Polis”ten sonra yine Onur Ünlü\'nün yönettiği “Güneşin Oğlu” adlı komedi filminde bir araya geldi. Çekimleri tamamlanan filmde Haluk Bilginer ve Özgü Namal’ın yanı sıra Bülent Emin Yarar, Hümeyra, Köksal Engür, Ahmet Kural, Tansu Biçer, Görkem Yeltan ve Burçin Yıldırım gibi tanınmış oyuncular rol alıyor. Film, Güneş\'in oğlu olduğunu öğrenen ve ruhu çevresindeki insanların bedenlerine girip girip çıkan Fikri Bey’in komik hikayesini anlatıyor. 07 Kasım 2008’de vizyona girecek “Güneşin Oğlu”  filminin senaryosunu da imza atan Onur Ünlü, filmini fantastik mavra olarak tanımlıyor. Eylül ayında çekimleri tamamlanan film komik ve eğlenceli olmasının yanı sıra şaşırtıcı ve zeki bir yapım olarak dikkat çekeceğe benziyor.Filmin Konusu: Bütün hayatını bir mucize bekleyerek geçiren Fikri Şemsigil, sonunda bu mucizeyi yaşar ve \'Güneşin Oğlu\' olduğunu öğrenir. Fakat yaşadığı mucize, düşündüğünün aksine Fikri Bey\'in hayatını alt üst eder. Fikri Bey\'in ruhu artık, çevresindeki insanların bedenlerine girip çıkmaktadır. Ve sonunda Fikri Bey, bu kez, yıllarca beklediği mucizeden kurtulmak için, gerçeklerin peşine düşmek zorunda olduğunu anlar. Olaylar çığırından çıkmıştır. Peki, karşı apartmandaki komşusu dünyalar güzeli kız ne olacaktır?
7. Filmekimi Sonbahar Film Haftası
23.09.2008

7. Filmekimi Sonbahar Film Haftası

Yaklaşan yeni sinema sezonunun habercisi olan Filmekimi bu yıl da Sundance, Berlin Cannes, Venedik gibi saygın festivallerde ilgiyle karşılanan ödüllü filmlerden ustaların merakla beklenen son yapıtlarına, 21 filmden oluşan programıyla 7 gün boyunca Beyoğlu Emek Sineması’nda izleyiciyle buluşmaya hazırlanıyor. Filmekimi’nde yine her akşam 21.30 seansında Türkiye’de vizyona girmeyi bekleyen bir filmin ilk gösterimi yapılacak. Filmekimi ilk kez düzenlendiği 2002 yılından başlayarak İstanbullu sinemaseverlerden büyük ilgi gördü ve geçtiğimiz yıl en yüksek kapasiteye ulaşarak 30.000 kişiyle izleyici rekoru kırdı. Nokia Nseries sponsorluğunda gerçekleşen Filmekimi kapsamında başlayan Nokia Nseries Kısa Film Yarışması bu yıl da devam edecek. Bu yıl üçüncüsü düzenlenecek olan Nokia Nseries Kısa Film Yarışması’na başvuru için herhangi bir yaş, deneyim, tür ya da tema kısıtlaması bulunmuyor. Nokia Nseries’in “deneyim” kavramıyla bütünleşen yarışmada, günlük hayat ve deneyimler birer kısa filme dönüşüyor. Kısa filmlerin herhangi bir kameralı cep telefonu ya da dijital kamerayla çekilmesi yeterli. Nokia Nseries Kısa Film Yarışması’nın jürisine bu yıl sinema ve televizyondan tanıdığımız yönetmen kardeşler Yağmur ve Durul Taylan başkanlık yapacak. 10 Ekim - 31 Aralık 2008 arasındaki başvuru sürecinin ardından jüri iki aşamalı yarışmanın değerlendirme sürecini başlatacak. Yarışmanın finalistleri birer Nokia N96 multimedya bilgisayarı, ilk üçe girenler ise para ödülü kazanacaklar. Ayrıca ilk üçe giren filmler, 4 -19 Nisan 2009 tarihleri arasında düzenlenecek olan 28. Uluslararası Film Festivali kapsamında gösterilecek. Cannes Film Festivali’nin En Çok Ses Getiren Filmleri Filmekimi’nde •    VICKY CHRISTINA BARCELONA / Woody Allen Woody Allen’ın Mayıs 2008’de Cannes Film Festivali’nde dünya prömiyeri yapılan son filmi “Vicky Cristina Barcelona” Filmekimi’nin gala filmlerinden. Barselona’da geçen ve kadın-erkek ilişkileri, aşk, gençlik ve cinselliği konu alan bu sıcak ve eğlenceli filmin başrollerinde Woody Allen\'ın gözde oyuncusu Scarlett Johansson’un yanı sıra Oscar ödüllü Javier Bardem ve Penélope Cruz yer alıyor. •    KÖRLÜK / BLINDNESS / Fernando Meirelles “City of God / Tanrıkent” filminin Brezilyalı yönetmeni Fernando Meirelles’in Cannes Film Festivali’nin açılışını yapan son filmi “Blindness / Körlük”, Filmekimi’nin galalarından. Nobel ödüllü yazar José Saramago’nun dilimize aynı adla çevrilen romanından uyarlanan filmin senaryosu, 2005’te İstanbul Film Festivali’nde Altın Lale için yarışmış olan “Childstar / Çocuk Yıldız” filminin yönetmeni Don McKellar’a ait. Herkesi kör eden bir salgınının hızla yayıldığı modern bir kentte salgından etkilenmeyen bir kadının öyküsünü anlatan filmin başrollerini Julianne Moore, Danny Glover, Gael García Bernal ve Sandra Oh paylaşıyor. •    SINIF / ENTRE LES MURS / THE CLASS / Laurent Cantet Filmekimi programında, Festival seyircisinin “İnsan Kaynakları”, “Para Yok Zaman Çok” ve “Güneye Doğru” filmleriyle tanıdığı Laurent Cantet’nin son filmi “Sınıf / The Class” da yer alıyor. Edebiyat öğretmeni François Bégaudeau’nun yarı-özyaşamöyküsel romanından uyarlanan film, Cannes’da yarışarak Fransa’ya 21 yıl aradan sonra Altın Palmiye kazandırdı. Paris’te bir ortaokulda geçen filmde başroldeki öğretmeni Bégaudeau’nun kendisi canlandırırken filmde gerçek ortaokul öğrencileri rol alıyor. Usta Yönetmenlerin Son Filmleri Filmekimi’nde •    PALERMO SHOOTING / Wim Wenders Alman usta Wim Wenders’in Cannes’da yarışan son filmi “Palermo Shooting”, metafizik öğelerle bezeli bir gerilim. Dünyaca ünlü bir fotoğrafçının Düsseldorf’tan Palermo’ya yolculuğunu konu alan filmde, başroldeki Alman punk grubu Die Toten Hosen’ın solisti Campino’nun yanı sıra Dennis Hopper, Lou Reed, Patti Smith ve Milla Jovovich gibi yıldız isimler de rol alıyor. •    ASHES OF TIME REDUX / Wong Kar-Wai Büyük usta Wong Kar-wai’nin filmografisinde yer alan tek dövüş sanatı filmi 1994 yapımı “Ashes of Time”, antik dönemde Çin’de geçen aşk, hafıza ve ölüm üzerine epik bir melodram. Wong Kar-wai, bu bol ödüllü filmine 14 yıl sonra geri dönerek filmin kurgusunu yeniledi, renklerini iyileştirdi, müziğini elden geçirdi ve süresini yedi dakika kadar kısalttı. “Ashes of Time Redux” versiyonu, ilk kez bu sene Cannes’da özel bir gösterimde izleyicilerin karşısına çıktı. Eleştirmenlerin “fırça darbeleriyle yapılan bir tablo” diyerek övdüğü filmin görüntü yönetmeni İstanbullu sinemasverlerin yakından tanıdığı Christopher Doyle. Filmin kadrosu ise tam bir Hong Kong yıldızlar geçidi: Jackie Cheung, Maggie Cheung, Tony Leung, Leslie Cheung… •    GENOVA / Michael Winterbottom Michael Winterbottom’ın son filmi “Genova”, anneleri ölünce hayatlarında yeni bir sayfa açmak adına babalarıyla birlikte Cenova’ya yerleşen iki kız kardeşin öyküsünü anlatıyor. Hem büyümenin hem de kendilerini bulmanın zorluklarını yaşayan iki kız kardeşin hayatları annelerinin hayaletini görmeleriyle daha da karışıyor. Bu dokunaklı filmin başrolünde ise baba rolünde Colin Firth var.
Emmy Ödülleri Sahiplerini Buldu!
22.09.2008

Emmy Ödülleri Sahiplerini Buldu!

60. Emmy Ödülleri Los Angeles’ta sahiplerini buldu. NTV ve CNBC-e’den canlı yayınlanan törende drama dalında \'En İyi Dizi\' ve \'En İyi Senaryo\' ödülü, e2 kanalında yayınlanan "Mad Men"’in oldu.İşte Kazananlar Drama dalında En İyi Senaryo: Matthew Weiner (Mad Men) Drama dalında En İyi Yönetmen: Greg Yaitenes (House) Drama dalında En İyi Kadın Oyuncu: Glenn Close (Damages) Drama dalında En İyi Erkek Oyuncu: Bryan Cranston (Breaking Bad) Drama dalında En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Dianne Wiest Drama dalında En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Zeljko Ivanek (Damages)